Tekil Mesaj gösterimi
Alt 19. May 2012, 11:06 AM   #3
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Bölüm-3

''İnsan denilen evrimleştirilmiş hayvana, yüce yaratıcı algılama ve akıl etme yetisi verirken, onu hem nurdan(ruh-can), hem nardan(ceset-vücut istekleri/ihtiras) gelen sinyalleri algılayacak yeti ile donatmıştır. Allah Kuran Şems suresinin 8.ayetinde şöyle der. “…Ardından ona fücurunu ve takvasını ilham edene and olsun ki…”. Bu yeti, nurdan gelen akıl etmeye ilişkin doğru ilmin, doğru mantık içinde kullanılması yönündeki sinyal ve çekim gücüne de, ihtirasların çekim ve vesvese gücüne de açıklığı içindir.

Çünkü insanın projelendirilmesinde, denenmesi öngörülmüştür. Bu deneme Rabb açısından değil, insan açısından, insanın kendi değer ve derecesini kendisinin takdir etmesi ve kendisini yeniden yapılandırılmasında, adeta kendisini kendi iradesiyle yapılandırıp yaratması için olanak verilmesidir. Çünkü insana içinde bulunduğu statü emaneten ve hak etmediği halde bahşedilmiştir. Çünkü İnsan yaratılmadan da, yaratıldıktan sonra da Allah için bir gayb(bilinmezlik) yoktur. O insanın yapmakta olduğunu da, ne yapacağını da ezeli ilmiyle bilir. Deneme sadece insanın kendisini tanıması ve ''kaç kıratta'' olduğunu kendisinin bilmesi içindir. Bunun için Rabbimiz bize Enam suresinin 3. ayetinde bu önemli hususu şöyle bildirir.

“O göklerde de Allah’tır, yerde de. O sizin iç dünyanızı da bilir. Açığa vurmakta olduğunuzu da, neler kazanmakta olduğunuzu da bilir O”

Bunun sebebi şudur ki; Yüce Rabb, onun yeteneğini bildiği halde, onun dünyada denenmesini öngörmese idi, insan kendi mayasına uygun gelen, dağına göre kar misali, âlim Allah'ın ona ebedi hayat için verdiği sabit statüyü(cennetteki yerini veya cehenneme gönderilmeyi) adil bulmaz, kendisinden üstün kılınanların niçin yeniden öyle yaratılıp derece verildiklerini anlayamazdı. Yani insanın geleceğindeki ahlaki durumunu ve eylemlerini tamamen bilen Allah, kötü olacakları cehennemde, iyi olacakları cennette yaratsa ve bunu ebedi kader olarak belirlese idi, insan ilimsizliği dolayısı ile buna itiraz eder, ''ben bunu hak etmiş değilim'' diye itiraz ederdi. Bunun için Allah, insanın kendisini kendi yaşadığı kendisinin dünya hayatından sınava çekerek kendi mayasını kendisi görsün diye yer kürede kendisini tanıyıp bilmesi için dünya hayatını uygulamaya koymuştur.

İnsan kendisini bilecektir. Ahrette kendisi kendisine şahitlik edecektir. Allah onu, kişiliğini zaten bilmektedir. Denenmesi Allah için değil, kendi kendisini tanıması içindir. O, seçim yetisi ve nurun(canın-ruhun-aklın) da, narın(cesedin-vücudun-zevkin) da çağrılarına kulak verip, seçimini kullanmasıyla, kendi değerini kendisi öğrensin diye bu böyle takdir edilmiştir. Yani deneme, Allah'ın insanı öğrenmesi ve bilmesi için değil, bilakis ilimden çok az nasibi olan insanın kendi kendini deneyip, amellerin yazıldığı defteriyle karşılaştığında, derecelerden hangisini hak ettiğine, deneyip gözleriyle tanık olduğu dünya hayatında, kendi hak ettiğinin bu olduğuna, kendisinin de tanık olması içindir. Bu formatta tam yerine oturan açıklamayı, yüce Kitap’ın Adiyat suresinin 6 ve 7. ayetlerinde görmekteyiz:

“İnsan Rabbine karşı gerçekten çok nankördür. Ve KENDİSİ de buna iyiden iyiye TANIKTIR”.

Bu iki önemli ayeti, insanın kendi kötü yönüne kendisinin yaşayarak tanık olmasının Kitap'sal delilini ortaya koymak içindi. Buraya kadar gelmişken, 8. ayeti de yazalım ki, denemenin asıl alanının, maalesef muhafazakârın hafife aldığı mülkleşme olduğunu işitmek istemeyenlere hatırlatalım:

“O, mal ve servet arzusu yüzünden alabildiğine katıdır.”

İnsan dünyaya gönderilmese idi, kendisini bilme ve tanıma imkânı verilmediği için o, ilk ve tek yaratıştaki kaderine itiraz ederdi. Oysa Allah, bunu daha ruhların yaratılışında bilmektedir. İnsan ise, yaşayarak şahit olmakla bunu bilecektir. Âdem’in ve Âdemoğulları'nın ezelde yaratıldıklarında, cennette veya cehennemde derecelerle donatılmalarına ve böyle devam etmelerine bilgisizliği ile itiraz ederdi. Bunun için insanın dünyaya gelmesi, isteklerine ne derece gem vurup, kendinden iyi ve herkes için iyi olanı tercih etmeye ne kadar müsait olduğundan, deneyerek haberdar olsun diyedir.
Dedik ki; iyinin, güzelin; yakmayan, serin ve iç açıcı, ateşsiz ışığının (Nur) etkisine maruz kalan insan, bu dost çekim gücüne evrensel uzanımı olan nur'a/akla kulak tıkarsa, Rabb’i onu, tercih ettiği ve istediği şeye nail eder/erdirir.
Ama Allah, insanı yükseltmek için sarkıtılmış urvet-ül vuskâ’sına (semadan sarkıtılmış ipine/akla/kitaba/kurana) gözünü gönlünü kapatanın, bu kez onu aşağıya çeken deni çekiminin(cesedinin-bedeni zevklerinin) güdümüne girmesine müdahale etmez. Bu karanlığın çekimidir.
Çünkü madde karanlıktır. Hararet, aşk, ihtiras, doyumsuzluk, aç gözlülük erdemsizliğin çekim gücüdür. Onun çekimi nurunki kadar güçlü değildir, hem de maddidir. Ama insan nefsini bunun çekimine bırakınca etkili olur. Örneğin bu deni çekim salgı bezlerinde odaklaşmış arzulardır. Allah'ın nurunun bu etkiyi helâk etmeye ve bunun sultasını kaldırmaya her zaman gücü yeter. Ama onun adalet ve rahmete (sevgiye) davet kanalının çağrısına ve çekim gücüne kulaklarını tıkayan, kalbini katılaştırana, Allah rahmet sinyalini insan bedeninin aşırı arzularının önlenmesi için ısrarla sürdürmez, aksine rahmet kanallarını kapatır. Bu kibirli ve iradesizi, arzularının ateşine bırakır ve artık onun ışığı ateştir. O kişi, onu aydınlanma zanneder. Oysa arzularının şehvetlerinin güdümüne girmiştir. İşte, bu da düşük düzeyde bir akıl etmedir. Ama Berkson'un da dediği gibi, aşağıya doğru bir akıl etmedir, kendi mantığı içinde bir sonuç çıkarmak; zanlarına uymaktır. Yani, Nârî’ler(vücut isteklerine boyun eğenler), Nurî'lerden(aklın yolundan gidenlerden) farklı olarak, zanlarını ilim zannederler. Nârinin elindeki malzeme bu olduğu için, o malzeme nasıl çürükse, akıl etmesi de öyle çürük olur.

İşte, hakikatin bilgisine ulaşmadan, bu eksik akıl etme türüne, izafi (göreceli) akıl etme denir. Ve bu da, çıkarını bilmek, faydalıya yönelmek evrensel gerçeğin yerine, izafiliği koyarak, kendi kendini aldatmaktır. Dediğimiz gibi, akıl etme yetimizin kapsamına, çürük bilgi ile akıl etmenin de serbest bırakılması dâhildir. Gerçeğin bilgisine sahip değilseniz, nurla aydınlanma ile narla; yani arzu, ihtiras ve nefsin doymazlığının tahrikiyle aydınlanma arasındaki farkı bilmezseniz, buna özenir, bu gibilere aydın dersiniz''.
Adalet ve Rahmet sitesinden.

Bu bölümdeki yazılar esasında Mülk başlığı altındaki yazı bölümünün tamamlayıcısıdır. Site 'nin yazı ayrımı bu yazılarımızı o kısımdan ayrı yazmamıza bizi mecbur bırakmıştır.

Bu nedenle bu yazılarımızı şu kısım ile birlikte okuyunuz. Belirtilen kısım ana sayfadır. Lütfen tıklayın:http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2695

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (3. October 2019 Saat 07:39 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (19. May 2012)