Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27. September 2008, 11:27 PM   #7
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

28.Ve onlar bir iğrençlik yaptıkları zaman, “Babalarımızı bu yolda bulduk, bunu bize Allah emretti” derler. De ki: “Allah iğrençliği emretmez. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?”

29.De ki: “Rabbim hakkaniyeti emretti. Her mescidin yanında; toplum içinde yüzünüzü; tüm benliğinizi O’na doğrultun ve dini yalnız Kendisine has kılarak Rabbinize yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi O’na döneceksiniz.”

30.Bir grubu doğru yola iletti, bir gruba da sapıklık hak oldu; onlar, şeytânları, Allah’ın astlarından, yol gösteren, yardım eden ve koruyan yakınlar edindiler ve kendilerinin de kesinlikle kılavuzlanan doğru yolda olduklarını sanıyorlar.

33.De ki: “Rabbim, sadece iğrençlikleri; onun açık ve gizli olanını, günahları, haksız yere başkaldırmayı, haklarında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram etmiştir.”

Bizim kanaatimize göre 28-30 ve 33. âyetler ayrı bir necm olup bu necmin devam etmekte olan konu ile bir ilgisi yoktur. Bu âyetler Mushaf’ın tertibi sırasında sahabe tarafından parantez içi bir ifade olarak buraya konulmuş olmalıdır. Biz bu âyetleri Kur’ân’ı iyi anlamak isteyenlerin bu özelliği dikkate alarak okumalarını öneriyoruz.

Konusu itibariyle bu âyetler Sâd/1-11′in devamı niteliğindedir. Böyle olunca, 28. âyetin başındaki Ve onlar ifadesinin Sâd/2′de sözü edilen inkâr edenler‘e ait olduğu ortaya çıkmakta ve böylece âyetler de doğru olarak anlaşılmaktadır.

Aslında bize göre bu âyetleri aşağıdaki âyetlerin devamı olarak okumak, onların daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır:

15.Şüphesiz onlar, oldukça tuzak kuruyorlar. 16.Ben de onları cezalandırırım. 17.Bu yüzden sen kâfirlere; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere mühlet ver, onlara azıcık zaman tanı.

(Târık/15-17)

2.Onlar ise bir alâmet/gösterge görseler hemen yüz çeviriyorlar ve “Devam edip giden bir büyüdür” diyorlar.

3-5.Kur’ân’da kendilerine verilen her emir, “kararlaştırılmış, en üstün seviyede yeterli, haksızlık ve kargaşayı engellemek için konulmuş bir kanun, düstur ve ilke” olduğu hâlde onlar yalanladılar ve tutkularına uydular. Şüphesiz onlara vazgeçirecek haberler de gelmişti. Buna rağmen uyarılar yarar sağlamıyor.

(Kamer/2-5)

1.Sâd/90. Öğüt/şeref sahibi Kur’ân kanıttır ki, 3.onlardan önce nice kuşakları değişime, yıkıma uğrattık Biz. Onlar da çağrıştılar. Ama artık kurtuluş vakti değildi. 2.Aksine o kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedeno kimseler bir gurur ve bölünme içindedirler.

4,5.Ve içlerinden kendilerine bir uyarıcı geldiğine şaştılar da o kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedeno kimseler, “Bu bir sihirbazdır, çok çok yalan söyleyen birisidir. O bunca ilâhı, bir tek ilâh mı yapmış? Bu gerçekten çok şaşılacak bir şey!” dediler.

6-8.Ve içlerinden ileri gelenler yürüdüler: “İlâhlarınız üzerinde direnin ve sözünüzden, kararınızdan dönmeyin. Bu, gerçekten, sizden beklenen bir şeydir! Biz bunu son/başka bir dinde işitmedik, bu ancak bir uydurmadır. Öğüt/ Kitap aramızdan o’nun üzerine mi indirildi?” –Aksine onlar Benim öğüdümden/ Kur’ân’dan yetersiz bilgi içindeler, aksine onlar henüz azabımı tatmadılar.–

9-11.Yoksa çok güçlü ve çok bağış yapan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır? Ya da bütün o göklerin, yerin ve aralarında olanların mülkü onların mıdır? Öyleyse, burada, çeşitli gruplardan oluşmuş, bozguna uğramış bir ordu olan onlar, her yolu deneyerek yükselsinler, ellerinden gelen her şeyi denesinler!

(Sâd/1-11)

Biz, Mushaf’ta bu âyetler arasında yer almış olan diğer âyetleri de birer parantez olarak düşünüyor ve tahlilimize bu anlayışla devam ediyoruz:

28.Ve onlar bir iğrençlik yaptıkları zaman, “Babalarımızı bu yolda bulduk, bunu bize Allah emretti” derler. De ki: “Allah iğrençliği emretmez. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?

“ONLAR”IN KİMLİĞİ: Yukarıda da açıkladığımız gibi, buradaki onlar zamiri ile kasdedilenler, Peygamberimiz ile mücâdele eden ve şirkte direnen “Mekkeli müşrikler”dir.

فواحش [fevâhiş], “çirkin iş, yüz kızartıcı söz veya davranış, olması gereken sınırı aşmak, söz ve cevapta taşkınlık etmek” anlamına gelenفحشاء [fahşâ] sözcüğünün çoğulu olup bu ifadeler ile ilgili ayruntılı nilgi Necm suresinde verilmiştir.

Fuhş, fahşâ ve fâhişe kelimeleri, Râgıb el-İsfehanî tarafından, “son derece çirkin söz ve fiiller” olarak tanımlanmıştır.[24]

Fâhişe sözcüğünün çoğulu olan fevâhiş sözcüğü ise Kur’ân’da had cezasını [ağır cezayı] gerektiren hâller için kullanılmıştır. (En‘âm/151, A‘râf/33, Şûrâ/37, Necm/32). Müminler bu suçlardan uzak durmalı ve kendi aralarında bu ahlâksızlığın yayılmasına fırsat vermemelidirler. Zira düşmanları bu konuda sinsice çalışmaktadırlar.

Klâsik kaynaklarda, konumuz olan âyetteki fâhişe sözcüğüyle, Kâbe’yi çıplak tavaf eden ve kendilerine engel olmak isteyenlere karşı bu davranışın atalarından kalma ve onlara da Allah tarafından emredilmiş bir amel olduğunu söyleyen câhillerin kastedildiği ileri sürülmüştür. Bizim görüşümüz, bu sözcüğün ifade ettiği iğrençliklerin bununla sınırlı olmadığıdır. Öyle ki, Peygamberimize direnen o günkü Mekkeli idarecilerin başta şirk olmak üzere daha birçok sapıklıkları da bu sözcüğün kapsamı içerisindedir.

TAKLİT, ATALAR DİNİ: Hatırlanacak olursa, Sâd sûresi’nde, Peygamberimize direnen idareciler, kulun kula kulluğunu yasaklayan “tevhîd” [Allah'ı birleme] konusunda iğrenç bir tavır göstermişler ve atalarından böyle bir şey görmediklerini dile getirmişlerdi:

4,5.Ve içlerinden kendilerine bir uyarıcı geldiğine şaştılar da o kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedeno kimseler, “Bu bir sihirbazdır, çok çok yalan söyleyen birisidir. O bunca ilâhı, bir tek ilâh mı yapmış? Bu gerçekten çok şaşılacak bir şey!” dediler.

6-8.Ve içlerinden ileri gelenler yürüdüler: “İlâhlarınız üzerinde direnin ve sözünüzden, kararınızdan dönmeyin. Bu, gerçekten, sizden beklenen bir şeydir! Biz bunu son/başka bir dinde işitmedik, bu ancak bir uydurmadır. Öğüt/ Kitap aramızdan o’nun üzerine mi indirildi?” –Aksine onlar Benim öğüdümden/ Kur’ân’dan yetersiz bilgi içindeler, aksine onlar henüz azabımı tatmadılar.–

(Sâd/4-8)

Rabbimiz Kur’ân’da atalar dininin benimsenmesi üzerinde çokça durmuş ve insanları sürekli uyarmıştır:

170.Ve onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun” dendiği vakit, “Aksine biz, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız” dediler. Ataları bir şeye akıl erdirmez ve kılavuzlandıkları doğru yolu bulmaz idiyseler de mi?

(Bakara/170)

104.Ve onlara: “Allah’ın indirdiğine ve Elçi’ye gelin” dendiği zaman: “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter” dediler. Ataları bir şey bilmeyen ve kılavuzlanan doğru yolu bulmayan kimseler olsa da mı?

(Mâide/104)

Bu konuda ayrıca şu âyetlere de bakılabilir: Yûnus/78, Enbiyâ/53, Şu‘arâ/74, Lokmân/21, Zuhruf/23.

29.De ki: “Rabbim hakkaniyeti emretti. Her mescidin yanında; toplum içinde yüzünüzü; tüm benliğinizi O’na doğrultun ve dini yalnız Kendisine has kılarak Rabbinize yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi O’na döneceksiniz.”

Yaptıkları iğrençlikleri Allah’ın emriymiş gibi göstererek kendilerini savunmaya kalkışan Mekkeli müşriklere, Rabbimiz de peygamberinin şöyle cevap vermesini emretmektedir:Allah iğrençliği emretmez. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?

Rabbimizin Mekkeli müşriklere denilmesini istediği sözler bu âyette şöyle devam etmektedir: Rabbim adaleti emretti.

Gerçekten de dinin amacını “insanı kula kulluktan kurtarmak ve yeryüzünde adaleti sağlamak” diye özetlemek mümkündür. İnsanlara verilen tüm görevler bu ilkenin gerçekleşmesini sağlamaya yöneliktir.

YÜZÜ ALLAH’A DOĞRULTMAK: Yüzü Allah’a doğrultmak ifadesi, kişinin yüzünü yön olarak Allah’a çevirmesi anlamına değil, “tüm benliğiyle Allah’a yönelmesi” anlamına gelen bir deyimdir. Yüz, vesikalık fotoğrafta olduğu gibi kişinin kimliğini tümden ifade eder. “Tüm benliğiyle Allah’a yönelmek”, inananlardan sürekli istenen ve beklenen bir tavırdır:

20.Buna rağmen eğer seninle tartışırlarsa de ki: “Ben tüm benliğimi Allah için İslâmlaştırdım/ben Müslüman oldum. Bana uyanlar da Müslüman oldular.” Kitap verilenlere ve Anakentliler’e: “Siz de sağlamlaştırdınız mı/ İslâm’ı kabul ettiniz mi?” de. Eğer sağlamlaştırırlarsa/İslâm’a girerlerse, artık kılavuzlandıkları doğru yola ermişlerdir. Ve eğer sırt çevirirlerse sana düşen sadece mesajı iletmektir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.

(Âl-i İmrân/20)

78,79.Sonra güneşi doğarken görünce de, “Bu benim rabbimdir, bu daha büyük!” dedi. Sonra o da batınca, “Ey toplumum! Şüphesiz ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Kesinlikle ben hanif; bâtıl inançlardan dönmüş biri olarak yüzümü, gökleri ve yeri yoktan var edene/yok edecek olana çevirdim ve ben ortak koşanlardan değilim” dedi.

(En‘âm/79)

112.Hayır, aksine kim iyileştiren-güzelleştiren biri olarak kendisini Allah için islâmlaştırırsa, işte onun, Rabbi katında ödülü vardır. Onlara hiçbir korku da yoktur ve onlar üzülmezler de.

(Bakara/112)

DİNİN ALLAH’A HAS KILINMASI: Kendini Müslüman ve dindar olarak niteleyen herkes, Rabbimizin bu âyetteki açık ve net talimatı doğrultusunda, sahiplendiği dinin “Allah’ın saf dini” olmasına dikkat etmek durumundadır. Ne var ki, yüzyıllardır insanlar Allah’ın saf ve tertemiz dininden farklı, katkılı ve yozlaşmış bir dini hayat sürdürmektedirler. Çünkü Allah’ın saf ve tertemiz dininin içerisine şeyhler, imamlar, üstadlar marifetiyle hevâ-hevese, paraya, siyasete, ideolojiye dayalı birçok katkı maddesi karıştırılmıştır. Yaşanan dinî hayatın bu durumda olup olmadığını anlamak aslında çok kolaydır. Yapılacak iş, sürdürülen inançların ve ortaya konan amellerin Allah tarafından mı yoksa başkaları tarafından mı belirlendiğine bakmaktan ibarettir. Allah’ın saf dini, Fâtiha’nın “besmelesi” ile Nâs sûresi’nin “ve’n-nâs” ifadesi arasındadır. Din adına ne varsa, iman ve ameliyle hepsi Kur’ân’dadır. Kur’ân’da yer almayan inanç ve ameller, Allah’ın saf dini dışında kalan din dışı inanç ve amellerdir. Bizim dayatılmış olduğunu çeşitli vesilelerle açıkladığımız inanç ve ameller de işte bu inanç ve amellerdir.

Âyette de görüldüğü gibi, Rabbimiz bizden dinin Allah’a hâlis kılınmasını istemektedir. Bu da yaşanan dinde Allah’ın koymadığı hiçbir inanç ve amelin bulunmaması anlamına gelmektedir:

1.Bu kitabın indirilmesi, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan; mutlak galip, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah’tandır.

2.Şüphesiz ki, Biz bu kitabı sana gerçekle indirdik. Öyleyse Din’i sadece O’nun için arındırarak Allah’a kulluk et.

3.Dikkatli olun, halis din sadece Allah’a aittir. O’nun astlarından birtakım yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinenler: “Allah’ın astlarından edindiğimiz yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar, bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz.” Şüphesiz kendilerinin ayrılığa/anlaşmazlığa düşüp durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez.

(Zümer/1-3)

11,12.De ki: “Ben, kesinlikle dini yalnızca Kendisine özgü kılarak Allah’a kulluk etmekle emrolundum. Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir verildi.”

13.De ki: “Şüphesiz Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabından korkarım.”

14-16.De ki, “Dinimi yalnız Kendisine arındırarak Allah’a kulluk ediyorum. Buna rağmen siz, O’nun astlarından dilediğinize kulluk yapınız.” De ki: “Şüphesiz asıl kaybedenler, kıyâmet gününde kendilerini ve ailelerini ve yakınlarını kayba uğratanlardır.” –Dikkatli olun! İşte bu, apaçık bir kaybın ta kendisidir. Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar vardır. İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor: Ey kullarım! Benim korumam altına girin.–

Zümer/11-16)

14.Öyleyse, kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler hoşlanmasa da dini sadece Kendisine ait kılarak Allah’a dua edin.

(Mümin/14)

65.O, diridir, O’ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Bu nedenle, dini sadece O’nun için arındıranlardan olarak O’na dua edin. Tüm övgüler yalnız âlemlerin Rabbi Allah’adır; başkası övülemez.”

(Mümin/65)

5.Oysa ki onlara sadece, dini yalnız Allah için arındıran kişiler hâlinde sadece Allah’a kulluk etmeleri, salâtı ikame etmeleri [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmaları, ayakta tutmaları], zekâtı/vergiyi vermeleri emredilmişti. Ve işte bu, doğru/eksiksiz/aşınmaz dindir.

(Beyyine/5)

Âyetteki Allah’a hâlis kılınmış din ifadesinden, bir de hâlis olmayan, Allah’a özgü kılınmamış bir dinin varlığı anlaşılmaktadır. Bize göre bu din, azizlerin, şeyhlerin, papazların, hocaların, hahamların, efendilerin, Firavun’la türdeş olan ceberut liderlerin ekledikleri katkı maddeleriyle bozulmuş, yozlaştırılmış kalp dindir. Oysa Rabbimizin bu konu üzerindeki hassasiyeti bize göstermektedir ki, yaşanan din Allaha özgü, saf, katkısız, katışıksız, bir bakıma “hâlis süt” gibi olmalıdır. Hâlis süt nasıl hiçbir katkı maddesi içermezse, hâlis din de Allah’tan başkasının hükümlerini içermemelidir.

Bu konuda bize düşen görev, Allah’ın gerçek dinini bu katkı malzemelerinden arındırmak ve onu Allah’tan geldiği gibi saf ve hâlis bir halde insanlara ulaştırmaktır.

30.Bir grubu doğru yola iletti, bir gruba da sapıklık hak oldu; onlar, şeytânları, Allah’ın astlarından, yol gösteren, yardım eden ve koruyan yakınlar edindiler ve kendilerinin de kesinlikle kılavuzlanan doğru yolda olduklarını sanıyorlar.

ALLAH KİME YOL GÖSTERİR, KİMİ SAPIKLIKTA BIRAKIR: Bu konu Tekvîr sûresi’nin tahlilinde “Meşîet” başlığı altında tahlil edilmiştir.

Âyetlerde görüyoruz ki, Allah her şeyin ve her işin asıl yaratıcısıdır. Bu durum O’nun ilâhlığının olmazsa olmaz gereğidir. Şu hâlde dalâleti de, hidâyeti de yaratan Allah’tır. Ancak dalâleti ve hidâyeti isteyen ve o yönde meyil gösteren bizzat kulun kendisidir.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Hidâyet ve dalâletin Allah’a izafesi “yaratma” açısından, insana izafesi ise “seçme” açısındandır.

Bu âyetle artık Mekkeli müşriklere verilen özel mesaj bitmiş, bundan sonra tüm insanları muhatap alan genel mesajın verilmesine başlanmıştır:

31.Ey Âdemoğulları! Her mescidin yanında; toplum içinde süslerinizi alın, yiyin-için fakat savurganlık etmeyin; kesinlikle Allah, savurganları sevmez.

32.De ki: “Allah’ın, kulları için çıkardığı zînetleri ve tertemiz rızıkları kim haram etmiş?” De ki: “Bunlar, iğreti dünya hayatında inananlar içindir –kıyâmet gününde yalnız onlar için olmak üzere–.” İşte böylece Biz, âyetleri bilen bir topluluğa ayrıntılı olarak açıklıyoruz.

Bu pasajla ilgili olarak klâsik kaynaklarda Kâbe’yi çıplak tavaf eden Arap kadınlarının veya tüm Arapların bu âyetlerden sonra artık Kâbe’yi çıplak değil de elbiseli olarak tavaf etmeleri gerektiğine dair birçok rivâyet mevcuttur. Tefsirlerin hepsinde de bu doğrultuda açıklamalar yer almıştır.

Ancak biz, Âdem-İblis kıssasından bu yana anlatılanlarda geçen elbisenin “beden giysisi” olmadığına kani olduğumuz için söz konusu rivâyetlere itibar etmiyor, burada hiçbirine yer vermiyoruz.

MESCİD: “Namaz kılınan yer” olarak meşhurlaşmış olan المسجد[mescid] sözcüğü, “secde edilen [Allah'a boyun eğilen] mekân, yer” demektir ki, bu tanımlamaya göre evrenin her yanı, yani her yer bir mescittir.

ZİYNET: الزّينة[ziynet] sözcüğü, “dünya ve âhirette insanın onurunu yükselten şey” demektir. Bu şey mal-mülk, para-pul, süs eşyası, güzellik, yakışıklılık, sağlık, makam-mevki gibi basit dünya süsü cinsinden bir şey olabileceği gibi, iman, güzel amel, güzel huy, ahlâk, edep, vakar gibi gerçek başarı anahtarı cinsinden bir şeyler de olabilir.[25]Kur’ân’da bu anlamlarda kullanılmış pek çok örnek mevcuttur.

İSRÂF: الاسراف[isrâf] sözcüğü de gerçek anlamı dışında, “harcamadaki aşırılık, savurganlık” olarak meşhurlaşmıştır. Sözcüğün esas anlamı “sınırı aşmak, hakka tecavüz etmek” demektir ve insan davranışlarındaki her türlü sınırı aşma bu sözcüğün kapsamına girmektedir.[26]

“Mescid”, “ziynet” ve “isrâf” sözcüklerinin yer aldığı 31. âyet, Rabbimizin “kıst”ı [hakk ve adaleti, dengeyi, orta yolu] emredip aşırılığı men ettiği 28-29. âyetlerin tefsiri mâhiyetindedir. Burada insanoğluna verilen mesaj şudur: Kişi, her yerde ve her zaman maddî ve manevî ziynetlerini takınmalı [temiz ve bayramlıklarını giymiş olmalı, pis, kirli olmamalı], kişisel veya toplumsal tüm davranışlarında Allah’ın koyduğu sınırları aşmamalı, halim-selim, olgun ve onurlu olmalıdır.

Bu mesaja uygun kişisel davranış örneği olarak insanın yiyip içerken haddi aşmaması ve dengeli beslenmesi; toplumsal davranış örneği olarak da helâli haramlaştırmaması, haramı da helâlleştirmemesi verilebilir.

Rabbimiz bir şeyin helâl veya haram kılınmasını salt Kendine ait bir yetki olarak ortaya koyduğundan, insanların kendi kafalarına göre haramlaştırma veya helâlleştirme yapmaları tam anlamıyla hadlerini aşmaları anlamına gelmektedir. Bu davranış hiç kuşkusuz “isrâf” sözcüğü kapsamına giren bir davranıştır. 32. âyetteki Allah’ın kulları için çıkardığı ziynetleri ve tertemiz rızkları kim haram etmiş ifadesi, insanların kendi çıkarları doğrultusunda oluşturdukları yasaklara ve serbestliklere karşı Rabbimizin tavrını yansıtmaktadır. Bir istifham-ı inkârî [cevabı beklenmeyen soru] olan bu ifade, aynı zamanda bu konuda yanlış davrananlara da bir azar mahiyetindedir.

Bu noktada akla hemen altının ve ipeğin erkeklere haram kılınması gelmektedir. Oysa bu iki nesnenin erkeklere haram olduğuna dair Kur’ân’da herhangi bir hüküm yoktur. Dolayısıyla kendi kendilerine bir takım haramlar koyanlar, Rabbimizin Allah’ın kulları için çıkardığı ziynetleri ve tertemiz rızkları kim haram etmiş sözlerinin birebir muhatapları olmaktadırlar. Ancak bu konuda dikkat edilmesi gereken asıl şey, sadece altın ve ipek ile sınırlı olmamak kaydıyla, Allah’ın kulları için çıkardığı bütün nimetlerin gurur ve kibre âlet edilmemesi veya başkalarının kıskanmalarına yol açacak şekilde kullanılmamasıdır. Çünkü nitelikleri ne olursa olsun, nimetlerin bu amaçlarla kullanılması, ilâhî ilkeler bakımından çirkin bir davranıştır. Meselâ, yaşadığı ortamdaki insanların standartlarının çok üstünde ve pek çoğunun mevcut imkânlarıyla asla sahip olamayacakları özellikte bir araba almak veya bir ev yaptırmak bize göre böyle davranışlardandır.

طيّبات [TAYYİBÂT]: Rızktan tayyibât, “hoş, sevilen, yararlı gıdalar” demektir. Bir gıdanın bu tanım kapsamına girip girmediği, bize göre kişisel görüşlerle tespit edilmemelidir. Geçmişte çeşitli kişilerin zevk ve görüşlerindeki farklılıklar, ortaya önemli ihtilâflar çıkarmıştır. Meselâ midye, istiridye, ıstakoz türü deniz ürünlerinin tayyibâttan olduğunu kabul edenlere karşılık, bunları habis [iğrenç] bulan ve haram kabul edenler de olmuştur. Aslında bir gıdanın yararlı olup olmadığının kararı ancak bu konunun uzmanları tarafından verilebilir.

Dolayısıyla, bir şeyin tayyibâttan kabul edilmesinde kişilerin zevk anlayışları değil, bilimsel veriler etkili olmalıdır. Bu konuda Rabbimizin koyduğu genel ilkeler şunlardır:

4.Sana, kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar. De ki: “Size iyi ve temiz şeyler ve Allah’ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların avları helal kılındı.” Artık onların sizin için tuttuklarından yiyin ve üzerine Allah’ın adını anın ve Allah’ın koruması altına girin. Şüphesiz Allah, hesabı pek çabuk görendir.

(Mâide/4)

87.Ey iman eden kimseler! Allah’ın size helal kıldığı temiz-nefis-güzel şeyleri haram saymayın. Ve aşırı gitmeyin. Şüphesiz Allah, aşırı gidenleri sevmez.

88.Ve Allah’ın size verdiği rızıklardan helal ve temiz olarak yiyin ve siz, inandığınız Allah’ın koruması altına girin.

(Mâide/87-88)

156,157.Allah diyor ki: “Benim azabım var; onu dilediğime dokundururum, rahmetim de var; o ise her şeyi kuşatmıştır. Onu da özellikle Allah’ın koruması altına girenlere, zekâtını; vergisini verenlere ve âyetlerimize inananlara; kendilerine iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine serbestleştiren, kirli, pis ve kötü şeyleri de üzerlerine yasaklayan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrât ve İncîl’de yazılmış bulacakları Anakentli/ Mekkeli Peygamber, o Elçi’ye uyan kimselere yazacağım. O hâlde, O’na iman eden, O’na kuvvetle saygı gösteren, O’na yardımcı olan ve O’nun ile birlikte indirilen nûru izleyen kimseler var ya, işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”

(A‘râf/157)

Görüldüğü gibi Rabbimiz, özel hükümlerle belirlediği leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası için kesilen hayvan eti dışındaki bütün yiyecek ve içeceğin “tayyib” olanlarını helâl kılmıştır. Bu konuda ayrıca şu âyetlere bakılabilir: Bakara/57, 172; Mâide/5; Tâ-Hâ/81; Müminûn/51.

Âyetteki Bunlar, iğreti hayatta inananlar içindir, –kıyâmet gününde yalnız onlar için olmak üzere– ifadesinden, esas olarak ziynetlerin ve tayyibâtın dünyada da müminlerin olmasının istendiği anlaşılmaktadır. Çünkü bu nimetleri veren Allah’a iman eden ve bağlılık gösteren onlardır, dolayısıyla da bu nimetler onların olmalıdır. Bu, özünde doğru olmakla birlikte, bu dünyanın bir imtihan yeri olması sebebiyle dünyadaki süslerin ve temiz rızkların kâfirlere de verilmesi söz konusudur. İğreti dünya hayatında bu nimetlerle yaşayan, hatta belki müminlere nazaran bu nimetlerden daha fazla pay alan kâfirlerin, ödüllerin iman ve amel esasına göre dağıtılacağı âhirette bu nimetlerden mahrum bırakılacakları ise kesindir.

Çünkü orada bu ödüller sadece müminlerin olacaktır:

20.Ve kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmişkişiler ateş üzerinde yayılacakları gün: “Siz iğreti dünya hayatınızda bütün güzel şeylerinizi giderdiniz, onlar ile yararlandınız, artık yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanız ve hak yoldan çıkıcılık edip durduğunuzdan dolayı bu gün alçaltıcı bir azap ile karşılık göreceksiniz!”

(Ahkâf/20)

32.âyetin İşte böylece Biz, âyetleri bilen bir topluluğa ayrıntılı olarak açıklıyoruz ifadesiyle bitmesi, bilgisizlerin muhatap alınmadığını, bu söylenenleri anlayıp kavramalarının ve uygulamalarının onlardan beklenmediğini göstermektedir. Bu ifadeyi, bilgisizliğin bir toplumu ne denli aşağı bir duruma düşürdüğüne dair bir ima olarak değerlendirmek de mümkündür.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla