Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15. August 2009, 02:27 PM   #7
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

42 - De ki: "Geceleyin ve gündüzün sizi Rahman'dan kim koruyabilir?" Aslında onlar, Rablerinin zikrinden yüz çevirenlerdir.
43 - Yoksa onlar için, Bizim astlarımızdan, onlara engel olan bir takım tanrılar mı var? Onlar [O tanrılar] kendilerine yardıma güç yetiremezler. Onlar tarafımızdan desteklenmezler de.
44 – Aslında Biz, onları [o kâfirleri] ve atalarını kendilerine ömür uzun gelinceye dek yararlandırdık. Peki, şimdi Bizim yeryüzüne gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmüyorlar mı? O halde üstün gelen onlar mıdır?
Pasajın ilk ayetinde, peygamberimizden müşriklere yöneltilmesi istenen "Geceleyin ve gündüzün sizi Rahman'dan kim koruyabilir?" şeklindeki soru ile aslında müşriklerin hiçbir zaman Allah’tan kaçamayacakları mesajı verilmektedir. Çünkü “istifham-ı inkari” şeklindeki bu soruya verilebilecek tek cevap “Sizi Allah’ın cezalandırmasından kimse koruyamaz” şeklindedir.
Aynı ayetin devamındaki “Aslında onlar, Rablerinin zikrinden yüz çevirenlerdir” ifadesiyle isemüşrikler hiçbir işe yaramaz bir takım ilahlar edindikleri ve kendilerine birçok fırsat tanınmasına ve mühlet verilmesine rağmen bunları değerlendirmedikleri için kınanmaktadırlar.
“… Rahman'dan kim koruyabilir?” ifadesiyle işaret edilen husus, ayetteki “gece-gündüz” ifadesinden anlaşıldığına göre, müşriklerin dünyadayken başlarına gelebilecek öldürülme, sakat bırakılma, esir edilme, fakirleştirilme gibi cezalardır.
Rabbimiz pasajın son ayetinde ciddi bir uyarı yapmıştır: “Peki, şimdi Bizim yeryüzüne gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmüyorlar mı?
Yeryüzünün etrafından eksiltilmesi” ifadesi birçok anlamlar ihtiva etmektedir. Rabbimiz sürekli olarak bir takım eksiltmelerle; öldürme, fakirleştirme, hastalandırma, fırtına, deprem ve diğer afetlerle noksanlaştırma gibi işlemlerle yeryüzünü bir noktaya doğru sürüklemektedir. Bu, Rabbimizin evren için koyduğu yok oluş, çöküş planıdır. Sürekli geri sayımın devam ettiği, Rabbimizin mevcut düzeni yavaş yavaş geri çevirdiği ve zamanı gelince de bitiş düdüğünü çaldıracağı bu süreç, birinci Sûr’un üflenme aşamasına işaret etmektedir.
Ve onlar, şüphesiz Bizim yeryüzüne geldiğimizi, onu etrafından noksanlaştırdığımızı görmediler mi? Allah hükmeder. O'nun hükmünü engelleyecek hiçbir kimse yoktur. Ve O, hesabı çok hızlı görendir. (Ra’d/41)
Bu ayetler ile ilgili bilimsel bir makaleyi önemine binaen burada naklediyoruz:

DÖNDÜKÇE KUTUPLARDAN BASIKLAŞMA
Onlar görmüyorlar mı ki, gerçekten Yeryüzü'ne yönelip onu uçlarından eksiltiyoruz. Allah hüküm verir. O'nun hükmünü iptal edebilecek olan yoktur. O hesabı çok çabuk görendir.” (Rad/41)
Bu ayettekine benzer bir ifadeyle Enbiya/44’te de Yeryüzü'nün uçlarından eksildiğinden bahsedilmektedir. Kuran hakkında yazılar yazan birçok kişinin bu ayetleri tam anlamıyla kavrayamadıklarına tanık oluyoruz. Örneğin İkrime [Ölümü Hicri 733], bu ayetten doğrudan anlaşıldığı gibi yeryüzünün uçlarından maddi bir eksilme olsaydı, sonunda yaşanacak bir yer kalmayacağını söyler. Kısacası İkrime, ayetin açık anlamından yeryüzünün uçlarından eksildiğini anlamaktadır; fakat böyle bir şeyi mümkün görmediği için ayetin başka türlü anlaşılması gerektiğini söylemektedir. Benzer düşüncelerle Kuran yorumcuları, bu ayetlerle müslümanların kâfir toprakları fethetmelerine ve bu toprakları işgal etmelerine işaret edildiğini düşündüler. Oysa ayetin çevirisinde gördüğünüz gibi ayette ne kâfirlerin toprakları, ne de fetih diye bir ifade geçmektedir. Ayet Mekke'den, Arap Yarımadası'ndan veya herhangi bir yerden de bahsetmemekte, bütün Dünya'dan bahsetmektedir [Arapça Dünya kelimesi "arz" olarak ifade edilir ve Dünya veya yeryüzü olarak çevrilir].
Asırlarca bu ayetin işaretinin anlaşılmamasına şaşırmamalıyız. Çünkü kendi ekseni etrafında dönen bir küremsinin zamanla uçlarından [kutuplardan] basıklaşacağı, son asırda öğrenilmiş bir bilgidir. Dünya'mızın küremsi şeklinde olduğunun da [Dünya genelinde, insanların çoğunluğu tarafından] ancak son asırlarda genel kabul gördüğü unutulmamalıdır. Bu yüzden devam eden bir süreçle Dünya'nın uçlarından eksildiği, yani kutuplarından basıklaştığının asırlarca anlaşılmamasını normal karşılamalıyız. [Ayette "eksilttik" ifadesi yerine "eksiltiyoruz" denmesiyle devam eden bir süreçle Dünya'nın uçlarından eksilme olduğu anlaşılmaktadır. Ayette eğer "eksilttik" denseydi, Dünya'nın ilk günden itibaren bugünkü şeklinde yaratıldığını anlayabilirdik. "Eksiltiyoruz" ifadesi bize bir süreç sonunda oluşumu anlatmaktadır]. Kuran'ın bu ayetinden çıkan şu iki nokta, Dünya'nın yaratılışıyla ilgili bulgularla tam uyumludur:
1- Dünya'nın uçlarından eksilme olmuştur. [Gerçekten de Dünya kutuplardan basık, ekvatorda şişkindir].
2- Dünya ilk oluşum anında şu andan farklıydı. Zamanla, bir süreç sonunda, uçlarından eksilme olmuştur.[Bu Dünya'nın kendi ekseni etrafında dönmesiyle olmuştur. Kuran'ın incelediğimiz ayetinden çıkan bu sonuç da bilimsel bulgularla tam uyumludur].
Peygamberimiz'in yaşadığı dönemdeki insanlar bu ayetin anlamındaki inceliği anlayacak bilimsel seviyeden yoksundular. Hatta günümüzde fizikle ciddi bir şekilde ilgilenmeyen kişilere bile kendi ekseni etrafında dönen bir cismin kutuplardan basıklaşıp basıklaşmayacağını veya Dünya'mızın kendi ekseni etrafında dönüşüyle kutuplardan bir basıklaşmanın oluşup oluşmadığını sorun, cevap alamadığınızı göreceksiniz. Bu bilgi günümüzde bile fiziğe veya Dünya'nın oluşumuna özel ilgisi olanlarca ancak bilinmektedir. Dünya'nın kendi ekseni etrafındaki dönüşündeki merkezkaç kuvveti ve bu kuvvete bağlı olarak oluşan fiziki oluşumlar, Dünya'nın kutuplardan basıklaşmasının sebebidir [Ayetin bu noktanın dışında, Dünya'nın dönüşü ile beraber Dünya'nın etrafından sürekli [az da olsa] madde kaybı oluştuğuna da işaret ettiği düşünülmüştür. Ayetin anlaşılan anlamlarından biri asıl işaretken, diğer bir yan işaretin olması veya ayetin bir kaç önemli hususa birden dikkat çekmesi mümkündür].
Kuran'ın, Uzay ve Dünya'mızın oluşumuyla ilgili ayetleri 21. yüzyılda daha iyi anlaşılmaktadır. Allah'ın son asırlarda dine karşı saldırıların yoğunlaşmasına karşın, Kuran'ın mucizelerini bu asırlarda ortaya çıkartması; Allah'ın bu saldırılara karşı, inananlara bir yardımı ve desteğidir. Günümüzde Uzay'ın ve Dünyanın sırları gittikçe daha çok anlaşılmakta, böylece hem Allah'ın sanatı, hem de Kuran'ın mucizevî yapısı kendilerini daha da çok göstermektedir. Günümüzün bilgi birikimi sayesinde Evren'in yapısı ile Kuran ayetleri arasındaki uyumu daha iyi kavrayabildiğimiz için mutlu olmalıyız.
De ki "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (Zümer/9)
(Kur’an Hiç Tükenmeyen Mucize; Kur’an Araştırmaları Grubu)
44. ayetin sonunda “O halde üstün gelen onlar mıdır?” buyrularak Allah’ın her zaman emrinde galip olduğu vurgulanmıştır.
Allah “Elbette Ben ve elçilerim galip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah Kaviyy’dir, Aziz’dir. (Mücadile/21)
Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz O’da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar. (Muhammed/7)
O, kendi imanları ile birlikte, imanca fazlalaşsınlar diye müminlerin kalplerine sekine [güven- moral- mutluluk] indirendir. Göklerin ve yerin orduları da yalnızca Allah'ındır. Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır. (Fetih/4)
Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz, en üstün olan sizsiniz. (Al-i Imran/139)
Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit yaşamda ve şahitlerin kalktığı [şahitlik edecekleri] günde [kıyamette] kesinlikle yardım ederiz. (Mümin/51)
Ve onu satın alan Mısırlı kişi karısına; “Bunun yerini şerefli tut. Bize faydalı olabilir ya da onu evlat ediniriz” dedi. Ve Biz Yusuf'u böylece yeryüzünde yerleştirdik. Ona olayların tevilini de öğrettik. Ve Allah emrinde galiptir. Fakat insanların çoğu bilmezler. (Yusuf/21)
Ve elbette ki senden önce de elçiler yalanlanmıştı da kendilerine yardımımız gelinceye kadar yalanlanmaya ve eziyet olunmaya sabretmişlerdi. Ve Allah’ın sözlerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. Hiç şüphesiz ki, sana, gönderilmişlerin [elçilerin] haberlerinden bir kısmı gelmiştir de. (En’am/34)
Kesinlikle, Biz kendi kıyınızda bulunan memleketleri helâk ettik. Ayetleri, onlar dönsünler diye tekrar tekrar açıkladık. Öyleyse Allah’ın astlarından güya O’na yakınlığa vesile edindikleri düzme tanrılar, onların azabını savmaya yardım etmeli değil miydi? Tersine o düzme tanrılar kendilerinden ayrılıp kayboldular. Bu, onların yalanlarıdır, uydurmakta oldukları şeydir. (Ahkaf/27)
45 - De ki: "Ben sizi ancak vahiyle uyarıyorum". Uyarıldıkları zaman sağırlar çağrıya kulak vermezler.
46 - Ve şüphesiz, Rabbinin azabından bir esinti onlara dokunursa, kesinlikle ‘Eyvah bizlere! Şüphesiz biz zalimler imişiz’ diyeceklerdir.
47- Biz kıyamet günü için “kıst [hak edilen pay] terazileri” koyarız; hiçbir kimse, hiçbir şeyce haksızlığa uğratılmaz. [o şey] bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getiririz. Ve hesap görenler olarak Biz yeteriz.
Bu ayetlerde Resulullah’a, onlar her ne kadar vahye karşı hasım olsalar da yine onları vahiy ile uyardığını söylemesi emredilmekte, buna karşılık vahye kulak tıkayan müşriklerin genel tavırlarının olumsuz olacağına işaret edilmektedir. Rabbimiz bu olumsuz tavırlarından dolayı onları ahirette başlarına gelecek azapla uyararak akıllarını başlarına almalarını istemektedir.
Resulullah’a söylemesi emredilen “Ben sizi ancak vahiyle uyarıyorum” ifadesinden anlaşılması gereken şudur: Peygamberimiz din adına ne yaptıysa vahye uyarak yapmıştır, yaptığı uyarıların tümünü de vahiy ile yapmıştır. O nedenle din adına kim bir şey söyleyecekse, mutlaka Kur’an’dan söylemelidir. Din adına yapılan her uygulama vahye dayanmalı, kimsenin kendi kuruntusu olmamalıdır.
Arapça bir Kur'an [okuma], müjdeleyici ve uyarıcı olarak, bilen bir kavim için ayetleri detaylandırılmış/ayırılmış, Rahmân Rahîm Allah’tan indirilmiş bir kitap! Buna rağmen onların çoğu yüz çevirmişlerdir. Artık onlar kulak vermezler.
Ve onlar: “Bizi kendisine çağırdığın şeye karşı kalplerimiz bir örtü/ zırh içindedir, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda da bir perde vardır. Artık sen, [yapabileceğini] yap, biz de gerçekten yapıyoruz” dediler. (Fussilet/4, 5)
Ve Allah’a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyolunmadığı hâlde “Bana vahyolundu” diyenden ve “Allah’ın indirdiği gibi ben de indireceğim” diyenden daha zalim kim olabilir? O zalimleri ölümün şiddetleri içindeyken, melekler de onlara ellerini uzatmış, “Nefislerinizi [canlarınızı] çıkarın. Bugün, Allah’a karşı gerçek dışı şeyler söylediğinizden ve O’nun ayetlerine karşı böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız” derlerken bir görsen! (En'âm/93)
Ve kendi dillerinizin yalan vasfetmesi ile Allah’a yalan uydurmak için, “Şu helaldir, şu haramdır” demeyin. Şüphesiz Allah’a yalan uyduran kimseler iflah olmazlar. (Nahl/116)
O [Kur’an], âlemlerin Rabbinden indirilmedir. Eğer o [elçi; Muhammed], bazı sözleri Bizim sözlerimiz olarak ortaya sürseydi, kesinlikle ondan sağ elini [tüm gücünü] alırdık. Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. Artık sizden hiç biriniz ona siper de olamazdınız. (Hakka/44-46)
Biz onların söylediklerini daha iyi biliriz. Ve sen onların üzerinde zorlayıcı değilsin. O halde sen, benim tehdidimden korkan kimselere Kur’ân ile öğüt ver. (Kâf/45)
“Ey Rasül! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun verdiği elçilik görevini iletmemiş [yerine getirmemiş] olursun.Allah da seni insanlardan koruyacaktır. Allah kesinlikle, küfre batmış topluluğa doğru yolu göstermez.” (Mâide/67)
De ki: “Bana vahyolunanda, onları yiyen için, leş, veya akıtılmış kan, yahut domuzun eti -ki şüphesiz o [domuzun eti] ricstir [kirlidir, rahatsızlık vericidir]- yahut Allah'tan başkası adına kesilmiş bir fisk olan hariç, haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Artık kim çaresiz kalırsa, tecavüz etmemek ve zaruret sınırını aşmamak üzere [bunlardan yiyebilir].” İşte şüphesiz senin Rabbin çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (En'âm/145)
Konumuz olan pasajın son ayetinde “kıst terazileri” ifadesi geçmektedir. “Kıst”, “hak edilen pay” demektir. Demek oluyor ki, Rabbimiz herkesin hak ettiğini zulmetmeden verecektir. “Adalet terazileri” değil de “kıst terazileri” denilmesinin sebebi, müşriklerin bazı yaptıklarının teraziye konulmayacağı, müminlere de bire on, bire yedi yüz, dilerse de sınırsız fazlalık verileceği şeklinde açıklanabilir. Adalet terazisi olsa her şey birebir olması gerekirdi.
“Kıst” ve “Adalet” sözcükleri ile ilgili olarak daha evvel Yunus/4’ün tahlilinde (Tebyinü’l-Kur’an; c: 4, s: 497-499) açıklama yapıldığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
Ayrıca “amellerin değerlendirilmesi” ile ilgili şu ayetlere de göz atılmalıdır:
Ve Kitap [amel defteri] konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu göreceksin. Ve “Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış” derler. Ve onlar, yaptıklarını hazır bulurlar. Ve senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez. (Kehf/49)
Ve hani bir zaman Lokman, oğluna öğüt vererek, “Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma, hiç şüphesiz ki şirk [Allah’a ortak koşmak], kesinlikle büyük bir zulümdür. Ey oğulcuğum! Şüphesiz o [şirk, işlenen kötülük] bir hardal tanesi ağırlığında olup da bir kayanın içinde yahut göklerde ya da yerin içinde olsa, Allah onu getirecektir. Şüphesiz Allah en latif, hakkıyla haberdar olandır. Yavrucuğum! Salâtı ikame et, iyiliği emret, kötülükten sakındır. Sana isabet edene de sabret. Şüphesiz bunlar, işlerin kesin olanlarındandır. Ve insanlar için avurdunu şişirme [suratını asma] ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Şüphesiz ki Allah bütün övünen ve kuruntu edenleri sevmez. Ve yürüyüşünde mutedil ol, sesinden kıs. Şüphesiz seslerin en yadırgananı kesinlikle eşeklerin sesidir.” demişti. (Lokman/16)
Her kim zerre miktarı bir hayır ilerse onu görecek, her kim zerre miktarı bir şer işlerse onu görecek. (Zilzal/7, 8)
Şüphesiz ki Allah, zerre kadar zulüm etmez. Ve eğer iyilik ise onu kat kat artırır. Ve kendi katından büyük bir ecir verir. (Nisa/40)
Ve tartı, o gün hakktır. Kimin terazileri ağır basarsa, işte onlar kurtulanlardır.
Kimin terazileri de hafif kalırsa, işte onlar da ayetlerimize karşı zalimlik etmelerinden dolayı kendilerini ziyana sokan kimselerdir. (A’râf/8, 9)
İşte onlar, Rabblerinin ayetlerini ve O’na ulaşmayı inkâr etmişlerdi de bu yüzden yaptıkları bütün amelleri boşa gitmiştir. Artık kıyamet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız [hiç bir değer vermeyiz]. (Kehf/105)

Sur’a üflendiği zaman, işte o gün aralarında soy sop ilişkisi yoktur. İstekleşemezler de [kimse kimseden bir şey isteyemez].
Böylece kimlerin tartıları ağır basarsa, işte bunlar asıl kurtuluşa erenlerdir.
Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir; cehennemde sürekli kalıcıdırlar.
Orada onlar dişleri sırıtır halde iken ateş yüzlerini yalar.
Benim ayetlerim size okunmadı mı? Siz ise onları yalanlıyordunuz.
Dediler ki: “Rabbimiz! Azgınlığımız bizi yendi ve biz, bir sapıklar topluluğu olduk.
Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha aynısını yaparsak işte o zaman gerçekten biz zalimleriz.”
[Allah] Dedi ki: “Alçaldıkça alçalın orada! Bana konuşmayın da. (Müminun/101-108)
Ant olsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve teraziyi/ölçüyü indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir güç ve insanlar için yararlar vardır. Bu, Allah’ın, kendine ve peygamberlerine görmeden yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür. (Hadid/25)
Allah, bu kitabı ve teraziyi/ölçüyü hakkla indirendir. Ve sana ne bildirir ki, belki de o Saat [kıyamet] çok yakındır! (Şûra/17)
Ve semayı… Onu yükseltti ve teraziyi/ölçüyü koydu. Sakın terazide/ ölçüde taşkınlık etmeyin. (Rahman/7, 8)
48, 49 – Ve ant olsun ki, Musa ve Harun’a Furkan’ı; ve gaybde Rabblerine haşyet duyan, Saat’ten [kıyametin kopmasından] içleri titreyen takva sahipleri için bir ışığı ve öğüdü verdik.
50 - İşte bu [Kur'an] da Bizim indirdiğimiz mübarek bir öğüttür. Şimdi siz bunu inkâr eden kimseler misiniz?
Bir önceki pasajda vahiy ile ilgili öğüt verme, uyarma gereği üzerinde durulmuştu. Bu ayetlerde de geçmişte yapılan vahiy ile öğütlere, Musa ve Harun’a verilen kitaba değinilmekte, bunun Rabbimizin rahmetinin bir tecellisi olduğu bir kez daha hatırlatılarak Kur’an’ın da yine O’nun indirdiği bir öğüt olduğu bildirilmektedir.
Ayetlerde, Allah’ın gönderdiği tüm vahiylerin “hakkı batıldan ayırıcılık [Furkan]”, doğru yolun bulunması için bir “ışık” oluş ve yanlış yapanları uyarmak için “öğüt” olma gibi ortak özellikleri dikkat çekmektedir.
“ الفرقانFurkan” sözcüğü, “iki şeyi birbirinden ayırmak” anlamındaki “ فرق fark” kökünden türemiştir ve “ فارقةfarika” sözcüğü ile aynı anlama gelir. Yaygın kullanımına bakıldığında, “fark” sözcüğünün türevleri olan tefrik, firak, firkat, fırka, tefrika, ferik sözcüklerinin somut şeyler [mahsusat] için; “ فارقاتfarikat”, “ فاروق Faruk” ve “الفرقان furkan” sözcüklerinin ise soyut şeyler [makulât] için kullanıldığı görülür.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla