Tekil Mesaj gösterimi
Alt 29. January 2013, 12:23 AM   #4
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleyküm! Değerli 40tr40 Kardeşim!

Alıntı:
40tr40 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Necm: 674

6Ey iman etmiş kişiler! Salâta [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarına] doğru kalktığınız/toplum içine çıktığınız zaman, hemen yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı ve iki topuğa kadar ayaklarınızı el ile silin. Ve eğer cünüp/aşırı şehvet nedeniyle aklınız başında olmayacak durumda iseniz temizlik üstüne temizlik yapın [cinsel ilişkiye girin, orgazm olun ve yıkanın]. Ve eğer hasta iseniz yahut yolculukta iseniz yahut sizden birisi tuvaletten gelmişse yahut kadınlarla temaslaştıysanız/cinsel ilişkiye girdiyseniz, sonra da su bulamamışsanız, hemen temiz bir toprağa yönelin. Sonra da temiz topraktan yüzlerinizi ve ellerinizi el ile silin. Allah, size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez, fakat sizi temizlemek ve kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödemeniz için üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister.
Selam ve Saygılarımla Dost1 kardeşim.
Merakımı bağişlayın ama kafama takılan şeyleri bilgilenmek amacıyla sormak istiyorum.Hanif Dostlar Forum sitesinden de takip ediyorum sizi. Oldukça donanımlı olduğunuzu düşünüyorum. Beni ve benim gibi kafasındaki bu tür sorulara cevap arayanları aydınlatırsanız müteşekkir olurum.
1- "[yahut kadınlarla temaslaştıysanız/cinsel ilişkiye girdiyseniz]" cümlesinde sadece erkek inananlara bir hitap varsa salat-ı igame kadın inananlar için bu yükümlüğe bir muafiyet getirir mi? Rabbimizin muhatabı bu ayette neden sadece erkeklerdir?
2- Yahut temaslaşmadan sonra cünüplük yalnız erkek inananlar için mi gerçekleşmektedir?
3-Abdestin tarifinde sanki "her namaza kalktığınızda" bunları yapın gibi bir anlam çıkarabilir miyiz?[namazın 2 veya 3 vakit olduğunu kabul ettiğimiz zaman çok da mantıksız gelmiyor gibi) "namaz vakitleri hakkında kısa bir açıklama lütfen...
4-Rabbimiz abdestin tarifinden sonra "[ şayet her namaza kalkıldığında abdest alınacak ise meshetmek islama uygun değildir denebilir mi?]" ayrıca teyemmüm ve güslü mü öğretiyor bize yoksa biz bu ayetten abdesti bozan şeyleri de anlamalı mıyız?
Daha şimdiden vereceğiniz cevap için teşekkür ediyor Allah'ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun diyorum.
Sağlıcakla.
Bu Âyette, İslâm dininin temel ilkelerinden olan salâta katılmanın şartları ve salâtın icrasının hedefi açıklanmaktadır. Erkek kadın ayrımı söz konusu değildir. Sözkonusu durum bir anlatım tekniğidir. Nisa 23,24 e bakarsak bu durum daha net anlaşılır. Hitap mü'minleredir.Buna göre:

•Mü'minler, salât [eğitim-öğretim, sosyal yardım çalışması] için kalktıkları zaman, yüzlerini ve dirseklere kadar ellerini yıkamalı; kirli, tozlu olmamalıdırlar.
•Başlarını ve iki topuğa kadar ayaklarını da elleriyle silerek toz-topraktan arındırmalıdırlar.
•Bunu güncellersek, saçlarını taramalı, ayakkabılarını boyamalı, varsa başlarındaki sarığı düzgün sarmalı, çirkin ve dağınık bir hâlde bırakmamalıdırlar.
•Mü'minler salâta, şehveti kabarık olarak katılmamalı, şehveti kabarık olanlar önce şehvetlerini izale etmeli, sonra da yıkanarak temizlenip salâta öyle katılmalıdırlar.
•Hasta yahut yolculukta [bulunduğu yerin yabancısı] olan yahut tuvaletten gelen yahut cinsel ilişkiye giren ve su bulamayan mü'minler, temiz bir toprağa yönelmeli ve onunla [temiz toprakla] yüzlerini ve ellerini ovalayıp silmelidirler.
•Mü'minler salât mahallinde Allah'ın üzerlerindeki nimetini ve "İşittik, itaat ettik" demelerinin ne anlama geldiğini; imanın gereği olarak ne yapmaları gerektiğini hatırlamalı ve Allah'a takvâlı davranmalıdırlar.
Burada konu edilen salât, namaz değil, "malî ve fikrî yönden topluma destek olmak, toplumu aydınlatmak, toplumun sorunlarını sırtlanmak/üstlenmek ve gidermek"tir.

Salâta katılma koşulları, Nisâ Sûresinde de zikredilmişti:

(Nisâ: 43) Ey iman etmiş kişiler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken de –yolcu olanlar müstesna– yıkandırılıncaya kadar, salâta yaklaşmayın. Eğer hasta iseniz veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz çukurdan [tuvaletten] geldiyse veya kadınlarla dokunuştuysa, su da bulamamışsanız o zaman, hemen tertemiz bir toprağa yönelin. Sonra da yüzlerinizi ve ellerinizi el ile silin. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.

6. Âyetteki و ارجلكم - ve ercülekum ifadesi, ellerinizi ve ayaklarınızı yıkayın bölümüne atfedilerek mansûb biçimde ercülekum şeklinde okunduğu gibi, başlarınızı meshedin ifadesine atfedilerek ercülikum şeklinde de okunmuştur. Birinci şekle göre ayakların yıkanması, ikinci şekle göre meshe dilmesi anlaşılır. Meseleye dilbilgisi kuralları açısından bakıldığında, ayakların meshedilmesi tercih edilmek durumundadır.
7. Âyette ise, salâtta nelerin yapılacağı ifade edilmektedir:
" Ve Allah'ın, üzerinizdeki nimetini ve "İşittik, itaat ettik" dediğinizde sizden aldığı, Kendisiyle misaklaştığınız misakını hatırlayın. Ve Allah'a takvâlı davranın. Şüphesiz Allah, göğüslerin içindekini çok iyi bilendir."

Bakara;200–202,199 da ibadetlerin yapıldıktan sonra takınılacak tavır belirtilmektedir:
" Sonra da ibâdetlerinizi [görevlerinizi] gerçekleştirdiğinizde, tıpkı babalarınızı andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın. Ve Allah'ı sayılı günlerde anın. Artık kim iki gün içinde acele ederse ona günah yoktur. Kim de ertelerse ona da günah yoktur. Bu, takvâlı davranan kimseler içindir. Allah'a takvâlı davranın ve şüphesiz kendinizin O'na toplanacağınızı bilin. Sonra da insanların akıp geldiği yerden siz de akıp gelin ve Allah'tan bağışlanma isteyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. İşte insanlardan bazısı, "Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver!" diyen kimselerdir. Onun için de âhirette bir nasip yoktur."


Değerli Kardeşim!

Kur’ân'daki Hucurât, Mücâdele ve Nûr sûreleri ile târih kitaplarının verdiği bilgilere göre, Kur’ân'ın indiği dönemdeki Arap toplumu; kapı çalmasını ve başkasının evine nasıl girileceğini bilmeyen, konuşup görüşme saygısından bihaber, topluca yemek yeme adabından yoksun, toplum içi ilişkileri yok denecek kadar zayıf ve en kötüsü de temizlik kültürü olmayan bir kitledir. Nitekim bu, üstü-başı kirli, ayağı çamurlu, eli hamurlu, ağzı soğan-sarımsak kokan insanların mescide de bu hâlleriyle geldikleri, hatta hacetlerini bile mescidin ortasına yaptıkları hakkında birçok belge mevcuttur. İşte “abdest âyeti” denen Mâide/6 âyeti, aslında o günkü Araplara, toplum içine temiz olarak çıkmalarını öğretmeye yönelik bir âyettir. Bu durum ayrıca şu âyetle de vurgulanmıştır:
(A‘râf/31-32):
Ey Âdemoğulları! Her mescidin yanında süslerinizi alın, yiyin-için fakat savurganlık etmeyin; kesinlikle Allah savurganları sevmez. De ki: “Allah'ın kulları için çıkardığı ziynetleri ve tertemiz rızkları kim haram etmiş?” De ki: “Bunlar, iğreti hayatta inananlar içindir, –kıyâmet gününde yalnız onlar için olmak üzere–.” İşte böylece Biz, âyetleri bilen bir topluluğa ayrıntılı olarak açıklıyoruz.
"

Bu âyetlerden açıkça anlaşıldığına göre, insanların temizlenmeleri, temiz elbise giymeleri ve ziynetlerini takınmaları kendi aralarındaki ilişkilere yöneliktir. Birbirlerini sevip sayabilmeleri için bunlar da gereklidir.

Bazılarının, Allah'ı da vâliye, kaymakama kıyas ederek bunların huzuruna çıkıldığı sıradaki giyim, kuşam ve temizlik olgusunu Allah'a da uyarlamaları, Allah'ı hakkıyla takdir edememekten kaynaklanmaktadır. Hâlbuki Allah insanların dış görünümünü dikkate almaz, aksine kalplere nazar eder. Ve insan, her an, her yerde ve her durumda O'nun huzurundadır. Allah, huzuruna kabul için herhangi bir işlem talep etmez.

Diğer taraftan, yine aynı anlayış sahipleri, gerek Mâide/6 ve Nisâ/43'de geçen “cünüblük”, gerekse Nisâ/43'de geçen “sarhoşluk” hâlleri ile ilgili olarak yanlış tanımlar vermek sûretiyle müslümanları yanlış yönlendirmişlerdir.

(Nisâ/43):
"Ey iman etmiş kişiler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüb [kopuk; şehveti kabarık] iken de –yolcu olanlar müstesna– yıkandırılıncaya kadar salâta yaklaşmayın. Eğer hasta iseniz veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz çukurdan [tuvaletten[ geldiyse veya kadınlarla dokunuştuysa, su da bulamamışsanız o zaman, hemen tertemiz bir toprağa yönelin. Sonra da yüzlerinizi ve ellerinizi el ile silin. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır."

Fıkıh ve İlmihal kitaplarında cünüblük “boy abdesti almayı gerektiren durum; büyük abdestsizlik hâli”; cenâbet de, “bu durumda olup da henüz gusletmemiş olan kimse” olarak tanımlanmış ve “Cinsel ilişkide bulunmuş yahut rüyada ihtilâm olmuş veya birine bakmakla ya da dokunmakla kendisinden şehvetle inzal vaki olmuş kimseye cünüb, bu durumuna da cenâbet denir” şeklinde açıklamalar getirilmiştir.

Bu tanım ve açıklamalardan hareketle; meni gelmese bile cinsel ilişkiye giren erkek ve kadının cünüb olacakları, erkeğin menisinin gelmesiyle, kadının da oynaşma, bakma, düşünme veya benzeri sebeplerle iğtilâm/ihtilâm olmasıyla cünüb sayılacakları, rüya veya başka bir yolla tatmin sonucu meydana gelen boşalmanın cünüblüğe yol açacağı hükme bağlanmıştır.

Bu hükümlerden yola çıkarak da cünübün; mescide girmesi, namaz kılması, namaz kıldırması, oruç tutması, Kur’ân okuması, Kur’ân'a el sürmesi, kendisine Kur’ân okunması, Ka‘be'yi tavaf etmesi haram sayılmıştır.
Bu yasaklamaların yanısıra, cünüblüğün kötülüğü hakkında da; “Cünübün bulunduğu yere melek girmez”, “Cünübün bastığı toprakta ot bitmez”, “Yıkanıncaya kadar bastığı toprak, yattığı yatak cünübe lânet eder” gibi tehditler –hem de Peygamberimize isnad edilerek– savrulmuştur.

Hâlbuki Kur’ân'da zikredilen cünüblük, yukarıda tanımlanan cünüblük-cenâbetlik değildir. Bize göre bunlar, insanları dinden ve eğitimden uzak tutabilmek için uydurulmuştur ve ne acıdır ki Peygamberimizin adı buna alet edilmiştir.
Bu yanlışlık öyle yaygın bir hâle gelmiştir ki, cünüb sözcüğüne, sözlüklerde de –sanki İslâm'dan evvel bu sözcük Arap dilinde yokmuş gibi– yukarıda naklettiğimiz terimsel anlam çerçevesinde karşılıklar verilmiş, dolayısıyla klasik kaynaklarda da aynı minvalde bilgiler yer almıştır:

Cünüb lafzının müennesi de yoktur, tesniye ve çoğulu da yoktur. Çünkü bu kelime, buud ve kurb [uzaklık ve yakınlık] kelimesi gibi mastar veznindedir. Bazan bu kelimeyi hafifleterek, cenb derler. Kelimeyi bu şekilde okuyanlar da olmuştur.

el-Ferrâ der ki: Kişi cünüb oldu ifadesi, cenâbet'ten gelmektedir. Bir şivede cünüb kelimesinin, tıpkı unk ve a’nâk, tunub ve etnab [boyun, boyunlar, çadır kazığı ve kazıklar] gibi çoğul yapıldığı da söylenmiştir. Tekili kasdederek cânib diye bu kelimeyi kullanmak halinde, çoğul için cünnab tabiri kullanılır. Binici ve biniciler için râkib ve rukkâb demek gibi. Kelime asıl itibariyle “uzaklık” demektir. Âdeta cünüb, şehvetle çıkardığı su dolayısıyla namaz halinden uzaklaşmış gibi olduğundan bu ismi alır. Şair der ki:
Beni (yanında esir bulunan) kardeşimden uzak tutarak mahrum etme!
Çünkü ben, çadırlar ortasında garip kalmış bir kimseyim.



Cünüb adam, “yabancı adam” anlamına da kullanılır. Aynı şekilde cenâbet [mücânebet], “erkeğin kadın ile içli-dışlı olması” demektir.

SÖZCÜĞÜN ESAS ANLAMI

جنب[cenb] sözcüğünün türevlerinden olan جُنُبْ [cünüb] sözcüğü ile ilgili olarak klasik eserlerde şu bilgiler görülmektedir:
Cenb sözcüğü ise, “bir şeyin parçası, küçük-büyük bir şeyden koparılan parça” demektir. Canib ve cünüb sözcükleri, “ğarîb” [çok uzak olan] demektir. Cenebe'r-raculü ifadesi, “kişi onu defetti, uzaklaştırdı” demektir. Ezherî şöyle demiştir: “Salât mevzilerine yaklaşması yasaklandığı için ‘cünüb’ denmiştir.” İbn Esîr dedi ki: “Cünüb, ‘cima ve meninin çıkışı ile üzerine yıkanmak vacib olan kişi’; cenâbet, ‘meni’ demektir.”
Ancak, Lisân'da zikredilen Ezherî ve İbn Esîr'e ait görüşleri kabul etmek mümkün değildir; zira bu sözcük, Kur’ân'dan evvel de Arap dilinde mevcuttu. Cünüb olarak salât mevzilerine [musallâya; eğitim-öğretim ve sosyal yardım, destek yerlerine] yaklaşılması, Kur’ân ile yasaklanmıştır.

CÜNÜBLÜK ve KUR’ÂN

Cünüb sözcüğü Kur’ân'da 2 âyette aynen olmak üzere, farklı türevleriyle toplam 33 kez yer alır. Sözcüğün türevlerinin hepsi de “ana maddeden uzak parça” anlamı ekseninde olup, bunların Nisâ/36, 43; Kasas/11 ve Mâide/6 âyetlerindekileri cünüb kalıbında, diğerleri farklı kalıplardadır. Meselâ, farklı kalıplarda olanlardan Zümer/17, Nisâ/31, Şûrâ/37, Necm/53, Nahl/36, Hacc/30, Hucurât/12, Mâide/90 ve İbrâhîm/35 âyetlerindeki sözcükler, Türkçe'ye de aynen Arapça'daki anlamıyla girmiş olan, “uzak durma, kaçınma” anlamındaki “ictinab” formuyla yer almıştır:

Ve hani bir zaman İbrâhîm, “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl! Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!” (İbrâhîm/35)

Bu sözcüğün türevlerinden, cânib, ecnebi, cenâb formaları da aynı anlamda Türkçeleşmiş olup, cânib; “yan, kenar”, ecnebi; “yurdundan kopmuş; yabancı” demektir. Cenâb sözcüğü ise “eksikliklerden uzaklaşmış” anlamındadır ki bu sözcük başta Allah için “Cenâb-ı Hakk, Cenâb-ı Allah” diye kullanılmakta, bazen saygın kimselere, “… cenâbları” denmektedir.

Özetlersek cünüb sözcüğü kısaca; “uzak olan, kopuk olan” anlamına gelir. Nisâ/43 ve Mâide/6 âyetleri ışığında değerlendirilecek olursa bu sözcüğün; “şehvetin kabarması, nefsin uyanması sebebiyle hayattan kopuk olan, dengesini yitirmiş, sağduyulu davranamayan” demek olduğu anlaşılır. Zira herkesin bildiği gibi, bu hâldeki insan hayattan, dünyadan kopuk olur, sağduyusunu yitirir. Nitekim böyle kişilere halk arasında, “Aklı bilmem neyinde” denir ve insanın bu duruma gelmesine sebep olan fizikî hazların tatmin aracı olan organlar için de “dini-imanı olmaz” tabiri kullanılır.

Buradan anlaşılan odur ki cünüblük, “meninin gelmesi ile yıkanma arasındaki hâl” değil, “şehvetin kabarması ile meninin inmesi arasındaki gergin hâl”dir.
İşte Rabbimiz, hem Nisâ/43 hem de Mâide/6 âyetlerinde, kişilerin bu gergin hâlde iken salâta çıkmamalarını, yani eğitim-öğretim ve sosyal destek mahallerine gelmemelerini öngörmüştür.


Bir başka ifade ile, şehvet kabarması sebebiyle hayattan kopuk olan ve sağduyulu davranamayan insanların bu gibi sosyal faaliyetlere katılmalarını yasaklamış, gergin olanların önce nefislerini söndürmelerini, sonra da yıkanıp toplum huzuruna çıkmalarını emretmiştir. Çünkü sükûnete eren insanın zihninde cünüblük hâlinin yol açtığı dikkat toplama sorunu olmayacak; aksine sakin ve anlayışlı olarak salâtın gereğini yerine getirebilecektir. Zaten sükûnete ererek dinginleşmiş insanın kimseye zararı dokunmayacağından, onun toplumdan uzak tutulmasının da bir anlamı yoktur, lanetlenmeleri anlamsızdır.

SARHOŞLUK

Âyette geçen سكارى [sükârâ] sözcüğü, سكر [sekr] sözcüğünün türevlerindendir ve sekr sözcüğü Lisânu'l-Arab'da sahv'ın karşıtı olarak gösterilmiştir. Bu durumda sekr sözcüğünü daha iyi anlamak için, sahv sözcüğünün de ne anlama geldiğini bilmek gerekmektedir.
Allâme İbn Manzur صحو [sahv] sözcüğünü şöyle açıklamıştır:
Sahv; “bulutun gitmesi, gökyüzünün berraklığı, sarhoşluğun gitmesi, bâtılın, kontrolsüzlüğün bırakılması” demektir.

Buradan anlaşıldığına göre, sözcüğün ilk vazı, doğadaki olaylar ile olmuş; günün aydınlığı, yani gökyüzünün buluttan, sisten, tozdan, dumandan arınıklığı sahv olarak, bunun tersi, yani gökyüzünün bulutlu, sisli, tozlu, dumanlı olması da sekr olarak isimlendirilmiştir.

Görüldüğü gibi, sükârâ sözcüğü, sadece alkol türü nesnelerin etkisiyle meydana gelen sarhoşluğu, kafanın dumanlı oluşunu kapsamaz. Sukr terimi geniş anlamıyla, insanın zihinsel melekelerini tam olarak kullanmasını engelleyen bütün zihinsel bulanıklığı, kirliliği ifade eder. Çünkü akıl bulanıklığı, herhangi bir uyuşturucu etkisiyle meydana gelebileceği gibi; uyku, şehvet, korku, acı, panik, stres gibi şeylerle de meydana gelebilir. Nitekim Kur’ân'da, alkol türü nesnelerin etkisi dışında oluşan sarhoşlukla ilgili birçok âyet mevcuttur:

Ölümün sarhoşluğu gerçekten hakk ile gelmiştir de, –“(Ey insan!) İşte bu, senin kaçıp durduğun şeydir.”– (Kaf/19)

Ve Biz onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak da onlar oradan yukarı yükselseler bile, mutlaka “Gözlerimiz döndürüldü/bulandırıldı. Aslında biz büyülenmiş bir topluluğuz” diyeceklerdir. (Hicr/14-15)

–Ömrüne kasem olsun ki, gerçekten onlar, sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlardı [Sen ömründe bunlar gibi şehvet çılgınlığı içinde bocalayıp duran rezilleri hiç görmedin].– (Hicr/72)

Ey insanlar! Rabbinizden sakının; şüphesiz o Saat'ın sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden vazgeçer. Ve her hamile kadın taşıdığını düşürür. Ve sen insanları sarhoş olmadıkları halde hep sarhoş görürsün. Ama Allah'ın azabı çok şiddetlidir. (Hacc/1-2)

Sonuç olarak insanlar; içki veya uyuşturucunun etkisindeyken, uykulu, korkulu, acılı, ağrılı ve stresli iken salâta katılmamalıdırlar.
Nisâ/43 ve Mâide/6 âyetlerinden başka Kur’ân'da, salâta katılma şartı niteliğinde (salâtın; sadece Allah için, Allah'a yönelen bir kalp ve huşû ile gösterişten uzak, ne açık ne gizli olarak, bilinçli ve vakitli olarak, eğlence edinmeden, üşenmeden ve devamlı yapılmasını bildiren) pek çok âyet vardır:


De ki: “Benim salâtım [sosyal desteğim], ibadetim, hayatım ve ölümüm sadece Kendisinin ortağı olmayan âlemlerin Rabbi Allah içindir. Ve ben böyle emrolundum ve ben müslümanların ilkiyim.” (En‘âm/162-163)

Kalben O'na yönelenler olarak, O'na takvâlı davranın, salâtı ikâme edin, müşriklerden; dinlerini parça parça bölmüş, fırka fırka olmuş kimselerden de olmayın. –Her fırka kendi yanlarındaki şeylerle böbürlenmektedir.– (Rûm/31-32)

Onlar, salâtlarında huşûlu olan kimselerdir. (Mü’minûn/2)

Şüphesiz ki münâfıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki O, onların aldatıcısıdır. Ve onlar, salâta kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar. Ve Allah'ı ancak, pek az olarak anarlar. (Nisâ/142)

Dini yalanlayan şu kimseyi gördün mü? İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse. Bu nedenle, şu salâtı ikâme edenlerin [destekçilerin] vay haline! Onlar salâtlarından [destek verişlerinden] gâfildirler, onlar, gösteriş yaparlar ve mâûnu vermezler. (Mâûn/1-7)

Ve siz onları salâta çağırdığınız zaman, onu alay ve eğlence edinirler. Bu, onların, akıllarını kullanmayan bir kavim olmalarındandır. (Mâide/58)

Ve onların Beyt'in [Ka‘be'nin] yanındaki salâtları, sadece, ıslık çalmak ve el çırpmaktır. –Öyleyse küfretmiş olduğunuzdan dolayı bu azabı tadınız!– (Enfâl/35)

Ve onların infaklarının kendilerinden kabul olunmasına, sadece, onların Allah'a ve O'nun Elçisi'ne küfretmeleri ve salâta sadece tembel tembel gitmeleri, bağışlarını da ancak istemeyerek yapmaları engel oldu. (Tevbe/54)

De ki: “Allah diye çağırın veyahut Rahmân diye çağırın. Hangi şeyle çağırırsanız çağırın en güzel isimler O'nundur. Salâtını açıkça yapma, gizli de yapma. Ve bu ikisi arasında bir yol ara.” (İsrâ/110)

İşte bu da Bizim kentlerin anasını [Anakent'i] ve yanı başındaki kişileri uyarman için indirdiğimiz, kendinden öncekini doğrulayıcı, mübarek [bolluk dolu] bir Kitaptır. Âhirete inananlar ona da inanırlar ve onlar salâtlarında da koruyucudurlar [desteklerini de sürdürürler]. (En‘âm/92)

Ve onlar, salâtlarını koruyan kimselerdir. (Mü’minûn/9)

Ancak destekçiler bunun dışındadır. Onlar [destekçiler] ki salâtlarını sürdürenlerdir. Ve onlar [o musalliler, yani destekçiler], kendi mallarında, isteyen ve mahrumlar (istemekten utanan yoksullar) için belli bir hak olan kimselerdir. Ve onlar ceza gününü tasdik ederler. Ve onlar Rabb'lerinin azabından korkanlardır. –Şüphesiz Rabb'lerinin azabından emîn olunmaz.– Ve onlar ırzlarını koruyanlardır, –ancak eşleri ve sözleşmelerinin sahip oldukları hariçtir. Çünkü onlara yaklaştıklarında kınanmazlar. Artık ötesini isteyenler; işte onlar haddi aşanların ta kendileridir.– Ve onlar, emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler. Ve onlar, şâhidliklerini yerine getirirler. Ve onlar, salâtları üzerine korumacıdırlar. İşte bunlar, cennetlerde ağırlanırlar. (Me‘âric/22-35)

Salâta katılmanın şartlarını böyle belirten Rabbimiz, salâtın vakitli olduğunu ve alış-verişin salâta tercih edilmemesi gerektiğini de şu âyetlerle bildirmiştir:
Sonra (korku hâlindeki) salâtı tamamlayınca, artık Allah'ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Sükûnet bulduğunuzda/güvene erdiğinizde, salâtı ikâme edin. Hiç şüphesiz ki salât, mü’minler üzerine vakti belirlenmiş bir yazgıdır. (Nisâ/103)


Güneşin dülûkundan [batmasından, kaybolmasından] gecenin kararmasına kadar salâtı ikâme et ve sabah Kur’ân'ını da. Çünkü sabah Kur’ân'ı görülecek şeydir. Ve geceden de. Ayrıca, sana özgü bir fazlalık olarak sen, onu [gece salâtını] teheccüd et [uyanıp ikâme et]! Rabbinin, seni güzel bir makama ulaştıracağı umulur. (İsrâ/78-79)

Ve gündüzün iki tarafında ve gecenin yakın saatlerinde salâtı ikâme et; çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlara/Allah'ı unutmayanlara bir öğüttür. (Hûd/114)

Öyle kimseler ki, ticaret ve alış-veriş Allah'ı anmaktan, salâtı ikâme etmekten ve zekât vermekten onları alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin ters döndüğü bir günden korkarlar. (Nûr/37)

Ey iman etmiş kişiler! Toplantı günü salât için seslenildiği zaman, Allah'ın anılmasına hemen koşun, alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, işte bu, sizin için en hayırlıdır. Sonra da salât gerçekleştirildiğinde yeryüzünde dağılın ve Allah'ın lütfundan arayın. Ve felah bulmanız [zafer kazanmanız, durumunuzu korumanız] için Allah'ı çok anın. (Cum‘a/9-10)
Kaynak . İşte Kur'an

Kusursuzluk sadece allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
40tr40 (29. January 2013)