Tekil Mesaj gösterimi
Alt 6. October 2008, 08:27 AM   #8
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart

İlâhî ilim kulların irade ve kudretlerini ortadan kaldırmaz, aksine YÜCE ALLAH kulların fiillerini hür irade ve kudretleriyle yapacaklarını bilir. Takdir ilâhî ilme, o da mâlûma tâbi olduğundan bilgiye konu teşkil eden nesne ve olaylar (mâlûm) üzerinde etkide bulunmaz. YÜCE ALLAH hangi sonuçların hangi sebeplere bağlı olduğunu, bunlara kimlerin başvuracağını ve nasıl bir netice elde edeceğini, yani nesne ve olayları sebep ve sonuçlarıyla birlikte ezelde bilir. Kullara ait fiiller ezelde YÜCE ALLAH tarafından bilindiği için bunlar vuku bulsaydı iyi fiil sahiplerinin övülmesi ve kötü fiil yapanların yerilmesi anlamsız kalır, sonuç olarak bu durum adaletle bağdaşmazdı (Kadî Abdülcebbâr, Müteşâbihü’l-Kur’ân, s. 170–171; Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 89–91; Beyâzîzâde, s. 251–252, 280).

Şu halde YÜCE ALLAH ezelde kimin cennete, kimin cehenneme gireceğini bilir. Kulun cennete veya cehenneme girmesi ilâhî ilmin değil iyi veya kötü amel işlemenin sonucudur. Bu sebeple kimse iyi amel işlemeden cennete, kötülük yapmadan da cehenneme girmez (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-ıayb, II, 43–45; Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 91–92). Mu‘tezilî, Selefî ve Sünnî âlimler bu görüştedir.

HZ. KUR’AN’DA YÜCE ALLAH’IN genel anlamda nesne ve olayları vukuundan önce bildiğine temas edilmekle birlikte bu ilmin gaybî ve bilkuvve bir nitelik taşıdığını, varlık ve olaylar vuku bulduktan sonra aynî ve fiilî hale geldiğini kabul etmek gerekir. Zira YÜCE ALLAH nesne ve olayları ezelde gerçekleşmiş olarak değil gerçekleşecek diye bilir. Nesne ve olaylar vuku bulduktan sonra ise onları vuku bulmuş ve mevcut olarak bilir. Çünkü mevcut olmayan bir şeyi mevcut olarak bilmek imkânsızdır. Buna göre ilâhî ilmin nesne ve olaylarla irtibatı iki türlüdür. Biri YÜCE ALLAH’IN var olacak her şeyin vuku bulacağını ezelde bilmesidir, bu kadîmdir. Diğeri de nesne ve olayların vuku bulmasından sonra onları vuku bulmuş ve mevcut olarak bilmesidir, bu ise hâdistir. İbn Teymiyye ve Reşîd Rızâ gibi Selef âlimleriyle bazı Sünnî kelâmcıları bu görüşü benimser (Hayyât, s. 92; Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 338; Siyâlkûtî, s. 25–26; Reşîd Rızâ, II, 9; IV, 148–150).

2. YÜCE ALLAH’IN Nesne ve Olaylara İlişkin İlmini Yazması. Bu konuda da farklı görüşler ileri sürülmüştür.

a) YÜCE ALLAH kâinatı yaratmadan önce kalemi ve levh i mahfûzu yaratmış, vuku bulacak her şeye dair ilmini levh i mahfûza yazmıştır. Ancak bu yazma fiili nesne ve olayların tasvirinden ibarettir. Bu, ‘’Belli bir zamanda ve belli bir yerde şöyle şöyle vuku bulacak’’ tarzında bir tasvir olup ‘’vuku bulsun’’ şeklinde bir hüküm değildir. Dolayısıyla kâinata dair ilâhî ilmin levh i mahfûza yazılması insanları fiillerinde icbar altında bırakmaz. Nitekim insan levh i mahfûzda ne yazıldığını bilmeden kendi hür iradesine göre davranır. Selefiyye, Sünnî kelâmcıları ve İsnâaşeriyye Şîası bu görüştedir (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-ıayb, XVI, 85; XXIX, 237; Beyâzîzâde, s. 72, 271–279; Reşîd Rızâ, VII, 471–478).

b) YÜCE ALLAH’IN levh i mahfûza yazdığı olaylar sadece insanların başına gelecek olan felâket ve musibetlerdir. Mükelleflerin fiilleri levh i mahfûza yazılsa bile bu yazıya aykırı fiiller yapabilirler. Eğer levh i mahfûza yazılanlara aykırı davranmak mümkün olmasaydı insanlar önceden haklarında yazılanları yapmaya mecbur kalırdı. Bu aynı zamanda YÜCE ALLAH’IN irade ve kudretini sınırlar ve dilediğini yapan bir varlık olma niteliğini ortadan kaldırır. Mu‘tezile ve Zeydiyye âlimleri bu fikri savunur (Hâdîİlel-hak, II, 38, 113, 214; Kadî Abdülcebbâr, Müteşâbihü’l-Kur’ân, s. 336). c)

YÜCE ALLAH’IN nesne ve olayları levh i mahfûza yazması, bir melek olan kalemin gerçekleri düşünmesi ve kavradığı anlamları yine bir melek olan levh i mahfûza aktarmasıdır. Bu da İbn Sina’nın görüşüdür (Faruk ed-Desûkı, II, 492–493).

3. YÜCE ALLAH’IN Nesne ve Olayları Dilemesi. İlâhî irade ile nesne ve olaylar arasındaki ilişkiye dair görüşler de farklıdır.

a) YÜCE ALLAH iyi kötü, hayır şer, iman-inkâr, itaat-isyan türünden olan her şeyin vuku bulmasını diler. Dilediği olur, dilemediği olmaz. Olmasını dilemediği halde hükümranlığı altında kötülüğün, inkâr ve isyanın gerçekleşmesi aciz olmasını gerektirir, bu ise muhaldir. Naslarda hiçbir varlık ve olayın ilâhî iradenin kapsamı dışında kalmadığına işaret edilir. İnsanların hak yoldan ayrılmamak için YÜCE ALLAH’TAN yardım istemeleri de ilâhî iradenin enginliğini gösterir. Aslında insan farkına varmadan ilâhî iradeye göre hareket eder. Zira onun karar ve davranışları zihninde bulduğu düşüncelere bağlıdır, bu düşünceleri zihinde yaratan ise YÜCE ALLAH’TIR. Her şeyin ilâhî iradeye tâbi olmadığını iddia etmek YÜCE ALLAH’IN başka iradelere uyduğunu kabul etmek anlamına gelir; bunun da ulûhiyyetle bağdaşmadığı açıktır. Şu halde her şey bir sebep ve hikmete dayanmaksızın ilâhî iradeye bağlıdır. Selefiyye’nin erken devir âlimlerinin yanı sıra Cebriyye ve Eş‘ariyye kelâmcılarının çoğunluğu bu görüştedir (Âcurrî, s. 150–167; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-ıayb, IX, 107; Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 254–255).
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...

Konu EVVAB_İNSAN tarafından (29. October 2008 Saat 09:58 AM ) değiştirilmiştir.
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla