Konu: Nisa Suresi
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 8. August 2010, 11:22 PM   #12
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

Bu âyet grubunda, Rasûlullah'tan, kendilerine gökten bir kitap indirmesini isteyen Ehl-i Kitaba sitem edilerek, onların vahye ait bilgilerine işaret edilmiş, ayrıca geçmişten bu yana gönderilen kitaplar hatırlatılmıştır. Bu hatırlatmadan sonra, Kur’ân'ın hakk olduğuna başta Kendisi olmak üzere meleklerin de tanık olduğu, esasen tanık olarak Allah'ın kâfi olduğu, Kur’ân'ı kabullenmeyen Ehl-i Kitabın, ölmeden evvel mutlaka Kur’ân'a inanacağı, ama ye’s hâlindeki imanın işe yaramayacağı, Kur’ân'ın onlar aleyhinde tanıklık edeceği bildirilmiştir.

Klâsik kaynaklarda bu âyetin iniş sebebine dair şu nakiller mevcuttur:

İbn İshâk'ın naklettiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Bu âyet-i kerîme, aralarında Sukeyn ile Adiy b. Zeyd'in de bulunduğu Yahûdilerden bir topluluk hakkında nâzil olmuştur. Bunlar, Peygamber'e (s.a), “Allah, Mûsâ'dan sonra herhangi bir kimseye bir şey vahyetmiş değildir” dediler. Yüce Allah da onları bu buyruğu ile yalanladı.[83]

Paragrafta, İnsanların Allah'a karşı bir delilleri olmasın diye buyurularak, elçi gönderilmesinin, kitap indirilmesinin nedeni açıklanmış; Allah’ın elçi göndermeden kimseye azap etmediğine, “Ben bilmiyordum, elçi gelseydi, kitap indirilseydi bu hâle düşmezdim” diye itiraz bahanesi bırakmadığına işaret edilmiştir:

Kim doğru yolu bulursa sırf kendi iyiliği için doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiç bir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. (İsrâ/15)

Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamberi anakente göndermedikçe, memleketleri helâk edici değildir. Zaten Biz, halkı zâlim olmayan memleketleri helâk edici değiliz. (Kasas/59)

Babaları uyarılmamış, bu yüzden de kendileri gâfil [duyarsız] bir kavmi kendisiyle uyarasın diye Azîz [çok güçlü], Rahîm'in [çok merhametlinin] indirdiği çok hikmetli Kur’ân'a andolsun ki sen, o gönderilenlerdensin [elçilerdensin], hiç şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzerinesin. (Yâ-Sîn/2-6)

Ve Biz sadece kendileri için uyarıcılar olan kenti helâk ettik. Öğüt! Ve Biz, zulmedenler değiliz. (Şu‘arâ/208-209)

Ey Kitap Ehli! Peygamberlerin arasının kesildiği bir sırada; “Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi” demeyiniz diye, size teybin yapan [açıkça ortaya koyan] Elçimiz geldi. İşte kesinlikle müjdeleyici ve uyarıcı size geldi. Allah, her şeye en çok gücü yetendir. (Mâide/19)

O, az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara sorar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” Onlar derler ki: “Evet, bize uyarıcı geldi de biz yalanladık ve ‘Allah hiç bir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ dedik.” Ve onlar derler ki: “Eğer biz dinlemiş olsaydık yahut akletmiş olsaydık şu çılgın ateşin ashâbı içinde olmazdık.” Böylece günahlarını itiraf ettiler. Artık, uzaklık, çılgın ateş ashâbı içindir. (Mülk/8-11)

Ve inkâr etmiş olanlar bölük bölük cehenneme sevk olundu [olunacak]. Nihâyet oraya vardıklarında kapıları açıldı [açılacak]. Ve onun bekçileri onlara, “İçinizden size Rabbinizin âyetlerini okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” dediler [diyecekler]. Onlar, “Evet geldi” dediler [diyecekler]. –Velâkin kâfirler üzerine azap kelimesi hakk oldu.– (Zümer/71)

167. Şüphesiz küfretmiş ve Allah yolundan alıkoyan şu kimseler, kesinlikle uzak bir sapıklığa düşmüşlerdir.

168-169. Şüphesiz küfreden ve zulmeden şu kimseler; Allah, onları bağışlayacak değildir. Onları içinde temelli ve ebedî kalacakları cehennem yolundan başka bir yola da kılavuzlayacak değildir. Ve bu, Allah'a çok kolaydır.

Bu âyetlerde, bile bile inkâr eden; gerçeği saklayan ve başkalarını da aynı suça sürükleyen kimseler, şiddetli bir şekilde tehdit edilmektedir. Bu tehditin muhatapları, o günün Yahûdileri veya müşrikleri olsa bile, tehdit her zaman ve mekandaki kâfirlerin tümüne yöneliktir.

170. Ey insanlar! Şüphesiz Elçi, size, Rabbinizden hakkı getirdi. Öyleyse kendi yararınıza olarak ona [hakka] inanın. Eğer inkâr ederseniz, bilin ki göklerde ve yeryüzünde olan şeyler Allah'ındır. Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.

174. Ey insanlar! Kesinlikle Rabbinizden size apaçık bir kanıt geldi. Ve Biz size apaçık/açıklayan bir nûr [ışık] indirdik.

175. Artık Allah'a inanan ve ona [apaçık ışığa] sımsıkı sarılan kimseler; O [Allah], onları, Kendisinden bir rahmete ve fadla [bol nimete] sokacak ve dosdoğru yol olarak Kendisine kılavuzlayacaktır.

Bu âyetler insanlığa, Kur’ân ve Rasûlullah ile alâkalı bir beyannamedir. Dolayısıyla herkes Kur’ân'ı incelemeye ve hakk yola davet edilmektedir.
Bu paragrafta Kur’ân, “hakk, burhân ve apaçık nûr” [ışık] olarak nitelenmiştir. Kur’ân'ın niteliklerine daha evvel de birçok âyette dikkat çekilmişti:

İşte böylece Biz sana da Kendi emrimizden/Kendi işimizden olan rûhu vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nûr/ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde bulunanlar Kendisi için olan o Allah'ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın bütün işler yalnız Allah'a döner. (Şûrâ/52-53)

Ve hep birlikte Allah'ın ipine sıkıca sarılın/Allah'ın ipi ile korunun, ayrılmayın ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O [Allah], kalpleriniz arasında ülfet oluşturdu. Sonra da siz O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de oradan sizi O kurtarmıştı. İşte Allah, doğru yolu bulasınız diye âyetlerini sizin için böyle ortaya koyar. (Âl-i İmrân/103)

175. âyette, Artık Allah'a inanan ve ona [apaçık ışığa] sımsıkı sarılan kimseler; O [Allah], onları, Kendisinden bir rahmete ve fadla [bol nimete] sokacak ve dosdoğru yol olarak Kendisine kılavuzlayacaktır buyurularak, Kur’ân'ın insanları doğru yola kılavuzladığı bildirilmiştir. Bu husus daha evvel de birçok kez beyân edilmişti:

De ki: “Bana vahyedildi ki şüphesiz cinnden bir grup Kur’ân dinleyip de demişlerdir ki”: “Şüphesiz biz, rüşde kılavuzluk eden hayret verici bir Kur’ân dinledik. Bundan dolayı, biz ona iman ettik ve Rabbimize hiç bir şeyi asla ortak koşmayacağız.” (Cinn/1-2)

Şüphesiz ki bu Kur’ân, insanları en doğru ve en sağlam şeye [rüşde, yola] kılavuzlar. Ve sâlihâtı işleyen mü’minlere kendileri için kesinlikle ve kesinlikle büyük bir ecir olduğunu ve âhirete inanmayan kişiler için Bizim can yakıcı bir azap hazırladığımızı müjdeler. (İsrâ/9-10)

Bu konuya dair detaylı açıklama için Fâtiha sûresi'ne bakılabilir.[84]

171. Ey Ehl-i Kitap! Dininizde aşırılığa gitmeyin. Ve Allah hakkında gerçek dışı bir şey söylemeyin. Meryem oğlu Îsâ Mesih, sadece Allah'ın elçisi ve Meryem'e ilka ettiği/ulaştırdığı kelimesi ve Kendisinden bir rûhtur. Artık Allah'a ve elçilerine inanın. Ve “Üçtür” demeyin. Son verin, sizin için daha iyi olur. Allah, ancak bir tek ilâhtır. O, Kendisi için bir çocuk olmasından arınmıştır. Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler yalnızca O'nundur. Vekîl olarak Allah yeter.

172. Mesih ve yakınlaştırılmış melekler, Allah'ın bir kulu olmaktan asla çekinmezler. Ve kim O'na kulluk etmekten çekinir ve büyüklük taslarsa bilsin ki O, onların hepsini yakında Kendisine toplar.

173. Artık inanan ve sâlihâtı işleyen kimseler; O [Allah], onların ödüllerini tam verecek ve lütfundan onlara fazlalıklar da bağışlayacaktır. Kulluktan çekinip büyüklük taslayan kimseler de; onlara çok acıklı bir azapla azap edecektir. Onlar, kendileri için Allah'ın astlarından bir velî ve bir iyi yardımcı bulamazlar.

Ehl-i Kitab için bir ültimatom olan bu âyetlerde, onlar gerçek inanca davet edilip âhirette düşecekleri perişanlık bildirilerek uyarılmışlardır.

Îsâ hakkında Âl-i İmrân sûresi'nde (45. âyet) yeterli açıklama yapmıştık.

Burada Ehl-i Kitabın aşırılığına dair bir başka Kur’ân pasajını naklediyoruz:

Andolsun ki Biz, İsrâîloğulları'nın sözleşmesini aldık ve kendilerine elçiler gönderdik; ne zaman ki onlara elçi, nefislerinin hoşlanmadığı bir şeylerle geldi, bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler. Ve onlar, bir fitne olmayacağını sandılar da körleştiler ve sağırlaştılar. Sonra Allah onların tevbesini kabul etti. Sonra yine onlardan çoğu körleşti, sağırlaştı. Ve Allah, onların yaptıkları şeyleri en iyi görendir. “Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih'in kendisidir” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Hâlbuki Mesih, “Ey İsrâîloğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz Allah'a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah'a ortak koşarsa kesinlikle Allah ona cenneti haram eder, onun barınağı da ateştir. Ve zâlimler için yardımcılardan kimse yoktur.” “Allah, üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfir olan kimselere acı veren bir azap dokunacaktır. Hâlâ onlar, Allah'a tevbe etmez ve O'ndan af dilemezler mi? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Meryem'in oğlu Mesih, sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Anası da dosdoğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak onlara âyetleri nasıl açıklıyoruz. Sonra yine bak onlar nasıl yüz çeviriyorlar! De ki: “Allah'ın astlarından sizin için zarar ve faydaya vermeye gücü yetmeyen şeylere mi kulluk ediyorsunuz? Oysa Allah, çok iyi işitendir, çok iyi bilendir.” De ki: “Ey Kitap Ehli! Dininizde aşırılığa; hakktan başkasına gitmeyin. Daha evvel sapmış, bir çoklarını sapıtmış ve yol'un ortasından uzaklaşmış toplumun tutkularına da uymayın. İsrâîloğulları'ndan şu küfreden kimseler, Dâvûd ve Meryem'in oğlu Îsâ diliyle lânetlenmişlerdir. Bu, onların isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri sebebiyledir. Onlar, yaptıkları kötülüklerden birbirlerini men etmiyorlardı. Elbette, yapıp durdukları şey ne kötü idi. Onlardan bir çoğunun, küfretmiş kişileri mütevelli [kollayıcı, gözetici, yönetici] yaptıklarını görürsün. Benliklerinin kendilerinin önüne getirdiği şey; Allah'ın kendilerine gazap etmesi ne kadar kötüdür! Onlar, azap içinde de sürekli kalıcıdırlar. Ve eğer onlar, Allah'a, Peygamber'e ve o'na indirilene inanmış olsalardı, onları velî edinmezlerdi. Velâkin onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir. Sen kesinlikle iman eden kişilere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak Yahûdileri ve ortak koşan kimseleri bulursun. Ve kesinlikle iman eden kimselere sevgi bakımından en yakın olarak da, kendi içlerinde keşişler ve rahibler olduğundan ve onlar büyüklük taslamadıklarından, “Biz Hristiyanlarız” diyen kimseleri bulursun. Ve onlar Elçi'ye indirileni [Kur’ân'ı] dinledikleri zaman, onun hakk olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Onlar, “Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi şâhitler ile birlikte yaz!” derler, “Hem biz Rabbimizin bizi Sâlihler toplumu ile birlikte girdirmesini umarken, neden Allah'a ve hakktan bize gelen şeylere neden inanmayalım!” Böyle demeleri sebebiyle, Allah onları, içinde sürekli kalanlar olarak, altlarından ırmaklar akan cennetler ile mükâfâtlandırmıştır. Ve işte bu, muhsinlerin [iyilik-güzellik üretenlerin] karşılığıdır. İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler; işte onlar cahîm'in [cehennemin] ashâbıdır. Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı temiz-nefis şeyleri haram saymayın. Ve aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez. (Mâide/70-87)

72. âyetteki, Mesih ve yakınlaştırılmış melekler, Allah'ın bir kulu olmaktan asla çekinmezler ifadesiyle, Allah'ın Îsâ'ya büyük lütuflarda bulunduğu, buna rağmen Îsâ'nın şımarıp kulluktan kaçınmadığı beyân edilmektedir.

Âyetteki, melâiketu'l-muqarrebûn [yakınlaştırılmış melekler] ifadesi, gerçek mecrasından çıkarılıp, “Allah'ın yakın çevresi, büyük melekler” şeklinde anlaşılmış ve bu hususta da bir hayli efsane üretilmiştir.

Pasajın içeriğinden bunların, vefat, ölüm melekleri, cehennemdeki işkence melekleri olduğu anlaşılmaktadır. Bunların, Allah'a yakın olduklarında şüphe olmamakla birlikte, bunlar asıl insanlara yakın olan, sürekli onlarla beraber bulunan meleklerdir. Burada bunların anılması, inkârcılara yönelik bir tehdit mahiyetinde olup, denilmek isteniyor ki: Bu yaklaştırılmış melekler, sizi vefat ettirecekler, öldürecekler ve size işkence edecekler ve asla bu görevlerinden kaçınmayacaklar, mutlaka vazifelerini yapacaklardır. Dolayısıyla, onlardan kurtulmanız mümkün değildir, öyleyse Allah'a kulluk görevinizi yerine getirin:

Kesinlikle meleklerin, kendilerine zulmederlerken vefat ettirdikleri şu kimseler; onlar [melekler], “Ne işte idiniz?” derler. Onlar, “Biz yeryüzünde güçsüzleştirilmiş kimselerdik” derler. Onlar [melekler], “Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi, siz orada hicret etseydiniz ya?” derler. Artık, –erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan göçe güç yetiremeyen, yol bulamayan kimseler hariç– işte bunların varacakları yer cehennemdir. Ve o ne kötü gidiş yeridir. (Nisâ/97-98)

De ki: “Size görevlendirilmiş ölüm meleği sizi vefat ettirecek, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” (Secde/11)

Ey inanmış olan kişiler! Kendinizi ve ehlinizi [yakınlarınızı], yakıtı insanlar ve taşlar olacak bir ateş'ten koruyun. Onun üzerinde, Allah'a karşı gelmeyen, kendilerine emredilenleri yapan çetin ve kaba melekler vardır. (Tahrîm/6)

Şüphesiz ki günahkârlar cehennem azabında süreklidirler. Kendilerinden hafifletilmeyecektir. Onlar, orada da ümitsizlerdir. Ve Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar, zâlim kimselerin ta kendileri idiler. Ve onlar seslenirler: “Ey Mâlik! Rabbin bizim aleyhimize gerçekleştirsin [işimizi bitirsin].” O [Mâlik], “Şüphesiz siz böyle kalacaksınız” dedi. (Zuhruf/74-77)

Şu ikisi, Rabb'leri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. Artık küfretmiş kimseler; kendileri için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler. Ve, “Yakıcı azabı tadın!” (Hacc/19-22)

Ve inkâr etmiş olanlar bölük bölük cehenneme sevk olundu [olunacak]. Nihâyet oraya vardıklarında kapıları açıldı [açılacak]. Ve onun bekçileri onlara, “İçinizden size Rabbinizin âyetlerini okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” dediler [diyecekler]. Onlar, “Evet geldi” dediler [diyecekler]. –Velâkin kâfirler üzerine azap kelimesi hakk oldu.– “Sürekli olarak içinde kalmak üzere girin cehennemin kapılarından” denildi. –Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!– (Zümer/71-72)

NOT: Mushaf tertip heyeti tarafından ayrı bir sûre olarak değerlendirilmiş ve ana cümle ile arasına 95 sûre sokulmuş olan Zilzâl/1-8 âyetleri, Nisâ/172'nin zaman zarfıdır. O nedenle, Nisâ/172 ile Zilzâl/1-8 âyetleri birleştirilerek bütünlük sağlanmalıdır. Şöyle ki:

Mesih ve yakınlaştırılmış melekler, Allah'ın bir kulu olmaktan asla çekinmezler. Ve kim O'na kulluk etmekten çekinir ve büyüklük taslarsa bilsin ki O, onların hepsini, yakında; yeryüzü, kendi sarsıntısıyla sarsıldığı, yeryüzü, ağırlıklarını çıkardığı ve o insanın, “Buna [yeryüzüne] ne oluyor!” dediği zaman Kendisine toplar. İşte o gün yerküre, şüphesiz Rabbinin kendisine vahyetmesi sebebiyle tüm haberlerini bir bir söyler. O gün insanlar, amelleri gösterilsin/görsünler diye bölük bölük ortaya çıkacaklar. Artık her kim zerre miktarı bir hayır işlerse onu görecek, her kim de zerre miktarı bir şer işlerse onu görecektir.[BLOK, 12 pt.]

176. (Bu âyet, bu sûrenin 11. âyeti ile 12. âyeti arasında tertip edildi.)

Allah doğrusunu en iyi bilendir.







[1] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[2] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[3] Tekvin, 11:21-23.

[4] Tebyînu'l-Kur’ân; c. 2, s. 431-435.

[5] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[6] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[7] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb. (Merhum Kurtubî ve Râzî'nin konu ettikleri hadis: Buhârî; “Tefsir Kitabı”, Bab: 73, No: 96. [H.Y.])

[8] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[9] Hâlbuki âyette, yetime [yetim kız] diye bir ifade yoktur.

[10] Buhârî, “Kitâbu't-Tefsîr”, Bab: 73, No: 96.

[11] Lisân, “Mhr” mad.

[12] Kitab-ı Mukaddes, Çıkış, 2:21.

[13] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[14] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[15] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[16] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[17] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[18] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[19] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[20] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[21] Lisânu'l-Arab, c. 7, s. 713-717; Tâcu'l-Arûs, c. 15, s. 659-663; Zemahşerî, c. 1, s. 510.

[22] el-Müfredât, s. 437.

[23] Tebyînu'l-Kur’ân; c. 2, s. 662-665.

[24] Tebyînu'l-Kur’ân; c. 1, s. 429, c. 7, s. 191-292.

[25] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[26] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[27] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[28] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[29] Lisânu'l-Arab; c. 2, s. 478-81, “Hsn” mad.

[30] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[31] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[32] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[33] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[34] Lisânu'l-Arab; c. 8 , s. 557.

[35] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[36] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[37] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[38] Tebyînu'l-Kur’ân; c. 8, s. 379-557.

[39] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[40] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[41] İbn Kesîr.

[42] Lisân, 4/623, “Skr” mad.

[43] Lisân, 5/285, “Sahv” mad.

[44] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur’ân.

[45] Lisân, 2/216-222; Tâc, 1/377, 86.

[46] Lisânu'l-Arab; c. 8, s. 176-177.

[47] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[48] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[49] Lisânu'l-Arab; Tâcu'l-Arûs; “Cbt” mad.

[50] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[51] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[52] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[53] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[54] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[55] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[56] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[57] Tebyînu'l-Kur’ân; c. 9, s. 561-574.

[58] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb; Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[59] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[60] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[61] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[62] Tebyînu'l-Kur’ân; c. 1, s. 421-423.

[63] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[64] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[65] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[66] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[67] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[68] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[69] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[70] Mevdûdî, Tefhîmü'l-Kur’ân.

[71] Tebyînu'l-Kur’ân; c. 5, s. 476.

[72] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[73] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[74] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[75] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[76] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[77] Lisânu'l-Arab; c. 3, s. 201-208, “Hll” mad.

[78] Fetva, “problemli, anlaşılmayan zor bir konuda, meseleyi açıklığa kavuşturmak, doğru olanı açıklamak” demektir.

[79] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[80] Tebyînu'l-Kur’ân; c. 9, s. 66-68.

[81] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[82] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[83] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[84] Tebyînu'l-Kur’ân; c. 1, s. 135.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla