Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27. September 2008, 10:15 PM   #2
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Ruh

Ruh kavramı bugüne kadar dinli veya dinsiz, müslim veya gayrimüslim birçok kişinin ilgi alanına girmiş, cahil veya bilgin birçok kimse tarafından ruh hakkında yüzlerce kitap kaleme alınmıştır. Bu eserlerde genellikle şu konular işlenmiştir: Ruh nedir? Ruh kaç tanedir? Ruhlar nerede bulunur? Ruh ve nefis aynı şey midir? Ruh cisim midir, mahlûk mudur, enerji midir, kozmik bilinç midir, melek midir, varlıkların aslı mıdır? Ruh şeffaf, billûr, cins-i lâtif midir? Ruh mu yoksa ceset mi önce yaratılmıştır? Ruh ölür mü? Ruh kabirde cesede geri döner mi? Dirilerin ruhları ölülerin ruhlarıyla buluşur mu? Her şey ruhtan mı meydana gelmiştir? Hayatı, hareketi, idraki sağlayan güç ruh mudur? Ruhun insanî, hayvanî, nebatî olmak üzere çeşitleri var mıdır? Olgun ruh ile geleceği görebilmek, gelecekten haber verebilmek, zaman ve mekân dışına çıkmak mümkün müdür?
Bütün bunlardan başka, ruh ile ilgili bu eserlerde ruh çağırma, telepati, medyumluk, yoga, doğru rüya, büyü, sihir ve reenkarnasyon [ruh göçü] gibi konuların açıklanmasına da çalışılmıştır.
İnsanlık çok eski çağlardan beri bu konuların ardına düşmüş, psikoloji biliminin gelişmediği ve kuramlaşmadığı bu uzun süreçte vahyin doğrulamadığı, modern psikoloji biliminin de desteklemediği pek çok görüş ve anlayış ortaya çıkmıştır. Vahiy kontrolü dışında gerçekleşen zihin işçiliğinin en belirgin örneklerinden biri olan Eski Yunan Felsefesi kendi döneminde çok etkili olmuş, bu vahiy dışı felsefenin zihnin gizemli labirentlerindeki akıl sürçmeleri VIII. Yüzyılın ortalarında başlayan tercüme hareketleri sonrasındaki süreçte bazı Müslüman bilginleri de etkisi altına almıştır. Dolayısıyla evrensel merak konularından biri olan ruh ve ruha ilişkin konular İslam dünyasının da ilgi alanına girmiştir. Bazı Müslüman düşünürler Eski Yunan-Lâtin kabullerini güya İslamileştirerek kitaplarında İslâmî bilgiler olarak takdim etmişler, ruhun mahiyeti ve çeşitleriyle ilgili olur olmaz düşüncelerle dolu yüzlerce risale ve ciltlerce kitap yazmışlardır. Bu konuda yazılan en ciddî eser, İbn Kayyim el-Cevziyye [1299-1351, Hicrî 691-751] tarafından kaleme alınan “Kitabu’r-Rûh”dur. Ayrıca İmam Gazâlî de Eski Yunan felsefesinden derlediği bilgileri muhtelif eserlerinde dile getirmiştir. Ancak bunların hepsi de Kur'an'ın ifade ettiği “ruh” kavramından çok uzaktır. Sonuç olarak bugüne kadar bu konuda Kur'an kaynaklı ciddî bir çalışma yapılmamış, tabir yerinde ise asırlardan beri havanda su dövülmüştür. Ne var ki, yazarlarının isimlerinin önünde saygınlık belirten unvanlar bulunan bu kitaplardaki bilgiler hem doğru, hem de İslâmî kabul edilmiştir. Fakat asıl esef edilmesi gereken konu, bin dört yüz seneden beri yazılmış olan “tefsir” adlı kitapların hiç birinin Kur'an'a dayandırılmamış olması ve bu kitaplarda hep “Rivayet Tefsiri”nin ön plâna çıkarılmış olmasıdır. Her bakımdan açık ve mufassal olan Kur'an’ın bir takım asılsız rivayetlere ve İsrailiyat kaynaklarına kurban edilmesi Müslümanlar için çok acı bir durumdur. Öyle ki, rivayetlerin çokluğu ve farklılığı zihinleri iyice karıştırmış, gerek temel kavramlarımız ve gerekse inanç ve amel konularındaki bilgilerimiz çoğu zaman bu rivayetler doğrultusunda şekillenmiştir.
Tekrar “ruh” konusuna dönülecek olursa, öncelikle şunun belirtilmesi gerekir ki, yukarıda sayılan konular arasındaki “ruh” kavramının araştırılıp incelenmesi dinin değil psikolojinin konusudur. Psikoloji ilmi geliştikçe Kur’an'ın bu alandaki müteşabih sözcüklerinin de muhkemleşeceği kesindir. Kur’anî ve bilimsel olmamasına rağmen sırf saygın unvanlı isimlerce ileri sürülüp kitaplara geçirilen bir takım ilkel görüşler, bu tür müteşabih konuların teviline katkı sağlaması bir yana, meselelerin daha da kördüğüm olmasına yol açacak bir nitelik taşımaktadır. Bu nedenle o tür görüşlerin nakli ve tahlili yerine, Kur'an'daki “ruh” kavramının yine Kur'an ile açıklanması yoluna gidilmelidir. Amacımız Kur’an’ı belirsiz rivayetlerle değil, Kur’an’ın kendi iç imkanlarıyla anlamaya ve açıklamaya gayret etmektir.
Ruh sözcüğünün esas anlamı “can” demektir. Sözcük “vücuh” ifade eden yani hakikat ve mecaz olarak birçok anlamda kullanılabilen bir sözcüktür.
Ansiklopedik anlamda ruh, “Genel olarak varlığın maddî olmayan boyutu ya da özü” olarak tarif edilmiştir [Ana Britannica, cilt: 26, s: 383]. Bununla uyku anında geçici olarak, ölüm anında ise sürekli olarak bedenden ayrılan “nefis”, yani beyindeki ana fonksiyon olan bilinç kastedilmiştir.
“Ruh” sözcüğü, yukarıda verdiğimiz hem sözlük hem de ansiklopedik anlamlara uygun olarak, “manevî benlik” ve “can” kavramları ile eş anlamlı kabul edilmiştir. Geniş anlamda “canlılık, duygu” demek olan ve ayrıca “karakter” anlamına da gelen “ruh” sözcüğü, mecazen bir şeyin özünü, en önemli ve en can alıcı noktasını ifade eden bir anlam taşımaktadır. Meselâ pasif kimseler hakkında kullanılan “ruhsuz” sıfatı sözcüğün geniş anlamına, “meselenin bütün ruhu buradadır” şeklindeki deyimleşmiş cümle de mecaz anlamına birer örnek teşkil eder. Sonuç olarak, yukarıdaki anlamlar etrafında “ruh” ile ilgili yüzlerce deyim üretilmiştir.
“Ruh” sözcüğünün geleneksel dinî terim anlamı, çok genel bir ifadeyle “Bedensel varlığı yaratıldıktan sonra Allah tarafından üflenmek suretiyle insana kazandırılan canlılık” şeklinde tanımlanmaktadır.

Ruh Sözcüğünün Kur'an'daki Kullanımı

“Ruh” sözcüğü Kur'an'da “İlâhî esinti, vahy/bilgi” anlamında kullanılmıştır. Vahyin, bilgisizlikten dolayı ölü sayılan kalbe hayat verdiği, canın bedendeki işlevi ne ise vahyin de insanlık için aynı işlevi gördüğü, bu işlevi dolayısıyla bireyi ve toplumu kokuşmaktan koruduğu düşünülürse, “ruh” sözcüğünün sözlük, ansiklopedik ve dinî terim anlamlarıyla Kur'an'daki anlamı arasında bir paralellik var gibi gözükebilir. Ancak sözcüğün kullanıldığı ayetler incelendiğinde, bu paralelliğin “ruh”un ne olduğu konusunda değil, sadece insan üzerindeki etkileri konusunda olduğu anlaşılır.
Kur'an'da bahsedilen “ruh” [ilâhî esinti, vahiy] sadece bilerek ve isteyerek bu ruha sahip olan ve onu hayatına geçiren kişilere ve toplumlara anlamlı bir canlılık veren, onları kokuşmaktan koruyan bir şeydir. Fakat asla ölümün dışındaki canlılığı temsil eden ve her türlü rezilliği de kapsayan sihirli bir nefes değildir:

85Ve sana vahiyden soruyorlar. De ki: “Vahy, Rabbimin işindendir. Size ise az bilgiden başka bir şey verilmemiştir.” (İsra/ 85)


15O, dereceleri yükseltendir, en büyük tahtın/en yüksek mevkiin sahibidir: O, buluşma günü hakkında uyarmak için Kendi emrinden/ Kendi işinden olan vahyi kullarından dilediğine bırakır. (Mümin/ 15)


İkinci ayette ruhun hululü [inişi] “القائ ilka [bırakmak, koymak]” sözcüğüyle ifade edilmiştir. Nitekim Âdem'e yapılan vahyler [Bakara 37] ve Kur'an'ın inişi için “ وحى vahy” veya “ انزال inzal” yerine “ilka” fiili kullanılmıştır [Neml 6].
İsra suresinin 85. ayetinden başlayıp 93. ayetine kadar devam eden pasaj bir bütünlük içerisinde değerlendirilirse, burada konu edilen ruhun rivayet tefsirlerinde anlatıldığı gibi insan ya da herhangi bir canlının ruhu olmayıp açıkça “vahiy” olduğu görülür. Ancak İsra suresinin 85. ayetinde de belirtildiği gibi, insana ruh konusunda verilen [vahyin şekli ve mahiyeti hakkındaki] bilgiler gerçekten azdır. Dolayısıyla bu konuda verilen bilgi ile yetinilmeli, temelsiz ve mesnetsiz görüşlerle bu konularda bilgi üretmeye kalkışılmamalıdır.
Ruhun indirildiği bildirilen birçok ayette aynı zamanda ruhun Rabbimizin emrinden olduğu da belirtilmektedir. Günlük dilde genellikle “buyruk” anlamında kullanılan “امر emr” sözcüğü, Kur’an’da “iş [oluş]” anlamında da kullanılmaktadır. Sözcük tekil haliyle Kur'an'da 153 kez geçmektedir. Sözcüğün çoğulu olan “ümûr [işler]” sözcüğü ise Hud suresinin 97. ve Âl-i Imran suresinin 128. ayetlerinin de aralarında bulunduğu 13 ayette yer almaktadır. Bu bilgiler ışığında, “emrimizden bir ruh vahyettik” ifadesinden, Allah'ın işlerinden olan ruh vahyetme işinin yine O’nun tarafından gerçekleştirildiğini anlamamız gerekir.
Necm suresinde de değinildiği gibi, “ruh” Allah'ın işlerinden biridir ve ruh indirilmesi [hulûl ettirilmesi] de sadece O’na aittir.

Ruh/Vahiy Niçin ve Kime İndirilir?

52,53İşte böylece Biz, sana da Kendi emrimizden/Kendi işimizden olan ruhu/ Kur’ân'ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nûr/ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde bulunanlar Kendisi için olan Allah'ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın, bütün işler yalnız Allah'a döner. (Şûra/ 52)


22Allah'a ve âhiret gününe inanan bir topluluğu, Allah'a ve Elçisi'ne sınırı aşmaya uğraşanlarla karşılıklı sevgi bağı kurmuş hâlde bulamazsın. Bunlar, onların ister babaları olsun, ister çocukları olsun, ister kardeşleri olsun, ister akrabaları olsun. Onlar, Allah'ın, kalplerine imanı yazdığı ve kendilerini Kendisinden olan vahiy ile desteklediği kimselerdir. Ve Allah onları, sürekli kalanlar olarak altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Allah, onlardan hoşnut olmuştur, onlar da O'ndan hoşnut olmuşlardır. İşte bunlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Gözünüzü açın! Allah'ın taraftarları, başarıya ulaşanların ta kendileridir. (Mücadele/ 22)


192Ve şüphesiz ki bu apaçık kitap, kesinlikle âlemlerin Rabbinin indirmesidir. 193-195O apaçık kitapla, uyarıcılardan olasın diye apaçık bir Arapça lisan ile senin kalbine Güvenilir Can [ilâhi mesajlar, güvenilir bilgi] indi. 196Ve şüphesiz Güvenilir Can [güvenilir bilgi], kesinlikle öncekilerin kitaplarında da vardı. (Şuara/ 192-196)


Bu ayetler üzerinde yeterince tefekkür edildiğinde, “ روح ruh” kavramının “orijinal [güvenilir] bilgi” demek olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır. Çünkü Mücadele suresinin 22. ayetinde Allah'tan gelen güvenilir, sağlam bilgi [ruh] ile tüm inananların güçlendirildiği, desteklendiği açıkça ifade edilmektedir. Şuara suresinin 193. ayetinde ise “er-Ruhu’l-Emin” tamlamasıyla kullanılarak bu bilgilerin [ruhun] “en güvenli, en yararlı bilgi” olduğu vurgulanmaktadır. Şuara suresinin 193. ayetinde geçen “er-Ruhu’l-Emin” ifadesini Cebrail olarak yorumlamak ve birçok mealde olduğu gibi ayeti “Onu Ruhu’l-Emin [Cebrail] indirdi” diye çevirmek yanlıştır. Zira ayetteki “ نزل nezele” geçişsiz fiilini sanki geçişli imiş gibi anlamlandırmak, her şeyden önce ayetin lâfzî manasına aykırıdır. Ayrıca böyle bir çeviri, aynı surenin Kur'an'ı âlemlerin Rabbi olan Allah’ın indirdiğini bildiren 192. ayeti ile de çelişmektedir. Ruhullah, Ruhu’l-Kudüs, er-Ruhu’l-Emin ifadeleri ile ilgili detay inşaallah Meryem suresinde verilecektir.

Ruhun Üfürülmesi

71,72Hani Rabbin bir zaman evrendeki güçlere, “Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer oluşturucuyum. Onu düzgünleştirip bilgili hâle getirdiğim zaman derhal ona boyun eğip teslim olun” demişti. (Sad/ 72)


28,29Ve bir zamanlar Rabbin evrendeki güçlere, “Ben, kuru balçıktan, şekil verilmiş/işlenebilen bir çamurdan bir beşer oluşturacağım. Ben, ona biçim verdiğimde ve onu bilgilendirdiğimde, siz hemen onun için teslimiyet gösterenler olarak yere kapanın” demişti. (Hicr/ 28, 29)


9Sonra onu düzeltip bir biçime soktu ve onu bilgilendirdi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını ne de az ödüyorsunuz? (Secde/ 9)


Allah'ın gerçek anlamda üfürmeyeceği bilindiğine göre, “üfürmek” ifadesinin mecaz olduğu hemen anlaşılmaktadır. Mecazi anlamda “üfürmek”, herhangi bir şeyden başkalarına en az miktarda vermeyi ifade eder. Türkçede bu anlam yine mecaz bir ifade olan “koklatmak” sözcüğü ile karşılanmaktadır. Bu durumda “ruhun üfürülmesi” ifadesi “çok az miktarda bilgi verilmesi, bilginin koklatılması” anlamına gelmektedir. Nitekim İsra suresinin 85. ayetinde “De ki: Ruh Rabbimin işindendir. Ve size bilgiden ancak çok az verilmiştir” denilerek bu husus açıkça belirtilmiştir.
Ruhun Âdem'e üfürülmesinden ne kastedildiğine gelince; Kur'an'da bu da açıklanmıştır:

30Ve bir zaman Rabbin, doğadaki güçlere, “Şüphesiz Ben, yeryüzünde bir halîfe getiren Zatım” demişti. Doğadaki güçler, “Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi yapacaksın? Oysa biz, Senin övgünle birlikte tüm noksanlıklardan arındırıyoruz ve Senin tertemiz; her türlü kötülük ve eksiklikten uzak olduğunu haykırıyoruz” demişlerdi. Senin Rabbin, “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri çok iyi bilirim” demişti.
31Ve senin Rabbin, Âdem'e o isimlerin tümünü öğretti. Sonra hepsini doğadaki güçlere sundu ve “Hadi, haber verin Bana şunların isimlerini, eğer doğru kimseler iseniz” dedi.
32Doğadaki güçler, dediler ki: “Sen her türlü noksanlıktan arınıksın! Senin, bize öğretmiş olduğunun dışında bizim için bilgi diye bir şey yoktur. Şüphesiz Sen, en iyi bilenin, en iyi yasa koyanın ta kendisisin.”
33Senin Rabbin dedi ki: “Ey Âdem! Haber ver onlara, onların adlarını.” Sonra da Âdem onlara, onların adlarını haber verince, senin Rabbin, “Dememiş miydim Ben size! Şüphesiz Ben, göklerin ve yerin görülmeyenini, duyulmayanını, sezilmeyenini, geçmişi, geleceği bilirim. Ve Ben, sizin açığa vurduklarınızı ve sakladıklarınızı bilirim” dedi.
34Ve hani Biz, doğadaki güçlere, “Âdem'e boyun eğip teslimiyet gösterin” demiştik de İblis/düşünce yetisi dışında doğadaki güçler hemen boyun eğip teslimiyet göstermişti. İblis yan çizdi, büyüklendi. Ve o, her şeyi bilerek reddedenlerden idi. (Bakara/ 30-34)


Dikkat edilecek olursa, Sad suresinin 72. ve Hicr suresinin 29. ayetlerine göre meleklerin secde etmesi, Âdem'in belirli aşamalardan geçirilerek [amaçlanan düzgünlüğe ulaştırılarak] nihaî şekle getirilip kendisine ruh üfürülmesinden sonradır. Bakara suresinin 30-34. ayetlerinde ise meleklerin Âdem'e secde etmesinden önceki aşama “Âdem'in bilgilendirilmesi ve bilgisinin meleklerle karşılaştırılması” olarak açıklanmıştır. Sad ve Hicr surelerinde kullanılan “ruh üfürme” tabiri Bakara suresinde yerini “bilgi ile bilgilendirmek” tabirine bırakmış, böylece “ruh üfürme” deyiminin “bilgi ile bilgilendirmek” anlamına geldiği açıklanmıştır.
“Ruh üfürülmesi” ifadesiyle kastedilenin Âdem'e verilen bilginin ancak koklatma düzeyinde olduğunun kanıtı ise İsra suresinin 85. ayetidir. Ancak hemen belirtilmelidir ki, Âdem'e verilen bilginin koklatma düzeyindeki azlığı, Rabbimizin sonsuz bilgisine nispetledir. Yüce Allah’ın sonsuz bilgisi ve bilgeliği Kur’an’da pek çok ayette vurgulanmaktadır:

109De ki: “Rabbimin sözleri için, deniz mürekkep olsa Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenirdi, hatta bir o kadarını daha getirsek bile.”
(Kehf/ 109)

27Ve eğer, şüphesiz yeryüzünde ağaçtan ne varsa kalem olsa, deniz de arkasından yedi deniz katılarak onun mürekkebi olsa, Allah'ın sözleri tükenmezdi. Şüphe yok ki Allah en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapandır. (Lokman/ 27)


Allah’ın ilmi böylesine sonsuz olunca, O’nun tüm peygamberlerine gönderdiği vahiy bilgilerinin toplamı da ancak bir koklatmadan [üfürmeden] ibaret olacaktır.
Sonuç olarak; melekler sıradan insana değil, kendisine ruh üfürülen [Rabbimizin sonsuz bilgisine nispetle az bir bilgi ile bilgilendirilmiş olan] Âdem’e, bir başka ifadeyle “adam” olmuş insana secde etmişlerdir. Secde etmenin aynı zamanda boyun eğmek anlamına geldiği de unutulmamalıdır.
Kur'an’da Meryem’e de ruh üflendiği bildirilmiştir:

91Ve o, ırzını titizlikle koruyan kadın; işte Biz, onu güvenli bilgimizle bilgilendirdik. Ve kendisini ve oğlunu âlemler için bir alâmet/gösterge yaptık. (Enbiya/ 91)


12Ve Allah, ırzını bir kale gibi koruyan İmrân kızı Meryem'i de örnek verdi. İşte Biz onu vahyimizle az da olsa bilgilendirdik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını doğrulayıp uyguladı ve sürekli saygıda duranlardan oldu. (Tahrim/ 12)


171Ey Kitap Ehli! Dininizde aşırılığa gitmeyin. Ve Allah hakkında gerçek dışı bir şey söylemeyin. Meryem oğlu Îsâ Mesih, sadece Allah'ın elçisi ve Meryem'e ilka ettiği/ulaştırdığı kelimesi ve Kendisinden bir ruhtur, vahiy aracılığı ile doğmuş biridir. Artık Allah'a ve elçilerine inanın. Ve “Üçtür” demeyin. Son verin, sizin için daha iyi olur. Allah, ancak bir tek ilâhtır. O, Kendisi için bir çocuk olmasından arınmıştır. Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler yalnızca O'nundur. “Tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan” olarak Allah yeter. (Nisa/ 171)


Bu ayetlerden, Meryem valideye bazı özel bilgilerin lütfedildiği anlaşılmaktadır. Ancak bu konunun teferruatı Âl-i Imran, Meryem ve Enbiya surelerindeki ilgili pasajlardan alınmalı ve bu olay Kur'an'daki pasaj bütünlüğü içinde, Zekeriya (as)'nn durumunu açıklayan ayetler ile birlikte ele alınmalıdır. Çünkü yaşlı bir adam olan Zekeriya (as)’nn ve kısır eşinin çocuk sahibi olması ile Meryem'in erkeksiz çocuk doğurması, birbirini takip eden dönemlerde meydana gelmiştir.
Yukarıdaki ilk iki ayette geçen “ruh üfürme” tabiri, Nisa 171'de “ القائ ilka [bırakma, ulaştırma]” tabiri ile açıklanmaktadır. “Ruh üfürme” tabirinin “az bir bilgi ile bilgilendirmek” anlamına geldiği artık bilindiğine göre, Meryem’e üflendiği bildirilen ruhun da onun hamile kalması için rahmine [dölyatağına] yapılan fizikî bir üfürük değil, mabette Zekeriya (as)'nın himayesinde bulunduğu sırada Meryem’e lütfedilen bilgi olduğu anlaşılmaktadır. Kur'an'a göre aynı tür bilgi daha önce Zekeriya (as)’ya verilmiş, onun hem yaşlı hem de kısır olan karısı da bu bilgi ile Yahya'yı doğurmuştur. Daha sonra bu kutsal bilgiyi/mesajı Meryem'e iletmekle görevlendirilen Zekeriya (as), Allah'ın elçisi olarak görevini yapmış ve kutsal bilginin doğruluğuna kanıt olarak da bu bilgi sayesinde “sapasağlam” bir insan olarak doğan Yahya'yı göstermiştir. Bu konuda daha detaylı açıklama inşaallah Meryem suresinde yapılacaktır.
Kadr suresinin başından buraya kadar olan ve melekler ile ruhun indirilmesini de içine alan bölümün mesajı şöyle özetlenebilir:
Kim ki Allah'a teslim olur, O'nu kendisine Rabb edinir, [terbiyesini ve hayat akışını Allah'ın kurallarına göre ayarlar] ve kendisine bir Kadir gecesi tayin edip o andan itibaren hayatını Kur'an'a göre tanzim etmeye başlarsa, Allah'tan gelen ve içlerinde kutsal bilgiler [ruh] olan ayetler o insana iner, yani insanın içine [aklına, benliğine] hulûl eder, girer, iyice yerleşir. Böylece o insan, kendisine rehber, destek, müjdeci olan ayetler sayesinde Allah'tan başka ilâh edinilmemesinin, sadece O'na kulluk edilip O'ndan sakınılmasının bilincine varır, mutlu olur ve gerçek başarıya ulaşır.
İşte, meleklerin ruh ile inişi [hulûlü] budur.

Rablerinin izniyle/ bilgisi gereği, o şafak sökene kadar/aydınlığa kavuşuncaya kadar iner dururlar; her bir işten.

4. ayetin sonunda yer alan bu ifade; “Rablerinin izniyle her bir işten, her bir konuda bilgi vermek ve destek olmak için” demektir. Melekler ile ilgili diğer Kur'an ayetlerinden anlaşılmaktadır ki, Allah'ın irade sahibi olmayan kulları olan melekler kendi kendilerine hiçbir şey yapamazlar; sadece Allah'ın kendilerine yüklediği muhtelif görevleri yerine getirirler. Kur'an, çeşitli türleri olan bu varlıklara pek çok görevler yüklendiğini bildirmektedir. Ne var ki, bu farklı görevleri “Mevlit” yazarı Süleyman Çelebi gibi “Yüce Allah’ı sürekli tespih, tahmid ve tekbir etmek, hiç durmadan O’na rüku ve sücutta bulunmak” şeklinde açıklamak doğru değildir. Bu tür cahilî anlayışlar meleklerin hiç durmadan “suphanallah” “elhamdülillah” “Allahü Ekber” deyip durduklarını, sürekli rükû ettiklerini ya da başlarını hiç secdeden kaldırmadıklarını belirterek kendilerince meleklerin ne tür işlerle meşgul olduklarını ifade etmeye çalışmışlardır. Melekler, Allah'ın varlığına, birliğine, büyüklüğüne, her türlü noksanlıktan arınıklığına kanıt teşkil eden, onun koyduğu kurallardan dışarı çıkmayan maddî ve enerjik varlıklardır.
Kur'an tarafından “melek” olarak nitelendirilmiş olan Kur'an ayetleri, Allah'ın verdiği göreve uygun olarak her bir konuda yol göstermek, bilgi vermek, destek olmak, müjdelemek için Kur'an'ı kendisine rehber edinmiş kişilerin içlerine inerler/ hulûl ederler. Bir bakıma her ayet o insana can olur, rehber olur, öğretmen olur, maddî ve manevî destek olur; o insanın her bir derdine, problemine reçete olur, merhem olur. Böylece o insan, Kur'an'ı rehber edinerek hayatında yapacağı devrim sayesinde bin ayını [Kur'an'sız geçebilecek ömrünü] daha değerli bir hâle getirmiş olur.
Duhan suresinin 1-6. ayetlerinde de yine bir başka yönüyle Kadir gecesinden bahsedilmektedir:

1Hâ/8. Mîm/40.
2-7Apaçık/açıklayan Kitab'a yemin olsun ki şüphesiz Biz, Kendi katımızdan bir iş olarak, onu, haksızlık ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler ile dolu/ sağlam, her işin/ oluşun kendisinde ayırt edildiği, her şeyin bol bol verildiği, kazancın bol olduğu bir gecede indirdik. Şüphesiz Biz uyarıcılarız. Şüphesiz Biz, Rabbinden, göklerin, yeryüzünün ve ikisi arasındakilerin Rabbinden –eğer kesin inanan kimseler iseniz– bir rahmet olarak elçi gönderenleriz. Şüphesiz O, en iyi duyanın, en iyi görenin ta kendisidir.
(Duhan/ 1-6)

Bu ayetlerde Allah'ın uyarılmaya ihtiyaç duyan topluma peygamberler yolladığı, bundan dolayı mübarek bir gecede Kitab-ı Mübîn’i [özünde açık ve hakikati bütün açıklığıyla ortaya koyan Kur'an'ı] indirdiği ve böylece katından bir emir/iş olarak her hikmetli işin o gecede ayırt edildiği anlatılmaktadır.


Ayette “şafağın sökmesi” ile kastedilen, meleklerin ve ruhun inişiyle meydana gelen aydınlanmadır. Buna göre; melekler [Kur'an ayetleri] ve içerdikleri ruh [bilgiler], inişlerini [içe işleyerek yardım ve destek vermelerini], zihinsel karanlıkların aydınlığa dönüşmesine kadar sürdürürler. Bu bilgileri öğrenmek isteyenler, zihinlerinde hiçbir problem ve karanlık nokta kalmayıp mutmain olurlar ve sonunda cennete girerler. Bir başka ifade ile Kur'an ayetlerindeki bilgiler insanın düşüncelerinde hiçbir karanlık nokta bırakmayacak şekilde aydınlatıcıdır, tatmin edicidir ve cennete erdiricidir. Kur'an'ı okuyarak ondaki bilgi ışığını bulanlar, iyiyi-kötüyü, doğruyu-eğriyi, yararlıyı-zararlıyı en isabetli şekilde ayırt etmeyi de öğrenirler.

Sonuç

Kur'an ile tanışanlar, her türlü zihinsel karanlıklardan mutlaka kurtulur, aydınlığa çıkarlar. Ruh [can] taşıyan melekler, kişilerin içlerine işlerler ve her konuda onlara yol gösterir, yardımcı olurlar. Sonunda da onları selâmete ulaştırırlar [karanlıklardan kurtarıp şafaklarını söktürürler]. Kadir gecesiyle tanışmak [Kur'an'ı kendine rehber edinmek], bin aydan ya da bir ömürden daha hayırlıdır.
Her insanın bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesi ise, o insanın Kur'an ile tanıştığı, onu hayat reçetesi, rehberi, ışığı, ruhu, şifası, ibret levhası, hayat düsturu ve hayat yönetmeliği edindiği, bu nedenle de meleklerin ona yardıma koştuğu, mutluluklarının başladığı gecedir; ya da bunların gerçekleştiği herhangi bir gündür, saattir, dakikadır, saniyedir.
O halde, biz de ne zaman Kur'an'a sarılırsak, sarıldığımız o an hayatımızın dönüm noktası olur. Öyle ki, o an bize bin aydan, bir ömürden, hatta milyonlarca aydan bile daha yararlı olur. Çünkü kurtuluşumuz Kur'an'ı tanımamıza, ona inanmamıza, içeriğini anlamamıza, içerdiği tüm değerleri içselleştirerek yaşamamıza bağlıdır. Dinimizde faziletli zamanlar ve mekânlar asla yoktur; faziletli ameller vardır. Onun dereceleri de amelin zahmeti ve emeğiyle orantılıdır.
Keramet gecede değil, Kur’an’dadır.

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.



Allah ve “Biz” Zamiri

Kur’an’a bakıldığı zaman Yüce Rabbimizin birçok ayette kendisiyle ilgili olarak “İnna, Nahnü/Biz” zamirini kullandığı görülür.
Dikkat edilirse, “Birinci Çoğul Şahıs” zamirinin farklı kullanımları olan “Biz, Bizi, Bize, Bizim, Bizden” gibi ifadelerin Allah için kullanıldığı her ayette, Allah’ın sıfatlarının tecellisine yönelik vasıtalı tasarrufların ifade edildiği görülür. Bunu yüzlerce örnekle açıklamak mümkündür. Ancak burada herkesçe bilinen birkaç örnek vermekle yetinilecektir:

Kevser 1: “Şüphesiz Biz sana kevseri verdik.”
İnşirah 1: “Biz, senin için, senin göğsünü açmadık mı?”
Kadr 1: “Muhakkak ki Biz onu kadir gecesinde indirdik.”

Ya Sin suresine göz atıldığında, Allah’ın sıfatlarının tecellisi olan tasarruflarının açıklandığı 8, 9, 12, 14, 28, 31, 33, 34, 37, 39, 41, 42, 43, 44, 65, 66, 67, 68, 69, 71, 72, 76, 77, 78. ayetlerde “Biz” ifadesinin; zatına yönelik açıklamaların yapıldığı 60, 61. ayetlerde ise “Ben” ifadesinin kullanıldığı görülür.

Kur’an’da Allah için kullanılan zamirlerin şu şablona uyduğu açıkça görülmektedir:
1- Allah’ın zatına ve üluhiyyetine ait ifadelerde “Ene, İnni/Ben [Birinci Tekil Şahıs] ifadesi kullanılmaktadır.
Mesela: Bakara 30, 186; A’raf 173; Ta Ha 12-14; Secde 13; Enbiya 25, 92; Ankebut 56.
2- Yine Allah’ın zatına ve uluhiyetine ilişkin olmak üzere, bazı ayetlerde Rabbimiz “Sen, Seni, Sana, Senin” gibi “İkinci Tekil Şahıs” zamirleriyle; diğer bazı ayetlerde ise “O, O’nu, O’na, O’nun” gibi “Üçüncü Tekil Şahıs” zamirleriyle ifade edilmektedir. İster İkinci Tekil Şahıs, isterse Üçüncü Tekil Şahıs olsun, her iki gurup zamir de Teklik ifade eder. Allah’ın zatının ve uluhiyetinin sözkonusu edildiği hiçbir yerde “Siz” veya Onlar” gibi çoğul ifadeler kullanılmaz.
Fatiha’da da “Yalnız Sana ibadet ederiz ve yalnız Senden yardım isteriz” şekliyle ifade buyrulmuştur.
3- Azametinin, güç ve kudretinin vurgulandığı ayetlerde ise Yüce Allah “Biz” zamiri ile ifade edilmektedir.

Tüm dünya milletlerinin dillerinde otorite sahipleri güç ve kudretlerini anlatırken “Biz” ifadesine başvururlar. Fermanlarında, söylevlerinde hep “Biz” ifadesini kullanırlar. Bu, Kur’an inmeden de böyle idi, şimdi de aynen devam edip gitmektedir.
Kısaca Rabbimizin “Biz” ifadesi Kendisinin azamet ve kibriyasını; büyüklüğünü, ululuğunu vurgulamak içindir. Kesinlikle çoğul anlamında değildir. Çoğulluğu nefyeden yüzlerce ayet vardır. Ayrıca taaddüdü kudema akla da münafidir.
Buna rağmen maalesef Allah’ın tasarruflarında üçler, yediler, kırklar, kutuplar, gavslar gibi ortaklar kabullenen bahtsızlar da mevcuttur.
Meseleye vakıf olan ilim sahipleri Rabbimizin “Biz” ifadelerini “Biz Azimüşşan” olarak ifade etmek suretiyle isabetli bir anlayış ve hizmet ortaya koymuşlardır.


1(Kaynak: Mücahid)
2(Kaynak: Ali b. Urve)
3(Kaynak: İmam Malik; Muvatta)
4(Kaynak: Tirmizi, İbn-i Cerir) Bu konu tüm diğer kaynaklarda da yer almaktadır.
5(Razi; el Mefatihu’l Gayb)
6[İbn Menzur; Lisanü’l-Arab Cilt.8, S.523, Darülhadis Kahire-2003]
7(İBNİKESİR)

Konu dost1 tarafından (12. January 2014 Saat 03:04 PM ) değiştirilmiştir. Sebep: Düzeltmeler yapmak.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
ÖmerFurkan Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hayyam (24. April 2015)