Konu: Hacc Suresi
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 8. August 2010, 11:55 PM   #3
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

İşte onlar [Rahmân'ın kulları], sabretmelerine karşılık ğurfede [cennetin en yüksek makamlarında], orada ebedî kalacaklar olarak mükâfatlandırılacaklar, orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır –orası ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir ikâmetgâhtır!– (Furkân/75-76)

Öyleyse onların aleyhinde acele etme. Şüphesiz Biz onlar için saydıkça sayıyoruz. O gün takvâ sahiplerini, Rahmân'a binekli heyetler hâlinde toplayacağız. (Meryem/84-85)

25. Şüphesiz inkâr eden, Allah'ın yolundan, insanlar –orada ibâdete kapanan veya dışarıdan gelen eşit olmak üzere– için kılınan Mescid-i Harâm'dan [dokunulmazlığı olan mescitten] alıkoyan kimseler ve orada zulümle yanlış yola sapmak isteyen kimse; Biz ona pek acıklı bir azaptan tattırırız.

Bu âyette, şirk içinde yüzen ve bunları kurtarmaya çalışanlara engel olan kimseler kınanıyor.

Mescid, “eğitim-öğretim verilen, insanların Allah'ı tanıması için çalışılan ikna alanları”; Mescid-i Harâm da, “dokunulmaz, bağımsız, özerk ilâhiyat okulları” demektir. Bu konuya dair Bakara/124-203'de yaptığımız izaha bakılabilir.[8]

Burada, Mescid-i Harâm'dan [dokunulmazlığı olan mescitten] alıkoyan kimseler ifadesiyle kastedilenler, ilâhiyat eğitim-öğretimini bilinçli olarak baltalamaya çalışan kesimdir. Onlar Mescid-i Harâm'ı kendi malları sayıyor, izin verdikleri süre ve nisbette mescitlerden yararlanılmasına izin veriyorlardı. Bu hususa Enfâl sûresi'nde de dikkat çekilmişti:

Ve onların, kendileri Mescid-i Harâm'ın velîleri olmadıkları hâlde ondan menedip dururlarken Allah'ın kendilerine azap etmemesi için neleri var? Onun velîleri sadece muttakilerdir. Velâkin onların çoğu bilmiyorlar. (Enfâl/34)

Sana harâm aydan ve onda [o harâm ayda] savaşmaktan soruyorlar. De ki: “Onda savaşmak, büyüktür. Ve Allah yolundan alıkoymak, O'nu ve Mescid-i Harâm'ı inkâr etmek ve onun [Mescid-i Harâm'ın] halkını [hacc ve umre yapanları] oradan çıkarmak, Allah yanında daha büyüktür. Ve fitne, öldürmekten daha büyüktür.” Onlar, eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden döndürmek için sizinle savaşmaktan hiçbir zaman geri durmazlar. Sizden de her kim, dininden döner ve kâfir olarak can verirse, artık onların bütün amelleri, dünyada ve âhirette boşa gitmiştir. Ve işte onlar, ateş'in ashâbıdır. Onlar orada sürekli kalanlardır. (Bakara/217)

Yine o küfretmiş olan kimseler, “Ona Rabbinden bir âyet indirilmeli değil miydi, eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kur’ân olsaydı…” diyorlar. De ki: “Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtır ve gönülden bağlanan kimseleri; inanan ve kalpleri Allah'ı anmakla yatışan kişileri Kendisine kılavuzlar.” Gözünüzü açın! Kalpler yalnız ve yalnız Allah'ı anmakla yatışır/tatmin olur. İman etmiş ve sâlihâtı işlemiş kimseler; tuba [güzellikler, müjdeler] ve güzel dönüş yeri sadece onlar içindir. Aslında emrin tümü Allah'ındır. İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki, eğer Allah dilemiş olsaydı, kesinlikle insanların tümüne hidâyet ederdi. İnkâr eden kimseler, Allah'ın vaadi gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir belâ çatacak veya yurtlarının yakınına inecek. Şüphesiz Allah verdiği sözden dönmez/miadını şaşırmaz. (Ra‘d/27-29, 31)

Mescitler yerli-yabancı herkesin ortak yeridir. Mescid-i Harâm dahil hiçbir mescit üzerinde kimse hakk iddia edemez. Mescitler, Allah için olup onların mülkiyeti insanlığa aittir, dolayısıyla oranın kralı, valisi, kaymakamı olmaz, ancak hizmetçileri, öğrencileri ve öğretmenleri olur.

26-29. Ve hani Biz, bir zamanlar, “Sakın Bana hiçbir şeyi ortak koşma; dolaşanlar, orada kıyam edenler [zulme baş kaldıranlar], rükû edenler, secde edenler için evimi tertemiz et, kendilerine ait birtakım menfaatlere tanık olmaları ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerinde belli günlerde O'nun adını anmaları için insanlar arasında haccı duyur. Yürüyerek veya incelmiş [yorgun düşmüş] binekler üstünde her derin vâdiyi aşarak sana gelsinler! Sonra kirlerini giderip temizlensinler. Adaklarını yerine getirsinler. Eski evde/özgür evde [Ka‘be'de] dolaşsınlar” diye, o evin [Ka‘be'nin] yerini, İbrâhîm için hazırlamıştık. –Siz de onlardan yiyin ve zorluk çeken fakiri doyurun.–

Mescid-i Harâm'ın fonksiyonu anlatıldığı bu âyetlerde, hacc ibâdeti özetlenmektedir. Bunun bir benzeri de Bakara sûresi'nde yer almıştı:

Ve Biz bir zaman bu Beyt'i, insanlar için bir sevap kazanma/dönüş yeri ve bir güven yeri kılmıştık. –Siz de İbrâhîm'in makamından bir musallâ [salât gerçekleştirilecek yer] edinin.– Ve Biz İbrâhîm ile İsmâîl'e, “Beytimi, dolaşanlar, ibâdete kapananlar ve secde edenler, rükû edenler için tertemiz tutunuz” diye ahit almıştık. (Bakara/125)

Bu âyetlere göre bir okul oluşturulmalı, orada insanlar dolaşmalı, zulme karşı başkaldırıyı öğrenip öğretmelidirler. Bu işin de bir sorumlusu olmalı ve o bütün insanları çağırmalı, insanlar da ona gelmeli ve o okulda o kişinin tevhid [şirkten temizlenme] öğretimi ile hâlis dini öğrenip yurtlarına dönmelidirler.

Hacc konusunun genişçe işlendiği Bakara sûresi'ne bakılabilir.[9]

30-31. İşte böyle! Ve kim Allah'ın dokunulmaz kıldıklarına saygı gösterirse, artık bu, kendisi için Rabbinin katında hayırdır. Size bildirilegelenden başka bütün hayvanlar size helâl kılınmıştır. O hâlde Allah'a yönelmişler olarak, O'na şirk koşanlar olmayarak o putlardan olan kirlilikten kaçının, yalan sözden de kaçının. Allah'a kim ortak koşarsa artık o kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir.

Allah İbrâhîm peygamberi, insanları şirkten temizleyecek bir okul açmak ve insanları orada bilgilendirip bilinçlendirerek hakka davet etmek üzere görevlendirildiğini beyân ettikten sonra, şirkin insanlara vereceği zararı açıklamıştır.

Allah'ın dokunulmaz kıldıkları, “mescitler ve haccın yapıldığı dört ay”dır. Âyette, buna saygılı davrananların yararlı çıkacakları bildirilmektedir. Bunun dışında âyette, haram olduğu bildirilenler dışında bütün hayvanların helâl kılındığı ifade buyurulmuş; bununla da, En ‘âm/145 ve Nahl/115'e işaret edilmiştir:

De ki: “Bana vahyolunanda, onları yiyen için, leş veya akıtılmış kan yahut domuzun eti –ki şüphesiz o [domuzun eti] ricstir [kirlidir, rahatsızlık vericidir]– yahut Allah'tan başkası adına kesilmiş bir fısk olan hariç, haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Artık kim çaresiz kalırsa, tecavüz etmemek ve zaruret sınırını aşmamak üzere (bunlardan yiyebilir).” İşte şüphesiz senin Rabbin çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (En‘âm/145)

O [Allah], size ancak leşi, kanı, domuzun etini ve Allah'tan başkası adına kesilenleri haram kıldı. Artık her kim saldırmadan ve aşırı gitmeden zorlanırsa, bilsin ki, şüphesiz Allah, gafûr'dur, rahîm'dir. (Nahl/115)

Ey iman etmiş kimseler! Sözleşmeleri yerine getirin. Siz dokunulmaz iken [hacc görevi sürdürürken] avlanmayı helâl görmeksizin, size okunacaklar hariç, en‘âmın [dört bacaklı iki tırnaklı, geviş getiren ve ot yiyen hayvanların] kusursuzları size helâl kılındı. Şüphesiz Allah dilediğini hükmeder [dilediği yasayı koyar]. (Mâide/1)

Daha sonra da âyette, Allah'a yönelmişler olarak, O'na şirk koşmayarak putlardan olan kirlilikten ve yalan sözden kaçınılması emredilmiş, ardından da, Allah'a ortak koşan kimsenin, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibi olduğu ifade edilerek, müşriklerin âkıbeti bir örnekle bildirilmiştir.

Şirk, “Allah'ı inkâr değil, Allah'ın yetki ve imtiyazlarını, –soyut ya da somut– O'ndan başka birine veya bir şeye vermek”tir. Allah, şirki zulüm olarak tanımlamış, bütün peygamberi tevhidi öğretmek için görevlendirmiş; şirk koşan kimselerin yaptıkları iyi işlerin boşa gideceğini bildirmiştir. Bu hususlardaki birçok âyetten sadece birini hatırlatmakla yetiniyoruz:

Şu iman edenler ve imanlarına zulüm giydirmeyenler [şirk karıştırmayanlar]... İşte onlar; güven kendilerinin olanlardır. Doğru yolu bulanlar da onlardır. (En‘âm/82)

36. Büyükbaş hayvanları da; Biz onları sizin için Allah'ın varlığının işaretlerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. O nedenle ön ayaklarının biri bağlı hâlde keserken/saf hâlindelerken üzerlerine Allah'ın adını anın. Sonra yanları yere yaslandığı vakit de onlardan yiyin, ihtiyacını gizleyene ve isteyene de yedirin. Böylece Biz onları şükredesiniz diye size boyun eğdirdik.

32-33. İşte böyle! Her kim Allah'ın varlığına işaret olan şeylere saygı gösterirse, –ki şüphesiz bu [saygı gösterme], kalplerin takvâsındandır– sizin için onlarda belli bir süreye kadar birtakım faydalar vardır. Sonra, bunların varış yeri; Beyt-i Atik'edir [eski eve, özgür eve; Ka‘be'yedir].

34-35. Ve Biz, her ümmet için, Allah'ın kendilerine hayvanların behiminden rızık olarak verdikleri üzerine O'nun adını ansınlar diye bir mensek [ibâdet yeri/ibâdet biçimi] kıldık. İşte, sizin ilâhınız, bir tek ilâhtır. O nedenle, yalnız O'nun için Müslüman olun. Allah anıldığı vakit onların kalpleri titreyen, kendilerine isabet edene sabreden, salâtı ikâme eden ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak eden o, Allah'a içtenlikle boyun eğenlere müjdele.

37. Onların etleri ve kanları kesinlikle Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak, O'na, sizden takvâ ulaşır. Size kılavuzluk ettiği üzere Allah'ı büyükleyesiniz diye onları, size işte böyle boyun eğdirdi. Ve muhsinleri [iyilik-güzellik üretenleri] müjdele.

Bu âyetlerde, hacc esnasındaki “hedy” ile ilgili bilgi verilmekte, bunun yozlaştırılmamasına yönelik uyarı yapılmaktadır.

Paragrafın doğru anlaşılabilmesi için 36. âyeti, –teknik zorunluluk nedeniyle– paragrafın başında tertip ettik. Zira pasajın âyetlerinde, bu âyete gönderme yapılmıştır.

36. âyette, Büyükbaş hayvanları da; Biz onları sizin için Allah'ın varlığının işaretlerinden kıldık buyurulmuştur. Âyetin doğru anlaşılabilmesi için, şe‘âir [işaretler] sözcüğünün iyi bilinmesi gerekir. Bu nedenle Bakara sûresi'nde yaptığımız açıklamayı naklediyoruz:

شعائر [şe‘âir] sözcüğü, “bilmek, akletmek, idrak etmek” anlamındaki شعر [şa‘r] kökünün türevlerindendir. Şi‘r sözcüğü de buradan gelir. Şi‘r'e bu ismin verilmesi, her konuda bilgi kaynağı olmasındandır. Bu sözcüğün türevlerinden şe‘ar, ağaç ve ağaçlık, sık orman, ağaçlı bahçe gibi ağaç eksenli olarak kullanılır. Yine bu sözcüğün, “iç çamaşırı, atın çulu, arpa, terazi dirhemi, develere işaret vurma” gibi daha birçok anlamlarda kullanılan türevleri de vardır.

شعار[şi‘âr], شعيرة [şe‘îra] (çoğulları, شعائر [şe‘âir] sözcüğü), “alâmet” [bilgi sağlayan/belirti] demektir, ki bu sözcük savaşta veya seferde askerlerin arkadaşlarını, bölüklerini, takımlarını bulmaları, kaybetmemeleri için koydukları bir belirtinin adıdır.[10]

Şe‘âir sözcüğü, Kur’ân'da bu âyetin dışında Mâide/2, Hacc/32, 36. âyetler olmak üzere 3 yerde daha geçer. Hepsinde de, شعائر اللّه [şe‘âirillâh/Allah'ın alâmetleri; Allah'ı tanımaya, bilmeye alâmet olan her şey] anlamındadır. Ama her ne hikmetse kelimenin anlamı, araya bir “itaat” sözcüğü eklenmek sûretiyle, “Allah'a itaatin alâmetleri, nişâneleri, sembolleri” şeklinde yaygınlaşmıştır. Oysa âyetlerde, “Allah'ın alâmetleri” diye geçmektedir. Âyette, من [min] edatı getirilerek, شعائر اللّه من [min şe‘âirillâh/Allah'ın âyetlerinden bir kaçıdır] buyurulmuştur.[11]

“Şe‘âir”in izahından sonra, büyükbaş hayvanların da şe‘âirden olduğuna dair Yâ-Sîn sûresi'nde yaptığımız açıklamayı naklediyoruz:

Ve onlar görmediler mi ki: Biz şüphesiz onlar için ellerimizin [kudretimizin] meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar yarattık da onlar, onlara sahip bulunuyorlar. Ve onları, kendileri için zelil kıldık da. Bu yüzden binekleri onlardandır. Onlardan yiyip duruyorlar da. Ve onlarda daha birçok menfaatler ve içecekler var. Hâlâ şükretmeyecekler mi? (Yâ-Sîn/71-73)

Bu âyetler, duyarsızlaşmış bir toplumun inkâr sözlerini dile getiren 48. âyetin devamı mahiyetindedir. Sözü edilen duyarsızlar, canlıların yapılarındaki âyetlerden ibret almamaları ve çevrelerindeki delilleri görmemeleri sebebiyle bu âyetlerde de kınanmaya devam edilmektedir. Onlara denilmektedir ki: “Biz size, kendinizden kat kat güçlü, deve, sığır gibi hayvanları boyun eğdirdik, binit yaptık. Sizi o hayvanların etinden, sütünden, derisinden, tüyünden, gücünden ve gübresinden de istifade ettirdik. Bu hayvanları, yüzlercesini bir küçük çocuğun kontrol edebileceği şekilde zelil kıldık. Biz bunu böyle plânladık. Bunların nasıl olduğunu hiç düşündünüz mü?[12]

Burada büyükbaş hayvanların da Safa ve Merve gibi, Allah'ın varlığına, birliğine ve rabbliğine birer işaret olduğu, bunların kutsanacak şeyler olmadığı açıklanmaktadır. Klasik kaynaklara göre Araplar, deve, sığır ve her ne hediye ettilerse onu kutsar ve onun etinden yemezlerdi.

38. Şüphesiz Allah, inanan kimseleri savunur. Şüphesiz Allah, aşırı hâin ve son derece nankörlerin tümünü sevmez.

39-41. Kendilerine savaş açılan kimselere kendileri zulme uğramaları; onlar, başka değil, sırf “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri için hakksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle izin verildi. Ve şüphesiz ki Allah onları zafere ulaştırmaya en iyi gücü yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yerle bir edilirdi. Allah, Kendisine yardım edenlere; eğer kendilerine yeryüzünde bir güç verilirse salâtı ikâme eden, zekâtı veren, ma‘rûfu emreden ve münkerden alıkoyan kimselere kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, kavî'dir [çok güçlüdür], azîz'dir [mutlak gâliptir]. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir.

Bu âyet grubunda Allah, mü’minleri koruyacağını, mağdur etmeyeceğini bildirdikten sonra, buna örnek olarak da kendilerini, yurtlarını ve dinlerini koruyabilmeleri için savaşa izin verdiğini beyân etmiştir. Sonra da sulh ortamında yapılması gerekenleri; mü’minlerin Allah'ın yardımcıları, Kendisinin de mü’minlerin yardımcısı olduğunu; kâfirleri-nankörleri sevmediğini ve onları mutlu etmeyeceğini bildirmiştir:

• Şüphesiz Allah, inananları savunur, aşırı hâin ve son derece nankörlerin hiç birini sevmez.

• Kendilerine savaş açılan kimselere, zulme uğramaları, sırf “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri için hakksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle izin verildi.

• O nedenle zulme uğrayan, saldırıya maruz kalan, özgürlüğü ve insan hakkları elinden alınan Müslümanların, zulüm ortadan kalkıp hakklarını, özgürlüklerini ve onurlu hayat hakklarını garantiye alana kadar kendilerini savunma, zulme başkaldırma hakları vardır. Özgürlüğün, insan hakklarının, adaletin ve güvenliğin garanti altına alınması için savaştan başka seçenek yoktur.

Bundan sonra da, Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yerle bir edilirdi buyurularak, savaşın gerekçesi açıklanmış ve mü’minlere de, Allah, Kendisine yardım edenlere; eğer kendilerine yeryüzünde bir güç verilirse salâtı ikâme eden, zekâtı veren, ma‘rûfu emreden ve münkerden alıkoyan kimselere kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, kavî'dir [çok güçlüdür], azîz'dir [mutlak gâliptir]. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir buyurularak güvence verilmiştir.

Savaşa izin verildiği ilk kez Bakara sûresi'nde zikredilmişti:

Ve savaş sizin için hoş olmayan bir şey olmasına rağmen, size yazıldı [farz kılındı]. Olabilir ki siz, sizin için hayırlı olan bir şeyden hoşlanmazsınız. Yine olabilir ki, siz, sizin için şerrli olan bir şeyi seversiniz. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara/216)

Ve Allah yolunda savaşın. Şüphesiz Allah'ın en iyi işiten ve en iyi bilen olduğunu da bilin. (Bakara/244)

Ve sizinle savaşan kimselerle Allah yolunda savaşın [ölün, öldürün]. Ve haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez. Ve onları nerede yakalarsanız öldürün, çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Ve fitne, öldürmeden daha şiddetlidir. Mescid-i Harâm yanında onlar, orada sizinle savaşmadıkça da onlarla savaşmayın. Buna rağmen onlar sizinle savaşırlarsa, hemen onları öldürün. Kâfirlerin cezası işte böyledir. Bununla beraber, eğer vazgeçerlerse, biliniz ki şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. Ve de fitne kalmayıp, din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık eğer, vazgeçerlerse, düşmanlık, zâlimlerden başkasına yoktur. (Bakara/190-193)

Sonra da, Allah'ın izniyle onları [Câlût ve ordusunu] bozguna uğrattılar. Dâvûd da Câlût'u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık ve hikmet [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] verdi. Ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı [bozulur giderdi]. Fakat Allah, âlemler üzerinde büyük bir lütuf sahibidir. (Bakara/251)

Bu âyetin iniş sebebi hakkında şu nakledilmiştir:

Rivâyete göre bu âyet-i kerîme mü’minler dolayısıyla nâzil olmuştur. Şöyle ki: Mü’minler Mekke'de sayıca çoğalıp kâfirler onlara eziyet ve işkenceler yapınca, onların bir bölümü Habeşistan'a hicret etti. Mekke'de kalan birtakım mü’minler de imkân bulduğu kâfirleri öldürmek, suikast tertiplemek, emanetlerine hâinlik etmek ve hile yapmak istediler. Bunun üzerine bu âyeti kerîme, …nankörlük edenlerin hiç birisini sevmez buyruğuna kadar nâzil oldu.[13]

Şüphesiz Allah, inanan kullarını, savaşmaksızın da gâlip kılmaya kâdir'dir. Ancak O, kullarının Kendine ne derece itaat edeceklerini denemek için savaşmalarını emretmiştir:

Artık inkâr eden kimselerle karşılaştığınız zaman, hemen boyunları vuruş… Sonra onlara üstün geldiğiniz zaman, hemen bağı sıkı bağlayın. Sonra harp ağırlıklarını atıp, savaş bitince de onları ya karşılıksız olarak, ya da fidye ile salıverin. İşte! Eğer Allah dileseydi onlardan elbette intikam alırdı [onları cezalandırıp adaleti sağlardı]. Fakat (böyle olması), sizi birbirinizle denemek içindir. Allah yolunda öldürülen/öldüren/savaşan kimseler; artık O [Allah], onların amellerini asla boşa çıkartmaz. O [Allah], onları kılavuzlayacak, durumlarını düzeltecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete girdirecektir. (Muhammed/4-6)

Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın ve onları rezil-rüsvay etsin. Sizi de, onlara karşı muzaffer kılsın ve mü’min bir toplumun göğüslerine şifa versin, göğüslerinin kinini gidersin. Allah dilediğinin tevbesini de kabul eder. Ve Allah, alîm'dir, hakîm'dir. Sizden çaba harcayanları, Allah'ın, Elçisi'nden ve inananların astlarından sırdaş [can dostu] edinmeyenleri Allah bilmeden [ortaya çıkarmadan] bırakılacağınızı mı sandınız? Ve Allah, yaptıklarınızdan çok iyi haberi olandır. (Tevbe/14-16)

Yoksa Allah, içinizden çaba harcayanları bildirmeden ve sabredenleri de bildirmeden cennet'e gireceğinizi mi sandınız.” (Âl-i İmrân/142)

Ve kesinlikle Biz, içinizden cihad edenleri ve sabredenleri bilmemiz/ortaya çıkarmamız için sizi belâlandıracağız [denemeye tâbi tutacağız]. Haberlerinizi de belâlandıracağız [denemeye tâbi tutacağız]. (Muhammed/31)

Burada, Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yerle bir edilirdi buyurularak, savaşın gerekçeleri açıklanmıştır. Bu âyette zikredilen kilise ve havralar, günümüzdeki kilise ve havralar değil, tahrifata uğramadan evvelki mabetler; Mûsâ'nın havraları ve Îsâ'nın kiliseleridir.

Âyetin son bölümünde de, Allah, Kendisine yardım edenlere; eğer kendilerine yeryüzünde bir güç verilirse salâtı ikâme eden, zekâtı veren, ma‘rûfu emreden ve münkerden alıkoyan kimselere kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, kavî'dir [çok güçlüdür], azîz'dir [mutlak gâliptir]. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir buyurularak, gerçek mü’minlere yardım edileceği taahhüt ediliyor:

Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz O'da size yardım eder ve ayaklarınızı sâbit tutar. İnkâr eden kişiler ise, artık yıkım onlara! Ve O [Allah], onların amellerini saptırtmıştır. (Muhammed/7-8)

Ve andolsun ki gönderilen kullarımız [elçilerimiz] hakkında Bizim sözümüz geçmiştir: “Şüphesiz onlar, kesinlikle gâlip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle gâlip gelenlerin ta kendisidir.” (Sâffât/171-173)

Allah, “Elbette Ben ve elçilerim gâlip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah kavî'dir, azîz'dir. (Mücâdele/21)

Kur’ân'da, Allah'ın birçok yardımı somut olarak gösterilmiştir:

İki topluluk birbirini görünce, Mûsâ'nın ashâbı “Şüphesiz biz, kesinlikle kıstırıldık” dediler. O [Mûsâ], “Hayır, hayır! Şüphesiz Rabbim benimledir, bana yol gösterecektir” dedi. Ötekilerini de oraya yaklaştırdık. Ve Mûsâ ve beraberindekilerin hepsini kurtardık, sonra da ötekileri suda boğduk. (Şu‘arâ/61-66)

Eğer siz o'na [Elçi'ye] yardım etmezseniz, bilin ki Allah o'na kesinlikle yardım etmiştir. Hani o küfretmiş kişiler, o'nu ikinin ikincisi olarak çıkarmışlardı. Hani ikisi mağarada idiler. Hani o, arkadaşına, “Üzülme, şüphesiz Allah bizimle beraberdir” diyordu. Bunun üzerine Allah, o'nun üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygularını; morallerini indirmiş, o'nu sizin görmediğiniz askerlerle güçlendirmiş ve küfreden kişilerin sözünü en alçak kılmıştı. Allah'ın kelimesi de en yücenin ta kendisidir. Ve Allah, azîz'dir, hakîm'dir. (Tevbe/40)

Ve andolsun, sizler güçsüz iken, Allah, şükredesiniz diye size Bedir'de yardım etti: Hani sen inananlara, “Rabbinizin, indirilen/hulûl ettirilen üç bin melekle size yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. Eğer sabrederseniz ve takvâlı davranırsanız, evet [sizi Rabbiniz destekler]. Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size işaretlenmiş/eğiten/gönderilmiş beş bin melekle yardım eder. Ve Allah bunu [yardımı], size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve bu yardım, sırf O [Allah], küfretmiş olan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut onları perişan etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye azîz ve hakîm Allah katındandır.” Öyleyse Allah'a takvâlı davranın. (Âl-i İmrân/123-127)

Andolsun ki, Allah birçok yerde ve Huneyn Günü size yardım etti. Hani çokluğunuz size güven vermişti de onun size bir faydası olmamış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra da arkası dönenler hâlinde kaçmıştınız. (Tevbe/25)

Ve andolsun ki, Biz Mûsâ ile Hârûn'a da nimetler verdik. Ve o ikisini ve kavimlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık. Ve Biz, onlara yardım ettik de onlar gâlip gelenlerin ta kendileri oldular. (Saffat/114-116)

Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit yaşamda ve şâhitlerin kalktığı [şâhitlik edecekleri] günde [kıyâmette] kesinlikle yardım ederiz. (Mü’min/51)

Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz, en üstün olan sizsiniz. (Âl-i İmrân/139)

38. âyette, Şüphesiz Allah, inanan kimseleri savunur. Şüphesiz Allah, aşırı hâin ve son derece nankörlerin tümünü sevmez buyurularak, Allah'ın hâinleri sevmediği vurgulanmıştır:

Ey iman etmiş kimseler! Allah'a ve Elçi'ye ihânet etmeyin. Bile bile kendi emanetlerinize de ihânet etmeyin. Şüphesiz mallarınızın ve evlatlarınızın, kesinlikle fitne olduğunu ve kesinlikle de Allah katında çok büyük ecir olduğunu bilin. (Enfâl/27-28)

Eğer bir toplumdan; hâinlik yapmasından korkarsan, aynı şekilde antlaşmayı bozduğunu kendilerine bildir. Şüphesiz Allah, hâin kimseleri sevmez. (Enfâl/58)

42-44. Ve eğer onlar seni yalanlıyorlarsa bil ki onlardan önce Nûh'un kavmi, Âd, Semûd, İbrâhîm'in kavmi, Lût'un kavmi, Medyen ashâbı da yalanlamışlardı. Mûsâ da yalanlandı da, Ben o kâfirlere bir süre verdim. Sonra da onları yakalayıverdim. Peki, Beni tanımamak nasılmış!

45. Sonra nice kentler de vardı ki, zulüm yaparlarken Biz onları helâk ettik. Artık damları çökmüş, duvarları üzerine yıkılmıştır; nice terk edilmiş kuyularla bomboş kalmış yüksek saraylar!

46. Peki, onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendilerinin, kendisiyle akledecekleri kalpleri ve kendisiyle işitecekleri kulakları olsun. İşte, şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur.

47. Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar. Hâlbuki Allah sözünden asla caymayacaktır. Ve şüphesiz Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir.

48. Ve zulmedip duran nice kentler; Ben kendilerine mühlet verdim, sonunda onları yakalayıverdim. Dönüş, sadece Banadır.

Bu paragrafta, Rasûlullah teselli edilmekte ve insanlar –gözlem yapmak sûretiyle– akıllarını başlarına almaya çağırılmaktadır. Yalanlanması karşısında Rasûlullah birçok kez teselli edilmiştir:

Biz onların söylediklerinin seni mutlaka üzdüğünü elbette biliyoruz. Ama onlar aslında seni yalanlamıyorlar; ama o zâlimler Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlar. Ve elbette ki senden önce de elçiler yalanlanmıştı da kendilerine yardımımız gelinceye kadar yalanlanmaya ve eziyet olunmaya sabretmişlerdi. Ve Allah'ın sözlerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. Hiç şüphesiz ki, sana, gönderilmişlerin [elçilerin] haberlerinden bir kısmı gelmiştir de. (En‘âm/33-34)

Allah için zaman önemli değildir. Kâfirlere mühlet verilmesi, onların ihmal edildiği anlamına gelmez:

Sakın zâlimlerin yaptıklarından Allah'ın gâfil [duyarsız] olduğunu sanma! Ancak O, onları, başlarını dikerek koşacakları, gözlerin dışa fırlayacağı bir gün için erteliyor. Onların bakışları kendilerine dönmez ve onların gönülleri bomboştur. (İbrâhîm/42-43)

Ve eğer Allah zulümleri nedeniyle insanları sorgulayıp cezalandıracak olsaydı, onun üstünde dâbbehden/canlılardan hiçbir şey bırakmazdı. Velâkin onları adı konulmuş bir süreye kadar erteler. Artık onların ecelleri gelince de ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler. (Nahl/61)

Ve eğer Allah, kazanmakta oldukları şeyler dolayısıyla insanları sorgulayıp cezalandıracak olsaydı, onun sırtında [yeryüzünde] hiç bir dâbbehi [canlıyı] bırakmazdı. Velâkin onları, adı konmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman da artık şüphesiz Allah Kendi kullarını en iyi görendir. (Fâtır/45)

46. âyetteki, İşte şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur ifadesi, mecazî anlamdadır. Kalp, bilginin, bilincin, hislerin, zihnî ve ahlâkî niteliklerin merkezi kabul edildiğinden bu ifade kullanılmıştır. Kalple ilgili yaptığımız açıklamaya bakılabilir.[14]

Bu pasajın iniş sebebine dair şu nakledilmiştir:

İbn Abbâs ve Mukâtil derler ki: Yüce Allah'ın, Kim bunda kör ise, o âhirette de kördür (İsrâ/72) buyruğu nâzil olunca, İbn Umm Mektûm, “Ey Allah'ın Rasûlü!” “Ben dünyada gözleri görmeyen bir kimseyim, âhirette de kör mü olacağım?” diye sorunca, Çünkü gözler kör olmaz. Asıl göğüslerdeki kalpler kör olur buyruğu indi.[15]

47. âyetteki, Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar ifadesinde gönderme yapılanlar ise Nadr b. el-Hâris ve Ebû Cehl gibi kimselerdir. Bunlar daha önce de konu edilmişti.

(Onlar da) dediler ki: “Demek sen Allah'a; tek olarak [başkasını karıştırmadan] kulluk edelim ve atalarımızın kulluk ettiklerini bırakalım diye mi bize geldin? Eğer doğrulardan isen, bizi tehdit ettiğin şeyi bize getir!” (A‘râf/70)

Ve Rabbin, zâlim olan kentleri yakaladığında, O'nun yakalayışı işte böyledir. Şüphesiz O'nun yakalaması pek acıklıdır, çok çetindir! (Hûd/102)

Kendilerine, “Elinizi çekin, salâtı ikâme edin, zekâtı verin” denilenleri görmedin mi? Sonra savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, Allah'ın haşyeti gibi yahut haşyetçe daha şiddetli olarak insanlara haşyet duyarlar. Ve “Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?” dediler. De ki: “Dünyanın kazanımı, çok azdır. Âhiret ise muttakiler için daha hayırlıdır ve siz ‘bir hurma çekirdeğindeki ipince bir iplik kadar’ bile hakksızlığa uğratılmayacaksınız. Her nerede olursanız olun ölüm size yetişir, son derece sağlam kaleler içinde bulunsanız bile.” Ve onlara bir iyilik isabet ederse, “Bu, Allah'tandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa, “Bu, sendendir” derler. De ki: “Hepsi Allah'tandır.” Bunlara rağmen bu topluma ne oluyor ki, hepten söz anlamaz olayazıyorlar? (Nisâ/77-78)

Bir vakit de onlar, “Ey Allahım! Eğer bu Senin katından gelmiş bir hakkın/gerçeğin ta kendisi ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver” demişlerdi. (Enfâl/32)

Ve dediler ki: “Rabbimiz! Hesap gününden önce bizim azaptan payımızı acele ver bize!” (Sâd/16)

49-50. De ki: “Ey insanlar! Ben, sizin için sadece apaçık anlatan/açıklayan bir uyarıcıyım. Artık, iman etmiş olanlar ve sâlihâtı işleyenler; mağfiret ve kerîm rızık sadece onlar içindir.”

51. Âcizleştirme yarışı yaparak âyetlerimiz hakkında koşan kimseler; işte onlar, cahîm'in ashâbıdır.

İnsanlar için bir beyânname niteliğinde olan bu âyetlerde, Rasûlullah'ın insanların menfaati için görevlendirilmiş bir uyarıcı olduğu, tebliğ ettiği mesajdan herhangi bir çıkarı olmadığı; iman eden ve sâlihâtı işleyenlerin mağfiret ve kerîm bir rızka nail olacakları, Allah ve Rasûlü'yle boy ölçüşmeye kalkanların ise cehennemi boylayacakları bildirilmektedir. Bu hususa 15. âyette de işaret edilmişti.

Ve onlar, şüphesiz Bizim yeryüzüne geldiğimizi, onu etrafından noksanlaştırdığımızı görmediler mi? Allah hükmeder. O'nun hükmünü engelleyecek hiçbir kimse yoktur. Ve O, hesabı çok hızlı görendir. (Ra‘d/41)

Şu inkâr eden ve Allah yolundan çeviren kimseler; Biz yaptıkları bozgunculuk nedeniyle onlara azap üstüne azap artırdık. (Nahl/88)

52-54. Ve Biz senden önce hiçbir elçi ve hiçbir peygamber göndermedik ki, o bir şey arzuladığı zaman şeytân onun arzusuna bir şeyler atmış olmasın. Bunun üzerine Allah şeytânın attığı şeyleri giderir. Sonra da Allah, o Allah, şeytânın bıraktığını, kalplerinde hastalık bulunan ve kalpleri kaskatı olan kimseler için fitne kılmak, –şüphesiz zâlimler de kesinlikle uzak bir ayrılık içindedirler.– Ve kendilerine ilim verilmiş olan kimseler, onun [Kur’ân'ın] şüphesiz Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilsinler de ona iman etsinler, sonra da kalpleri ona saygı duysun diye âyetlerini tahkim eder [güçlendirir]. Ve Allah alîm'dir, hakîmdir [yasalar koyan, güçlendirendir]. Ve şüphesiz Allah, iman eden kimseleri dosdoğru yola kılavuzlayandır.

55. Şu küfretmiş olan kişiler de, kendilerine ansızın Sâ‘at [kıyâmetin kopuş anı] gelinceye veya akîm [kısır, yararsız, verimsiz] bir günün azabı gelinceye kadar, ondan [Kur’ân'dan] kuşku duymaya devam edeceklerdir.

56. O gün hükümranlık Allah'ındır. Aralarında O hüküm verir. Artık iman eden ve sâlihâtı işleyen kimseler nimet cennetlerindedirler.

57. Ve inkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler; artık işte bunlar, alçaltıcı azap kendileri için olanlardır.

Bu âyetlerde, vahye hiçbir şeyin karışmadığı-karıştırılmadığı ve karıştırılamayacağı, Elçi'nin ve vahyin korunduğu vurgulanıyor.

Bazı zavallılar, bu âyetleri izah edebilmek için “qaranik” diye hayal ürünü bir senaryo yazmışlardır. Hâdisenin ciddiye alınacak bir yönü olmadığından üzerinde durmayı gereksiz buluyoruz.

Burada, müşriklerin Kur’ân hakkında kurdukları plânlara işaret edilmektedir, ki bunlar Kur’ân'da teşhir edilmiştir. Allah vahyi her türlü saldırıya karşı korumuş, ona beşerî bir şeyin girmesine izin vermemiştir:

Böylece Biz her peygamber için cinn ve ins şeytânlarını düşman kıldık, ki dünya malına aldanmaktan dolayı, âhirete inanmayan kimselerin kalpleri ona kansın, ondan memnun olsun ve yapmakta olduklarını yapsınlar diye bunların bazısı bazısına sözün süslüsünü vahyeder [gizlice telkinde bulunur/fısıldar]. –Ve şâyet Rabbin dileseydi onu yapmazlardı. Öyleyse onları ve uydurdukları şeyleri bırak!– (En‘âm/112-113)

Eğer o [Elçi/Muhammed], bazı sözleri Bizim sözlerimiz olarak ortaya sürseydi, kesinlikle o'ndan sağ elini [tüm gücünü] alırdık. Sonra o'ndan can damarını mutlaka keserdik. Artık sizden hiç biriniz o'na siper de olamazdınız. (Hakka/44-47)

İnkâr edenler, “Kur’ân o'na bir defada topluca indirilmeli değil miydi?” de dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirelim diye böyledir [parça parça indirdik]. Ve Biz onu tane tane okuduk. Onların sana getirdikleri her bir meselede Biz mutlaka sana hakkı ve en güzel açıklamayı getirmişizdir. (Furkân/32-33)

Bundan böyle seni okutacağız [sende bilgi birikimi sağlayıp onu başkalarına tebliğ ettireceğiz] ve unutmayacaksın/terk etmeyeceksin. (Alâ/6)

Hiç kuşkusuz Biz, o Zikr'i Biz indirdik Biz. Ve mutlaka Biz onun için koruyucularız. (Hicr/9)

Ve eğer senin üzerinde Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı, kesinlikle onlardan bir güruh seni saptırmaya çalışmıştı. Hâlbuki onlar, kendilerinden başkasını saptırmazlar ve sana hiçbir zarar veremezler. Allah, sana Kitab'ı ve hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah'ın senin üzerindeki lütfu çok büyüktür. (Nisâ/113)

Az kalsın onlar seni, sana vahyettiğimizden uzaklaştırarak ondan başkasını Bize isnat edesin diye fitneye düşüreceklerdi [sana yanlış yaptırıp seni ateşte yakacaklardı]. İşte o takdirde seni halîl [önder] edinirlerdi. Ve eğer Biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, gerçekten onlara birazcık meylediverecektin. O durumda sana hayatın iki katını ve ölümün iki katını tattırırdık. Sonra Bize karşı kendine hiçbir yardımcı da bulamazdın. (İsrâ/73-75)

Ve sizin Rabbiniz, “Bana yalvarın, dua edin ki size karşılık vereyim. Şüphesiz Bana ibâdet etmekten büyüklenen kimseler yakında horlanmış olarak cehenneme gireceklerdir” dedi. (Mü’min/60)

Ve âyetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar, “Bundan başka bir Kur’ân getir yahut bunu değiştir” dediler. De ki: “Onu nefsimin [kendimin] öngörmesiyle değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım.” (Yûnus/15)

İşte bunun için sen davet et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol. Onların hevâlarına uyma ve de ki: “Ben Allah'ın kitaptan indirdiğine inandım ve ben aranızda adaleti gerçekleştirmemle emrolundum. Allah, bizim Rabbimizdir sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız yalnızca bize, sizin yaptıklarınız da yalnızca size aittir. Sizinle bizim aramızda hiçbir delile yer yoktur. Allah, bizim aramızı toplayacaktır. Dönüş de yalnız O'nadır. Ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şey; artık onun hükmü Allah'a aittir. İşte bu, benim Rabbim Allah'tır. Ben yalnız O'na tevekkül ettim ve ben yalnız O'na yöneliyorum” de. (Şûrâ/15, 10)

Ve onlara emir'den apaçık deliller verdik. Sonra onlar, yalnızca, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz Rabbin, ayrılığa düştükleri şeylerde kıyâmet günü aralarında gerçekleştirecektir. Sonra da seni emir'den apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Artık sen ona uy, bilmeyen kimselerin hevâlarına uyma. Şüphesiz onlar, Allah karşısında sana hiçbir şeyce yarar sağlayamazlar. Ve şüphesiz zâlimlerin bazısı bazısının yakınlarıdırlar, Allah ise takvâlı davrananların velîsidir/yakınıdır.” Bu [Kur’ân], insanlar için basiretler [kalbî idrakler], kesin inanan toplum için bir yol gösterme ve rahmettir. (Câsiye/17-20)

O hâlde o yalanlayıcılara itaat etme! Arzu ettiler ki, sen onlara yağ çeksen/yaltaklanıversen, onlar da sana yağ çekeceklerdi/yaltaklanacaklardı. (Kalem/8-9)

58-59. Ve Allah yolunda hicret eden sonra öldürülmüş veya ölmüş olanlar; kesinlikle Allah, onları güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Ve şüphesiz Allah, kesinlikle rızık verenlerin en hayırlısının ta kendisidir. Kesinlikle onları hoşnut olacakları bir yere girdirecektir. Ve şüphesiz Allah, kesinlikle alîm'dir, halîm'dir.

60. İşte böyle! Ve kim kendisine yapılan cezayı aynı ile cezalandırırsa, sonra yine kendisine hakksızlık yapılırsa, kesinlikle Allah, ona yardım eder. Şüphesiz Allah, kesinlikle çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.

61. İşte böyle! Şüphesiz Allah'ın, geceyi gündüzün içine sokması, gündüzü de gecenin içine sokması sebebiyledir. Şüphesiz Allah semî'dir [çok iyi işitendir], basîr'dir [çok iyi görendir].

62. İşte bu, şüphesiz Allah'ın, hakkın ta kendisi olması ve müşriklerin O'nun astından yaptıkları şeylerin bâtılın ta kendisi olması ve şüphesiz Allah'ın yüceler yücesi olması, en büyüğün Kendisi olması sebebiyledir.

Burada, Allah yolunda hicret edenlerle ilgili açıklamalar yapılmaktadır:

• Allah yolunda hicret eden, sonra öldürülmüş veya ölmüş olanları Allah güzel bir rızıkla rızıklandıracak ve onları hoşnut olacakları bir yere girdirecektir. (Ve şüphesiz Allah, kesinlikle rızık verenlerin en hayırlısının ta kendisidir. Ve şüphesiz Allah, kesinlikle alîm'dir, halîm'dir.)

• Kim kendisine yapılan cezayı aynı ile cezalandırır, sonra yine kendisine hakksızlık yapılırsa, Allah, ona yardım eder. (Şüphesiz Allah, kesinlikle çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.)

Kim de Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde barınacak çok yer ve genişlik bulur. Kim Allah'a ve Elçisi'ne hicret etmek üzere evinden çıkar, sonra kendisine ölüm gelirse, o kişinin ecri/ödülü şüphesiz Allah'a düşmüştür. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edendir. (Nisâ/100)

Sonra da, İşte bu! Şüphesiz Allah'ın, geceyi gündüzün içine sokması, gündüzü de gecenin içine sokması sebebiyledir. Şüphesiz Allah, semî'dir [çok iyi işitendir], basîr'dir [çok iyi görendir]. İşte bu, şüphesiz Allah'ın, hakkın ta kendisi olması ve müşriklerin O'nun astından yaptıkları şeylerin bâtılın ta kendisi olması ve şüphesiz Allah'ın yüceler yücesi olması, en büyüğün Kendisi olması sebebiyledir denilerek, Allah'ın bu beyânlarına referans verilmektedir:

Bu âyet grubunun sebeb-i nüzûlü hakkında şunlar nakledilmiştir:

Osman b. Maz‘un ve Ebû Seleme b. Abdi'l-Esed Medîne'de vefat ettiklerinde bazıları şöyle demişti: “Allah yolunda öldürülenler, yataklarında ölen kimselere göre daha faziletlidirler.” Bunun üzerine bu âyet-i kerîme aralarında bir fark bulunmadığını, Allah Teâlâ'nın hepsine de çok güzel bir rızık vereceğini belirtmek üzere nâzil oldu.[16]

Mukâtil şöyle der: Bu âyet, Muharrem'in son iki gününde Müslümanlarla karşı karşıya gelen ve birbirlerine şöyle diyen bir kısım müşrik hakkında nâzil olmuştur: “Muhammed'in ashâbı, haram aylarda savaşmayı kerih görürler. Dolayısıyla onlara hücum edelim.” Bunun üzerine Müslümanlar, müşriklerden haram aylarda oldukları için savaştan vazgeçmelerini istemişlerdir. Ama müşrikler buna aldırmayıp savaşmışlardır. Onların Müslümanlar üzerine bağyi [zulüm ve tecavüzü] işte budur. Müslümanlar (mecburen) onlara karşı koymuş ve böylece ilâhî yardıma mazhar olmuşlardır. Müslümanların kalplerine, haram aylarda savaşma hususunda çeşitli düşünceler gelmiştir. İşte bunun üzerine, Cenâb-ı Hakk bu âyeti indirerek, onları bağışladığını bildirmiştir.[17]

63. Şüphesiz Allah'ın, gökten su indirip de yeryüzünün yemyeşil oluverdiğini görmedin mi? Şüphesiz Allah çok lütufkârdır, en iyi haberi olandır.

64. Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler yalnızca O'nundur. Ve şüphesiz Allah muhtaç olmayandır, övülmeye en çok layık olandır.

65. Sen, Allah'ın yeryüzündekileri size boyun eğdirdiğini ve Kendisinin emriyle denizlerde akıp giden gemileri görmedin mi? Göğü de Kendi izni olmaksızın yere düşmekten O tutuyor. Şüphesiz Allah insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.

66. Ve O, size hayat vermiş olan, sonra öldürecek olan, sonra da diriltecek olandır. Şüphesiz insan, kesinlikle çok nankördür.

Bu âyetlerde, Allah tarafından insanlara verilen nimetler, Allah'ın kudreti, kıyâmetin delilleri hakkında gözlem yapılması isteniyor. Âyetlerin ifadeleri gâyet açıktır:

• Allah'ın gökten su indirdiği ve yeryüzünün onunla yemyeşil olduğu gözlemlemelidir.

• Allah'ın yeryüzündekileri insana boyun eğdirdiği ve emriyle gemilerin denizlerde yüzdüğü gözlemlemelidir.

• Allah'ın göğü –izni olmaksızın– yere düşmekten tuttuğuna dikkat edilmelidir.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla