Tekil Mesaj gösterimi
Alt 8. August 2010, 09:20 PM   #12
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

ÜMMÎLER

الامّى[el-ümmî] ifadesinin, “Anakent” demek olduğunu, bununla da “Mekke”nin kastedildiğini ifade etmiştik.[80]

77. âyetteki, Şüphesiz şu, Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir paraya satanlar; işte onlar, âhirette kendilerine hiç bir pay olmayanlardır. Ve Allah kıyâmet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Çok acıklı azap da onlar içindir ifadesinden, Ehl-i Kitabın (onlardan bir grubun) karakteri anlaşılabilir. Bu âyetin inişinden evvel şu olayın yaşandığı nakledilmektedir:

Âyet-i kerîme, bir arazi parçası hakkında Eş‘as ibn Kays ile davalaşan bir kimse hakkında nâzil olmuştur. Onlar, davalaşmak üzere Hz. Peygamber'in yanına geldiklerinde, Hz. Peygamber adama, “Delilini getir” deyince adam, “Benim bir hüccetim yok” der. Bunun üzerine Eş‘as'a, “Sana da yemin etmek düşer” deyince, Eş‘as yemin etmeye niyetlenir, bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurur. Böylece Eş‘as, yemin etmekten vazgeçer, söz konusu olan arazi parçasını hasmına bırakarak gerçeği itiraf eder. Bu, İbn Cüreyc'in görüşüdür.

Mücâhid şunu söylemiştir: “Bu âyet-i kerîme, malına rağbeti artırmak için yalan yere yemin etmiş olan bir adam hakkında nâzil olmuştur.”

Bu âyet-i kerîme, Abdan ile İmri’u'l-Kays hakkında nâzil olmuştur. Onlar, bir arazi hususunda davalaşmak üzere Hz. Peygamber'in yanına gelmişlerdi. Bunun üzerine, İmri’u'l-Kays'ın yemin etmesi gerekince o, “Yarına kadar bana mühlet ver” dedi. Sonra, ertesi gün geldiğinde arazinin Abdan'a ait olduğunu kabul etti.[81]

78. âyette, Ehl-i Kitaptan tahrifçiler ve din istimrarcıları konu edilmektedir. Onlar, Allah'ı ve O'nun kitabını malzeme yaparak câhil halkı aldatıyor ve sömürüyorlardı. Bu kesim daha evvel birçok âyette (örneğin; Nahl/116, En‘âm/21, En‘âm/144, Nisâ/46, Mâide/13, Mâide/41, Bakara/75) teşhir edilmiş ve lânetlenmiştir.

Ehl-i Kitap bilginlerinin yalancılıkları beyân edildikten sonra, onların halkı sömürmek için uydurdukları, Îsâ'ya kudsiyet verilmesi, insanların peygamberlere ve din bilginlerine kul-köle olması yanlışı düzeltilmektedir: Allah'ın kendisine kitap, hüküm [yasama-yürütme] ve peygamberlik verdiği hiç bir beşer için [insanlardan hiç bir kimse için], insanlara, “Allah'ın astlarından bana kul/köle olun” demek yakışmaz. Fakat, “Öğrettiğiniz ve ders aldığınız [okuduğunuz] kitap gereğince Rabbe içtenlikli kullar olunuz” (demesi yaraşır). Ve O [Allah] size, “Melekleri ve peygamberleri rabbler edinmenizi emretmez. Siz müslim olduktan sonra, size küfrü emreder mi?! Ve hani Allah peygamberlerin, “Andolsun ki size kitaptan ve hikmetten [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerden] verdim, sonra yanınızda bulunanı doğrulayıcı bir elçi geldiğinde ona muhakkak inanacak ve ona yardım edeceksiniz!” mîsâkını almıştı. O [Allah], “Bunu ikrar edip de kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” dedi. Onlar, “İkrar ettik” dediler. O [Allah], “Öyleyse şâhit olun, Ben de sizinle beraber şâhit olanlardanım” dedi.

İlâhî dinlerde köleliğin olmadığını Beled sûresi'nde detaylıca açıklamıştık.[82]
Bu âyet grubunun iniş sebebi hakkında kaynaklardaki bilgiler şöyledir:

Bu âyetin sebeb-i nüzûlü hakkında birkaç rivâyet vardır:

a) İbn Abbâs (r.a) şunu söylemiştir: Yahûdiler, “Üzeyr Allah'ın oğludur”; Hristiyanlar da “Mesih, Allah'ın oğludur” dedikleri için bu âyet nâzil olmuştur.

b) Denildiğine göre, Yahûdilerden Ebû Râfî el-Kurazî, ve Hristiyanlardan da Necrân heyetinin reisi, Hz. Peygamber'e (s.a), “Sana ibâdet etmemizi ve seni bir rabb edinmemizi mi istiyorsun?” demişler, bunun üzerine de Hz. Peygamber (s.a), “Allah'tan başkasına tapmaktan veya Allah'tan başkasına ibâdet etmeyi emretmekten Allah'a sığınırız. Allah Teâlâ, beni böyle bir iş için göndermedi ve bana böyle bir şeyi emretmedi” demiş ve bu âyet nâzil olmuştur.[83]

Yahûdiler, kendilerinin elde ettiği fazilet ve makamlara hiç kimsenin ulaşamayacağını iddia edince, Allah Teâlâ onlara şöyle demiştir: “Eğer durum sizin dediğiniz gibi olsaydı, sizin, insanları köle ve hizmetçi yapmaya uğraşmamanız, aksine insanlara Allah'a itaat edip, O'nun tekliflerine boyun eğmelerini emretmeniz gerekirdi. Bu durumda da, insanları Hz. Muhammed'in (s.a) nübüvvetini tasdik etmeye teşvik etmeniz gerekirdi. Çünkü Hz. Muhammed'in elinde mucizelerin zuhur etmesi, böyle yapmanızı gerektirir.” Bu, âyetin lafzının ihtimal tanıdığı bir izahtır. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın, Sonra diğer insanlara, “Allah'ı bırakıp da bana kul olun” demesi... ifadesi, tıpkı Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini ve râhiblerini tanrı edindiler (Tevbe/31) âyeti gibidir.[84]

81. âyette zikredilen mîsâk ile, ilk peygamberden itibaren tevhid ilkesinin varlığı ve elçilik müessesesinin devam ettiği kastedilmiştir. Her elçi tevhidi öğretmekle görevlendirilmiş ve kendisinden evvelki kitap ve elçileri tasdik etmiştir.

De ki: “Biz Allah'a, bize indirilene [Kur’ân'a], İbrâhîm'e, İsmâîl'e, İshâk'a, Ya‘kûb'a ve torunlara indirilene, Mûsâ'ya, Îsâ'ya ve peygamberlere Rabb'lerinden verilenlere inandık. Onlardan hiç biri arasında ayırım yapmayız. Ve biz, yalnız O'nun için islâmlaşanlarız.” (Âl-i İmrân/84)

Ve hani Allah, kendilerine kitap verilen kimselerin mîsâkını almıştı: “Onu [kitabı] mutlaka insanların önüne apaçık koyacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz.” Onlar ise bunu sırtlarının ötesine attılar ve onu az bir bedel karşılığı sattılar. İşte, satın aldıkları şeyler ne kötüdür! (Âl-i İmrân/187)

Ve Meryem oğlu Îsâ, “Ey İsrâîloğulları! Hiç şüphesiz ben benden önce gelen Tevrât'ı doğrulayan ve benden sonra gelecek adı çok övülen bir elçiyi müjdeleyen, Allah'ın bir elçisiyim” demişti. Sonra o, onlara apaçık delillerle gelince, “Bu, apaçık bir büyüdür” dediler. (Saff/6)

Elçi, kendi Rabbi'nden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de. Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine iman ettiler: “Biz Allah'ın elçileri arasında ayırım yapmayız.” Ve “Biz duyduk ve itaat ettik. Rabbimiz! Bağışlamanı dileriz, dönüş ancak Sanadır” dediler. (Bakara/285)

82. Artık bundan sonra her kim dönerse, artık, işte onlar fâsıkların ta kendileridir.

83. Peki, onlar, göklerde ve yerde olan herkes, ister istemez O'nun için islâmlaşmışken ve kendileri de sadece O'na döndürüleceklerken Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar?

84. De ki: “Biz Allah'a, bize indirilene [Kur’ân'a], İbrâhîm'e, İsmâîl'e, İshâk'a, Ya‘kûb'a ve torunlara indirilene, Mûsâ'ya, Îsâ'ya ve peygamberlere Rabb'lerinden verilenlere inandık. Onlardan hiç biri arasında ayırım yapmayız. Ve biz, yalnız O'nun için islâmlaşanlarız.”

85. Ve kim İslâm'dan başka bir din ararsa, o takdirde hiç bir zaman ondan kabul edilmeyecektir. Ve o [İslâm'dan başka din arayan kimse], âhirette zarar edenlerden olacaktır.

86. İmanlarından ve şüphesiz Elçi'nin hakk olduğuna tanık olduktan ve kendilerine açık deliller geldikten sonra, küfreden bir topluma Allah nasıl kılavuzluk eder? Ve Allah, zâlimler toplumuna kılavuzluk etmez.

87-88. İşte onların cezaları, Allah'ın, meleklerin, insanların hepsinin lâneti sürekli içinde kalmak üzere şüphesiz onların üzerlerindedir. Kendilerinden bu azap hafifletilmez ve kendilerine mühlet verilmez.

89. Ancak bundan sonra tevbe eden ve düzeltenler başka. Artık, şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.

90. Şüphesiz imanlarının arkasından küfreden, sonra da küfrünü artırmış olan şu kimseler; onların tevbeleri asla kabul olunmayacaktır. Ve işte onlar sapıkların ta kendileridir.

91. Şüphesiz ki şu inkâr etmiş ve inkârcı oldukları hâlde de ölen kişilerin hiç birinden, yeryüzü dolusu altın, onu fidye verseler bile asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar, dayanılmaz azap kendileri için olanlardır. Onlar için yardımcılardan da yoktur.

Bu pasajda yine Ehl-i Kitap, özellikle de Necrân heyeti tehdit edilmektedir. Bakara sûresi'nden bu yana Ehl-i Kitabın geçmişteki ve o dönemdeki yanlışları sayılıp dökülmüş ve hakka davet edilmişlerdir. Bu âyetlerde, Allah'ın merhamet gösterdiği, Elçi'nin gerekli tebliğleri yaptığı, gerisinin Ehl-i Kitaba kaldığı bildirilmektedir.

Âyetler gâyet açık ve beliğ olmakla birlikte, birkaç nokta üzerinde durmak istiyoruz:

90. âyetteki, Şüphesiz imanlarının arkasından küfreden, sonra da küfrünü artırmış olan şu kimseler; onların tevbeleri asla kabul olunmayacaktır. Ve işte onlar sapıkların ta kendileridir ifadesiyle, İncîl'i ve Kur’ân'ı inkâr eden Yahûdiler, İslâm'dan çıkıp müşriklere sığınan veya münâfıklık eden kimseler kastedilmiştir.

92. Sevdiğiniz şeylerden bağışlamadıkça asla birr'e/iyi kimseliğe eremezsiniz. Siz her neyi bağışlarsanız da kesinlikle Allah onu en iyi bilendir.

Tüm toplumlar için başlı başına bir beyanname olan bu âyet, öncelikle Ehl-i Kitaba bir uyarıdır. Bu âyetin iniş sebebiyle ilgili kaynaklarda şu bilgiler mevcuttur:

el-Kelbî der ki: Ka‘b b. el-Eşref ile arkadaşları Hristiyanlarla birlikte, anlaşmazlıkları hakkında hüküm vermek üzere Peygamber'in (s.a) yanına geldiler ve şöyle dediler: “Bizden hangimiz İbrâhîm dinine daha layıktır?” Peygamber (s.a), “Her iki kesiminiz de o'nun dininden uzaktır” deyince, onlar, “Hayır biz senin verdiğin bu hükme razı olmuyoruz ve senin dinini de kabul etmiyoruz” dediler. Bunun üzerine yüce Allah'ın, Yoksa Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar, yani “istiyorlar” buyruğu nâzil oldu.[85]

Burada hedef olarak “birr” gösterilmiştir. “Birr” kavramı ile ilgili daha evvel bilgi vermiştik. Burada “birr”in, “kendisiyle cennete girilebilecek bir nitelik” olduğunu ifade ederek birkaç âyetteki tanımı veriyoruz:

Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne çevirmeniz birr değildir. Ama birr [iyi olan kimseler], Allah'a, Âhiret Günü'ne/Son Gün'e, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inanan; malını akrabalara, yetimlere, miskinlere, yolcuya ve dilenenlere ve boyunduruktakilere [kölelere], ona [Allah'a/mala/vermeye] sevgisi olmasına rağmen, veren ve salâtı ikâme eden, zekâtı veren kimselerdir. Ve de sözleştiklerinde, sözlerini tastamam yerine getiren, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreden kimselerdir. İşte onlar, sâdık olanlardır. Ve işte onlar, takvâlı olanların ta kendileridir. (Bakara/177)

Şüphesiz ki “ebrâr”, elbette naîmin [mutluluk cennetinin] içindedirler. (İnfitar/13)

Şüphesiz, ebrâr [iyiler/yardımseverler], kâfur katılmış bir tastan içerler, fışkırtıldıkça fışkırtılacak bir pınardan ki, ondan, verdikleri sözleri yerine getiren ve kötülüğü yayılan bir günden korkan ve, “Biz sizi, ancak Allah yüzü [Allah rızası] için doyuruyoruz ve sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz; evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde, Rabbimizden korkarız” diyerek Allah sevgisi için, yiyeceği, yoksula ve öksüze ve tutsağa veren Allah'ın kulları, içerler. (İnsan/5-7)

Hayır, hayır... “Ebrâr”ın kaydı, kesinlikle illiyyîn'dedir. İlliyyîn'in ne olduğunu sana ne bildirdi? Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/yazılmış bir kayıttır! Şüphesiz ki “ebrâr”, elbette, naîm'in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mührü/neticesi misktir. Karışımı tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar. (Mutaffifîn/18-28)

Burada insanlara, özellikle de kendilerini Allah'ın sevgilisi, has kulu gören Ehl-i Kitaba, “Cennetlik olabilmeniz için, sevdiklerinizi infak etmeniz gerekir. Halbuki, siz bırakın infakı, mala-mülke, paraya-pula tapıyorsunuz” mesajı verilmektedir.

İnsanın sevdiği şeyi infak etmesi, âhiret inancının sağlamlığından kaynaklanır. Yani, âhirette daha değerlisinin kendisine verileceğine inandığı için infakta bulunur. Buna inanmayanlar, infakı, sadakayı, yardımı aptallık olarak görürler.

Ey iman etmiş kimseler! Kazandıklarınızdan, gerek sizin için yerden çıkardıklarımızın temizlerinden infak edin. Kendinizin göz yummadan alıcısı olamayacağınız pis şeyleri vermeye yeltenmeyin. Ve şüphesiz Allah'ın ğanî ve hamîd olduğunu bilin. (Bakara/267)

Şüphesiz Allah, inananlardan canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır: Onlar, Allah yolunda savaşırlar; sonra öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah'ın Tevrât, İncîl ve Kur’ân'daki gerçek bir sözüdür. Ve sözünü, Allah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alış-verişle sevinin. Ve işte bu büyük başarının ta kendisidir. (Tevbe/111)

Ey inanmış olan kimseler! Size, sizi can yakıcı bir cezadan kurtaracak, kazançlı bir ticaret göstereyim mi? Allah'a ve O'nun Elçisi'ne inanacaksınız; Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla çaba harcayacaksınız. İşte bu, eğer bilirseniz, sizin için daha iyidir: Sizin günahlarınızı bağışlar ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki hoş meskenlere girdirir. İşte bu, büyük kurtuluştur. (Saff/10-11)

93-94. Tevrât indirilmeden önce, İsrâîl'in [Ya‘kûb'un] kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrâîloğulları için helâl idi. De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, hemen Tevrât'ı getirip de onu okuyun. Artık kim bundan sonra Allah'a karşı yalan uydurursa, artık işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.”

95. De ki: “Allah doğru söylemiştir. Öyle ise hanîf olarak İbrâhîm'in dinine uyun. Ve o, müşriklerden değildi.”

Bu âyetler, ayrı bir necm olup Yahûdileri uyarmaya ve tüm Ehl-i Kitaba doğru bilgi vermeye yöneliktir. Onlara, Tevrât indirilmeden önce, İsrâîl'in [Ya‘kûb'un] kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrâîloğulları için helâl idi. De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, hemen Tevrât'ı getirip de onu okuyun. Artık kim bundan sonra Allah'a karşı yalan uydurursa, artık işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.” De ki: “Allah doğru söylemiştir. Öyle ise hanîf olarak İbrâhîm'in dinine uyun. Ve o, müşriklerden değildi denilerek, akıllarını başlarına almaları, bulundukları sapık yoldan dönerek İbrâhîm'in dinine; gerçek dine [İslâm'a] gelmeleri istenmektedir. Allah tüm elçilerini ve inananları, Hanif İbrâhîm eksenine bağlamıştır:

De ki: “Şüphesiz Rabbim, beni doğru yola kılavuzladı; dimdik ayakta duran bir dine, hanîf İbrâhîm'in milletine. O [İbrâhîm], ortak koşanlardan olmamıştı.” (En‘âm/161)

Sonra sana, “Hanif olan ve müşriklerden olmayan İbrâhîm'in milletine tâbi ol” diye vahyettik. (Nahl/123)

Âyette geçen İsrâîl, “Ya‘kûb peygamber”dir.

YA‘KÛB GÜREŞ TUTUYOR

Ya‘kûb o gece kalktı; 2 karısını, 2 câriyesini, 11 oğlunu yanına alıp Yabbuk Irmağı'nın sığ yerinden karşıya geçti. Onları karşıya geçirdikten sonra sahip olduğu her şeyi de geçirdi. Böylece Ya‘kûb arkada yalnız kaldı. Bir adam gün ağarıncaya kadar o'nunla güreşti. Ya‘kûb'u yenemeyeceğini anlayınca, o'nun uyluk kemiğinin başına çarptı. Öyle ki, güreşirken Ya‘kûb'un uyluk kemiği çıktı. Adam, “Bırak beni, gün ağarıyor” dedi. Ya‘kûb, “Beni kutsamadıkça seni bırakmam” diye yanıt verdi. Adam, “Adın ne?” diye sordu. “Ya‘kûb.” Adam, “Artık sana Ya‘kûb değil, İsrâîl [Tanrı'yla dövüşen] denecek” dedi, “çünkü Tanrı'yla, insanlarla güreşip yendin.” Ya‘kûb, “Lütfen adını söyler misin?” diye sordu. Ama adam, “Neden adımı soruyorsun?” dedi. Sonra Ya‘kûb'u kutsadı. Ya‘kûb, “Tanrı'yla yüzyüze görüştüm, ama canım bağışlandı” diyerek oraya Peniel adını verdi. Ya‘kûb Peniel'den ayrılırken güneş doğdu. Uyluğundan ötürü aksıyordu. Bu nedenle İsrâîlliler bugün bile uyluk kemiğinin üzerindeki siniri yemezler. Çünkü Ya‘kûb'un uyluk kemiğinin başındaki sinire çarpılmıştı.[86]

Bu âyetlerden anlaşılıyor ki, İsrâîloğulları'nın birtakım yiyecekleri haram addetmeleri mesnetsizdir, şeriat kaynağı olan gerçek Tevrât'ta böyle bir şey yoktur, bunlar Ehl-i Kitap tarafından uydurulmuştur. Bunlar hakkında klâsik kaynaklar şu bilgileri vermişlerdir:

Âlimler İsrâîl'in [Ya‘kûb'un] kendisine neyi haram kılmış olduğu hususunda ihtilâf etmiş ve şunları söylemişlerdir:

a) İbn Abbâs (r.a), Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Ya‘kûb (a.s) çok şiddetli bir hastalığa tutuldu. Bundan dolayı da Allah'ın kendisine afiyet vermesi hâlinde, en sevdiği yiyecek ve içecekleri haram kılmayı nezretti. En sevdiği yiyecek deve eti, en sevdiği içecek de deve sütü idi.” Bu, Ebu'l-Âliye, Atâ ve Mukâtil'in görüşüdür.

b) Hz. Ya‘kûb'da (a.s) siyatik vardı. Bundan dolayı o, Allah'ın kendisine şifâ vermesi hâlinde, etin damarlarını yememeyi nezretti.

c) Bazı rivâyetlerde, Ya‘kûb'un (a.s) kendisine haram kıldığı şeyin, hayvanın sırtındaki yağlar hariç, iç yağı ve böbrek yağı olduğu belirtilmiştir. Kaffâl (r.a) Tevrât'ın tercümesinden şunu nakletmiştir: Ya‘kûb (a.s) Harran'dan çıkıp Kenan beldesine gelince, Şâir beldesinde bulunan kardeşi Îsû'ya bir haberci gönderdi. Haberci geri döndü ve şöyle dedi: “Îsû, 400 kişiyle seni karşılayacak.” Bunun üzerine Ya‘kûb (a.s) korktu ve çok üzüldü; namaz kılıp duâ etti ve kardeşine hediyeler takdim etti. Hâdiseyi, meleğin kendisini bir adam sûretinde karşılamasına kadar olan kısmını anlattı... Bunun üzerine adam sûretindeki o melek Ya‘kûb'a yaklaştı ve parmağını siyatik olan yere koydu. Böylece o hastalık iyileşti, sinir de kurudu. İşte bu sebeple İsrâîloğulları, etin damarlarını yememektedirler.[87]

Bunlarla ilgili Kitab-ı Mukaddes'te şu bilgileri buluyoruz:

ETİ YENEN ve YENMEYEN HAYVANLAR

Rabb Mûsâ'yla Hârûn'a şöyle dedi: “İsrâîl halkına deyin ki, karada yaşayan hayvanlardan şunların etini yiyebilirsiniz: Çatal ve yarık tırnaklı, geviş getiren hayvanların tümü. Ancak geviş getiren ve çatal tırnaklı olan hayvanlardan etini yememeniz gerekenler şunlardır: Deve geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır. Kaya porsuğu geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır. Tavşan geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır. Domuz çatal ve yarık tırnaklıdır, ama geviş getirmez. Sizin için kirli sayılır. Bu hayvanların etini yemeyecek, leşine dokunmayacaksınız, sizin için kirlidir. Suda yaşayan hayvanlardan şunların etini yiyebilirsiniz: Denizde, akarsularda yaşayan pullu ve yüzgeçli canlıların etini yiyebilirsiniz. Denizdeki ve akarsulardaki bütün pulsuz ve yüzgeçsiz canlılar, suda küme hâlinde yaşayanlar ve ötekiler sizin için iğrenç sayılır. Bunlar sizin için iğrenç sayılacak. Etlerini yemeyecek, leşlerinden tiksineceksiniz. Suda yaşayan bütün pulsuz ve yüzgeçsiz canlılar sizin için iğrenç sayılacak. Tiksindirici kuşların etini yemeyecek, şunları iğrenç sayacaksınız: Kartal, kuzu kartalı, kara akbaba, çaylak, doğan türleri, bütün karga türleri, baykuş, puhu, martı, atmaca türleri, kukumav, karabatak, büyük baykuş, beyaz baykuş, çöl baykuşu, akbaba, leylek, balıkçıl türleri, ibibik, yarasa. Dört ayaklı ve kanatlı böceklerin hepsi sizin için iğrençtir. Ama dört ayaklı ve kanatlı olup ayaklarını sıçramak için kullanan bazılarının etini yiyebilirsiniz. Şunları yiyeceksiniz: Bütün çekirge türleri, küçük çekirge, cırcır böceği, ağustos böceği. Öbür dört ayaklı, kanatlı böceklerin hepsi sizin için iğrenç sayılır. Sizi kirletecek şeyler şunlardır: Aşağıdaki hayvanların leşine dokunan akşama kadar kirli sayılacaktır; kim aşağıdaki hayvanların leşini taşırsa giysilerini yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır. Çatal tırnaklı, ama tırnağı yarık olmayan ve geviş getirmeyen her hayvan sizin için kirlidir. Bunlara dokunan da kirlenmiş sayılır. Dört ayaklı hayvanlardan pençelerini yere basarak yürüyenler sizin için kirlidir. Bunların leşine dokunanlar akşama kadar kirli sayılacaktır. Bunların leşini taşıyanlar giysilerini yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır. Çünkü bu hayvanlar sizin için kirlidir. Küçük kara hayvanları içinde sizin için kirli sayılanlar şunlardır: Gelincik, fare, bütün kertenkele türleri, bukalemun. Sizin için kirli sayılan küçük kara hayvanları bunlardır. Bunların leşine dokunan akşama kadar kirli sayılacaktır. Bunlardan birinin leşi neyin üzerine düşerse onu da kirletir. İster tahta kap, ister giysi, ister deri, ister çul olsun suya konmalıdır. Akşama kadar kirli sayılacak ve akşam temizlenmiş olacaktır. Bunlardan biri bir toprak kabın içine düşerse, kabın içindekiler kirli sayılacaktır. Toprak kap kırılmalıdır. Toprak kaptaki sulu yiyecek ve her içecek kirli sayılacaktır. Bunlardan birinin leşi neyin üzerine düşerse onu da kirletir. Üzerine düştüğü ister fırın olsun, ister ocak, parçalanmalıdır. Çünkü onlar kirlidir ve sizin için kirli sayılacaktır. Ancak kaynak ya da su sarnıcı temiz sayılacaktır; ama bunların leşine dokunan kirli sayılacaktır. Eğer bu hayvanlardan birinin leşi ekin tohumunun üzerine düşerse, o tohum temiz sayılacaktır. Ama suya konmuş tohumun içine düşerse, tohum sizin için kirlidir. Eti yenen hayvanlardan biri ölürse, leşine dokunan akşama kadar kirli sayılacaktır. Hayvanın leşinden yiyen giysilerini yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır. Leşi taşıyan da giysilerini yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır. Bütün küçük kara hayvanları iğrençtir. Yenmeyecektir. İster karnı üzerinde sürünen, ister dört ayaklı ya da çok ayaklı canlılar olsun, bunların hiç birini yemeyeceksiniz. Çünkü bunlar iğrençtir. Bunların hiç biriyle kendinizi kirletmeyin, iğrenç duruma sokmayın, kirli duruma düşmeyin. Tanrınız Rabb Benim. Kendinizi kutsayın ve kutsal olun. Çünkü Ben kutsalım. Küçük kara hayvanlarının hiç biriyle kendinizi kirletmeyin. Tanrınız olmak için sizi Mısır'dan çıkaran Rabb Benim. Kutsal olun, çünkü Ben kutsalım. Kirli olanı temizden, eti yeneni eti yenmeyenden ayırt edebilmeniz için hayvanlar, kuşlar, suda küme hâlinde yaşayan bütün canlılar ve küçük kara hayvanlarıyla ilgili yasa budur.”[88]

ESENLİK SUNUSU

Eğer biri esenlik sunusu olarak sığır sunmak istiyorsa, Rabbe erkek ya da dişi, kusursuz bir hayvan sunmalı. Elini sununun başına koyup onu Buluşma Çadırı'nın giriş bölümünde kesmeli. Hârûn soyundan gelen kâhinler kanı sunağın her yanına dökecekler. Kişi esenlik sunusunun bazı parçalarını Rabb için yakılan sunu olarak sunmalı. Sununun bağırsak ve işkembe yağlarını, böbreklerini, böbrek yağlarını, karaciğerden böbreklere uzanan perdeyi ayıracak. Hârûn'un oğulları sunakta yanan odunların üzerinde duran yakmalık sununun üzerinde bunları yakacak. Yakılan sunu, Rabbi hoşnut eden kokudur. Eğer kişi esenlik sunusu olarak Rabbe davar sunmak istiyorsa, erkek ya da dişi, sunusu kusursuz olmalı. Eğer kuzu sunmak istiyorsa, Rabbin önünde sunmalı. Elini sununun başına koyup onu Buluşma Çadırı'nın önünde kesmeli. Hârûn'un oğulları kanı sunağın her yanına dökecekler. Kişi esenlik sunusunun bazı parçalarını Rabb için yakılan sunu olarak sunmalı. Yağını almalı, kuyruk sokumunun dibinden bütün kuyruk yağını kesmeli, bağırsak ve işkembe yağlarını, böbreklerini, böbrek yağlarını, karaciğerden böbreklere uzanan perdeyi ayırmalı. Kâhin bunları sunağın üzerinde yakacak. Rabb için yakılan yiyecek sunusudur bu. Eğer adağı keçi ise, onu Rabbin önünde sunmalı. Elini adağın başına koyup onu Buluşma Çadırı'nın önünde kesmeli. Hârûn'un oğulları kanı sunağın her yanına dökecekler. Rabb için yakılan sunu olarak adaktan şunları ayırıp sunmalı: Bağırsak ve işkembe yağlarını, böbrekleri, böbrek yağlarını, karaciğerden böbreklere uzanan perdeyi. Kâhin bütün bunları sunağın üzerinde yakacak. Yakılan yiyecek sunusudur bu. Kokusu Rabbi hoşnut eder. Yağın tümü Rabbe aittir. Hayvan yağı ve kan yemeyeceksiniz. Yaşadığınız her yerde kuşaklar boyunca bu kural hep geçerli olacak.[89]

SUÇ SUNUSU

Çok kutsal olan suç sunusunun yasası şudur: Suç sunusu, yakmalık sununun kesildiği yerde kesilecek ve kanı sunağın her yanına dökülecek. Hayvanın bütün yağı alınacak, kuyruk yağı, bağırsak ve işkembe yağları, böbrekleri, böbrek yağları, karaciğerden böbreklere uzanan perde ayrılacak. Kâhin bunların hepsini sunak üzerinde, Rabb için yakılan sunu olarak yakacak. Bu suç sunusudur. Kâhinler soyundan gelen her erkek bu sunuyu yiyebilir. Sunu kutsal bir yerde yenecek, çünkü çok kutsaldır. Suç ve günah sunuları için aynı yasa geçerlidir. Et, sunuyu sunarak günahı bağışlatan kâhinindir. Yakmalık sununun derisi de sunuyu sunan kâhinindir. Fırında, tavada ya da sacda pişirilen her tahıl sunusu onu sunan kâhinin olacak. Zeytinyağıyla yoğrulmuş ya da kuru tahıl sunuları da Hârûnoğulları'na aittir. Aralarında eşit olarak bölüşülecektir.[90]

ESENLİK SUNUSU

Rabbe sunulacak esenlik sunusunun yasası şudur: Eğer adam sunusunu Rabbe şükretmek için sunuyorsa, sunusunun yanısıra zeytinyağıyla yoğrulmuş mayasız pideler, üzerine zeytinyağı sürülmüş mayasız yufkalar ve iyice karıştırılmış ince undan yağla yoğrulmuş mayasız pideler de sunacak. Rabbe şükretmek için, esenlik sunusunu mayalı ekmek pideleriyle birlikte sunacak. Her sunudan birini Rabbe bağış sunusu olarak sunacak ve o sunu esenlik sunusunun kanını sunağa döken kâhinin olacak. Rabbe şükretmek için sunulan esenlik sunusunun eti, sununun sunulduğu gün yenecek, sabaha bırakılmayacak. Biri gönülden verilen bir sunu ya da dilediği adağı sunmak istiyorsa, kurbanın eti adağın sunulduğu gün yenecek, artakalırsa ertesi güne bırakılabilecek. Ancak üçüncü güne bırakılan kurban eti yakılacak. Esenlik sunusunun eti üçüncü gün yenirse adak kabul edilmeyecek, geçerli sayılmayacak. Çünkü et kirlenmiş sayılır ve her yiyen suçunun bedelini ödeyecektir. Kirli sayılan herhangi bir şeye dokunan et yenmemeli, yakılmalıdır. Öteki etlere gelince, temiz sayılan bir insan o etlerden yiyebilir. Ama biri kirli sayıldığı sürece Rabbe sunulan esenlik sunusunun etini yerse, Tanrı Halkı'nın arasından atılacak. Ayrıca kirli sayılan herhangi bir şeye, insandan kaynaklanan bir kirliliğe, kirli bir hayvana ya da kirli ve iğrenç bir şeye dokunup da Rabbe sunulan esenlik sunusunun etinden yiyen biri Tanrı Halkı'nın arasından atılacak.[91]

YAĞ ve KAN YENMEMELİ

Rabb Mûsâ'ya şöyle dedi: “İsrâîl halkına de ki: İster sığır, ister koyun ya da keçi yağı olsun, hayvan yağı yemeyeceksiniz. Kendiliğinden ölen ya da yabanıl hayvanların parçaladığı bir hayvanın yağı başka şeyler için kullanılabilir, ama hiç bir zaman yenmemeli. Kim yakılan ve Rabbe sunulan hayvanlardan birinin yağını yerse, halkımın arasından atılacak. Nerede yaşarsanız yaşayın, hiç bir kuşun ya da hayvanın kanını yemeyeceksiniz. Kan yiyen herkes halkımın arasından atılacak.”[92]

KÂHİNLERİN PAYI

Rabb Mûsâ'ya şöyle dedi: “İsrâîl halkına de ki: Rabbe esenlik sunusu sunmak isteyen biri, esenlik sunusunun bir parçasını Rabbe sunmalı. Rabb için yakılan sunusunu kendi eliyle getirmeli. Hayvanın yağını döşüyle birlikte getirecek ve döş Rabbin huzurunda sallamalık bir sunu olarak sallanacak. Kâhin yağı sunağın üzerinde yakacak, ama döş Hârûn'la oğullarının olacak. Esenlik sunularınızın sağ budunu bağış olarak kâhine vereceksiniz. Hârûnoğulları arasında esenlik sunusunun kanını ve yağını kim sunuyorsa, sağ but onun payı olacak. İsrâîl halkının sunduğu esenlik sunularından sallamalık döşü ve bağış olarak sunulan budu aldım. İsrâîl halkının payı olarak bunları sonsuza dek Kâhin Hârûn'la oğullarına verdim. Hârûn'la oğulları kâhin atandıkları gün Rabb için yakılan sunulardan paylarına bu düştü. Rabb onları meshettiği gün İsrâîl halkına buyruk vermişti. Adağın bu parçaları gelecek kuşaklar boyunca onların payı olacaktı. Yakmalık, tahıl, suç, günah, atanma, esenlik sunularının yasası budur.” Rabb, bu buyruğu çölde, Sina Dağı'nda İsrâîl halkından kendisine sunu sunmalarını istediği gün Mûsâ'ya vermişti.[93]

Haram kılma yetkisi, Allah'a aittir; kimse, “Şu haramdır, bu haramdır” diyemez:

Ey Âdemoğulları! Her mescidin yanında süslerinizi alın, yiyin-için fakat savurganlık etmeyin; kesinlikle Allah savurganları sevmez. De ki: “Allah'ın kulları için çıkardığı zînetleri ve tertemiz rızıkları kim haram etmiş?” De ki: “Bunlar, iğreti hayatta inananlar içindir –kıyâmet gününde yalnız onlar için olmak üzere.”– İşte böylece Biz, âyetleri bilen bir topluluğa ayrıntılı olarak açıklıyoruz. (A‘râf/31-32)

Ey Peygamber! Eşlerinin rızalarını arayarak Allah'ın helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haramlaştırıyorsun? Ve Allah, çok bağışlayan çok merhamet edendir. (Tahrîm/1)

Bir yiyecek ancak Allah tarafından haram kılınabileceğine göre, Ya‘kûb'un bazı şeyleri kendisine haramlaştırması [hastalığı sebebiyle bir müddet bazı şeylere perhiz etmesi], tıbbî bir zaruretten kaynaklanmış olsa gerektir. Anlaşılan o ki, Ya‘kûb'un kişisel davranışları zaman içerisinde dinleştirilmiştir; tıpkı zaman içerisinde Müslümanların; Peygamber'in, sahabenin, tabiînin, imamların, şeyhlerin… kişisel davranışlarını dinleştirdikleri gibi. Dolayısıyla, böyle kişiye özgü zaruret uygulamaları genellenemez, ama nesiller boyu da devam ettirilemez.

96-97. Şüphesiz, insanlar için mübârek ve âlemlere yol gösterme olarak konulan ilk ev, Bekke'dekidir [Mekke'dekidir]. Onda apaçık deliller; İbrâhîm'in ayaklanma yeri [eğitilip, yetiştirilip şirke karşı ayaklandığı yer] vardır. Ve oraya kim girerse güvende olmuştur. Ve yoluna gücü yeten herkesin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim de inkâr ederse, bilsin ki, şüphesiz Allah bütün âlemlerden zengindir.

95. âyette, Öyle ise hanîf olarak İbrâhîm'in dinine uyun. Ve o, müşriklerden değildi buyurulunca, Bakara sûresi'nde gösterilen yeni strateji burada tekrar gündeme getirilerek, tüm inananların İbrâhîmleşmesi; İbrâhîmleşmesi için de Mekke'de İbrâhîmî eğitim almaları istenmiştir.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla