Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15. August 2009, 02:22 PM   #2
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

TAHLİL
1 – İnsanlar için hesapları yaklaştı. Onlar ise aldırmazlık içinde, yüz çeviricidirler.
2, 3 - Rablerinden kendilerine gelen her yeni öğüdü/ hatırlatmayı ancak oyun yaparak ve kalpleri eğlenerek dinlerler. Ve o zalimler aralarında şu fısıltıyı gizlediler: “Bu, sizin gibi bir insandan başka bir şey midir? Artık görüp dururken büyüye mi gidiyorsunuz?”
Surenin ilk ayetinde, hesaba çekilme zamanları [ölümleri] yaklaşmış olmasına rağmen hâlâ işi ciddiye almayan, büyük bir aymazlık içinde vahiyle mücadele etmeye devam eden Mekkeli müşrikler konu edilmiştir. Pasajın diğer ayetlerinde ise kendilerine tebliğ edilen her yeni vahiyle alay eden bu müşrik elitlerin çevirdikleri dolaplar deşifre edilmektedir. Onlar Resulullah’ı kastederek kendi aralarında “Bu, sizin gibi bir insandan başka bir şey midir? Artık görüp dururken büyüye mi gidiyorsunuz?” diye fısıldaşmakta ve vahiy aleyhinde propaganda yapmaktadırlar.
1. ayetin “İnsanlar için hesapları yaklaştı” şeklindeki ilk cümlesi nedeniyle akıllara “Bu ayet ineli yaklaşık bin beş yüz sene olmasına rağmen hâlâ kıyamet kopmadığına göre bu yaklaşmanın anlamı nedir?” sorusu gelebilir. Bu soruya verilecek cevap son derece açıktır: Hesap, ölümle birlikte başlamaktadır. Ölen kişi için zaman durmaktadır. Allah’a göre ise zaman diye bir şey yoktur. Ölen için kendi ölümü ile kıyametin kopuşu arasında hiçbir fark söz konusu değildir.
Nitekim Kur’an’da haşr esnasında herkesin ölüm ile dirilme arasındaki zamanı çok kısa bir süre olarak algılayacağı bildirilmektedir:
Ve Sur’a üfürülmüştür. Bir de bakmışsın ki, onlar kabirlerinden Rablerine doğru akın ediyorlar.
Onlar: “Eyvah başımıza gelenlere! Yatıp uyuduğumuz yerden bizi kim kaldırdı/uyandırdı? Bu, Rahman’ın vaat ettiği şeydir. Gönderilen elçiler de doğru söylemişler dediler [derler].
Sadece bir tek çığlık olmuştur. Bir de bakmışsın ki, hepsi huzurumuzda “hazır ol”a geçirilmişlerdir.
Artık bugün kişi herhangi bir şeyce zulmedilmez. Ve sadece yapmış olduklarınız ile karşılıklandırılırsınız. (Ya Sin/51-54)
Kim ondan [Bizim verdiğimiz zikirden; Kur’an’dan] yüz çevirirse, şüphesiz o, kıyamet günü; Sur’a üfürüldüğü gün, sürekli içinde kalacakları bir yük yüklenecektir. Ve kıyamet günü onlar için bu ne fena bir yüktür! Biz suçluları o gün, gözleri göğermiş olarak toplayacağız.
Aralarında fısıldaşacaklar: “Siz dünyada sadece ‘on’ kaldınız.”
-Biz aralarında ne konuşacaklarını daha iyi biliriz.- Yolca en üstün olan “Siz ancak bir gün kaldınız” diyecektir. (Ta Ha/100- 104)
Ve onlar, O’nun [Allah’ın], onları toplayacağı günde, sanki onlar sadece gündüzden bir saat kalmışlar gibi, aralarında tanışırlar. Allah'a kavuşmayı yalanlayan kişiler, doğru yoldan gidenler olmadıklarından kesinlikle ziyana uğramışlardır. (Yunus/45)
Ve kıyametin kopacağı gün günahkârlar bir saatten fazla durmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle döndürülüyorlardı.
Kendilerine ilim ve iman verilenler de diyecekler ki: "Ant olsun ki, Allah'ın kitabında, dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, ölümden sonra dirilme günüdür. Fakat siz bunu bilmiyordunuz. (Rum/55, 56)
Görülüyor ki, ölümün yaklaşması ile kıyametin yaklaşması insanlar için farklı şeyler değildir. Bu nedenledir ki, Rabbimiz insanları hem kıyamet hem de ölüm ile uyarmıştır:
O saat yaklaştı. Ve ay yarıldı/ay yarılacak/ay doğdu [her şey açığa çıkarıldı].
Ve onlar bir ayet görseler hemen yüz çeviriyorlar ve “Devam edip giden bir büyüdür” diyorlar. (Kamer/1, 2)
Allah’ın emri geldi [kesinlikle gelecek]. Artık onu acele edip istemeyiniz. O [Allah], onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir ve yücedir. (Nahl/1)

Çoğaltma yarışı sizi eğlendirip oyaladı.
Kabirleri ziyaret edişinize dek…
Hayır… Hayır… Yakında bileceksiniz. (Tekasür/1-3)
Ölüm, kıyamet çok yakın olmakla beraber, Rabbimiz iman veya inkârın özgür iradeyle gerçekleşebilmesi ve imanın “zoraki iman” olmaması için ölüm ve kıyamet vakitlerini gizlemiştir.
Sonra onun yanına geldiğinde seslenildi: “Musa! Ben, senin Rabbin olan Ben’im. Hemen iki nalınını çıkar, şüphesiz sen temizlenmiş vadide, Tuva’dasın / iki kere temizlenmiş bir vadidesin. Ve Ben seni seçtim; O hâlde vahyedilecek olan şeye kulak ver. Hiç şüphesiz ki Ben, Allah’ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikame et. Şüphesiz ki o saat [kıyamet] gelecektir. Onu Ben herkes emeğinin karşılığını alsın diye neredeyse gizleyeceğim.” (Ta; Ha/11-15)
İnsanlar sana Saat’ten [kıyametin kopuş vaktinden] soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi, Allahın, münafık erkekleri, münafık kadınları, müşrik erkekleri, müşrik kadınları azap etmesi; ve Allah’ın, mümin erkeklerin ve mümin kadınların tövbelerini kabul etmesi için ancak Allah'ın nezdindedir. Ne bilirsin, belki kıyamet yakında olur. Ve Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (Ahzab/63, 73)
Ve o inkâr eden kimseler: “Bize o saat [kıyametin kopuş anı] gelmeyecektir” dediler. De ki: “Evet [Gelecektir]. Gaybı bilen Rabbime ant olsun ki o, iman eden ve salihatı işleyen kimselere –ki, işte onlar kendileri için bir mağfiret ve kerim bir rızık olanlardır- karşılıklarını vermek için size mutlaka gelecektir. O’ndan göklerde ve yerde zerre ağırlığı bir şey kaçmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi muhakkak açık bir kitaptadır.” (Sebe/3, 4)
Müşrikler, iyilik ve kötülük yapanların mutlaka karşılıklarını göreceğini kavrayabilecek akla sahip olmalarına rağmen, dünyanın haz ve eğlencelerine kapılıp sonlarının nereye varacağını düşünmedikleri için kendilerini ebedi mutluluğa götürecek olan elçiden uzak durmaktadırlar:
Bilin ki, iğreti yaşam ancak bir oyun, ‘[eğlence türünden] tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘ تكاثر çoğaltma tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin [veya kâfirlerin] hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çerçöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk [rıza] vardır. İğreti yaşam, aldanış metaından [malından, malzemesinden] başka bir şey değildir. (Hadid/20)


Bu, sizin gibi bir insandan başka bir şey midir? Artık görüp dururken büyüye mi gidiyorsunuz?” demelerinden anlaşıldığına göre, Mekkeli müşrikler, Elçi’nin içlerinden biri, bir beşer olmasını hazmedememiş ve buna sürekli itiraz etmişlerdir. Hâlbuki beşere gelen elçinin de mutlaka beşer olması aklın gereği olup asıl hayret edilmesi gereken, onların bunu değerlendiremeyişleridir. Oysa Elçi’nin kendileri gibi bir beşer oluşu, sağduyulu insanların kolayca ve gönül huzuru ile kabullenebileceği normal bir durumdur. Çünkü Rahman ve Rahîm Allah, uyarıcı ve öğütçü olarak kendileri ile aynı hisleri duyan, aynı şeyleri hisseden, kendi dillerini konuşan, onları her yönüyle anlayan, tahammül derecelerini bilen bir kimseyi peygamber seçmiştir. Onların kendi içlerinden birini seçip elçi yapmıştır ki, içinde bulundukları yanlış tutumu sürdürecek olurlarsa, bu elçi onları bekleyen felâket konusunda dikkatlerini çeksin ve aralarında yükümlülükleri ilk yüklenen, mesajı ilk uygulayan kişi olarak diğerlerine örnek olsun, onlara doğru yönü nasıl bulabileceklerini göstersin.
Bu konuya dair açıklamalar şu ayetlerde yapılmıştır:
Ve onlar [inkâr etmiş olanlar]: “Bu ne biçim elçi ki, yemek yiyor, sokaklarda yürüyor? Ona, bir melek indirilseydi ya! Böylece onunla beraber bir uyarıcı olur! Yahut kendisine bir hazine bırakılsaydı veya kendisinden yiyeceği bir bahçe olsaydı ya!” dediler. Bu zalimler, “Siz, yalnızca büyülenmiş bir kişiye uyuyorsunuz” da dediler.
Senin için nasıl örnekler getirdiklerine bir bak! Artık onlar sapmışlardır, hiçbir yola da güç yetiremezler. (Furkan/7- 9)
Biz senden evvel de sadece, kesinlikle yemek yiyen, çarşılarda yürüyen elçilerden gönderdik. Ve Biz sizin bir kısmınızı bir kısmınız için fitne kıldık. —Sabrediyor musunuz!- Ve senin Rabbin çok iyi görendir.
Bize kavuşmayı ummayanlar da “Bizim üzerimize melekler indirilmeliydi” ya da “Rabbimizi görmeli değil miydik?” dediler. Ant olsun ki, onlar kendi içlerinde büyüklüklerine inandılar ve büyük bir azgınlık yapmak suretiyle azgınlık ettiler [azgınlaştıkça azgınlaştılar]. (Furkan/20)
Ve onlar “Bu peygambere bir melek indirilseydi ya!” dediler. Eğer Biz bir melek indirmiş olsaydık, iş, mutlaka bitirilmiş olurdu. Sonra da kendilerine göz bile açtırılmazdı.
Eğer Biz onu [Peygamberi] bir melek yapsaydık, yine de onu bir adam şeklinde yapardık ve katmakta olduklarını onlara elbette katardık [onlar yine düştükleri kuşkuya düşerlerdi].
Ve hiç kuşkusuz senden önce de elçiler ile alay edildi. Sonra da onlardan alay eden kişileri alay ettikleri şey kuşatıverdi. (En’am/8-10)
Ve onun [elçinin] kavminden, kâfir olmuş, ahirete ulaşmayı yalanlamış ve şu basit yaşamda kendilerine refah verdiğimiz; mütref [kodaman] kişiler: "Bu, sadece sizin gibi bir beşerdir; sizin yediğiniz şeylerden yiyor, sizin içtiğiniz şeylerden içiyor. Ve eğer, kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz, şüphesiz o zaman siz, kesinlikle ziyan edenlersiniz. Size, gerçekten siz öldüğünüz, toprak ve kemik olduğunuzda, mutlak surette sizin çıkarılacağınızı mı vaat ediyor? Tehdit olunduğunuz şey uzaktır da uzaktır! Sadece basit hayatımız! Biz, ölürüz, yaşarız. Ve biz, diriltilecekler değiliz. Bu [elçi], sadece Allah hakkında yalan uyduran bir adamdır ve biz ona inanmıyoruz" dediler. Mu’minün; 33:
Ve “Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar hâlinde üzerimize düşürmelisin, yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı, yahut göğe yükselmelisin. Ancak, senin yükselişine, okuyacağımız bir kitabı bize indirmene kadar, asla inanmayız.” dediler. Sen de ki: “Rabbim noksanlıklardan münezzehtir. Ben beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki!” (İsra/90-93)
Yine müşriklerden nakledilen “Artık görüp dururken büyüye mi gidiyorsunuz?” şeklindeki ifadeden anlaşıldığına göre, onlar Kur’an’ın olağanüstü nitelikte olduğunu kabul etmekte fakat Allah’tan geldiğini itiraf edemeyerek onu “büyü” olarak tanımlamaktadırlar. Onların bu tutumları ile ilgili olarak merhum Mevdudi tarih kitaplarından şu olayları nakletmektedir:
“Muhammed b. İshak (H.Ö. 152) der ki: "Bir keresinde Ebu Süfyan'ın kayınpederi ve Hind'in babası Utbe b. Rebia, Kureyş ulularına Peygamber'i (s.a) görüp ona tavsiyelerde bulunmak istediğini söyledi. Onlar "Biz sana güveniyoruz, git ve onunla konuş" dediler. Bu olay Hz. Hamza müslüman olduktan sonra vuku bulmuştur. Bunun üzerine Utbe, Peygamber'e (s.a) gitti ve şöyle dedi: "Ey kardeşimin oğlu, biliyorsun ki sen bundan önce saygıyla anılırdın ve şerefli bir aileye mensupsun. Peki, neden halkına bu tehlikeli meseleyi getirdin? Bununla kavminin arasını açtın, kavmini akılsızlıkla suçluyor, onların dinlerini ve tanrılarını küçümsüyor ve atalarına kâfir diyorsun. Ey kardeşimin oğlu, eğer istediğin zenginlikse, mallarımızı birleştirir seni aramızda en zengin kimse yaparız. Eğer istediğin şerefse, seni liderimiz, istersen kralımız yaparız. Eğer sana musallat olan hastalıktan kurtulamıyorsan seni tedavi edecek en iyi hekimi buluruz." Utbe bu tür konuşmaya devam etti ve Peygamber (s.a) sessizce bekledi. Uzun konuşmasını bitirdiğinde, Peygamber (s.a) : "Ey Velid'in babası, konuşacakların bitti mi, yoksa söyleyecek başka şeylerin var mı?” diye sordu. Utbe, söyleyeceklerini söylediğini bildirdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a): "Şimdi beni dinle!” dedi ve Bismillah diyerek "Fussilet" suresini okumaya başladı. Utbe sanki büyülenmiş gibi onu dinliyordu. Peygamber (s.a) 38. ayete geldiğinde secde yaptı. Daha sonra secdeden başını kaldırıp: "Ey Ebu'l-Velid, sana söyleyeceklerimi söyledim, sen de duydun. Benim söyleyecek başka şeyim yok" dedi. Utbe arkadaşlarının yanına döndüğünde, onlar Utbe'nin yüzündeki ifade değişikliğini fark etmişlerdi: "Tanrı'ya andolsun, sanki o buradan giden adam değil" dediler. Yanlarına vardığında: "Ne yaptın?" diye sordular. "Tanrı'ya andolsun, bugün hiç duymadığım bir söz duydum. Allah'a andolsun, o ne şiir, ne büyü, ne de kehanet… Ey Kureyşliler, size bu adamı kendi haline bırakmanızı tavsiye ederim. Ondan duyduklarımdan mesajının burada büyük bir devrim yaratacağı sonucunu çıkardım. Eğer Araplar onu yok ederlerse kendi kardeşinizi öldürme suçundan kurtulmuş olacaksınız; eğer o Araplara üstün gelirse onun hâkimiyeti sizin hâkimiyetiniz ve onun şerefi sizin şerefiniz olacak" cevabını verdi. İnsanlar ona: "Ey Ebu'l-Velid, Tanrı'ya andolsun, sen onun büyüsüne kapılmışsın" dediler. Bunun üzerine Utbe: 'Ben kendi görüşümü söyledim. İster kabul edin, ister etmeyin' dedi." (İbn Hişam, cilt I, s. 313-314)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla