Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 01:34 AM   #2
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

TAHLİL:

1. Ayet:

طTa / 9, سSin / 60, مMim / 40.

Henüz rakamların kullanılmadığı ve sayıların harflerle ifade edildiği Kur’an’ın iniş döneminde, bu harflerin EBCD tablosundaki değerleri sırasıyla 9, 60 ve 40 sayılarıdır. Daha evvel birçok kez açıkladığımız gibi, “kesik harfler [bağımsız harfler]” de denilen ve bizim “bir uyarı ünlemi” ya da yapı itibariyle -anlam itibariyle değil- “Kur’an’ın korunmasına yönelik veya bir mucize izharına ait çok önemli bir öge” olduğunu düşündüğümüz bu harflerin bir anlamı yoktur. Bugüne kadar üzerinde ciddî bir çalışma yapılmamış olan ve böyle bir çalışmayı yapacak bilgi ve dirayet sahibi Kur’an erlerini bekleyen bu konu, maalesef burada da istismar edilmiş ve bu ayetle ilgili olarak gerçeklerden uzak birtakım asılsız yakıştırmalar yapılmıştır:
İbn Abbas dedi ki: "Tâ, Sîn, Mîm" bir kasemdir ve bu, yüce Allah`ın isimlerinden bir isimdir. Hakkında yemin olunan ise: "Eğer istesek gökten üzerlerine bir mucize indiririz" buyruğudur.
Katâde dedi ki: Bu Kur`ân`ın isimlerinden bir isim olup yüce Allah buna yemin etmiştir. Mücahid ise: Bu sûrenin ismidir. Sûrenin başlangıcını güzelleştirmektedir.
er-Rabî` dedi ki: Bu bir kavmin süresinin hesabını ifade eder. Bir diğer açıklamaya göre bu bir kavmin başına gelecek musibeti anlatmaktadır.
el-Kurazî dedi ki: Yüce Allah, tavline [kudretine], senasına [yücelik ve üstünlüğüne] ve mülküne yemin etmektedir.
Abdullah b. Muhammed b. Akîl dedi ki: "Tâ", Tur-u Sina, "Sin", İskenderiye, "Mîm" de Mekke demektir.
Cafer b. Muhammed b. Ali de dedi ki: "Tâ" Tûğba ağacı, "Sîn" Sidre-i Münteha, "Mîm" de Muhammed (sav)`dır. Bir diğer açıklamaya göre; "Tâ" Tahir`den, "Sîn" Kuddüs`den (es-Semi`den ve es-Selam`dan da denilmiştir) "Mîm" de el-Mecid`den (rumuzdur). er-Rahim`den ve el-Melik`den olduğu da söylenmiştir. Bu anlamdaki açıklamalar daha ünceden el-Bakara Sûresi`nin baş taraflarında (2/1-2. âyetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. (Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l Kur’an)

“Tâ", ariflerin kalbinin "tarb"ına [coşkusuna]; “Sin”, aşıkların sürûruna; “Mim” de müridlerin münacaatına bir işarettir. ( Razi; el-Mefatihu’l- Gayb)

Nakledilen bu açıklamalar gerçeği ifade etmeyip sadece birer yakıştırmadan ibarettir.

2. Ayet:

Bunlar, apaçık / açıklayıcı kitabın ayetleridir.

Bu ayetteki “kitap” sözcüğünden sadece “Kur’an” anlaşılabileceği gibi, Kur’an’dan önce indirilmiş kitapların anlaşılması da mümkündür. Nitekim Kur’an’ın birçok ayetinde “ الكتابel-Kitap” ve “ الذّكرez-Zikr” sözcükleriyle Kur’an’dan evvelki kitaplar kastedilmiştir. Bu kabul, Şuara suresindeki ayetlerin ve bu surede verilen bilgilerin, daha önce indirilmiş olan kitaplarda da bulunduğu anlamına gelmektedir.
Kur’an’ın sıfatlarından birisi olan “ المبينmübîn” sözcüğü “apaçık” ve “açıklayıcı” anlamında olup bundan başka daha birçok ayette geçmektedir. Gerçekten de Kur’an, inançlı-inançsız herkes için apaçıktır, açıklayıcıdır. Onu her okuyan ve dinleyen, onun neye çağırdığını, neyi emredip neyi yasakladığını, neyi iyi neyi kötü kabul ettiğini kolayca anlar. Yani hiç kimse “Ben bu kitabı anlayamadım, ne demek istediği belli değil” diyemez. Kişilerin inanmaları veya işlerine gelmeyip de inanmamaları ayrı bir konudur.

3- 6. Ayetler:


Hıcr suresinin 90-93. ayetleri, teknik ve anlam olarak, bulundukları yer ile alakalı değildirler. Bu ayetlerin bulunması gereken yerin Şuara suresinin giriş paragrafı olduğu, uzun araştırmalarımız sonucunda acizane tarafımızdan tespit edilmiştir. Dolayısıyla bu ayetleri Şuara suresinin ilk paragrafı içinde değerlendirmiş bulunuyoruz. Bunun gerekçelerini detaylı olarak Hıcr suresinin tahlilinde arz edeceğiz.

3 + Hıcr/91- Onlar; o, Kur’an’ı bir takım parçalar/ (sihir, şiir, esatir, uydurulmuş söz gibi) kötü sözler kılan kimseler iman edenler olmuyorlar diye sen kendini helâk edeceksin!
4 + Hıcr/90- Eğer Biz dilersek, o yemincilere indirdiğimiz şey gibi onlara gökten bir ayet indiririz de onların boyunları, ona boyun eğenler oluverirdi.
5- Ve kendilerine Rahman’dan yeni bir öğüt geldi mi, mutlaka ondan yüz çevirenler oldular.
6- Sonra da, kesinlikle yalanladılar. İşte alay edip durdukları şeyin haberleri yakında onlara gelecektir.
Hıcr/92, 93- İşte, ant olsun Rabbine ki, Biz, mutlaka onların hepsini yaptıkları şeylerden hesaba çekeceğiz.

Bu ayetlerde peygamberimizin tebliğ görevini sürdürürken inkârcıların tavırları karşısında duyduğu üzüntü, sıkıntı dile getirilmiş, inkârcılardan hesap sorulacağı bildirilerek peygamberimiz teselli edilmiştir. Bu ayetlerde inkarcılar “Kur’an’ı bir takım parçalar/ (sihir, şiir, esatir, uydurulmuş söz gibi) kötü sözler kılan kimseler” olarak nitelenmiş ve Kur’an’ı parça parça yapanlara / Kur’an’ın sihir, şiir, kötü söz, esatir olduğunu ileri süren iftiracılara geçmişte olduğu gibi hak ettikleri cezanın verileceği beyan edilmiştir.
Bir taraftan da Rabbimiz Peygamber’i teselli etmeye devam etmektedir.

3+ Hıcr/91. Ayetler:

3+ Hıcr/91- Onlar; o, Kur’an’ı bir takım parçalar/ (sihir, şiir, esatir, uydurulmuş söz gibi) kötü sözler kılan kimseler iman edenler olmuyorlar diye sen kendini helâk edeceksin!
عضينIDIYN” SÖZCÜĞÜ
“ عضينIdıyn” sözcüğü Kur’an’da sadece burada yer almıştır. Bu sözcüğün kökü ve anlamı üzerinde farklı görüşler vardır:
a- Bu sözcüğün “ عضوّuduv” kökünden geldiği kabul edilirse, çoğul olan bu sözcüğün anlamı Türkçedeki gibi “uzuvlar [parçalar]” anlamındadır.
b- Sözcüğün “ عضهadah” kökünden geldiği kabul edilirse, sözcük “yalan, iftira, dedikodu gibi gibi kötü söz” anlamındadır.
c- Ferra bu sözcüğün “sihir” anlamında olduğunu söylemiştir.(Lisanü’l-Arab; c. 6, s. 305- 306 Udh mad. Ragıp; El-Müfredat, Udv mad)
Dikkat edilirse, konumuz olan ayette yukarıdaki anlamların hepsinin de bir arada mevcut oldukları görülür. Böylece bu ifade ile hem Bakara/85’de açıklandığı gibi, işine gelene inanarak, işine gelmeyene inanmayarak Kur’an’ı parça parça ayıranlar; hem de birçok ayette belirtildiği gibi, Kur’an’a “sihir, şiir, efsane ve yalan söz” gibi kötü nitelikler yakıştırarak iftira atanlar kastedilmiş olur.
المقتسمينMUKTESİMÎN”
Hıcr/90’da yer alan “muktesimîn” sözcüğü, Sarf ilmi kurallarına göre “ قسِم kısım [bölüm]” veya “ قسَمkasem [yemin]” sözcüğünden türetilmiş bir sözcük olarak değerlendirilebilir. Buna engel hiçbir şey yoktur. Önemli olan bu pasajda hangi anlamın tercih edilmesi gerektiği konusunda doğru karar vermektir.
Ayetlerin doğru anlamına ulaşabilmek için yapılması gereken, Kur’an’da başlarına bela indirildiği bildirilen bir “yeminci” veya “taksimci” bulmaktır. Bu ayetlerin indiği dönem itibariyle Kur’an’da geçmişte belalandırıldığı bildirilen bir “taksimci” söz konusu edilmediğine göre, geçmişte belalandırılmış, cezalandırılmış bir “yeminci” bulmak gerekmektedir.
Kur’an’a müracaat edildiğinde geçmişte iki tane cezalandırılmış “yeminci” gurup görülmektedir. Bunlar:

1- Salih peygambere tuzak kuranlar:

Neml 49, 50: Allah’a yeminleşerek: “Gece ona ve ailesine baskın yapacağız; sonra da velisine (yakınlarına), ‘Biz, o ailenin yok edilişine şahit olmadık (olay sırasında orada değildik), ve biz kesinlikle doğru olanlarız’ diyeceğiz” dediler.
Ve onlar böyle bir tuzak kurdular, şüphesiz Biz de onların farkında olmadığı bir tuzak kurduk (bir ceza ile cezalandırdık).


2- Cennet sahipleri:

Kalem 17- 33: Haberiniz olsun ki, Biz onlara belâ vermişizdir/ kesinlikle belâ vereceğiz, (tıpkı) o çiftlik sahiplerine belâ verdiğimiz gibi. Hani onlar, sabah olunca mutlaka onu devşireceklerine yemin etmişlerdi.
Bir istisna da yapmıyorlardı.
Ama onlar uyurken Rabbin tarafından bir dolaşan (afet) onun üzerinden dolaşıverdi.
Sabaha, o bağ biçilmiş/ devşirilmiş gibi oluverdi.
Sabahladıkları vakit birbirlerine seslendiler.
"Haydi, devşirecekseniz (çiftliğinize) sabahleyin erkence gidin!" dediler.
Hemen yola koyuldular, aralarında fısıldaşıyorlardı:
"Sakın bugün aranıza bir yoksul sokulmasın!"
Sadece engelleme gücüne sahip/ şiddete güçleri yeten (bir tavırla) erkenden gittiler.
Ama çiftliği gördüklerinde: "Biz mutlaka sapıklarız/ biz şaşırmışız/ yanlış yere gelmişiz,
yok yok, biz mahrum edilmişiz." dediler.
En hayırlı olanları: "Ben size ‘Tesbih etmiyor musunuz!’ dememiş miydim?" dedi.
Onlar: "Rabbimiz Seni tenzih ederiz, doğrusu bizler zalimlermişiz!” dediler.
Sonra döndüler, birbirlerini kınıyorlardı:
"Yazıklar olsun bizlere; bizler gerçekten azgınlarmışız/ kendini firavun gibi gören küstahlarmışız.
Umarız ki, Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir; gerçekten biz bütün ümidimizi Rabbimize çeviriyoruz." diye.
İşte böyledir azap. Elbette ahiret azabı daha büyüktür, keşke bilenlerden olsalardı!


Konumuz olan sözcüğün, “ المقتسمينel-Muktesimin” şeklinde “ ال[belirteç]” ile gelmesi, bu “yeminciler”in daha evvel bize öğretilmiş, bildirilmiş birileri olduğunu göstermektedir. Surelerin iniş sırası dikkate alındığında, Hıcr suresinden önce indikleri için “el-muktesimin” sözcüğü ile her iki suredeki “yeminciler”in de ifade edimli olması mümkündür. Ancak bizim tercihimiz Kalem suresinde konu edilen “yeminciler”in olduğudur. Zira yukarıda da bahsettiğimiz gibi, konumuz olan ayetler Hıcr suresinin ayetleri olmayıp Şuara suresinin ayetleridir. Neml suresinin Şuara suresinden daha sonra indiğini göz önünde tutarak buradaki “yeminciler”in Salih peygambere tuzak kuranlar olması ihtimalini uzak görüyoruz.
6 + Hıcr/92, 93. ayetlerde bu suçlu kesimin mutlaka cezalandırılacağı üzerinde durulmuştur. Bilindiği üzere Rabbimiz, A’raf/136, Hıcr/79, Rum/47, Zuhruf/25, 41, 55, Maide/95, Al-i Imran/4, İbrahim/47, Zümer/37, Secde/22, Duhan/16’da suçluları mutlaka yakalayıp cezalandırmak suretiyle adaleti sağlayacağını beyan buyurmuştur.

Peygamberimizin bu sıkıntısı başka surelerde de konu edilmektedir:

Fatır 8: Onun için, kötü ameli kendisine süslü gösterilen sonra da onu güzel gören kişi mi? Şüphe yok ki Allah dilediğini / dileyeni şaşırtır, dilediğine / dileyene de kılavuzluk eder. O hâlde canın onlara karşı hasretlerle [üzüntülerle] sıkılıp gitmesin. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarını çok iyi bilir.

Kehf 6: Sonra da sen onlar bu söze [Kur’an’a] inanmazlarsa, bıraktıkları eserlerden [yaptıklarından dolayı], üzüntüden neredeyse kendini harap edeceksin!

Peygamberimizin ilettiği mesajlara kulak asmayan, tavır alan ve birçoğu da akrabası olan hemşerilerinin küfür ve şirklerinde ısrarcı olmaları, inanmayanların ahiretteki akıbetlerine ait bilgiler geldikçe peygamberimizi daha da üzmektedir. Zira verilecek korkunç cezalar sebebiyle o kişiler için üzülmemek, bir müminin değil, ancak bir münafığın tavrıdır:

Âl-i Imran 120: Size bir iyilik dokunsa fenalarına gider ve eğer size bir kötülük isabet etse onunla sevinirler. Ve eğer sabreder ve takvalı davranırsanız, onların hileleri size hiçbir şeyce zarar vermez. Şüphesiz Allah onları kendi yaptıkları şeylerle kuşatmıştır.

Tövbe 50: Eğer sana bir iyilik dokunursa fenalarına gider. Eğer sana bir musibet dokunursa “Biz kesinlikle işimizi [tedbirimizi] önceden almıştık” derler. Ve onlar sevinenler olarak sırt çevirirler.

Bu ayette peygamberimize yönelik olarak verilen mesaj, toplum yararına çalışıp da olumsuz tepkiler, hatta saldırılar ile karşılaşan tüm sosyal destekçiler için de geçerlidir. Onlar sadece görevlerini yapmalı ve işlerini yılmadan devam ettirmelidirler. Üzülerek çalışmalarını kesintiye uğratmamalıdırlar. Gayret göstermeli, gerisini Allah’a havale etmelidirler.



7–9. Ayetler:

Ve onlar yeryüzüne bakmadılar mı? Biz orada her güzel eşten nicelerini bitirdik.
Şüphesiz ki bunda kesinlikle ayet vardır; ama onların çoğu iman edenler olmadılar.
Ve şüphe yok ki Rabbin, kesinlikle Aziz [mutlak galip] ve Rahîm’in [engin merhamet sahibinin] ta kendisidir.

Bu ayet grubunda Rabbimiz dolaylı olarak herkesin seçme hakkının, inanıp inanmama özgürlüğünün bulunduğunu ve kimsenin zorlanmadığını ifade etmektedir. Bu ifadeden aynı zamanda peygamberimizin de niçin üzülmemesi gerektiği anlaşılmaktadır. Bir teselli mahiyetinde zımnen şöyle denilmektedir: “Eğer Allah dileseydi onları mucizelerle imana zorlardı. Onlar da zoraki inanırlardı. Bu, Allah’ın gücü çerçevesindedir. Ama Allah onları serbest bıraktı.” Bu ilke, Rabbimizin Kur’an’da tekrar tekrar bildirdiği bir ilkedir:

Yunus 99: Oysa Rabbin dileseydi elbette yeryüzündekilerin hepsi topluca inanırdı. Artık, inananlar olmaları için insanları sen mi zorlayacaksın?

Hud 118, 119: Eğer Rabbin dileseydi, insanları elbette tek bir ümmet [önderli topluluk] kılardı. Oysa Rabbinin rahmet ettiği kişiler hariç, onlar anlaşmazlığı sürdürmektedirler. Onları işte bunun için yarattı. Ve Rabbinin Söz’ü; “Ant olsun, cehennemi cinnlerden ve insanlardan, onların tümünden dolduracağım” tamamlanmıştır.

Yusuf 103: Sen şiddetle arzulasan da, insanların çoğu iman ediciler değildir.

Ya Sin 30: Yazıklar olsun o kullara ki, kendilerine gelen her bir elçi ile mutlaka alay ederlerdi.

Müminun 44: Sonra Biz birbiri ardından elçilerimizi gönderdik. Her ne zaman bir ümmete elçileri geldi, onlar bu elçiyi yalanladılar da Biz onların bir kısmını bir kısmına izlettirdik ve onları öyküler yaptık. -Artık iman etmeyen kavim için uzaklık [canı cehenneme]!-

7. ayette “Ve onlar yeryüzüne bakmadılar mı? Biz orada her güzel eşten niceleri bitirdik” denilmek suretiyle aklı başında kimseler için uzaklarda ayet aramaya gerek olmadığı, Allah’ı tanımak için yakın çevredeki bitkilerin incelenmesinin yeterli olacağı vurgulanmıştır. Yakınlarındaki onca ayeti görmemek için kör ve aptal olmaları gereken inkârcılar da bu vurgulamayla sanki şöyle kınanmaktadır: “Kâfirler burunlarının ucunu bile görmüyorlar. Çevrelerine, yeryüzüne hiç bakmıyorlar, oradaki mucizelerimizi algılamıyorlar.”
Bu ayetlerde verilen mesaj, ilk surelerden olan Abese suresinde de konu edilmişti:

Abese 24–32: Hadi, bakıversin insan kendi yiyeceğine!
Biz suyu döktükçe döktük.
Sonra toprağı yardıkça yardık.
Böylece, yeryüzünde daneler / hububat bitirdik.
Ve üzümler, yoncalar
ve zeytinler, hurmalar
ve gür çimenli, sık ağaçlı bahçeler
ve meyve, otlak,
size ve hayvanlarınıza geçimlik olarak.


Bizim “Biz orada her güzel eşten nicelerini bitirdik” şeklinde çevirdiğimiz 7. ayetteki ifadesinde Rabbimiz, bitkiler için “ كريم kerim” sıfatını kullanmıştır. “Kerim” sözcüğü, kendi türünde ve konusunda beğenilen ve övülen her şey için kullanılabilen bir sıfattır. Nitekim beğenilen yüze, yani kadına “güzellik” erkeğe “yakışıklılık” niteliği kazandıran yüze; “ وجه كريم vech-i kerim”, faydaları ve içerdiği manalar bakımından beğenilen kitaba da “ كتاب كريم kitab-ı kerim” denilir. Buradaki “ نبات كريم nebat-ı kerim” de “kendisinde bulunan faydalardan dolayı beğenilen bitki” demektir. Yani burada Rabbimiz, insanların “yararlı” ve “zararlı” olarak ikiye ayırdığı bitkileri “kerim” diye nitelemiştir. Bize göre Rabbimizin bu ifadesinden şu anlaşılmalıdır: İnsanların “zararlı” olarak nitelediği bitkilerde henüz tespit edilememiş nice yararlar bulunmaktadır. Çünkü Yüce Allah hiçbir şeyi gereksiz ve amaçsız yaratmamıştır. Nitekim eskiden faydasız olarak görülen birçok bitkinin ekolojik sistemdeki denge sağlayıcı önemi veya insanların dertlerine deva olduğu henüz şimdilerde anlaşılmıştır.
3–9. ayetlerin oluşturduğu paragrafın “Şüphesiz ki bunda kesinlikle ayet vardır; ama onların çoğu iman edenler olmadılar. Ve şüphe yok ki Rabbin, kesinlikle Aziz ve Rahîm’in ta kendisidir” şeklindeki son iki cümlesi, surede, peygamberlere ait her kıssanın sonunda bir nakarat gibi tamsekiz kez geçmektedir. Ancak her biri farklı konulara işaret ettiği için bu cümleler “tekrar” sayılamazlar. Allah’ın “ العزيز Aziz” ve “ الرّحيمRahîm” sıfatları ile anıldığı bu cümlelerdeki “Aziz” adı yalanlayıcılara tehdit, “Rahîm” adı da inananlara ve inanacaklara müjde ve güven unsuru olmaktadır.

10, 11. Ayetler:

Bir vakit de Rabbin, Musa’ya: “Git o zalim kavme; Firavun kavmine, hâlâ takvalı davranmayacaklar mı?” diye nida etmişti.

6. ayetteki “İşte alay edip durdukları şeyin haberleri yakında onlara gelecektir” ifadesiyle sözü edilmiş olan önemli haberler, çarpıcı bilgiler, bu ayetlerden itibaren verilmeye başlanmıştır. Önemli haberlerin ilki, Musa peygamber, Firavun ve İsraloğulları ile ilgili bilgilerdir. 10–68. ayetlerden oluşan bu pasajda, Musa’nın peygamber yapılışından Firavun’un suda boğuluşuna kadar olan olaylar özet halinde verilmiştir. Daha evvel A’râf ve Ta Ha surelerinde ayrıntılı olarak anlatılmış olan olaylar burada bazı ek bilgiler verilmek suretiyle tekrarlanmakta ve böylece kıssa gayet beliğ ve veciz bir şekilde hafızalara kazınmış olmaktadır.

12–17. Ayetler:

O [Musa]: “Rabbim! Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkarım. Göğsüm de daralır, dilim konuşmaz, onun için Harun’a da elçilik ver. Hem onlara ait benim üzerimde bir suç var. Ondan dolayı beni öldürmelerinden korkarım.” dedi.
O [Allah]: “Hayır… Hayır… Haydi, ikiniz ayetlerimizle gidin. Şüphesiz ki, Biz sizinle beraberiz, işitenleriz. Haydi, ikiniz Firavun’a gidin de ‘Biz kesinlikle, İsrailoğullarını bizimle beraber gönderesin diye’ âlemlerin Rabbinin elçisiyiz deyin” dedi.

Bu ayet grubunda anlatılanların çoğu, daha önce farklı bir üslupla A’râf ve Ta Ha surelerinde de dile getirilmişti. Meselâ Musa peygamberin burada “beni yalanlamalarından korkarım” şeklinde verilen ifadesi, korkunun farklı anlatımı olarak Ta Ha/45’te “Rabbimiz! Onun bizim aleyhimize aşırı gitmesinden veya azgınlığından korkarız” şeklinde verilmiştir. Musa peygamberin kendisine inanılmayacağından duyduğu endişe, Tevrat’ta da geçmektedir:

Çıkış; 4/ 1–7:

1- Musa, "Ya bana inanmazlarsa?" dedi, "Sözümü dinlemez, `RAB sana görünmedi` derlerse, ne olacak?"
2- RAB, "Elinde ne var?" diye sordu. Musa, "Değnek" diye yanıtladı.
3- RAB, "Onu yere at" dedi. Musa değneğini yere atınca, değnek yılan oldu. Musa yılandan kaçtı.
4- RAB, "Elini uzat, kuyruğundan tut" dedi. Musa elini uzatıp kuyruğunu tutunca yılan yine değnek oldu.
5- RAB, "Bunu yap ki, ataları İbrahim`in, İshak`ın, Yakup`un Tanrısı RAB`bin sana göründüğüne inansınlar" dedi.
6- Sonra, "Elini koynuna koy" dedi. Musa elini koynuna koydu. Çıkardığı zaman eli bir deri hastalığına yakalanmış, kar gibi bembeyaz olmuştu.
7- RAB, "Elini yine koynuna koy" dedi. Musa elini yine koynuna koydu. Çıkardığı zaman eli eski haline dönmüştü.

Musa peygamberin daha önce bir suç işlediğine dair 14. ayetteki ifadesi, Firavun’un 18, 19. ayetlerdeki “Biz seni çocukken içimizde terbiye etmedik mi? Hayatının birçok yıllarından içimizde kalmadın mı? Sonunda o yaptığın işi de yaptın. Sen inkârcılardan / nankörlerden birisin de...” şeklindeki sözleri ile teyit edilmektedir. Bu olayın ayrıntıları Kasas suresinde yer almaktadır:

Kasas 15–21: Ve Musa, şehir halkının habersiz olduğu bir anda şehre girdi. Sonraorada, biri kendi tarafından diğeri düşman tarafından savaşan [birbirlerini öldürmeye çalışan] iki adam buldu. Sonra kendi tarafı olan, düşmana karşı ondan [Musa’dan] yardım diledi. Musa da ötekine hemen bir yumruk indirdi de onun aleyhine gerçekleşti [o öldü]. O [Musa]; “Bu, şeytanın işindendir, şüphesiz o, saptırıcı, apaçık bir düşmandır” dedi.
O [Musa]; “Rabbim! Şüphesiz kendime zulüm ettim. Artık beni bağışla!” dedi de O [Allah], onu bağışladı. Şüphesiz O, çok bağışlayıcının, çok merhamet edicinin ta kendisidir.
O [Musa]; “Rabbim! Bana nimet olarak verdiğin şeylere ant olsun ki, artık hiçbir zaman suçlulara arka olmayacağım” dedi.
Sonra da o [Musa], şehirde korku içinde, kontrol ederek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse feryat ederek ondan imdat istiyor. Musa ona; “Şüphesiz sen, apaçık bir azgınsın!” dedi.
Musa, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o [o adam]; “Ey Musa! Dün bir nefsi öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen sadece yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun ve sen düzelticilerden olmak istemiyorsun.” dedi.
Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey Musa! İleri gelenler seni öldürmek için hakkında müzakere ediyorlar. Derhal çık! Şüphesiz ki ben öğüt verenlerdenim.”
Sonra da o [Musa] korka korka, kontrol ederek oradan çıktı. “Rabbim! Beni zalimler kavminden kurtar!” dedi.

Kasas; 33, 34: O [Musa] dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir can öldürdüm, şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Harun’u da. O dil itibariyle benden daha fasihtir. O nedenle onu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.”

Musa peygamberin endişesini dile getirmesi karşısında 15–17. ayetlerde yer alan Rabbimizin sözleri, Ta Ha suresinde şöyle ifade edilmiştir:

Ta Ha 47, 48: Hemen ona gidin de ona: “Şüphesiz biz Rabbinin iki elçisiyiz. Artık İsrailoğullarını bizimle gönder ve onlara azap etme, kesinlikle biz sana Rabbinden bir ayet ile geldik. Selâm kılavuza uyanlaradır.
Şüphesiz biz; kesinlikle bize, kesinlikle azabın yalanlayana ve sırt çevirene olduğu vahyedildi” deyiniz.

Musa peygamberin dile getirdiği endişe ve talepler ile Rabbimizin 15. ayetteki “Şüphesiz ki, Biz sizinle beraberiz, işitenleriz” vurgusu, Ta Ha suresinde aşağıdaki gibi yer almaktadır:

Ta Ha 25–35: O [Musa]: “Rabbim! Seni çok arındırmamız ve Seni çok çok anmamız için göğsümü aç, işimi bana kolaylaştır. Dilimden de düğümü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ve ehlimden; kardeşim Harun’u benim için bir vezir kıl, onunla arkamı kuvvetlendir. İşimde onu bana ortak et. Şüphe yok ki Sen bizi görüp duruyorsun” dedi.

Ta Ha 46: O [Allah]: “Korkmayınız, şüphesiz Ben ikinizle beraberim, işitirim ve görürüm.”

Bu vurgu ile Yüce Allah Musa peygambere, olup biteceklerin hepsini duyduğunun, bildiğinin ve onlara yardım edeceğinin güvencesini vermiş olmaktadır.
15–17. ayetlerden, bir topluma iki elçinin birden gönderildiği anlaşılmaktadır. Hatırlanacağı üzere Ya Sin suresinde de aynı kente üç elçinin gönderildiği konu edilmişti. Hud suresinde de İbrahim ve Lut peygamberlere sayıları üçten fazla olan [bir takım] elçilerin uğradığı görülecektir.

18–24. Ayetler:

O [Firavun]: “Biz seni çocukken içimizde terbiye etmedik mi? Hayatından birçok yıllar içimizde kalmadın mı? Sonunda o yaptığın işi de yaptın. Sen inkârcılardan / nankörlerden birisin de!” dedi.
O [Musa]: “Ben, o işi şaşkınlardan olduğum zaman yaptım. Sizden korkunca da hemen sizden kaçtım. Sonra Rabbim bana hüküm bahşetti ve beni gönderilmişlerden [elçilerden] kıldı. O başıma kaktığın nimet de İsrail oğullarını kendine köle edinmiş olmandır” dedi.
Firavun: “Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir ki?” dedi.
O [Musa]: “Eğer yakinen bilmiş olsanız, O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbidir.”

Bu ayet grubunda, Musa ve Harun’un Allah’ın elçileri olarak Firavun ile yaptıkları ilk konuşmalar anlatılmaktadır. Karşılıklı konuşma şeklinde verilen bu sahnede Musa peygambere ait “O başıma kaktığın nimet de İsrailoğullarını kendine köle edinmiş olmandır” cümlesi dikkat çekmektedir. Bazı tarihî bilgilere dayanılarak yapılan tahminlere göre İsrailoğullarının Mısır’daki kölelik dönemi 430 yıl kadar sürmüştür. Dolayısıyla Musa peygamber bu uzun kölelik dönemini bilerek bu sözleri söylemiştir. Bu sözleriyle neyi kastetmiş olabileceği hakkında şu yorumları yapmak mümkündür:
* Eğer bize ve milletimize karşı uyguladığın o zulmü yapmamış olsaydın, senin barındırmana ihtiyacım olmazdı.
* Bu, daha sonra yapılan iyilik, milletimize yapılan o büyük zulme karşılık olmuştur. Bunlar bir birini karşılayınca, hiç yokmuş gibi olurlar.
* Sen, onları köle edindin, mallarını aldın ve bana o mallardan harcadın. Dolayısıyla beni besleyip büyütmenden dolayı üzerimde bir hakkın yoktur.
* Sen, İsrailoğullarının kendine ait köleler olduklarını iddia ettin. Efendi, kendi kölelerini yedirip içirdiği ve ihtiyaçlarını karşıladığı için bunu onların başına kakamaz.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla