Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 12:20 AM   #6
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

61.Mûsâ onlara dedi ki: “Yazıklar olsun size! Allah’a yalan uydurmayın. Sonra bir azap ile kökünüzü keser. Gerçekten, uyduran zarar etmiştir.”



Mûsâ peygamberin “karşılaşma“nın Allah ile olduğunu bildiren bu Âyetteki uyarısı hem buluşma yerinde toplanmış olan halka ve sihirbazlara hem de Firavun ve yakınlarına yöneliktir. Mûsâ peygamber bu sözlerle karşısında olan herkese akıllarını başlarına almaları için ikazda bulunmaktadır.

62Bunun üzerine etkili bilginler aralarında işlerini tartıştılar ve “63,64.Bu ikisi kesinlikle etkili bilginlerdir; etkili bilgileriyle sizi topraklarınızdan çıkarmak ve de en iyi örnek yolumuzu yok etmek istiyorlar. Onun için bütün tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra sıralar hâlinde gelin. Bugün üstün gelen kesinlikle zafer kazanmıştır” dedikleri şeklindeki fısıldaşmalarını gizli tuttular.

Bu Âyetlerden, Mûsâ peygamberin yapmış olduğu uyarıdan sonra Firavun ve adamlarının kafa kafaya verip istişare ettikleri anlaşılmaktadır. Sihirbazların başkalarınca duyulmayan bu konuşmada yaptıkları plânlar Rabbimiz tarafından bizlere ifşa edilmektedir.

65.Etkili bilginler: “Ey Mûsâ! Ya sen ortaya koyacaksın veyahut ilk ortaya koyan kişiler biz olalım” dediler.

66.Mûsâ: “Tam tersi, siz ortaya koyun” dedi. Bir de ne görürsün! Onların birikimleri, eski inançları ve tezleri/çer-çöpleri/eften püften bilgileri, yaptıkları sihirden/hünerli gösterimden ötürü gözünde büyüdü.67Bu yüzden Mûsâ, içinde bir korku hissetti.

68,69.Biz: “Korkma, şüphesiz sen; en üstün olan sensin: Sen sahibi olduğun birikimi ortaya koy; o, onların yapıp ürettiklerini yutsun dursun. Şüphesiz onların yaptıkları ancak bir göz boyayıcısı hilesidir. Göz boyayıp etkileyen kişi ise, her nereye giderse gitsin zafer kazanamaz, başarılı olamaz” dedik.

70.Sonunda bütün etkili bilginler, “Mûsâ ile Hârûn’un Rabbine iman ettik” demek sûretiyle boyunlarını uzatıp teslim olmuş durumda bırakıldılar.

Bu âyetlerde, Mûsâ ile Firavun'un bilginlerinin yaptığı müsabakaya ait sahneler yer almaktadır. Önce Firavun'un bilginleri iddia ve görüşlerini ortaya atmışlardır. Onların iddia ve görüşlerini büyük bir başarı ve yaldızlı ifadeler ile ortaya koymaları karşısında Mûsâ endişe duymuştur.

Sihir, “bir şeyi, göz boyayarak, el çabukluğu yaparak veya başka taktiklerle gerçeğinden başka bir şekilde göstermek” demek olup mutlaka göz boyama anlamında değildir. İyi bir anlatım, konferans için de, “Bizi büyüledi, hayran bıraktı” şeklinde ifade edilebilir.

Bu güzel sunum karşısında Mûsâ kendisinin tezlerini onlar gibi anlatamayacağı korkusuna kapılmıştır. Tâ-Hâ/66 ve Şu‘arâ/44'de Firavun'un bilginlerinin tezleri “ip ve değnek” olarak nitelenmiştir. Buradaki “ip ve deynek”, –bu konuyla ilgili âyetlerin de delâletiyle– Türkçe'deki “çer-çöp”, “ipsiz-sapsız, temelsiz-tutarsız” deyimlerine benzetilebilir. Burada anlatılmak istenen, Firavun'un bilginlerinin görüş ve tezlerinin değersiz, işe yaramaz olduğudur.

Halkın gözleri önünde yapılan karşılaşmada Firavun’un bilginleri Mûsâ peygamberin getirdiği göstergelerin gerçek olduğunu hemen anlamışlar ve iman etmişlerdir. Çünkü bu göstergelerin kelime oyunları olup olmadığını en iyi anlayacak olanlar, bilginlerin bizzat kendileriydi.

Kıssanın bu bölümü diğer Sûrelerde aşağıdaki gibi anlatılmıştır:

116Mûsâ: “Siz tezinizi ortaya atın” dedi. Onlar atınca da insanların gözlerini büyülediler ve onları korkuttular. Ve büyük bir etkin hüner gösterdiler.

117Biz de Mûsâ'ya, “Sen de birikimini ortaya atıver” diye vahyettik. Bir de ne görsünler, onların uydurup düzdükleri şeyleri süratle yakalayıp yutuyor. 118Böylece hak yerini buldu ve Firavun ve ileri gelenlerin bütün yaptıkları boşa gitti, işe yaramadı.

119Firavun ve ileri gelenler, artık orada mağlup oldular ve küçük düşmüş bir toplum olarak geri döndüler.

120-122Çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler ise boyun eğip teslim olmuş kimseler hâlinde bırakıldılar. “Âlemlerin Rabbine; Mûsâ'nın ve Hârûn'un Rabbine iman ettik” dediler.

(A'râf/ 116–122)

43Mûsâ onlara, “Ortaya koyun ne koyacaksanız!” dedi.

44Bunun üzerine onlar, birikimlerini, eski inanç ve tezlerini/çer-çöplerini; eften püften bilgilerini ortaya koydular ve “Firavun'un gücü hakkı için şüphesiz elbette bizler galip olanlarız” dediler.

45Sonra Mûsâ birikimini ortaya koydu; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuyor da yutuyor!

46-48Sonra etkin bilginler boyun eğip teslimiyet gösterenler olarak bırakıldılar:

(Şu'arâ/ 43–48)

Âyetteki onların yaptıklarını yutacak ifadesi, mecazen sihirbazların; ileri derecede, usta bilginlerin yaptıkları sunumun etkisini bozacağı anlamına gelmektedir. Nitekim A'râf Sûresi'nin 117. ve ?u'arâ Sûresi'nin 45. HYPERLINK "http://www.tebyinulkuran.com/index.php?page=suara"Âyetleri bize göre mecazî bir anlama işaret etmektedir.
Karşılaşmanın sonunda etkili bilginlerin hemen tevhidi kabul etmeleri, bu karşılaşmanın Mûsâ peygamberin becerilerinin denendiği bir karşılaşma değil de onun gerçekten Allah'ın elçisi olup olmadığını belirleyecek bir karşılaşma olduğunu etkilibilginlerin bildiğini göstermektedir. Zaten Mûsâ peygamber de karşılaşma öncesinde bunun Allah ile yapılan bir karşılaşma olduğunu ilân etmiştir.

Mûsâ peygamberin getirdiği göstergeleri kelime oyunlarıyla alt ederek onun bir peygamber olmadığını ispatlamak için güçlerini birleştiren ve bütün hünerlerini ortaya koyan bilginler, Musa peygamberin getirdiği göstergelerin bir aldatma oyunu olmadığını anlayınca derhâl iman etmişlerdir. Firavun tarafından Mûsâ peygamberin bilginler karşısındaki yenilgisini teşhir etmeyi umarak düzenlenmiş bu oyun, sonuçta bilginlerin imana geldiklerini söylemeleriyle bir anda Firavun'un aleyhine dönmüştür.

71Firavun: “Ben size izin vermezden önce mi o'na iman ettiniz? Şüphesiz o, size etkili bilgi öğreten büyüğünüzdür. Andolsun ki sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkinizi keseceğim ve kesinlikle hepinizi rahat ortamdan; kentteki işinizden, memuriyetinizden çıkarıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yaptıracağım, taş ocaklarında çalıştıracağım, zorlu işlerde çalıştırarak yağınızı çıkaracağım; iliğinizi sömüreceğim. Ve hangimizin azap bakımından daha şiddetli ve daha kalıcı olduğunu kesinlikle bileceksiniz” dedi.

72,73Etkili bilginler: “Bize gelen bu açık kanıtlar ve bizi yoktan yaratana karşı asla seni üstün tutmayız. Ne hüküm vereceksen hadi ver! Sen, ancak bu iğreti dünya hayatına hükmedersin. Şüphesiz biz, hatalarımıza ve bizi etkili bilgiden zorladığın şeye karşı, bizi bağışlasın diye Rabbimize iman ettik. Ve Allah daha hayırlı ve daha kalıcıdır” dediler.

Firavun ile bilginler arasındaki konuşmaları nakleden bu Âyetlerden, bilginlerin gerçek ayet ile aldatıcı sözler arasındaki farkı çok iyi kavradıkları anlaşılmaktadır. Çünkü bilginler, kendi aldatıcı taktiklerini ortadan kaldıran ayetleri görünce Mûsâ peygamberin kendilerinden daha becerikli bir düzenbaz olduğunu söylememişler, "Mûsâ'nın ve Hârûn'un Rabbine iman ettik!" demişlerdir. Firavun ise son ümidi olan bilginlerin bu çabuk teslimiyetlerini hazmedememiş ve onları çok vahşî bir işkence ile tehdit etmiştir.

Firavun'un bu tehditlerini gerçekleştirip gerçekleştirmediği Kur'ân'da bildirilmemiş olmasına karşılık, rivâyetlerde, tehdit edildikleri cezaların bilginlere aynen uygulandığı ileri sürülmüştür.

Ayetteki “Hılaf” sözcüğü ile ilgili açıklama A’raf’124- 126. Ayetler açıklamasında verilmiştir.

صلبSALB- صلابةSALABET

“ صلبSalb” (Mastarı “ صلابةsalabet”tir) sözcüğünün anlamı, yumuşaklığın karşıtı, “sertliktir, şiddettir.

Bu anlam ekseninde , “iki yağrın arasından kuyruk sokumuna kadar olan kemiklere; omurgaya” “ صُلبsulb اصلاب aslab ” denir. Bu sözcüğü Tarık/7 ve Nisa/ 23’te görmekteyiz. Bu ayetlerde ve özellikle Tarık/7 de “ صُلبsulb” sözcüğü, insanın üremesine vesile olan hormon ve meninin çıkış noktalarını ifade eder.

Kaba taşları olan yerler ve mekânlar için de bu sözcük kullanılır. Bıçak, ok, mızrak gibi araçların bilenmesini, uçlarının sivriltilmesini sağlayan “ bileği taşına da bu sözcüğün türevlerinden “ الصلبييةes Sulebiyye” denir; “ صلَبتُ السنانsallebtü s sinan” diye ifade edilir.

Ayrıca “kemiklerin toplanıp, yağının çıkarılması” da “ صَلَبَsalebe” fiiliyle ifade edilir. (TAC. ve LİSAN.)

Bu açıklamalardan sonra diyeceğimiz o ki bu sözcüğün gerçek anlamı, SERTLİK, ŞİDDET demektir.

Bu sözcük, fiil formuyla Kur’an’da, A’raf/ 124, Ta Ha/71, Şuara/49,Yusuf/41, Nisa/ 157 ve Maide/33’te yer alır.

Sözcüğün gerçek anlamı “sertlik ve şiddet” olmasına rağmen bu sözcüğün “insanı öldürmek için asma; çarmıha germe” anlamında (!) kullanılışına gelince:

Bazı suçluların bu şekilde cezalandırılmaları Roma hukukunda mevcut bir cezalandırma şekliydi. Hıristiyanlar, inançlarına göre İsa’nın asıldığı ağaç şekline (HAÇ) “ الصليبes saliyb ” derler. Hıristiyanlara: İsa’nın asıldığına, çarmıha gerildiğine inananlara da “ اهل “ الصليب Ehl-i sâlip” denir. Haç şeklinin işlendiği kumaşa, elbiseye de “ ثوب مصلّلبSevbün musallebun” denir.

“ صلبSalb” sözcüğünün “insanı öldürmek için asma; çarmıha germe” anlamı, sözcüğün öz anlamından değildir. Sözcüğün öz anlamı dışında kullanılması; yukarıda belirtildiği gibi Roma Hukukundaki bir cezalandırma türünden kaynaklanmaktadır. Böylece “şiddeti, sertliği; sert davranmayı; işkenceyi” ifade eden sembol araç; olan çarmıh, isim olmuş ve maalesef “ صلب salb” fiili de “öldürmek için adam asmak” anlamına kaydırılmıştır. Kısacası, bu fiile yüklenen, asma, çarmıha germe gibi anlamlar, sözcüğün öz anlamından değildir. Ve bu Kur’an’ın da bir hükmü olmayıp Hristiyan inancının hediyesidir.!

Ta Ha/71. Ayetin teknik yapısı, zaten ““insanı öldürmek için asma, çarmıha germe” anlamına izin vermemektedir.

… وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ  …

Ayetin bu bölümü, “ صلبsalb” fiili “ فىfi” edatı, “ جذوعcüzû’, çoğul ismi ve “ نخلnahl” sözcüklerinden oluşmaktadır. “ صلبSalb” sözcüğünü “öldürmek için insan asmak” anlamına alarak bu ifadeyi tercüme etsek, “kesinlikle sizi hurma KÜTÜKLERİNİN İÇİNE ASACAĞIM” anlamını elde ederiz. Ki insan, HURMA KÜTÜKLERİNİN İÇİNE ASILMAZ. Ayette “ فىFi” edatı yerine “ علىAla” edatı olsaydı; bu durumda cümlenin anlamı “sizi hurma kütüklerine asacağım” şeklinde olurdu.

İşin özü kavranılamadığından; “dallara asılan şeylerin orada durması; ya kabında muhafaza edilen bir şeyin durmasına benzetilmiş”; (Keşşaf, Razi) ya da tutarsız ve asılsız olmasına rağmen “ فىFi” edatı, “ علىala” edatı ile aynı anlamda olup “ علىala” edatı yerine de kullanılır” denilerek konuya gereken önem verilmemiş; baştan savma bir tutum sergilenmiştir.

Metne sadakat ve sözcüklerin öz anlamları dikkate alındığında; ayrıca paragrafın ana konusu ve mesajı itibariyle Firavun, Musa’dan yana oluveren yakınlarına, taraftarlarına: “Sizi rahat ortamdan; kentteki işinizden, memuriyetinizden çıkarıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yaptıracağım; taş ocaklarında çalıştıracağım; zorlu işlerde çalıştırarak yağınızı çıkaracağım; iliğinizi sömüreceğim” diyerek şiddet ve hiddetini göstermektedir.

Netice olarak, diğer ayetlerde konu edilen “ صلبSalb (şiddet uygulanması, yağlarının çıkarılması)”; kent yaşamından uzaklaştırılıp çiftliklerde tarım işçiliği yaptırılması, taş ocaklarında çalıştırılmasıdır.

A’raf/ 124,

123-126Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden önce ona iman mı ettiniz? Şüphesiz bu, halkını şehirden çıkarmak için, şehirde kurduğunuz gizli bir tuzaktır. Yakında bileceksiniz. Kesinlikle sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkinizi keseceğim, sonra da hepinizi kesinlikle rahat ortamdan; kentteki işinizden, memuriyetinizden çıkarıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yaptıracağım; taş ocaklarında çalıştıracağım; zorlu işlerde çalıştırarak yağınızı çıkaracağım; iliğinizi sömüreceğim. Çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler de dediler ki: “Hiç şüphesiz biz sadece Rabbimize dönenleriz. Senin bizi, yakalayıp cezalandırman da sırf Rabbimizin ayetleri gelince onlara iman etmemizden dolayıdır.” –“Ey Rabbimiz! Bize çok çok sabır ver de gevşemeyelim, zaafa düşmeyelim, boyun eğmeyelim. Canımızı da Müslümanlar olarak al!”–

Ta Ha/71,

71Firavun: “Ben size izin vermezden önce mi o'na iman ettiniz? Şüphesiz o, size etkili bilgi öğreten büyüğünüzdür. Andolsun ki sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkinizi keseceğim ve kesinlikle hepinizi rahat ortamdan; kentteki işinizden, memuriyetinizden çıkarıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yaptıracağım, taş ocaklarında çalıştıracağım, zorlu işlerde çalıştırarak yağınızı çıkaracağım; iliğinizi sömüreceğim. Ve hangimizin azap bakımından daha şiddetli ve daha kalıcı olduğunu kesinlikle bileceksiniz” dedi.

Azabın daha şiddetli ve daha kalıcı olduğunu; etkili bilginlerin bilmeleri için azabın temadi etmesi ve bunun şiddetli olması gerekir. Bir anda uygulanan ve hayata son veren cezanın (öldürmek için asmak) ; diğer cezalardan azap bakımından daha şiddetli ve daha kalıcı olduğunun; cezaya çarptırılan tarafından; bilinmesi düşünülemez.

Bu durumda “sizi hurma dallarının içine asacağım.” anlamında hayata son verecek bir azap söz konusu olmayıp bu azabın, etkili bilginlerin rahat ortamdan, kentteki işinden, memuriyetten çıkarılıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yapmaları; taş ocaklarında çalıştırılmaları; zorlu işlerde çalıştırılarak iliklerinin sömürülmesi şeklinde bir ceza olmasıdır.

Verilecek cezanın bu türde olacağını Ta Ha/71. ayetinin “ Ve hangimizin azap bakımından daha şiddetli ve daha kalıcı olduğunu kesinlikle bileceksiniz” cümlesi de desteklemektedir.

Şuara/49,

49Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden o'na iman mı ettiniz? Şüphesiz ki o, elbette size sihri öğreten büyüğünüzdür! Peki, yakında bileceksiniz! Andolsun, sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkinizi kestireceğim ve kesinlikle hepinizi rahat ortamdan; kentteki işinizden, memuriyetinizden çıkarıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yaptıracağım, taş ocaklarında çalıştıracağım, zorlu işlerde çalıştırarak yağınızı çıkaracağım; iliğinizi sömüreceğim!”

Yusuf/41,

37-41Yûsuf: “Size yiyecek olarak verilecek bir yemek gelmeden önce onun te’vîlini size bildiririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir. Şüphesiz ben, Allah'a inanmayan bir toplumun –ki onlar âhireti bilerek reddedenlerin; inanmayanların ta kendileridir– dinini, yaşam tarzını terk ettim. Ve atalarım İbrâhîm, İshâk ve Ya‘kûb'un dinine, yaşam ilkesine uydum. Bizim, Allah'a hiçbir şeyi ortak tutmamız olmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara bir armağanıdır. Velâkin insanların çoğu kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödemiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı birçok rabbler mi daha hayırlı, yoksa her şeye hâkim ve galip olan bir tek Allah mı? Sizin, O'nun astlarından o taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Bunlara tapmanız konusuna Allah hiçbir delil indirmiş değildir. Hüküm ancak Allah'a aittir: O, size, Kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte bu dosdoğru/koruyan dindir. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Biriniz efendisine yine şarap sunacak. Diğeri de kent yaşamından uzaklaştırılıp çiftliklerde tarım işçiliği yapacak, taş ocaklarında çalışacak da kuşlar onu başından yiyecekler. İşte hakkında fetva istediğiniz iş gerçekleşti” dedi.

Nisa/ 157

154-158Ve söz vermeleri ile birlikte üstlerini/ en değerlilerini/Mûsâ'yı Tûr'a yükselttik. Ve onlara: “O kapıdan boyun eğip teslimiyet göstererek girin” dedik. Yine onlara: “Tefekkür/kulluk gününde sınırları aşmayın” dedik. Sonra da onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerine inanmamaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: “Kalplerimiz örtülüdür/ sünnetsizdir” demeleri –aksine Allah, küfretmeleri; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeleri nedeniyle kalplerine damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar– ve Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmamaları ve Meryem'in aleyhinde büyük bühtanlar söylemeleri; “Biz, Allah'ın Rasûlü Meryem oğlu Mesih Îsâ'yı gerçekten öldürdük” demeleri nedeniyle onlardan sağlam bir söz aldık. Oysa O'nu öldürmediler ve o’na sert davranmadılar. Ama onlar için, Îsâ, benzetildi. Gerçekten o'nun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir yetersiz bilgi içindedirler. Onların zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. O’nu kesin olarak öldürmediler. Aksine Allah o'nu, Kendine yükseltti/ derecesini artırdı. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.

Maide/33

33,34Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan; bozum yapmaya teşebbüs etmiş olan ve yeryüzünde kargaşa çıkarmaya çalışanların –siz onlar üzerine güçlü olmazdan/onları yakalayıp denetim altına almazdan önce hatalarından dönenler hariç– karşılığı, ancak öldürülmeleri veya kent yaşamından uzaklaştırılıp çiftliklerde tarım işçiliği yaptırılması, taş ocaklarında çalıştırılmaları yahut sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkilerinin kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir aşağılıktır. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.

Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan; bozum yapmaya teşebbüs etmiş olan ve

yeryüzünde kargaşa çıkarmaya çalışanların Maide /33 teki cezalarından biri de; meallerde yer alan

öldürmek için asmak (slb) cezası; olmayıp; kent yaşamından uzaklaştırılıp çiftliklerde tarım işçiliği yaptırılması, taş ocaklarında çalıştırılmasıdır. Bu suçun cezalarından biri olan zilletin (hor görülüş,aşağılık) yaşatılmasi için suçluyu asmak amaca engeldir.Suçlu bu dünyada zillet içinde yaşamalıdır.Nitekim Maide/33 dünyada bu şartlar içinde yaşamanın suçlular için bir zillet olduğunu belirtmiştir.



74- 76, 80, 81. Ayetler Musa kıssasından sonraya tertip edilmiştir:

77.Ve andolsun, Mûsâ’ya “Yetişilmekten korkmayarak ve saygıyla, sevgiyle ürpermeden/ Firavuna minnet duymadan kullarımı geceleyin yürüt de kendileri için bol suda/nehirde kuru bir yol aç!” diye vahyettik.

78.Firavun ordularıyla hemen onları takip etti de bol sudan/nehirden kendilerini kaplayan şey kaplayıverdi.

79.Ve Firavun toplumunu saptırdı ve doğru yolu göstermedi.

Bu âyetlerde, Mûsâ’ya, kavmini geceleri çalıştırarak suda/Nil nehrinde –haşyet duymadan ve yakalanma korkusu olmadan– kuru yollar oluşturmasının vahyedildiği, sonra da onları izleyen Firavun’un ordusuyla birlikte o nehirde boğulduğu nakledilmektedir.

Burada dikkat çeken nokta, bol suda/nehirde açılacak yolun gece yürüyüşü sayesinde gerçekleşeceğidir. Bununla Mûsâ’ya, “İnsanları geceleri çalıştırmak sûretiyle kimseye sezdirmeden, göze batmadan bu işi yavaş yavaş hallet” denmiş olmaktadır.

Kur’ân’daki ifadelerden anlaşıldığına göre bu olaylar, birkaç dakika veya saatte değil, uzun bir süreçte gerçekleşmiştir. Mûsâ peygamber Mısır’a döndüğünde toplumu içerisinde yıllarca faaliyet göstermiştir.

Kasas/14′teki, Ve Mûsâ yiğitlik çağına girip oturaklaşınca, Biz o’na hüküm ve ilim verdik ifadesi ve bu çağın da Ahkâf/15′te “kırk yaş” olarak belirtildiği dikkate alındığında, Muhammed gibi Mûsâ’nın da kırk yaşında peygamber olduğu anlaşılır.

Çıkış, 7:7′ye göre kavmini ve inananları Mısır’dan çıkarmak için Firavun’a başvurduğunda (ki bu, ilk başvurusu değildir) Mûsâ’nın yaşı, 80′dir. Demek oluyor ki Mûsâ’nın Medyen’den dönüşü ile Mısır’dan çıkışı arasında 40 sene vardır. Tesniye, 34:7′ye göre de Mûsâ 120 yaşında vefat etmiştir.

Âyetteki haşyet duymadan ifadesi, yaptıklarının Firavun’a hainlik olduğunu düşünmemesi yönünde bir ihtardır. Nitekim Şu‘arâ sûresi’nde Firavun Mûsâ’yı nankörlük ve hainlikle suçlamaktadır

O [Firavun], “Biz seni çocukken içimizde terbiye etmedik mi? Hayatından birçok yıllar içimizde kalmadın mı? Sonunda o yaptığın işi de yaptın. Sen inkârcılardan/nankörlerden birisin de…” dedi. (Şu‘arâ/18-19)

Mûsâ peygamber ile sihirbazların karşılaşmasından sonraki gelişmeler, bu üç Âyette özet olarak verilmiştir. Söz konusu olaylar başka Sûrelerde; ***** ayrıntılarıyla anlatılmıştır:

127Firavun toplumundan ileri gelenler de, “Seni ve senin ilâhlarını/ seni ilâh edinmeyi terk etsinler de yeryüzünde kargaşa çıkarsınlar diye mi Mûsâ’yı ve toplumunu serbest bırakacaksın?” dediler. Firavun dedi ki: “Onların oğullarını öldüreceğiz, kızlarını sağ bırakacağız ve biz onlar üzerinde ezici bir güce sahip kimseleriz.”

128Mûsâ, toplumuna dedi ki: “Allah’ın yardımını isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı yapar. Mutlu son da Allah’ın koruması altına giren kimseler içindir.”

129Mûsâ’nın toplumu dediler ki: “Sen bize gelmeden önce de eziyet gördük, sen geldikten sonra da.” Mûsâ dedi ki: “Umulur ki, Rabbiniz düşmanlarınızı değişime, yıkıma uğratacak ve sizi yeryüzünde onların yerine geçirecektir. Böylece de sizin nasıl davranacağınıza bakacaktır.”

130Ve andolsun ki Biz, Firavun sülâlesini, düşünüp öğüt alsınlar diye senelerle kuraklıklarla/ senelerce kıtlık ve ürün noksanlığı ile yakaladık. 131Sonra kendilerine iyilik geldiği zaman, “İşte bu bize aittir” dediler. Eğer kendilerine bir kötülük gelirse, Mûsâ ile yanındakilerin uğursuzluğu olarak kabul ederler. İyi bilin ki, onların uğursuzluğu Allah katındadır. Fakat onların çoğu bilmezler.

132Ve Firavun’un toplumu, “Sen bizi kendisiyle büyülemek için her ne alâmet/ gösterge getirsen de, biz sana inananlar değiliz” dediler.

133Biz de belirli aralıklarla âyetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri, haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular toplumu oldular.

134Ve ne zaman ki, bu azap üzerlerine çöktü: “Ey Mûsâ! Sana olan ahdi/ verdiği söz nedeniyle bizim için Rabbine dua et, eğer sen bizden bu cezayı kaldırırsan sana kesinlikle iman edeceğiz. Ve kesinlikle İsrâîloğulları’nı seninle birlikte göndereceğiz” dediler.

135Ne zaman ki, ulaşacakları belli bir süreye kadar onlardan cezayı kaldırdık, derhal sözlerinden cayıveriyorlar.

136Biz de, şüphesiz âyetlerimizi yalanladıkları ve onlardan gâfil olmaları nedeniyle onları cezalandırıp adaleti sağladık. Ve onları bol suda/ nehirde boğduk. 137O zaafa uğratıla gelmiş/ güçsüzleştirilmiş olan toplumu da bereketlendirdiğimiz yerin her tarafına mirasçı yaptık. Ve böylece Rabbinin, İsrâîloğulları’na olan o pek güzel sözü, sabretmeleri nedeniyle yerine geldi. Biz de Firavun ile toplumunun yapageldikleri sınâî eserlerini ve yükseltmekte oldukları şeyleri yerlebir ettik.

138,139Ve İsrâîloğulları’nı bol sudan/ nehirden geçirdik. Derken kendilerine ait putlara tapmakta olan bir topluma rastladılar. Dediler ki: “Ey Mûsâ! Onların nasıl ki tanrıları varsa, sen de bizim için bir tanrı belirle!” Mûsâ dedi ki: “Siz gerçekten câhillik eden bir toplumsunuz. Şu gördüğünüz halkın içinde bulundukları din, yok olmaya mahkûmdur ve bütün yapmakta oldukları da bâtıldır.”(A’râf/ 127–139)

Ve Şu’arâ/ 52–68, Yûnus/ 83–92, Zuhruf/ 46–56 ve Duhân/ 17–24.

Yine bir karşılaştırma yapılması için, olayın Kitab-ı Mukaddes’in Çıkış/ 11-14. Bablarının okunmasını öneririz.

79. Âyetteki Ve Firavun kavmini saptırdı ve doğru yolu göstermedi ifadesi, Firavunun halkına karşı yaptığı bir konuşmaya işaret etmektedir ki bu konuşma Mü’min Sûresi’nin 29. Âyetinde bildirilmiştir:

28,29Ve Firavun ailesinden imanını saklayan bir babayiğit adam: “Bir adamı, Rabbim Allah dediği için öldürecek misiniz? Hâlbuki o, kesinlikle size Rabbinizden delillerle gelmiştir. Ve eğer o, bir yalancı ise bir bakarsın ki o’nun yalanı kendi aleyhine oluvermiştir. Ve eğer doğru ise size yaptığı tehditlerin bir kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah, aşırı giden bir yalancı kişiye kılavuz olmaz. Ey toplumum! Yeryüzünde açığa çıkmış olarak bugün yönetim sizindir. Peki, eğer gelecek olursa Allah’ın hışmından bizi kim yardım edip kurtarır?” dedi.

Firavun: “Ben size görüşümden başkasını göstermiyorum ve ben sadece size reşitliğin/akıllı olmanın yoluna kılavuzluk ediyorum” dedi.(Mü’min/ 29)

Görüldüğü gibi, Firavun kendi kavmine onları doğru yola kılavuzladığını söylemiştir ama işin sonunda onları saptırdığı ortaya çıkmıştır.

İsrâîloğulları’nın nil nehrinden geçirilmelerinden Tûr’un eteklerine gelmelerine kadar olan gelişmeler bu Sûrede anlatılmamıştır. Kıssanın bu bölümü A’râf Sûresinde de anlatılmıştı:

138,139Ve İsrâîloğulları’nı bol sudan/ nehirden geçirdik. Derken kendilerine ait putlara tapmakta olan bir topluma rastladılar. Dediler ki: “Ey Mûsâ! Onların nasıl ki tanrıları varsa, sen de bizim için bir tanrı belirle!” Mûsâ dedi ki: “Siz gerçekten câhillik eden bir toplumsunuz. Şu gördüğünüz halkın içinde bulundukları din, yok olmaya mahkûmdur ve bütün yapmakta oldukları da bâtıldır.”

140Mûsâ dedi ki: “O sizi âlemlere fazlalıklı kılmışken, ben size Allah’tan başka ilâh mı arayayım!”

141Hani bir zaman Biz, size azabın kötüsünü yapan; oğullarınızı öldüren, kızlarınızı sağ bırakan Firavun ailesinin elinden de sizi kurtarmıştık. Bunda da sizin için Rabbiniz tarafından büyük sınav vardır.

142Ve Mûsâ ile otuz geceye sözleştik ve süreyi bir on gece ile tamamladık. Böylece Rabbinin tayin ettiği vakit tam kırk geceye tamamlandı. Ve Mûsâ, kardeşi Hârûn’a, “Toplumum içinde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yoluna uyma!” dedi.

143Ne zaman ki, Mûsâ, belirlediğimiz vakitte geldi ve Rabbi o’na söz söyledi. Mûsâ, “Ey Rabbim! Göster bana Kendini de bakayım Sana!” dedi. Rabbi o’na dedi ki: “Beni sen asla göremezsin, velâkin şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, sen de Beni göreceksin.” Daha sonra Rabbi dağa tecelli edince onu paramparça ediverdi, Mûsâ da baygın olarak yere yığıldı. Ayılıp kendine gelince de, “Seni tenzih ederim, Sana döndüm; tevbe ettim ve ben inananların ilkiyim” dedi.

144Allah dedi ki: “Ey Mûsâ! Mesajlarımla ve kelâmımla seni insanlar üzerine seçtim. Şimdi sana verdiğimi al ve kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödeyenlerden ol!”

145Ve Biz o’nun için o levhalarda her şeyden, bir nasihat ve her şey için bir ayrıntı yazdık. “Haydi, bunları kuvvetle al, toplumuna da en güzel şekilde almalarını emret. Yakında size o hak yoldan çıkanların yurdunu göstereceğim. 146Yeryüzünde, bütün âyetleri görseler de onlara iman etmeyen, doğrunun yolunu görseler de o yolu tutup gitmeyen, eğer sapıklığın yolunu görürlerse onu yol edinen haksız yere büyüklük taslayan şu kimseleri, âyetlerimizden uzak tutacağım.” –Bu, onların âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil; duyarsız, ilgisiz olan kimseler oluşlarındandır.– 147Âyetlerimizi ve âhiretteki karşılaşmayı yalanlayanların amelleri boşa gitmiştir. Onlar kendi yaptıklarından başka bir şey ile mi cezalandırılırlar?(A’râf/ 138–147)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla