Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25. April 2009, 10:07 PM   #2
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

TAHLİL:

1 – “ حHâ [8]” “ مMîm [40]”.

Surenin birinci ayeti “ حHa” ve “م Mim” kesik harflerinden oluşmuştur. Kesik harfler ile ilgili detaylı bilgiyi ve bu konudaki kanaatimizi bundan evvel geçen mukatta’ harfleri açıklarken dile getirmiştik. Kısaca hatırlatmak gerekirse; bu harflerin anlamı henüz kesin olarak tespit edilmiş değildir. Bir anlamları olabileceği gibi, Kur’an’ın korunmasına yönelik birer öge veyahut dikkat çekmek için kullanılmış birer edat olmaları da mümkündür.
Diğer kesik harfler hakkında olduğu gibi, “Ha, Mim” kesik harfleri ile ilgili olarak da geçmişte bir takım yakıştırmalar yapılmıştır. Bu konudaki en geniş açıklama Kurtubi tarafından yapılmıştır:

“Hâ, Mîm” harflerinin anlamı hakkında farklı görüşler vardır. İkrime dedi ki: Peygam*ber (sav) buyurdu ki: "Hâ, Mîm Yüce Allah'ın isimlerinden bir isimdir. Bunlar Rabbinin hazinelerinin anahtarlarıdır."
İbn Abbas dedi ki: "Hâ, Mîm" Allah'ın İsm-i Azam’ıdır. Yine ondan riva*yete göre "Elif, Lam, Ra", "Hâ, Mîm" ile "Nun" er-Rahman isminin mukatta' harfleridir. Yine ondan rivayete göre "Hâ, Mîm" Yüce Allah'ın isimlerinden bir isim olup onunla yemin etmiştir.
Katade: Hâ, Mîm Kur'ân isimlerinden bir isimdir; Mücahid: Sûrelerin başlangıcıdır, demişlerdir. Ata el-Horasanî de der ki: Ha, Yüce Allah'ın Hamîd, Hannan, Halim ve Hakim isimlerinin başıdır. Mim ise Yüce Allah'ın Me*lik, Mecid, Mennan, Mütekebbir ve Musavvir isimlerinin başıdır.
Buna şu rivayet de delil teşkil etmektedir: Enes'ten rivayete göre bedevî bir Arap, Peygamber (sav)'e: "Hâ, Mîm nedir? Biz dilimizde böyle bir şey bil*miyoruz” diye sormuş. Peygamber (sav) ona şöyle demiştir: "Birtakım isimlerin başı ve bazı sûrelerin de başlangıcıdır. "
ed-Dahhak ve el-Kisaî dedi ki: Bu, olacak olan şeyler hükme bağlanmış*tır, demektir. O bununla sanki "Hâ, Mîm"in hece harfi olduklarına işaret et*mektedir. Çünkü bu harfler "ha" harfi ötreli, "mim" harfi de şeddeli okunduğu takdirde “ حُمّ Humme” şeklini alır ki; bu da "hükme bağlandı ve meydana geldi" demektir. Ka'b b. Malik dedi ki:
"Karşı karşıya gelip de aramızda savaş başlayınca, Allah'ın hükme bağladığı bir işi kimse geri çeviremez."
Yine ondan gelen rivayete göre: "Allah'ın emri yakındır" anlamın*dadır. Şairin şu beytinde olduğu gibi:
"Benim günüm yaklaştı, sevindi birtakım kimseler... Gaflet içinde ve uykuda olan kimseler."
"Humma" ismi de buradan gelmektedir. Çünkü bu ölüme yakın gelir. Bu Bedir gününde olduğu gibi, Allah'ın dostlarına yardım ve zaferi, düşmanla*rından da intikam alması zamanı yakındır, demektir. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)

Yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı gibi, bu konudaki görüşler birer yakıştırmadan ibaret olup ciddi dayanaktan yoksundurlar.

2, 3 - Bu kitabın indirilişi, Azîz [çok güçlü], Alîm [en iyi bilen], günahı bağışlayan, tövbeyi kabul eden, azabı çok çetin olan, bol nimet; ikram sahibi Allah tarafındandır. O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Dönüş yalnızca O'nadır.

Sure, kesik harflerden sonra Kur’an’ın ön plânda tutulduğu bu ayetlerle başlamaktadır. Bu iki ayette Kur’an’ı peygamberin yazmadığına işaret edilerek onun Azîz, Alîm, Gâfir, tövbeleri kabul eden, azabı çok çetin, nimeti bol, kendisinden başka ilah diye bir şey olmayan ve dönüş sadece kendisine olan Allah tarafından indirildiği vurgulanmıştır. Kur’an’a sarılanların veya karşı duranların, Kur’an’ın arkasındaki bu nitelikli gücü akıllarından kesinlikle çıkarmamaları gerekmektedir.

Ve hep birlikte Allah'ın ipine sıkıca sarılın, ayrılmayın ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O [Allah], kalpleriniz arasında ülfet oluşturdu. Sonra da siz O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de oradan sizi O kurtarmıştı. İşte Allah doğru yolu bulasınız diye ayetlerini sizin için böyle ortaya koyar. (Al-i Imran/103)


YÜCE ALLAH'IN BURADA KONU EDİLEN ALTI SIFATI
1- غافر الذّنبGâfirü'z-Zenb [Günahları Bağışlayan]


Surenin bir ismi de Rabbimizin bu ayette yer alan bu sıfatından gelmektedir. Rabbimiz bu sıfatı ile günahların bağışlayıcısı olduğunu bildirerek herkesi doğru yoluna davet etmektedir. Bir insan şirk koşmadığı takdirde bir takım hatalar işlemiş olsa da Rabbimiz onu affedicidir.

Şüphesiz Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun altındaki günahları dilediği kimseler için bağışlar. Kim Allah’a ortak tanırsa, şüphesiz pek büyük bir günah uydurmuş [işlemiş] olur. (Nisa/48)

Hiç şüphesiz, Allah, kendisine şirk koşanları bağışlamaz. Bunun aşağısında kalanları ise, [onlardan] dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır. (Nisa/116)

De ki: “Ey nefislerine karşı sınırı aşmış olan kölelerim/ kullar! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Şüphesiz Allah, günahları tümden bağışlar. Şüphesiz O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (Zümer/53)



2- قابل التّوبKabilü't-Tevb [Tevbeyi Kabul Eden]
Yüce Allah, tevbeyi kabul edendir.

“ التّوبةTevbe”, “dönüş” demek olup şirk, küfür, fisk, fücur gibi her türlü negatif inanç ve amelden dönmeyi kapsamaktadır. Rabbimiz, geçmişte ne yapmış olursa olsun, kötü geçmişinden dönenlerin dönüşlerini kabul eder. Kur’an’da tevbeyi konu eden birçok ayet vardır.


3- شديد العقابŞedidu'l-İkab [Azabı Çok Çetin Olan]
Bu sıfat, Rabbimizin inatçı müşriklere, batıl inanç ve amel sahiplerine yönelik bir celâl sıfatıdır. Konumuz olan ayette Rabbimiz celâl ve cemal sıfatlarını kul “ümit” ve “korku” arasında kalsın diye bir arada zikretmiştir.

Kullarıma, hiç şüphesiz Benim çok bağışlayıcı ve pek merhamet edicinin ta kendisi olduğumu, Benim azabımın da, çok acıklı bir azabın ta kendisi olduğunu önemle haber ver! (Hıcr/49, 50)


4- Zi't-Tavl [Bol Nimet, İkram Sahibi]


6- اليه المصيرİleyhi'l-Masîr [Dönüş Kendisine Olan]
Rabbimiz bu sıfatını Kur’an’da yüzlerce kez ön plâna çıkararak insanları imana davet etmiş ve uyarı yapmıştır. Herkes mutlaka ölecek, ister istemez Rabbine dönecek ve yaptıklarının hesabını verecektir.

Ve O, Kendisinden istediğiniz her şeyden size verdi. Allah’ın nimetini saymak isterseniz de sayamazsınız! İnsan kesinlikle çok zalim, çok nankördür. (İbrahim/34)

Ve onlar, şüphesiz Bizim yeryüzüne geldiğimizi, onu etrafından noksanlaştırdığımızı görmediler mi? Allah hükmeder. O'nun hükmünü engelleyecek hiçbir kimse yoktur. Ve O, hesabı çok hızlı görendir. (Ra'd/41)

4 - Allah'ın âyetleri hakkında sadece küfretmiş kimseler tartışır. O halde onların beldeler içinde dönüp dolaşmaları seni aldatmasın.

Önceki ayetlerde Kur’an’ın Allah tarafından indirildiği, Kur’an’ın sahibinin yenilmez, baş edilemez bir güç olduğu bildirildikten sonra, bu ayetlerde de böyle bir güç tarafından gönderilen mesajın aslında kulların yararına olduğu mesajı verilmekte ve Kur’an’a “sihirdir”, “şiirdir”, “kâhinlerin sözüdür”, “evvelkilerin masallarıdır”, “onu bir beşer talim etmiş ve uydurmuştur” gibi yersiz ve anlamsız itirazlar yönelterek karşı duranların, saldırmaya kalkışanların sadece küfredenler olduğu bildirilmektedir. Yani normal bir insanın böyle içerikli, böyle özellikli bir mesajı inkâr etmesinin ya da görmezlikten gelmesinin mümkün olmadığı; bunu ancak gerçeği örtmeye çalışan inkârcı birinin yapabileceği açıklanmaktadır.
Kur’an’da Allah’ın ayetleri hakkında tartışanların sadece küfredenler [gerçeği görmezden gelenler] olduğuna birçok yerde değinilmiştir.

Allah, kendisine mülk [hükümdarlık] verdi diye, Rabbi hakkında İbrahim'le tartışan kimseyi görmedin mi? Hani İbrahim: “Benim Rabbim dirilten ve öldürendir” demişti. O: "Ben diriltir ve öldürürüm” demişti. İbrahim: “Öyleyse Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir!” deyince o inkâr eden kişi şaşırıp kaldı. -Ve Allah zalimler kavmine doğru yolu göstermez.- (Bakara/258)

İşte bu, Şüphesiz Allah’ın Kitab’ı hak ile indirmesi sebebi iledir. Ve şu, şüphesiz Kitap hakkında ihtilâfa düşenler kesinlikle çok uzak, bir parçalanma içindedirler. (Bakara/176)

Ve onlar: “Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlıdır, yoksa o mu?” dediler. Bu örneği sırf seninle tartışmak için ortaya attılar. Aslında onlar, aşırı düşmanlık eden bir toplumdur. (Zuhruf/58)

Ve Biz, elçileri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Küfretmiş olan kişiler de hakkı, batılla iptal etmek [ortadan kaldırmak] için mücadele ediyorlar. Ve onlar, âyetlerimizi ve korkutuldukları şeyleri alaya aldılar. (Kehf/56)

Ve üzerine Allah’ın adı anılmayan şeylerden yemeyin. Ve şüphesiz o fısktır [tam bir yoldan çıkıştır]. Ve şüphesiz şeytanlar kendi velilerine sizinle mücadele etmeleri için vahyederler [gizlice telkinde bulunurlar]. Ve eğer onlara boyun eğerseniz şüphesiz siz müşrikler oldunuz demektir. (En’am/121)

Allah’ın ayetleri hakkında ancak inkârcıların tartışabileceği açıklandıktan sonra, peygamberimize onların ortalıkta gezip durmalarının yani hemen cezalandırılmamış olmalarının kendisini aldatmaması gerektiği mesajı verilmiştir. İnkârcılar şimdi ortalıkta gezip dursalar, çeşitli şekillerde tasarruflarda bulunsalar bile, vakti geldiğinde mutlaka cezalandırılacaklardır.

Küfretmiş olan şu kişilerin beldelerde dolaşmaları sakın seni aldatmasın.
(Bu), çok az bir kazanımdır. Sonra onların varacakları yer cehennemdir ve o ne kötü bir yataktır! (Al-i Imran/196, 197)

Biz onları biraz yararlandırırız. Sonra kendilerini yoğun bir azaba doğru zorlarız. (Lokman/24)

Konumuz olan ayet aynı zamanda peygamberimizi teselli, kâfirleri ise şiddetli bir şekilde tehdit etmektedir

5 - Onlardan önce Nuh kavmi ve onlardan sonraki bir takım hizipler yalanladı. Her ümmet, kendi elçilerini yakalamak için teşebbüste bulundu; onunla hakkı batılla iptal etmek için mücadele ettiler. Ben de onları yakalayıverdim. İşte, azabım nasıl oldu?
6 – Ve işte böylece o küfretmiş olan kimseler üzerine Rabbinin, “şüphesiz onlar ateşin ashabıdır” sözü hak oldu.

Bu ayetler, 4. ayette geçen “O halde onların beldeler içinde dönüp dolaşmaları seni aldatmasın” ifadesinin açıklamasıdır. Allah’ın ayetlerini saklayan ve Allah’ın ayetleri hakkında tartışmaya yeltenen kimselerin akıbetlerinin nasıl olduğu, geçmişteki benzerleri ile açıklanmıştır. Gerek Nuh kavmi, gerekse onun arkasından gelen nice gruplar elçilik misyonunu yalanladılar, elçiyi etkisiz kılmak için var güçleriyle karşı koydular fakat sonları daima kötü oldu. Allah onları yakalayıp cezalandırdı, hepsi de cehennemin ashabı oldular.
Ayetteki “Her ümmet, kendi elçilerini yakalamak için teşebbüste bulundu; onunla hakkı batılla iptal etmek için mücadele ettiler” ifadesi, toplumların kendi elçilerini hapse atmak, işkence etmek veya taşlayarak öldürmek gibi kötü niyetlerle hareket ettiklerine işaret etmektedir.
Ayetin sonundaki “Ben de onları yakalayıverdim. İşte, azabım nasıl oldu?” ifadesi ise yalanlayan ümmetlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna dikkat çekmektedir.

Onlardan önce Nûh'un kavmi, Âd, kazıklar sahibi Firavun, Semûd, Lût'un kavmi ve Eyke ashâbı [Şu‘ayb'ın kavmi] da yalanladılar. İşte onlar, hiziplerdir. (Sad/12, 13)

Medyen ashabı da yalanladı. Musa da yalanlandı da Ben, o kâfirlere bir süre verdim. Sonra da onları yakalayıverdim. Peki, Beni tanımamak nasıl oldu? (Hac/44)

7 – 9 – Arş’ı taşıyan bir de onun [arşın] dış kenarından olan kimseler, Rablerinin hamdiyle tesbih ederler ve O'na inanırlar. İman etmiş kimseler için bağışlanma dilerler: “Rabbimiz! Sen rahmet ve bilgice her şeyi kuşattın. Onun için tövbe eden ve senin yoluna uyan kimseleri bağışla ve onları Cahim’in [cehennemin] azabından koru! Rabbimiz! Onları ve onların atalarından, zevcelerinden ve zürriyetlerinden salih olan kimseleri kendilerine vaat ettiğin Adn cennetlerine girdir. Şüphesiz Sen Azîz ve Hakîm’in ta kendisisin. Onları kötülüklerden de koru. Ve Sen her kimi kötülüklerden korursan, artık o gün elbette ona rahmet etmişsindir. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.”

Bilindiği gibi, Rabbimiz Kur’an’da kendisini birçok kez Arap örfü üzerine tanıtmıştır. Arş sahibi, arşa istiva, kürsü sahibi, melik, muktedir (Kasas 55) ve Arş’ını sekiz taşıması gibi... Arş, Rabbimizin yönetim gücünün simgesidir. O’nun Rabliğini, “yerin göğün tek hâkimi ve yöneticisi” olduğunu simgelemektedir. Arş ve Arş’a istiva ile ilgili olarak A’râf/54’ün tahlilinde (Tebyinü’l Kur’an; c.2. s. 603) daha evvel de bilgi verilmişti.

ARŞ’I TAŞIYANLAR

Burada bu ifade ile kastedilenler, “Allah ile ilgi bilgileri taşıyanlar”dır. Bunlar, Arş’ın sahibi tarafından görevlendirilmek suretiyle Allah bilgisini, “tevhid”i bir yerden bir yere götürenler, Allah’ı tanıtıp öğreten peygamberlerdir. Çünkü sürekli Rablerini tesbih eden, inanan ve inananlar için bağışlanma dileyen, onların ve yakınlarının cennetlere girmesini isteyenlerin bir bölümü bunlardır:

"Rabbim! Benim için, anam-babam için, mümin olarak evime giren kişiler için ve mümin erkekler ve mü’min kadınlar için mağfiret et! Zalimlere de sadece yok oluşu arttır." (Nuh/28)

Ve Biz, her elçiyi sadece, Allah’ın izniyle itaat olunsun diye gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmalarını isteselerdi, Resul de onlar için bağışlanma isteseydi, kesinlikle Allah’ı Tevvab, Rahîm bulurlardı. (Nisa/64)

O [Dâvûd] dedi ki: “Doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına katmak istemesiyle o sana zulmetmiştir. Gerçekten de katanların [ortakların, bir cemiyette yaşayanların] çoğu mutlaka birbirlerine haksızlık ediyorlar. Ancak iman edenler ve sâlihâtı işleyenler haksızlık etmezler. Ama onlar da ne kadar azdır!” Ve Dâvûd, Bizim kendisini arı duru [has] hâle getirdiğimize kesin kanat getirdi ve anladı. Hemen Rabbinden [zulmeden kişi için] bağışlanma diledi, rükû ederek yere kapandı ve döndü. (Sad/24)

Dediler ki: “Ey babamız, bizim için günahlarımıza istiğfar et. Şüphesiz biz hatalılar idik.” (Yusuf/97)

Onlara: “Gelin, Allah'ın Resulü sizin için mağfiret [bağışlanma] dilesin!” denildiği zaman başlarını yana çevirdiler. Sen, onların büyüklük taslamışlar olarak yüz çevirmekte olduklarını görürsün. (Münafikun/5)

Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır ve eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Sen, Azîz ve Hakîm’in ta kendisisin.” (Maide/118)

Rabbimiz! Hesabın kurulduğu günde benim, anam-babam için ve müminler için mağfirette bulun! (İbrahim/41)

Klasik eserlerde Arş’ı taşıyanlar ile ilgili olarak şu görüşler serdedilmiştir:

Yine denildiğine göre, Arş’ın etrafında yetmiş bin saf melek vardır. Bunlar tehlil ve tekbir getirerek Arş’ın etrafında tavaf ederler. Onların arkasında da yetmiş *bin saf ayakta dururlar, ellerini omuzlarına koymuşlar, seslerini tehlil ve tekbir ile yükseltmişlerdir. Onların arkasında yüz bin saf sağ ellerini, sol elleri*ne koymuşlar ve onların her biri mutlaka diğerinden ayrı bir tesbih ile tesbih edip dururlar.
İbn Abbas "Arş"ı ayn harfini ötreli olarak "el-urş" diye okumuştur. Bü*tün bunları ez-Zemahşerî zikretmiş bulunmaktadır.
Denildi ki: Kâfirlerden söz edildikten sonra Arş'tan söz edilmesi -doğrusu*nu en iyi bilen Allah'tır- anlamın şöyle oluşundan dolayıdır: "Şu Arş'ı yük*lenenler ve etrafında bulunanlar" kâfirlerin söylediklerinden Yüce Allah'ı tenzih ederler. "Ve mü'minlere de mağfiret dilerler." Yani Allah'tan onlar için günahlarının bağışlanmasını isterler. Tefsir âlimlerinin açıklamalarına gö*re, Arş, serir [taht] ile aynı şeydir. O Yüce Allah tarafından yaratılmış müces*sem bir cisimdir. Meleklere onu taşımalarını emretmiş, onu tazim etmek, et*rafında dolaşmakla kendisine ibadet etmelerini dilemiştir. Nitekim yeryüzün*de bir Beyt [Kâbe] yaratıp Âdemoğullarına etrafını tavaf etmelerini emredip namazda da ona dönmelerini istediği gibi.

İbn Tahman, Musa b. Ukbe'den rivayet ediyor. O Muhammed b. el-Mün-kedir'den, o Cabir b. Abdillah el-Ensarî'den dedi ki: Rasûlullah (sav) buyur*du ki: "Bana Arş'ın taşıyıcılarından olup
Allah'ın meleklerinden bir melek hak*kında (sizlere) sözetmem için izin verildi. Onun kulağının yumuşağı ile omuzu arasındaki mesafe yedi yüz yıldır." Bunu el-Beyhakî zikretmiş olup daha önceden Bakara Sûresi'nde (2/255) yer alan Ayete'l-Kürsî'de, Arş'ın büyüklüğü ve onun yaratılmışların en büyüğü olduğuna dair açıklamalar geç*miş bulunmaktadır.
Sevr b. Yezid, Halid b. Ma'dan'dan, o Ka'b el-Ahbar'dan rivayetine göre, Ka’b şöyle demiştir: Yüce Allah Arş'ı yaratınca “Allah benden daha büyük bir yaratık yaratmayacaktır” dedi ve sarsıldı. Yüce Allah onun etrafına bir yılan doladı. O yılanın yetmiş bin kanadı vardır. Her bir kanatta yetmiş bin tüy var*dır. Her bir tüyde yetmiş bin yüz vardır. Her bir yüzde yetmiş bin ağız vardır. Her bir ağızda da yetmiş bin dil vardır. Onun dillerinden her gün yağmur dam*laları sayısınca, ağaç yapraklan sayısınca, çakıl ve toprak taneleri sayısınca, dünya günleri sayısınca ve bütün melekler sayısınca tesbihler dökülmekte*dir. Bu yılan Arş'ın etrafına dolandı, Arş bu yılanın yarısına kadar ulaşıyor ve bu yılan onun etrafını sarmış bulunuyor.
Mücahid dedi ki: Yedinci sema ile Arş arasında yetmiş bin hicab vardır. Bir hicap nur ve bir hicap karanlık, bir hicap nur ve bir hicap karanlıktır.
Derler ki: "Rabbimiz! Rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır." Rahmetin ve ilmin her şeyi kapsamıştır. Fiil, rahmet ve ilim üzerinde amel etmeyince bunlar temyiz olarak nasbedilmişlerdir.
"Tevbe edenlere" şirk ve masiyetlerden dönenlere "ve senin yolunu" İs*lâm dinini "izleyenlere mağfiret buyur ve onları cehennem azabından ko*ru!" Bu azabı onlardan çevir ki, onlara ulaşmasın.
İbrahim en-Nehaî dedi ki: Abdullah b. Mesud'un arkadaşları şöyle diyor*lardı: Melekler İbnu'l-Kevva’dan [şeytandan] hayırlıdırlar. Çünkü onlar yeryüzün*de bulunanlar için mağfiret dilerler. İbnu'I-Kevvâ ise onların aleyhine kâfir*lik ile şahitlik eder. İbrahim dedi ki: Yine diyorlardı ki: Kıble ehlinden olan hiçbir kimseden mağfiret dilemeyi esirgemezler.
Mutarrif b. Abdillah dedi ki: Biz Allah'ın kulları arasında Allah'ın kulları*nın iyiliğini en çok isteyenlerin melekler olduğunu gördük. Allah'ın kulları arasında da Allah'ın kullarını en çok aldatan kimsenin şeytan olduğunu gö*rüyoruz; deyip bu âyet-i kerimeyi okumuştur.
Yahya b. Muaz er-Razî de arkadaşlarına bu âyet-i kerime hakkında şöy*le demiştir: Bu âyeti iyi kavrayınız, çünkü dünyada bu âyetten daha çok ümit verici bir kalkan yoktur. Şüphesiz tek bir melek Yüce Allah'tan bütün mü'minlere mağfiret buyurmasını dileyecek olursa, onlara mağfiret eder. He*le bütün melekler ve Arş'ı taşıyanlar mü'minlere mağfiret diliyorlarsa durum ne olur!
Halef b. Hişam el-Bezzar el-Karî' dedi ki: Ben Süleym b. İsa'ya Kur'ân oku*yordum. Yüce Allah'ın: "Mü'minlere de mağfiret dilerler" buyruğuna ula*şınca ağladı ve sonra da “Ey Halef!” dedi, “Mü'min Allah katında ne kadar da değerlidir. O döşeğinde uyurken melekler onun için mağfiret diliyorlar. "Ve ey Rabbimiz, onları da babalarından, eşlerinden ve zürriyetlerinden salih olanları da kendilerine vaadettiğin Adn cennetlerine girdir." Rivayet olunduğuna göre Ömer b. el-Hattab, Kab el-Ahbar'a: Adn cennetleri nedir? di*ye sormuş, o da şöyle demiş: Bunlar cennette altından köşklerdir. Bunlara pey*gamberler, sıddîklar, şehitler ve âdil devlet yöneticileri girecektir. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla