Konu: Maide Suresi
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 9. August 2010, 12:04 AM   #2
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

100. De ki: “Her ne kadar pisliğin çokluğu hoşunuza gitse de, pis olan şeyle temiz olan şey bir olmaz.” Öyleyse, ey kavrama yetenekleri olanlar! Kurtulmanız için Allah'a takvâlı davranın.

101. Ey iman etmiş kimseler! Açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek olan şeylerden sormayın/istemeyin. Eğer onlardan Kur’ân indirilirken sorarsanız/isterseniz de size açıklanır. Allah, onlardan geçmiştir. Ve Allah, çok bağışlayan ve çok yumuşak davranandır.

102. Şüphesiz sizden önce gelen bir toplum bunları sormuştu/istemişti, sonra da onlar inkâr eden kimseler oldular.

103. Allah bahîre'den sâibe'den vasîle'den ve hâm'dan hiç birini kılmamıştır. Ancak inkâr eden kimseler, Allah'a karşı yalan düzüp uyduruyorlar. Ve onların pek çoğu akıl erdirmez.

104. Ve onlara, “Allah'ın indirdiğine ve Elçi'ye gelin” dendiği zaman, “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter” dediler. Ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolu bulmayan kimseler olsa da mı?

105. Ey iman eden kimseler! Kendiniz kendiniz üzeresiniz [herkes kendinden sorumludur]. Siz hidâyete erdiğiniz zaman, sapan kimseler size zarar veremezler. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Sonra da O, yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecektir.

106. Ey iman etmiş kişiler! İçinizden birine ölüm hazır olduğu zaman, vasiyet sırasında aranızdaki şâhitlik, kendi içinizden adalet sahibi iki kişidir. Yahut yeryüzünde yolculuğa çıkmış iseniz, sonra da ölümün musibeti size gelip çatmışsa, sizden olmayan iki kişidir. Eğer şüpheye düşerseniz, salâttan sonra onları alıkorsunuz. Sonra da onları, “Akraba bile olsa, yemini bir çıkar karşılığı satmayacağız, Allah'ın şâhitliğini gizlemeyeceğiz. Aksi hâlde günahkârlardan oluruz” diye Allah'a yemin ettirirsiniz.

107. Sonra da eğer o ikisinin [şâhitlerin] bir günah işledikleri anlaşılırsa ölene daha yakın olan hakk sahiplerinden diğer iki kişi onların yerine geçerler de, “Bizim şâhitliğimiz, o ikisinin [önceki iki kişinin] şâhitliğinden daha doğrudur ve biz kimsenin hakkına tecavüz etmedik. Aksi hâlde biz zâlimlerden olurduk” diye Allah'a yemin ederler.

108. İşte bu [böyle bir yemin], şâhitliklerini usûlüne göre yapmaları yahut yeminlerinden sonra yeminlerinin kabul edilmemesinden korkmaları için en yakın [iyi] yoldur. Allah'a takvâlı davranın ve kulak verin. Ve Allah, fâsıklar topluluğuna kılavuzluk etmez.

109. Allah, elçileri toplayacağı gün şöyle diyecek: “Size verilen cevap nedir?” Onlar, “Bizim hiç bir bilgimiz yoktur; şüphesiz ki Sen, ğaybları en iyi bilenin ta kendisisin” dediler.

110. Hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Senin üzerinde ve annenin üzerinde olan nimetimi hatırla! Hani Ben seni Kudüs'ün rûhu ile güçlendirmiştim. Yüksek mevkide olan biri olarak ve yetişkin biri olarak insanlara konuşuyordun. Hani sana kitabı, hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri], Tevrât'ı ve İncîl'i öğretmiştim. Hani Benim iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapıyordun ve üflüyordun, o da Benim iznimle kuş oluveriyordu. Anadan doğma kör olanı ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi iznimle iyileştiriyordun. Yine Benim iznimle ölüleri çıkarıyordun. Ve hani İsrâîloğulları'na apaçık kanıtlarla gelip de onlardan inkâr edenlerin, ‘Bu ancak apaçık bir sihirdir’ dedikleri zaman seni, onlardan çekmiştim [korumuştum].”

111. Ve hani havarilere, “Bana ve elçime inanın” diye vahyetmiştim. Onlar, “İnandık” ve “Bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza tanık ol” demişlerdi.

112. Hani havariler, “Ey Meryem oğlu Îsâ! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?” demişlerdi. O [Îsâ], “Eğer iman edenler iseniz Allah'a takvâlı davranın” demişti.

113. Onlar [havâriler], “Biz, istiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz iyice yatışsın, senin bize doğru söylediğini bilelim ve bizde buna tanıklardan olalım” dediler.

114. Meryem oğlu Îsâ, “Allahım, Rabbimiz, bizim üzerimize, bizim için, öncekilerimiz ve sonrakilerimiz için bir bayram ve Senden bir âyet olarak gökten bir sofra indir. Ve bizi rızıklandır. Ve Sen rızıklandıranların en hayırlısısın!” dedi.

115. Allah dedi ki: “Şüphesiz Ben, onun size indiricisiyim. Artık bundan sonra sizden kim inkâr ederse, ben onu âlemlerden hiç kimseye yapmayacağım bir azapla azaplandıracağım.”

116-118. Ve hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Sen mi insanlara, ‘Beni ve annemi, Allah'ın astlarından iki tanrı edinin’ dedin?” O [Îsâ], “Sen münezzehsin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer ben onu demiş olsam, Sen bunu mutlaka bilmiştin. Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise Senin nefsinde olanı bilmem. Şüphesiz Sen; ğaybları en iyi bilenin ta kendisisin! Ben onlara sadece, Senin bana emrettiklerini; ‘Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin’ dedim. Ve ben içlerinde olduğum müddetçe onlar üzerine tanıktım. Ne zaman ki Sen beni vefat ettirdin, Sen onları gözetleyenin ta kendisi oldun. Ve şüphesiz Sen, her şeye en iyi tanık olansın. Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar Senin kullarındır ve eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Sen, azîz ve hakîm'in ta kendisisin” dedi.

119. Allah dedi ki: “Bu, doğru kimselere doğruluklarının fayda sağladığı gündür. Onlar için içinde ebedî kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan, cennetler vardır.” Allah onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte bu, en büyük kurtuluştur.

120. Göklerin, yeryüzünün ve bunların içinde bulunan şeylerin mülkü yalnızca Allah'ındır. Ve O, her şeye en iyi güç yetirendir.

TAHLİL:

1. Ey iman etmiş kimseler! Sözleşmeleri yerine getirin. Siz dokunulmaz iken [hacc görevi sürdürürken] avlanmayı helâl görmeksizin, size okunacaklar hariç, en‘âmın [dört bacaklı iki tırnaklı, geviş getiren ve ot yiyen hayvanların] kusursuzları/gerdanlıksızları size helâl kılındı. Şüphesiz Allah dilediğini hükmeder [dilediği yasayı koyar].

2. Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın alâmetlerine, haram aya, hedye [hacc yapanlara yiyecek yollamaya, hediye etmeye], gerdanlıklarına [hacc yapanların yemesi için gönderilen hayvanlara konulan işaretlerine] ve Rabb'lerinden lütuf ve rıza bekleyerek Beytu'l-Harâm'ı [Ka‘be'yi] kastedenlere [hacc görevi yapmak isteyenlere] saygısızlık etmeyin. Dokunulmazlığınız kalktığında [hacc göreviniz bitince] da avlanın. Sizi Mescid-i Harâm'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya da sevk etmesin. Ve iyilik ve takvâ üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Ve Allah'a takvâlı davranın. Hiç şüphesiz Allah azabı/kovuşturması çok çetin olandır.

Gâyet açık olan bu âyetlerde birtakım emirler verilmekte, ilkeler belirlenmekte ve mü’minlere bunlara harfiyen uymaları emredilmekte; aksi davrananların ise cezalandırılacağı tehditkâr ifadelerle beyân edilmektedir. Burada ortaya konan ilkeler şöyle sıralanabilir:

• Mü’minler, sözleşmeleri yerine getirmelidir.

• Mü’minler, hacc esnasında avlanmamalıdırlar. (Haccı eda ettikten sonra avlanabilirler.)

• Kur’ân'da yasaklananlar dışında, en‘âmın [dört bacaklı iki tırnaklı, geviş getiren ve ot yiyen hayvanların] kusursuzları/gerdanlıksızları mü’minlere helâldir, onlardan yiyebilirler.

• Mü’minler, Allah'ın alâmetlerine, haram aya, hedylere, gerdanlıklarına ve Rabb'lerinden lütuf ve rıza bekleyerek Beytu'l-Harâm'ı [Ka‘be'yi] kastedenlere [hacc görevi yapmak isteyenlere] saygısızlık etmemelidirler.

• Mü’minler, kendilerini Mescid-i Harâm'dan çevirenlere duydukları kin nedeniyle saldırganlık etmemelidirler.

• Mü’minler, iyilik ve takvâ üzerinde yardımlaşmalı, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmamalıdır.

• Mü’minler, Allah'a takvâlı davranmalıdır.

Görüldüğü üzere bu ilkelerin ilki, sözleşmelerin yerine getirilmesidir. Kur’ân bunun üzerinde hassasiyetle durmuş ve bunu tekrar tekrar vurgulamıştır:

Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne çevirmeniz birr değildir. Ama birr [iyi olan kimseler], Allah'a, Âhiret Günü'ne/Son Gün'e, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inanan; malını akrabalara, yetimlere, miskinlere, yolcuya ve dilenenlere ve boyunduruktakilere [kölelere], ona [Allah'a/mala/vermeye] sevgisi olmasına rağmen veren ve salâtı ikâme eden, zekâtı veren kimselerdir. Ve de sözleştiklerinde, sözlerini tastamam yerine getiren, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreden kimselerdir. İşte onlar, sâdık olanlardır. Ve işte onlar, takvâlı olanların ta kendileridir. (Bakara/177)

Allah sizi, yeminlerinizdeki lağv ile [kasıtsız olarak yaptığınız; ağız alışkanlığı yeminlerinizden] sorumlu tutmaz. Fakat yeminleri düğümlediğiniz şeylerle [kasıtlı yaptığınız; sözleşmeler oluşturduğunuz yeminlerinizden] sizi sorumlu tutar; onun kefareti, ehlinize yedirdiğinizin en hayırlısından; en iyisinden on miskini yedirmek veya giydirmektir. Veyahut da bir köleyi özgürleştirmektir. Verecek bir şey bulamayan kimse için de üç gün oruç tutmaktır. Bu, bozduğunuz zaman yeminlerinizin kefaretidir. Ve yeminlerinizi koruyun. İşte Allah, şükredesiniz [karşılığını ödersiniz] diye âyetlerini sizin için böyle açığa kor. (Mâide/89)

Ey İsrâîloğulları! Size nimet olarak verdiğim nimetimi hatırlayın, Benim ahdime vefa gösterin ki Ben de sizin ahdinize vefa göstereyim. Ve sadece Benden korkun/sadece Bana ibâdet edin. (Bakara/40)

Ve sözleşme yaptığınızda Allah'ın ahdini yerine getirin. Yeminlerinizi [sözleşmelerinizi] sağlama aldıktan ve Allah'ı kendinize kesin olarak kefil kıldıktan sonra da onları bozmayın. Şüphesiz ki Allah işlediğiniz şeyleri bilir. (Nahl/91)

Ve onlar [kurtulan mü’minler], emanetlerine ve ahitlerine riâyet eden kimselerdir. (Mü’minûn/8)

“Yarattığı şeylerin şerrinden ve çöktüğü zaman karanlığın şerrinden ve düğümlere tükürüp üfleyenlerin şerrinden ve kıskandığı zaman kıskananın şerrinden felâkın Rabbi'ne sığınırım” de! (Felâk/1-5)

Şe‘âirillâh kelimesi, özel anlamıyla “büyük baş hayvanlar”ı, genel anlamıyla ise “yeryüzündeki tüm varlıklar”ı kapsar. Dolayısıyla Allah insanlardan, büyük baş hayvanlara özen göstermelerini ve canlısı-cansızı ile doğaya zarar vermemelerini istemiştir. Ayrıca, büyükbaş hayvanların şeair olduğu hususunda Hacc/36'ya bakılabilir.

Âyette, “Size en‘âm helâl kılındı” denmeyip, بهيمة[behîme] sözcüğü ile izafet yapılarak, Size behîmetu'l-en‘âm helâl kılındı denilmiştir. Bu terkip, genellikle görmezlikten gelinerek ibare, “Size en‘âm helâl kılındı” diye çevrilegelmiştir. En‘âm sözcüğü hakkında daha evvel açıklama yapmıştık:

Ve O [Allah], asmalı ve asmasız bahçeleri, hurmaları, ürünleri çeşit çeşit ekinleri, zeytinleri ve narları, birbirine benzer ve benzemez biçimde kılandır. Meyve verince meyvesinden yiyin, hasat günü de onun hakkını verin ve israf etmeyin. Şüphesiz O [Allah], israf edenleri sevmez. Ve O, hayvanlardan yük taşıyanları, döşek yapılanları yaratandır. Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden yiyin. Şeytânın adımlarını izlemeyin. Şüphesiz o, sizin için apaçık bir düşmandır. Sekiz eş: Koyundan iki, keçiden de iki. De ki: “O [Allah], iki erkeği mi haram kıldı yoksa iki dişiyi mi, ya da iki dişinin rahimlerinin sarıp bürüdüğünü mü [yavruları mı]? Eğer doğrular iseniz bana ilme dayanarak haber verin.” Ve deveden iki, sığırdan da iki. De ki: “O [Allah], iki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi, ya da iki dişinin rahimlerinin sarıp bürüdüğünü mü [yavruları mı]? Yoksa Allah'ın size böyle vasiyet ettiğine şâhitler mi oldunuz [O'nun yanında mıydınız]?” Böyle hiçbir bilgiye dayanmadan, insanları saptırmak için, Allah'a karşı yalan uyduran kimseden daha zâlim kim olabilir? Şüphesiz Allah, o zâlimler topluluğuna kılavuz olmaz. De ki: “Bana vahyolunanda, onları yiyen için, leş, veya akıtılmış kan, yahut domuzun eti –ki şüphesiz o [domuzun eti] ricstir [kirlidir, rahatsızlık vericidir]– yahut Allah'tan başkası adına kesilmiş bir fısk olan hariç, haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Artık kim çaresiz kalırsa, tecavüz etmemek ve zaruret sınırını aşmamak üzere (bunlardan yiyebilir).” İşte şüphesiz senin Rabbin çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (En‘âm/141-145)

Hayvanları O yaratmıştır. Onlarda sizi ısıtacak şeyler ve birçok faydalar vardır. Siz onlardan bir kısmını da yersiniz. Ve onlarda [hayvanlarda], akşam vakti getirdiğinizde ve sabahleyin saldığınızda sizin için bir güzellik vardır. Ve onlar [hayvanlar], ancak canınızın bir parçası tükenerek ulaşabileceğiniz bir memlekete yüklerinizi taşırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz, kesinlikle çok şefkatlidir, çok merhametlidir. Ve O [Allah], kendilerine binesiniz, hem de zînet olsun diye atları, katırları ve eşekleri yarattı. Ve O, bilmediğiniz şeyleri yaratıyor. (Nahl/5-8)

Ve onlar görmediler mi ki, Biz şüphesiz onlar için ellerimizin [kudretimizin] meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar yarattık da onlar, onlara sahip bulunuyorlar. Ve onları, kendileri için zelîl kıldık da. Bu yüzden binekleri onlardandır. Onlardan yiyip duruyorlar da. (Yâ-Sîn/71-72)

Kimileri, behîme kelimesine, “ceylan, vahşi sığır”, “en‘âm'ın karnındaki yavruları” gibi anlamlar yüklemişlerdir. Bu terkibin doğru anlaşılabilmesi için sözcüğün anlamının iyi bilinmesi gerekir:

BEHÎME

بهيم[behîm], “tek renk olup içine beyaz, siyah vs. gibi başka renk karışmamış olan” demektir. Ayın, hiç doğmadığı üç geceye بُهَم[bühem] denir. Ebû Ubeyd şöyle demiştir: “بُهم [bühm], körlük, şaşılık, topallık, uyuzluk gibi hastalığı olmayan” demektir,[1] ki bu da, “kusursuz, lekesiz damgasız” demektir. Buradan gelen mübhem sözcüğü de, “üzerine hiçbir işaret konulmamış, leke sürülmemiş, damga vurulmamış, o nedenle, anlaşılmayan, içinden çıkılmayan, kime ait olduğu bilinmeyen” demektir.

Buradan hareketle behîmetu'l-en‘âm'ı, iki şekilde anlamak mümkündür:

A) Behîmetu'l-en‘âm, “damgasız, gerdanlıksız olan [hacc için hediye yapılmamış, tahsis edilmemiş, işaret konulmamış] hayvanlar.”

Buna göre anlam şöyle olur: Hacc görevini sürdürenler, gerdanlıklılardan yemek zorunda değiller, işaretsiz olanlardan da yiyebilirler.

B) Söz konusu en‘âm'ın/hayvanın behimliği [lekesizlik ve damgasızlığı]; “sağlıklı olması, kör, topal, uyuz vs. olmaması”dır. Buradan da, hacc esnasında salgın hastalığa maruz kalmamak, sağlığı korumak için bu hayvanların en sağlıklılarının yenilmesinin öngörüldüğü anlaşılır. Hacc ortamının kalabalık olması hasebiyle, insan ve çevre sağlığı açısından bu anlam tercihe daha şayandır.

3. Size leş, kan, domuzun eti, Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen; boğulmuş, vurulmuş, yukardan düşmüş, boynuzlanmış, yırtıcı hayvanların yiyip de canlı iken kesmedikleriniz; dikili taşlar üzerine boğazlananlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız haram kılındı. Bunların hepsi doğru yoldan çıkmaktır. Bugün şu küfretmiş olan kimseler, sizin dininizden ümitsizliğe düşmüşlerdir. Öyleyse onlara haşyet duymayın, Bana haşyet duyun. Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak da İslâm'a razı oldum. Artık kim son derece açlık içinde, günaha istekle yönelmeden zorda kalırsa, bilsin ki şüphesiz Allah, gafûr'dur, rahîm'dir.

Bu âyette, ilk önce yenilmesi haram olanlar bildirilmektedir. Bunlar, leş [kanı akıtılmadan ölmüş hayvanlar], kan, domuz eti, Allah'tan başkasının adı anılarak kesilenler [davar, sığır ve deve], boğulmuş, vurulmuş, yukardan düşmüş, boynuzlanmış, yırtıcılar tarafından yenip de canlı iken kesilmemiş, dikili taşlar üzerine boğazlanmış ve fal oklarıyla kazanılmış hayvanlardır. Ancak zorunluluk [ölüm ve organ zayii] hâllerinde sorunu giderecek ölçüde bunlardan yenilmesinde sakınca yoktur.

Yenilmesi haram olanlarla ilgili hüküm En‘âm, Bakara, Hacc ve Nahl sûrelerinde de yer almıştı. Bu konu, En‘âm sûresi'nde detaylı olarak sunulmuştur:

De ki: “Bana vahyolunanda, onları yiyen için, leş veya akıtılmış kan yahut domuzun eti –ki şüphesiz o [domuzun eti] ricstir [kirlidir, rahatsızlık vericidir]– yahut Allah'tan başkası adına kesilmiş bir fısk olan hariç, haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Artık kim çaresiz kalırsa, tecavüz etmemek ve zaruret sınırını aşmamak üzere (bunlardan yiyebilir).” İşte şüphesiz senin Rabbin çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (En‘âm/145)

Âyette, Dikili taşlar üzerine boğazlananlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız haram kılındı buyurularak, yenilmesi yasaklanan iki kazanca değinilmektedir. Bunlar, o günün Araplarının kazanç vasıtalarıdır. Bu hususta kaynaklarda şu bilgiler yer almaktadır:

Dikili taşlar, dikine kondurulup, kendisine ibâdet olunan ve kesilen hayvanların kanlarının üzerine boşaltıldığı bir taştır.

Mücâhid der ki: “Dikili taşlar, Mekke etrafında üzerlerinde hayvan kestikleri taşlardı. İbn Cüreyc der ki: Araplar Mekke'de davarlarını keser ve kanlarını evin ön tarafına doğru serperlerdi. Eti parçalar ve bu taşlar üzerine bırakırlardı. İslâm gelince Müslümanlar Peygamber'e (s.a) şöyle dediler: “Bu gibi davranışlarla Beyt'i tazim etmeye biz daha layığız.” Peygamber (s.a) bunu sanki mekruh görmedi. Bunun üzerine yüce Allah da, Onların [kurbanların] etleri ve kanlan Allah'a ulaşmaz... (Hacc/37) buyruğunu indirdiği gibi, Dikili taşlar üzerinde boğazlananlar... buyruğu da nâzil oldu.[2]

FAL OKLARI [EZLÂM]

Arapların ezlâm'ı üç türlü idi:

A) Herkesin kendisi adına edindiği 3 oktu. Bunlardan birincisinin üzerinde yap, ikincisinin üzerinde yapma yazılı idi. Üçüncüsünde ise hiçbir yazı yoktu. Kişi, bu oklarını beraberinde taşıdığı bir torbaya koyardı, Herhangi bir işi yapmak istedi mi, elini torbaya daldırır –ki, oklar birbirine benzerlerdi– çıkan oka göre o işi yapar veya yapmazdı. Şâyet üzerinde hiçbir yazı bulunmayan oku çekecek olursa, tekrar ok çekerdi. İşte Peygamber (s.a) ile Hz. Ebû Bekr hicret ettikleri sırada onları takibe koyulan Suraka b. Mâlik b. Cu‘şum'un çektiği fal okları bunlardır.

B) Ka‘be'nin içinde Hubel'in yanında bulunan 7 tane ok idi. Bunların üzerinde insanlar arasında meydana gelen çeşitli olaylar yazılı idi.

Bu okun her birisi üzerinde bir yazı vardı. Bunlardan birisi üzerinde diyet ile ilgili hususlarda “diyet” yazılı idi. Bir diğerinde “sizdendir”, bir başkasında “sizden başkalarındandır”, bir diğerinde ise “sizin aranızda ne nesebi vardır, ne de antlaşması vardır” anlamında ‘mulsak’ ifadesi yazılı idi. Diğerlerinde ise sulara dair hükümler ve başka şeyler yazılı bulunurdu. İşte Abdulmuttalib'in çocukları arasında çektiği kur’a bu kabildendi. O, on çocuğu olduğu takdirde birisini boğazlamayı adamıştı. Buna dair meşhur haberi İbn İshâk zikretmiştir. Yine bu yedi ok, aynı şekilde Ka‘be'de Hubel'in yanında olduğu şekilde her bir Arap kâhini ve hâkimi yanında da bulunurdu.

C) Sayıları 10 tane olan kumar oklarıydı. Bunlardan yedisinin üzerinde çizgiler bulunurdu. Üç tanesi ise boştu. Bu okları kumar oynamak, oyalanmak ve oyun olsun diye çekerlerdi. Aralarında aklı başında olanlar, kışın soğukların arttığı ve iş yapıp meslek icra etme imkânı bulunmadığı zamanlarda yoksul ve hiçbir şey bulamayanlara (bu yolla) yemek yedirme maksadını güderlerdi.[3]

Onlardan birisi yolculuğa çıkmak veya savaşmak yahut ticaret yapmak, ya da evlenmek veyahut da önemli herhangi bir iş yapmak istediğinde, kısmet ve fal oku çekerdi. Onlar, bu okların bir kısmına, “Bana, Rabbim emretti”; bazısına, “Beni, Rabbim nehyetti” diye yazmışlar, bir kısmını da boş bırakmışlardı. Emir yazılı ok çıkarsa, o kişi o işi yapar; nehiy yazılı ok çıkarsa yapmazdı... Eğer, boş ok çıkarsa, yeniden ok çekerdi... Fal okları çekmek sûretiyle kısmet talep etmenin manası ise, o okları çekerek, o işin hayır mı şerr mi olduğunu öğrenmeyi talep etmektir.[4]

Yenilmesi yasaklanan gıdaların açıklanmasından sonra Allah, İslâm'ı Müslümanlara din olarak seçtiğini ve onların üzerine nimetini tamamladığını ve dinlerini kemale erdirdiğini ve, Bugün şu küfretmiş olan kimseler, sizin dininizden ümitsizliğe düşmüşlerdir. Öyleyse onlara haşyet duymayın Bana haşyet duyun ifadesiyle de artık kâfirlerin dini yok etmekten ümitlerini kestiklerini bildirmektedir.

Burada tamamlandığı ifade edilen nimet, iktisadî ve ictimaî nimetler değil, “hidâyet nimeti”dir.

4. Sana, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: “Size iyi ve temiz şeyler ve Allah'ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların avları helâl kılındı.” Artık onların sizin için tuttuklarından yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın ve Allah'a takvâlı davranın. Şüphesiz Allah, hesabı pek çabuk görendir.

5. Bugün size iyi ve temiz şeyler helâl kılındı. Kitap verilenlerin yemeği size helâl, sizin de yemeğiniz onlara helâldir. Mü’minlerden muhsan [özgür] kadınlar ile sizden önce kendilerine kitap verilenlerden muhsan [özgür] kadınlar da, nikâhlayarak muhsanlaştırmak, zinâ etmemek ve gizlice dostlar edinmemek üzere; kendilerine ücretlerini [mehirlerini] ödediğiniz takdirde size helâl kılındı. Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, artık kesinlikle onun yaptığı boşa gitmiştir ve o, âhirette hüsrana uğrayanlardandır.

Bu âyet grubunda da, önce yiyecekler hakkında sorulan bir suale cevap verilmek sûretiyle belirli ilkeler beyân edilmektedir:

• Size tayyibat [iyi ve temiz şeyler] ve Allah'ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların avları helâl kılındı. Artık onların sizin için tuttuklarından yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın ve Allah'a takvâlı davranın. Şüphesiz Allah, hesabı pek çabuk görendir.

• Kendilerine kitap verilenlerin yemeği mü’minlere, mü’minlerin de yemeği kitap verilenlere helâldir. Mü’minlerden muhsan [özgür] kadınlar ile kendilerine kitap verilenlerden muhsan [özgür] kadınlar da, nikâhlayarak muhsanlaştırmak, zinâ etmemek ve gizli dost edinmemek üzere; ücretlerini [mehirlerini] ödedikleri takdirde mü’minlere helâldir.

• İmanı tanımayıp küfre sapanın yaptığı boşa gitmiştir ve o, âhirette hüsrana uğrayanlardandır.

5. âyetteki, Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, artık kesinlikle onun yaptığı boşa gitmiştir ve o, âhirette hüsrana uğrayanlardandır ifadesi, Ehl-i Kitap bir kadınla evlenen Müslüman erkeğin, karısının etkisiyle inancından olabileceği tehlikesine karşı mü’minlere bir uyarıdır.

6. Ey iman etmiş kişiler! Salâta [eğitime-öğretime, sosyal yardım çalışmasına] doğru kalktığınız zaman, hemen yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı ve iki topuğa kadar ayaklarınızı el ile silin. Ve eğer cünüp [kopuk/şehveti kabarık] iseniz temizlik üstüne temizlik yapın [cinsel ilişkiye girin, orgazm olun ve yıkanın]. Ve eğer hasta iseniz yahut yolculukta iseniz yahut sizden birisi çukurdan [tuvaletten] gelmişse yahut kadınlarla temaslaştıysanız [cinsel ilişkiye girdiyseniz], sonra da su bulamamışsanız, hemen temiz bir toprağa yönelin. Sonra da ondan [temiz topraktan] yüzlerinizi ve ellerinizi el ile silin. Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez, fakat sizi temizlemek ve şükredesiniz diye üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister.

7. Ve Allah'ın, üzerinizdeki nimetini ve “İşittik, itaat ettik” dediğinizde sizden aldığı, Kendisiyle misaklaştığınız misakını hatırlayın. Ve Allah'a takvâlı davranın. Şüphesiz Allah, göğüslerin içindekini çok iyi bilendir.

Bu âyette, İslâm dininin temel ilkelerinden olan salâta katılmanın şartları ve salâtın icrasının hedefi açıklanmaktadır. Buna göre:

• Mü’minler, salât [eğitime-öğretim, sosyal yardım çalışması] için kalktıkları zaman, yüzlerini ve dirseklere kadar ellerini yıkamalı; kirli, tozlu olmamalıdırlar.

• Başlarını ve iki topuğa kadar ayaklarını da elleriyle silerek toz-topraktan arındırmalıdırlar.

Bunu güncellersek, saçlarını taramalı, ayakkabılarını boyamalı, varsa başlarındaki sarığı düzgün sarmalı, çirkin ve dağınık bir hâlde bırakmamalıdırlar.

• Mü’minler salâta, şehveti kabarık olarak katılmamalı, şehveti kabarık olanlar önce şehvetlerini izale etmeli, sonra da yıkanarak temizlenip salâta öyle katılmalıdırlar.

• Hasta yahut yolculukta [bulunduğu yerin yabancısı] olan, yahut tuvaletten gelen yahut cinsel ilişkiye giren ve su bulamayan mü’minler, temiz bir toprağa yönelmeli ve onunla [temiz toprakla] yüzlerini ve ellerini ovalayıp silmelidirler.

• Mü’minler salât mahallinde Allah'ın üzerlerindeki nimetini ve “İşittik, itaat ettik” demelerinin ne anlama geldiğini; imanın gereği olarak ne yapmaları gerektiğini hatırlamalı ve Allah'a takvâlı davranmalıdırlar.

Burada konu edilen salât, namaz değil, “malî ve fikrî yönden topluma destek olmak, toplumu aydınlatmak, toplumun sorunlarını sırtlanmak/üstlenmek ve gidermek”tir. Bu konuya dair Ankebût sûresi'nde yaptığımız açıklamaya bakılabilir.[5]

Salâta katılma koşulları, Nisâ sûresi'nde de zikredilmişti:

Ey iman etmiş kişiler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken de –yolcu olanlar müstesnâ– yıkandırılıncaya kadar, salâta yaklaşmayın. Eğer hasta iseniz veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz çukurdan [tuvaletten] geldiyse veya kadınlarla dokunuştuysa, su da bulamamışsanız o zaman, hemen tertemiz bir toprağa yönelin. Sonra da yüzlerinizi ve ellerinizi el ile silin. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır. (Nisâ/43)

Cünüplük ve mesh ile ilgili detay için, Nisâ/43'ün tahliline bakılabilir.[6]

6. âyetteki و ارجلكم[ve ercülekum] ifadesi, ellerinizi ve ayaklarınızı yıkayın bölümüne atfedilerek mansûb biçimde ercülekum şeklinde okunduğu gibi, başlarınızı meshedin ifadesine atfedilerek ercülikum şeklinde de okunmuştur. Birinci şekle göre ayakların yıkanması, ikinci şekle göre meshedilmesi anlaşılır. Meseleye dilbilgisi kuralları açısından bakıldığında, ayakların meshedilmesi tercih edilmek durumundadır.

7. âyette ise, salâtta nelerin yapılacağı ifade edilmektedir.

Sonra da ibâdetlerinizi [görevlerinizi] gerçekleştirdiğinizde, tıpkı babalarınızı andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın. Ve Allah'ı sayılı günlerde anın. Artık kim iki gün içinde acele ederse ona günah yoktur. Kim de ertelerse ona da günah yoktur. Bu, takvâlı davranan kimseler içindir. Allah'a takvâlı davranın ve şüphesiz kendinizin O'na toplanacağınızı bilin. Sonra da insanların akıp geldiği yerden siz de akıp gelin ve Allah'tan bağışlanma isteyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. İşte insanlardan bazısı, “Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver!” diyen kimselerdir. Onun için de âhirette bir nasip yoktur. (Bakara/200-202, 199)

8. Ey iman etmiş kişiler! Allah için, hakkaniyeti ayakta tutan tanıklar olunuz. Ve bir topluma olan kininiz, sizi adaletsizlik yapmaya sürüklemesin. Adaletli olun, o [adaletli olmak], takvâya daha yakındır. Allah'a takvâlı davranın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınıza haberdardır.

9. Allah, iman eden ve sâlihâtı işleyen kimselere vaat etmiştir: Mağfiret ve büyük ödül yalnızca onlaradır.

10. İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler de; işte onlar, cahîm'in ashâbıdır.

11. Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın sizin üzerinizde olan nimetini hatırlayın. Hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti de, O [Allah], onların ellerini sizden çekmişti. Ve Allah'a takvâlı davranın. Artık mü’minler de yalnızca Allah'a tevekkül etsinler.

İnananlara hitap eden bu âyetlerde bazı ilkeler bildirilmiş, ardından da iman ve amel sahiplerinin ödüllendirileceği, küfür ve günah sahiplerinin cezalandırılacağı uyarısı yapılmıştır:

• Mü’minler, Allah için hakkaniyeti ayakta tutan tanıklar olmalıdır.

• Bir topluma duydukları kin mü’minleri adaletsizliğe sürüklememelidir.

Bu husus, sûrenin 2. âyetinde de, Sizi Mescid-i Harâm'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya da sevk etmesin. Ve iyilik ve takvâ üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Ve Allah'a takvâlı davranın. Hiç şüphesiz Allah azabı/kovuşturması çok çetin olandır denilerek vurgulanmıştı.

• Mü’minler adaletli olmalıdır, adaletli olmak, takvâya daha yakındır.

• Mü’minler Allah'a takvâlı davranmalıdır.

• Allah, yapılanlardan haberdardır, iman eden ve sâlihâtı işleyenlere mağfiret ve büyük ödül vaat etmiştir. İnkâr eden ve Allah'ın âyetlerini yalanlayanlar ise, cahîm'in ashâbıdır

• Mü’minler Allah'ın üzerlerindeki nimetini hiç akıllarından çıkarmamalı; özellikle de, kendilerine el uzatmaya yeltenen bir topluluğun ellerini kendilerinden çekmesini ve kendilerini korumasını” hiç unutmamalıdırlar. İşaret edilen hâdise, Hudeybiye'de cereyan eden ve Fetih sûresi'nde bahsedilen hâdisedir:

Ve Allah size, alacağınız birçok ganimetleri ve sizin güç yetiremediğiniz, ama Allah'ın sizin için kuşattığı başka şeyleri (siz yararlanasınız) ve mü’minlere bir alâmet olsun, O [Allah] sizi dosdoğru yola kılavuzlasın diye vaat etmiştir. İşte O [Allah], bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir. Ve Allah her şeye en iyi güç yetirendir. Ve eğer küfretmiş kimseler, sizinle savaşsalardı kesinlikle Allah'ın öteden beri gelen kanunu olarak arkalarına dönüp kaçarlardı. –Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.– Sonra bir dost ve yardımcı da bulamazlardı. Ve O [Allah], sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Batn-ı Mekke'de [Mekke'nin vâdisinde; Hudeybiye'de], Allah'ın dilediği kimseyi rahmetine girdirmesi için, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir. Onlar, inkâr eden ve sizi Mescid-i Harâm'dan ve ayarlanmış hedylerin yerlerine ulaşmasını engelleyen kimselerdir. Eğer kendilerini henüz tanımadığınız, bilmeyerek ezmek sûretiyle kendilerinden sorumluluğunuz olacak mü’min erkekler, mü’min kadınlar olmasaydı, eğer onlar, birbirinden ayrılmış olsalardı kesinlikle onlardan inkâr eden kimseleri acıklı bir azapla azaplandırırdık. (Fetih/21-25)

• Mü’minler Allah'a takvâlı davranmalı ve yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla