Tekil Mesaj gösterimi
Alt 19. September 2008, 11:34 PM   #2
Barış
Uzman Üye
 
Barış - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 785
Tesekkür: 1.340
366 Mesajina 989 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
Barış is on a distinguished road
Standart

İşte Kur’an’ın bu genel ilkeleri doğrultusunda Pey-gamberimizin, tenkid ederken yapıcı bir üslup kullandığı, etrafından insanları boşaltıcı ve itici değil, kazanıcı ve çekici bir dille yaklaştığı bilinmektedir. Anlatmaya çalıştığımız bu ‘dil’, beden, kelam ve kalp dilinin birlikte işe koyulduğu bir dildir. Peygamber’in Mü’minleri tenkid sadedinde onlara yumuşak davrandığına Kur’an tanıklık etmektedir. (3/Âl-i İmran, 159). Rivayete göre bu ayet, Uhud savaşında Rasu-lullah’ın Ayneyn geçidine yerleştirdiği okçular hakkında nazil olmuştur. Bu okçular, sıkı sıkıya tembih etmesine rağmen, komutan Peygamber’in sözünü dinlememişler, yerlerinden erken ayrılmışlar ve Uhud savaşının neredeyse büyük bir felakete dönüşmesine sebep olmuşlardı. Bu şekildeki bir görevi ihmal, Peygamber’in dışında bütün askerî sistemlerde ölüm cezasını gerektiren bir suç olarak algılanmaya elverişlidir. Peygamber’in ise bu okçuları azarladığı bile bilinmemektedir.

Rasulullah’ın Tebük savaşına katılmayanlardan üç Müslümanı tenkidi ise, sonuç itibariyle oldukça sert ve dokunaklıdır fakat asla şahısları kırmamış, tahkir etmemiş, alay etmemiştir. Zaten sert muameleyi o üç kişi de hak ettiklerinin bilincindedirler.

Peygamberimiz, hizmetlisi Enes’i bir işe gönderdiği halde saatler geçmesine rağmen gelmemiş, onu aramaya çıktığında sokakta arkadaşlarıyla oynarken bulmuştu. Yavaşça yanına sokulup, müşfik bir gülümsemeyle, gönderdiği işe niçin gitmediğini sorduğunda Enes’in, unuttuğunu söylemesi üzerine, “haydi git o işi yap” demiştir. Öte yandan, her aile gibi onun evinde de bazı tatsız tartışmaların oldu-ğu bilinen bir gerçektir. Hanımlarının, onu rahatsız eden bazı tutumlarına karşı Rasulullah Muham-med’in tenkidi, “eğer dünya metaını istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim ve sizi güzellikle salıvereyim” (33/Ahzap, 28) demekten ibaret olmuştur.

Tenkidle sövgü, tenkidle alay, küçümseme ve kişiliğe saldırı birbirine karıştırılmamalıdır. Tenkid ne kadar içten ve samimi olursa, başka bir anlatımla, ne kadar Allah rızasına yönelik olursa, o kadar verimli olacaktır. Tenkid edilen şahıs, tenkid edenin iyi niyetini anlamalı, samimiyetini görmelidir. Aksi taktirde muhatabın, savunma pozisyonuna geçmesi beklenir bir durumdur. Bilindiği gibi Kur’an, müşriklerin tanrı edindikleri şeriklerini hiçbir şekilde tasvip etmemekte, hiçbir doğruluk payı tanımamaktadır. Her fırsatta, Allah’ın dışında tanrı edinilen varlıkların anlamsızlığını dile getirmektedir. Fakat Kur’an asla onlara sövmemekte ve sövmeyi de yasaklamaktadır. (6/En’am, 108). Bunu şöyle anlamak gerekmektedir: Etki-tepki prensibi gereği, muhatabın savunma pozis-yonuna geçmesine ortam hazırlanmamalıdır.

Fikir tartışmalarında daha çok fikirler üzerinde durulmalı, fikirler tenkid edilmeli, insanların şahısları hedef seçilmemelidir. Her ne kadar şirke istinâd eden bütün dinler, düşünceler ve ideolojiler hakîr ise ve Kur’an da şirki mütemadiyen tahkîr ediyorsa da, şirk içinde olduğuna inandığımız insanların doğrudan kişiliklerine hakaret ettiğimizde artık ‘yapıcı tenkid’ orada bitmiş, nefis müdâfaası başlamış demektir. Arzulanan sonuç ise bu değildir. Bu anlamda, insanların ayıp ve kusurlarını deşifre etmek de tenkid zannedilmemelidir. Hele de, mü’min birini tenkid ederken, birbirlerimizin kusurlarını sayıp dökmeyi Kur’an bilhassa yasaklamıştır. (49/Hucurât, 12). Bir hayrın ortaya çıkmasını hedefleyen bir Müslüman, ucuz saldırı yollarına baş vurarak, kestirmeden ra-kibini alt etme düşüncesine kapılmamalıdır.

Bu arada, hemen her devirde bulunagelen, kendilerini İslam’a nisbet eden fakat icraatlarıyla, amel ve düşünceleriyle İslam inancına zarar veren, Müslümanları zaafa uğratan, müslümanca düşünüşü, İslam dışı düşünce ve söylemlerle sabote eden kişi ya da kuruluşlara yönelik eleştiriler, Kur’an’ın fâsıkları ve nifak ehlini tenkid ederken kullandığı hadler çerçevesinde kalmak koşuluyla mutlaka yapılmalıdır. Bu zümreleri tenkid etmekten hatır gönül adına imtina edilmemeli, kınayıcının kınamasından korkmamalı, bunu, müslümanın müslümanı eleştirmesi olarak da algılamamalıdır. Kaldı ki eğer eleştirilenler ‘müslüman’ olarak görülüyorsa, müslümanın müslümanı -kardeşlik ölçüleri içerisinde- eleştirmesi bir ibadet bilinmelidir. Böyleyken, fâsıkları, nifak ehlini ve hain kimseleri eleştirmek, “o da müslümandır” gerekçesiyle kerih görülüyorsa bu, iman, fısk ve nifak kavramlarının yeterince anlaşılmadığının bir kanıtı sayılmalıdır.

Geleneksel anlayışa göre, birisini tenkid eden bir kişinin, en az tenkid ettiği kimse seviyesinde biri olması gerekir. Bu demektir ki, mesela sahabe sonrası bir Müslüman, bir sahabeyi tenkid edemez. Bir öğrencinin öğretmenini tenkid etmesi de bu anlayışta abes karşılanır. Bu ilkeye ihtiyatlı yaklaşmak gerekir. Bunu, “bir ast bir üstünü tenkid edemez” biçiminde bir kurala dönüştürmek, dokunulmazlık zırhına bürünen bir zümrenin ihdasını ve sonuçta, seçkinci bir anlayışı doğurur. Sahabe bile olsa, bir Müslüman tarafından eleştirilmesi neden sakıncalı olsun? Önemli olan, eleştirinin haklı ve yerinde olup olmamasıdır. Eğer mesele ‘edep’, haddi aşma kaygısı ise, bu, sadece sahabe için değil, her eleştirilen için terk edilmemesi gereken bir erdemdir. Müslümanlar, Peygamber (a.s)ın verdiği kararları bile dikkatle takip etmişler, eğer Muhammed (a.s) onlara vahiy gereği değil de, kendi kişisel kararı olarak bir direktif vermişse, bunun üzerinde görüş belirtmişler, hiç değilse, “öyle değil de şöyle olsa daha iyi olmaz mı ya Rasûlellah?!” diye bir görüş ileri sürmüşlerdir. Allah’ın Rasulü’nün de bundan rahatsız olduğuna ilişkin bir bilgi mev-cut değildir. Bir Peygamber’e yakışan da bu tavırdır. Hatta bu görüş belirtme tavrı Hudeybiye antlaş-masında Ömer İbnül Hattap tarafından daha da ileriye götürülmüştür.

Sahabenin eleştirilmemesi yönündeki skolastik zihniyet, sahabenin kendisinin değil, sonraki devirlerin taklitçi anlayışlarının bir neticesidir. Daha halife seçilir seçilmez, “eğer yanlış yaparsam beni düzeltin” diyen bir sahabe (r.a), nasıl olur da kendilerinin tenkid edilmesinden rahatsız olurlar?

Bununla beraber, genel olarak, sonraki nesilden birileri, öncekileri veya bir ast bir üstünü veya bir öğrenci, hocasını tenkid edeceği zaman mutlaka bir bilgiye/karîneye dayanmalı, keyfî hareket etmemeli, bir hakkın ortaya çıkmasının peşinde olmalıdır. Sırf tenkid etmiş olmak için tenkid etmek gibi bir hastalığa da tutulmamalı, yerine göre küçük bir hata, hayatını İslam’a adamış bir Müslüman’ı tamamen sıfırlayıcı bir küçümsemeye dönüşmemelidir.

Tenkid edilen zaviyesinden baktığımızda ise, tenkidden rahatsız olmamak gerekir. Kendine güvenen kişiler tenkidden rahatsızlık değil, memnuniyet duyarlar. Tenkidde sayısız hayırlar vardır. Çok zaman, nice yanlış anlamalar, tenkid sayesinde açığa kavuşur ve yeni dostlukların oluşmasına sebep olabilir. Nitekim yukarıda değindiğimiz 41/Fussilet, 34. ayeti de böyle bir gerçeğe işaret etmektedir. Kaldı ki, tenkid İslamî şûrânın bir gereğidir. Kolektif şuurun tezahür etmesi için tenkid gereklidir. Hatır gönül adına birbirlerini sadece evetleyen, yanlışları hep görmezden gelen, maslahat gereği eleştirmeyen cemaatler doğruya nasıl isabet edecekler? Şu halde, iyi bir tenkid mekanizması, İslamî hareketin en önemli güvenlik unsurudur diyebiliriz.

Rasulullah’ın dizinin dibinde bu terbiyeyi gayet iyi almış bulunan Ebubekir (r.a), Halîfe seçildiğinde mescide Müslümanlara hitap ederken, “iyilik yaparsam bana yardımcı olunuz, kötülük yaparsam beni îkaz ediniz” diyerek, bu erdemi göstermişti.

Tenkid sadece başkalarına yönelik olmaz. Kişinin kendi kendini tenkid etmesi de gereklidir ve buna öz eleştiri (oto kritik) denmektedir. Geleneksel düşüncede buna nefis muhasebesi adı verilmektedir. Öz eleştiri, cemaatler ve cemiyetler için de kullanılabilir ve bu durumda, refiklerine karşı kendilerini gözden geçiren, kusurlarını tespit edip giderme yo-lunu seçen cemaat ve cemiyetlere işaret eder. Öz eleştiri çok önemlidir. Hz. Ömer’e atfedilen ve her gün yatağına uzandığında kendi kendine sorduğu rivayet edilen, “bugün Allah için ne yaptım?” sorusu Müslüman bir zihin inşası için çok önemlidir. Bu soruyu her gün kendine soran bir Müslüman, önce kendini tenkid eder ve sadece başkalarını tenkid edip, kendini unutan bir bahtsız konumuna düşmekten kurtulur. Kur’an bu konuda harikulade bir uyarı yapmakta, insanlara iyiliği emrederken kendi nefsimizi unutmamamız hususunda bizi ikaz etmektedir (2/Bakara, 44).

Müslümanların en büyük hususiyeti, diğer insanların aksine, önce kenedi nefislerini ıslah etmeleri, sonra da mârûfu emredip münkerden men etme siyaseti gütmeleridir. Bu cümleden olarak, Müslümanın kendi nefsini tenkid etmesi daha verimli olur. Nefsini yüceltmeyen, hevasını ilah edinmeyen bir Müslüman, başkalarının tenkidine de açık olur, tenkidden kaybedecek bir şeyi olmadığına inanır.

Müslümanların birbirlerine hayrı ve sabrı tavsiye etmeleri, ancak tenkidle en iyi hedefine ulaşabilir.

İKTİBAS'TAN ALINTIDIR.
Barış isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Barış Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
dost1 (29. January 2010), kamer (29. January 2010)