Tekil Mesaj gösterimi
Alt 26. December 2009, 09:14 PM   #2
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

TAHLİL:

1- 3- Yazıklar olsun, insanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman tam ölçen, kendileri ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçen “mutaffif “lere [hilebazlara]”!
4- 6 – Onlar, büyük bir gün; insanların âlemlerin Rabbi için ayakta dikilecekleri gün için tekrar diriltileceklerini bilmiyorlar mı?
Bu ayet grubunda, ahirete inanmamanın yol açtığı ahlakî bozukluktan dolayı ölçü ve tartıda hile yapanlar; bir şeyi satın alırken tam ve noksansız ölçüp tartan, başkasına bir şeyi satarken ise eksik ölçüp tartan, dolayısıyla başkalarını zarara uğratmak suretiyle kâr elde et­meyi amaçlayan kimseler sergilenip tehdit edilmektedirler.
Ayetlerdeki “Onlar, büyük bir gün; insanların âlemlerin Rabbi için ayakta dikilecekleri gün için tekrar diriltileceklerini bilmiyorlar mı?” ifadesinden de anlaşılacağı üzere, birçok insanın pervasızca günah işlemekten kaçınmaması, din gününe inanmamaktan yani ahirette hesaba çekile­ceğini hesaba katmamaktan ileri gelmektedir. Nitekim bu husus Maun suresinde şöyle yer almıştı:
Dini yalanlayan şu kimseyi gördün mü?
İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse. (Maun/1- 3)
İslam dini ölçü ve tartıda dürüst davranmayarak ticarette yolsuzluk yapmayı kesinlikle yasaklamıştır.
Yetimin malına da yaklaşmayın; yalnız erginlik çağına erişinceye kadar [malına] en güzel biçimde hariç [bu şekilde yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz]. Ve ölçüyü, tartıyı hakkaniyetle tastamam yapın. Biz kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa adil olun ve Allah'a verdiğiniz sözü tastamam tutun. İşte bunlar öğüt alıp düşünesiniz diye O’nun [Allah’ın] size vasiyet ettikleridir. (En’am/152)
Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve dosdoğru terazi ile tartın. Bu hem daha hayırlıdır ve tevil [sonuç, uygulama] olarak daha güzeldir. (İsra/35)
Ve semayı; onu yükseltti ve terazide /ölçüde taşkınlık etmeyin diye teraziyi/ ölçüyü koydu. Tartıyı adaletle yapın, teraziyi yanlış tutmayın. (Rahman/7- 9)

Küçücük bir menfaat elde edebilme uğruna eksik tartanlara böylesine bir tehdit yöneltildiğine göre, ölçüp-tartmadan pek çok şeyi gasp edenlere, yağmalayanlara, hortumlayanlara uygun olacak cezayı düşünmek gerekir.
Şuayb peygamber de ölçü ve tartıyı eksik yapan bir topluma peygamber olarak gönderilmiş ve onları bu konuda ısrarla uyarmıştır:
Medyen’e de kardeşleri Şu’ayb’i [gönderdik]. O [Şuayb]: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka ilâh yoktur. Ölçeği ve teraziyi eksik tutmayın. Şüphesiz ben sizi hayır ile görüyorum. Ve ben kuşatacak bir günün azabından sizin için korkuyorum. Ve ey kavmim! Ölçmeyi ve tartmayı hakkaniyetle tam tamına yerine getirin. İnsanların eşyalarını eksiltmeyin ve yeryüzünde fesatçılar olarak fenalık etmeyin. Eğer mümin iseniz, Allah’ın bıraktığı [helâlinden size ihsan ettiği kâr] sizin için daha hayırlıdır. Ve ben sizin üzerinize bir koruyucu değilim” dedi.
Onlar dediler ki: “Ey Şuayb, atalarımızın taptıklarını veya mallarımızda dilediğimizi yapmayı terk etmeyi sana senin salâtın mı emrediyor? Şüphesiz sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir adamsın.”
O [Şuayb]: “Ey kavmim! Gördünüz mü [hiç düşündünüz mü]? Şayet ben Rabbimden bir delil üzerinde bulunuyorsam ve şayet O bana kendi katından güzel bir rızk ihsan etmişse!? Ve Ben size karşı çıkmakla sizi menettiğim şeylere kendim düşmek istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmeyi istiyorum. Muvaffakiyetim de ancak Allah iledir. Ben yalnızca O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yönelirim. Ve ey kavmim! Bana karşı gelmeniz sakın sizi, Nuh kavminin veya Hud kavminin veya Salih kavminin başlarına gelen musibetler gibi bir musibete uğratmasın. Ve Lut kavmi sizden pek uzak değildir. Ve Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O’na tövbe edin. Şüphesiz ki, benim Rabbim çok merhametlidir, çok sevendir” dedi.
Onlar [Şuayb’in kavmi] dediler ki: “Ey Şuayb! Biz senin söylediklerinin çoğunu iyice anlamıyoruz. Seni içimizde çok zayıf olarak görüyoruz. Eğer senin grubun [akrabaların, taraftarların] olmasaydı mutlaka seni recm ederdik [taşa tutar öldürürdük]. Ve senin bize karşı hiçbir üstün gücün [galip gelecek durumun] yoktur.”
O [Şuayb]: “Ey kavmim! Benim grubum [akrabalarım, taraftarlarım] size karşı Allah’tan daha mı güçlü/değerli? Ve O’nu [Allah’ı] arkanıza atılmış bir şey edindiniz. Şüphesiz ki, Rabbim bütün yaptıklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır. Ve ey kavmim! Var gücünüzle yapacağınız ne varsa yapın! Şüphesiz ben yapıcıyım. Perişan edecek azabın kime geleceğini ve yalancının kim olduğunu yakında bileceksiniz. Gözetleyiniz, şüphesiz ben sizinle beraber gözetleyiciyim” dedi.
Ve ne zaman ki, emrimiz geldi, Şuayb’i ve onunla birlikte inanmış olan kişileri, tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ve o zalim kişileri korkunç bir gürültü yakaladı da yurtlarında çöküp kaldılar.
Sanki onlar orada hiç yaşamadılar. Haberiniz olsun! Semud kavmi nasıl uzaklaştı ise Medyen’e de öyle uzaklık vardır. (Hud/86-95)
Konuyla ilgili detaylı açıklamamız Hud suresinin tahlilinde (Tebyinü’l-Kur’an; c: 5, s: 87-90) verilmiştir.
7 – 13- Hayır… Hayır… Şüphesiz, “füccar”ın kaydı, kesinlikle, Siccin’dedir. -Ve “Siccin”in ne olduğunu sana kim bildirdi?- O, rakamlanmış/yazılmış bir kayıttır! O gün, yalanlayanların; Karşılık günü’nü yalanlayanların vay haline! -Ve onu [karşılık günü’nü], kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman, “eskilerin masalları” demiş olan tüm sınırları aşan günahkârlardan başkası yalanlamaz.-
Bu ayet grubu “ الردعer Red’ (Engelleme)” edatı olan “ كلاّkella” ile başlayarak inkârcıların inanışları; tutum ve kanaatleri reddedilmiştir. Yapılan açıklamada, inançsızlıkları nedeniyle ortaya koydukları kötü ameller yüzünden inkârcıların kayıtlarının Siccin’de olacağı; Siccin’in havsalaların alamadığı kadar dehşetli olduğu bildirilmiş ve yalanlayanlar tehdit edilmiştir.
“الفجّار FÜCCAR”
Bu sözcükle ilgili olarak daha evvel detaylı bir açıklamamız (Tebyinü’l Kur’an; c. 1 , s. 464) olmuş ve “fücur” sözcüğünün gerek dil bilimciler ve gerekse din bilginleri tarafından “Şakku setri’d-diyanet [diyanet örtüsünün yırtılması, çatlaması]” olarak açıklandığı ifade edilmişti. Özetle söylemek gerekirse; din-iman örtüsünü yırtıp atanlara bu yaptıklarından dolayı “facir” denir. Sözcüğün çoğulu “فجّار füccar” veya “فجرة fecere” şeklinde ifade edilir.
SİCCİN
Bu sözcük "hapishane" anlamındaki “sicn” isminden türetilmiştir. “En iyi, en sağlam, en iyi korunan zindan” anlamındadır. Anlaşılan o ki, kötülerin işlemiş oldukları amel defterleri [davranış tutanakları] burada olacaktır; yani burada korunacak, kaybolmayacak, çalınmayacak, silinmeyecektir. Adeta mermere işlenmişçesine sağlam kaydedilmiştir; silinmesi, yok olması kesinlikle söz konusu olmayacaktır. “Siccin”in ne olduğunu sana kim bildirdi?” ifadesi ise bu kayıt korunağının boyutlarını kimsenin bilmediği anlamındadır. Yani Siccin, bilinen, duyulan en çetin zindanların da ötesinde bir zindandır. Bilindiği gibi Rabbimiz “… sana kim bildirdi?”şeklindeki soru-cevaplı anlatımı birçok önemli konuda [Karia/2,10, Hakka/1-3, Müddessir/27, Mürseat/14, İnfitar/17, 18, Tarık/2, Beled/12, Kadir/2, Hümeze/5] uygulamıştır.
YALANLAYANLARIN NİTELİKLERİ
Pasajda sözü edilen “yalanlayıcı” kimselerin birinci planda o günün tağutlarından Velid b. el-Muğire, Ebucehil, Nadr b. El-Haris ve benzer­leri olduğu söylenebilir. Zira daha evvel onlar ile ilgili şu ayetler inmişti:
İtaat etme şunların hiç birine: Çok yemin eden, aşağılık, alaycı, gammaz, kovuculuk için gezip duran, hayrı engelleyen, saldırgan, günaha batmış, kaba/obur, sonra da kötülükle damgalı, asalak… Mal ve oğulları var diye...
Ayetlerimiz ona okunduğu zaman "Daha öncekilerin masalları" dedi. (Kalem/10-15)
İkinci planda ise bu mel’unların karakterini taşıyan tüm zamanların yalanlayıcıları da aynı kapsamda anlaşılmalıdır.
14- Hayır… Hayır… Onların kazandıkları, kalpleri üzerine pas olmuştur.
Bu ayette yine müşriklerin ahireti yalanlama kapsamındaki inançlarından, Kur’an için “Daha öncekilerin masalları” deyişleri reddedilerek gerçek ortaya konmaktadır. İşin aslı, söz konusu inkârcıların kalplerinin pas tutmuş olmasıdır. İşledikleri amellerin kötülüğü kalplerini kirletmiş, bu kir ise kalplerini işe yaramaz bir hale getirmiştir.
Bilindiği gibi, iyi ya da kötü bir şeyin sürekli yapılması insanda bir alışkanlık, tutku haline dönüşür. Kişi sürekli o işi yapmak ister. Hatta elinde olmadan sürekli yapar durur. İnsan sürekli kötülük yaparsa bu durum onda alışkanlık haline gelir. Kişi giderek bu alışkanlığının tutsağı olur. Hayatını bu tutsaklıkla devam ettirir gider. Ayette konu edilen kâfirler de kötülük ede ede kötülüğü alışkanlık haline getirip gönülleri paslanmış, başka bir şey yapamaz olmuşlardır.
Kalplerin pas tutması ile ilgili olarak Tin suresinin tahlilinde “Allah’ın Kalpleri Mühürlemesi” başlığı altında (Tebyinü’l Kur’an; c. 1, s. 564) detaylı bir açıklamamız bulunduğundan, konunun oradan tekrar okunmasını öneriyoruz.
15 – Hayır… Hayır… Şüphesiz onlar, o gün Rablerinden kesinlikle perdelenmişlerdir.
16 - Sonra onlar, hiç şüphesiz cehenneme girecekler.
17 - Sonra da: “İşte bu, kendisini yalanlayıp durduğunuz şeydir” denilir.
Bu ayetlerde, gönülleri pas tutmuş olan kâfirlerin beklentileri reddedilmektedir. Onlar Rablerinin affına, mağfiretine mazhar olamayacaklardır. Varıp gidecekleri yer kesinlikle cehennem olacaktır. Onlara “İşte bu, kendisini yalanlayıp durduğunuz şeydir” denilerek utandırılacaklar ve pişmanlıkları artırılacaktır.
Daha evvel birçok ayetten inkârcıların ahirette de dünyadaki gibi saltanat süreceklerine inandıklarını öğrenmiştik:
Peki, ayetlerimizi inkâr eden ve “Elbette mal ve çocuk verilecektir” diyen kimseyi gördün mü?
O [inkârcı kişi], gayba muttali oldu ya da Rahman katında bir söz mü aldı? Hayır... Hayır... [Onun zannettiği gibi değil]... Biz onun söylediği şeyleri yazarız ve onun için, azaptan uzattıkça uzatırız. Ve o söylediği şeylere Biz mirasçı olacağız ve o, Bize tek başına gelecektir. (Meryem/77- 80)
Ve eğer kendisine dokunan sıkıntıdan sonra, kendisine tarafımızdan bir rahmet tattırsak, hiç kuşkusuz “Bu benim hakkımdır. Ve Saat’ın geleceğini sanmıyorum. Ve eğer Rabbime döndürülürsem, O’nun katında hiç şüphesiz, benim için en güzeli vardır” der. Bu nedenle inkâr eden kimselere, yaptıklarını kesin bildireceğiz ve onlara, kesinlikle kaba bir cezadan tattıracağız. (Fussilet/50)
Şüphesiz ki şu, ayetlerimizi inkâr etmiş kişileri Biz yakında ateşe atacağız. Derileri piştikçe azabı tatsınlar diye, derilerini başka deriler ile değiştireceğiz. Şüphesiz Allah çok güçlüdür, en iyi yasa koyandır. (Nisa/56)
Ve Allah kime kılavuz olursa, işte o doğru yoldadır. Kimi de saptırırsa, artık bunlar için Allah'ın astlarından hiçbir veliy bulamazsın. Ve Biz, onları kıyamet günü kör, dilsiz ve sağır oldukları hâlde, yüzleri üstü haşredeceğiz. Onların varacakları yer cehennemdir. Ne zaman ki o [cehennem] dindi onlara ateşi arttırırız. İşte bu, onların, ayetlerimizi inkâr etmiş olmaları ve “Bizler, bir yığın kemik ve ufalanmış toz olduğumuz zaman mı, biz yeni bir yaratılışla mutlaka diriltilmiş mi olacağız?” demiş olmaları nedeniyle onların cezasıdır. (İsra/97)
Şüphesiz şu, Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir paraya satanlar; işte onlar, ahirette kendilerine hiçbir pay olmayanlardır. Ve Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Çok acıklı azap da onlar içindir. (Al-i Imran/77)
18- 21- Hayır... Hayır... “Ebrar”ın kaydı kesinlikle Illıyyin’dedir. -Illıyyin’in ne olduğunu sana ne bildirdi?- Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/yazılmış bir kayıttır!
22- 28- Şüphesiz ki “Ebrar”, elbette, Naim’in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mührü/neticesi misktir. Karışımı Tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. -Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.-
Surenin önceki ayetlerinde Füccar’ın durumundan bahsedilmiş ve bu inançsız günahkârların düşünceleri reddedilmişti. Bu ayetlerde ise Füccar’ın karşıtları olan Ebrar’dan bahsedilmekte ve onların iyi durumları ortaya konmaktadır. Ebrar’dan olan bu iyi insanların kayıtları Illiyyin’dedir. Illıyyin, kimsenin aklının eremeyeceği derecede yüksek, yüce bir konumdur. Ona ancak “yaklaştırılmış” kimseler tanık olabilir. Ebrar, nimet cennetlerinde, kendileri için hazırlanmış tahtlara kurulmuş, Rabblerinin nimetlerini beklemektedirler. Mutlulukları yüzlerinden okunmaktadır. Onlara mühürlü; daha evvel hiç açılmamış, tadılmamış bir meşrubat sunulmaktadır. Mührü misk olan bu içecek çok özel bir karışımdır.
الابرارEBRAR
Bu sözcük ile ilgili olarak daha evvelki surelerin tahlilinde detaylı açıklama yapmıştık. Özetlemek gerekirse:
“Takva” sözcüğünün anlamdaşı durumunda olan “birr” sözcüğü, “her türlü hayır ve iyilik işlerinde genişlik, ihsan, itaat, doğruluk, bol bol iyilik” demektir. Sözcük, bu geniş anlamıyla her türlü iyiliği, ihsanı ve hayırlı davranışı kapsamaktadır. “Ebrar” da kişilikleri bu iyiliklerle özdeşleşmiş kimselerdir.
“Birr”, Kur'an'da şöyle tanımlanmıştır:
Yüzlerinizi doğuya ya da batıya çevirmeniz “birr” değildir. Ama “birr”, Allah'a, ahir [son] güne, meleklere, Kitap'a, peygamberlere inanmak; sahip olduklarından akrabalara, yetimlere, yoksullara, yolcuya, dilenenlere ve boyundurukları çözmeye [hürriyeti olmayanların hürriyetlerine kavuşmaları için], Allah sevgisi için vermek, namazı kılmak, zekâtı vermektir. Ve sözleştiklerinde, sözlerini tastamam yerine getirenler, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte içtenlikli olanlar bunlardır. İşte bunlar takvalıların ta kendisidir. (Bakara/177)
“ el-Berr” sıfatı hem Allah için hem de itaatkâr kullar için kullanılır. Allah için kullanıldığında anlamı “Kullarına karşı şefkati, ihsanı geniş ve yaygın olan” demektir. Kullar için kullanıldığında ise; “itaati yaygın, çok itaatkâr, sadık [sözünde duran]” anlamına gelir. Sözcük bu anlamıyla Kur'an'da İsa ve Yahya peygamberler için kullanılmıştır.
Sosyal hayatın kurulması ve sağlıklı işlemesi açısından çok önemli olan ve âdeta insanlar arasındaki kaynaşmanın harcı olan “birr”, takva sahibi müminlerin olmazsa olmaz bir özelliğidir. Bu özelliğe bizzat “takva” denmese de, “takvalı olma hâli” denebilir.
Takva ile ilgili açıklamalarımız A’râf suresinin tahlilinde (Tebyinü’l Kur’an; c.2, s.544-556) verildiğinden, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla