Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27. September 2008, 10:55 PM   #1
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart Kamer sûresi’ne giriş

Adını 1. âyette geçen القمر [el-Kamer] sözcüğünden almıştır. Mukâtil gibi bazı Kur’ân bilimcileri, sûrenin 44–46. âyetlerinin Medenî olduğunu ileri sürmüşlerse de, bu âyetlerin içinde yer aldığı pasajın söz akışındaki uyumdan, bu görüşün doğru olmadığı kolayca anlaşılmaktadır.
Bu sûrede önce Târık sûresi‘nde tuzak kurdukları açıklanmış olan kâfirlere yapılan uyarılara devam edilmiş ve âhirete inanmaları için onlara kanıtlar gösterilmiş; sonra da uyarıya kulak asmamış olan eski kavimlerin âkıbetleri Firavun, Lût, Semûd, Âd ve Nûh kavimlerine ait kıssalar şeklinde örneklendirilerek açıklanmıştır. Sûrenin sonunda ise, inanmış ve bu inanca uygun olarak yaşamış olanların mutluluklarından bahsedilerek onlara manevî destek verilmiştir.


Hakkı Yılmaz'ın Kuran ve İslam Kamer Sûresi 1.Bölüm
16 Kasım 2017 tarihinde yayınlandı

1. Kıyametin yaklaştırılması ne demek?
2. Kıyameti yaklaştıran kimdir?
3. Ay’ı birisi mi yardı? Ay yarıldı mı?
4. Ay’ın yarılması ile ilgili rivayetler.
5. İlk hadis nasıl uyduruldu?
6. Kur’ân’a göre Ay’ın yarılması.
7. Mûcize ne demek?
8. Allah her şeye kadirdir ne demek?
9. Tekvînî mûcize. (İsrâ 59)
10. Geçmiş kavimleri Allah’ın cezalandırmasına rağmen yine inanmamakta ısrarlı olmaları. (Enbiya 5-6)
11. Hiçbir peygamber kendiliğinden mûcize gösteremez.
12. Alâmetler Allah’tandır. (Ankebut 50)
13. Müşriklerin mûcize istekleri. (İsrâ 90-93)
14. Kur’ân’ın meydan okuyuşu.(Bakara23, İsrâ 88, Enfal 31, Hûd 13-14)
15. Kur’ân iyi tanınırsa, mûcize görülür.
16. Velilerin kerametleri?
17. Kamer Sûresinin Kur’ân sıralamasındaki yerinin önemi.
18. Saatin yaklaştırılması. (Mutavaat-uyum kalıbı) Etkiye maruz kılınması.


Hakkı Yılmaz'ın Kur'an ve İslam Kamer Sûresi 2.Bölüm
23 Kasım 2017 tarihinde yayınlandı.
Ay’ın yarılması.
İnşikâk sözcüğü. Kök anlamı: (şgg, inşagga, inşagaga)
Ay yarıldı Arapça da şöyle yazılır:”şaggal kameri”
Şak: Doğuş-Tulû.
Müfredat adlı eserde (şgg) [İşin açığa çıkması] anlamında doğru olarak ifade edilmiştir.
Mesânilik ilkesine göre Kamer sûresindeki anlamlar-Enbiya 1-15.
HİKMET konusu hakkında Kur’ânî açıklama.
Hikmet-i Baliğa: En üstün seviyede emir.
Kur’ân’ın hakîm sıfatı.
Hikmet sözcüğünün anlaşılmaması için uydurulan ifadeler.
Hikmet sözcüğünün aslı “men’a” (Engel olma)(Atın ağzına vurulan gem.)
Yetîmi kendi çocuğun gibi engelle. Arapça bir deyim. (Hikmet söözcüğünün anlamına uygun.)
Hikmet: Zulmün engellenip, adaletin sağlanması. (Öğüt boyutunda)
Tutkuya uymak. İnsan hakikati bilmeden yaşamak istiyor.
Ebba’:Önemli haberler.


Hakkı Yılmaz'ın Kur'an ve İslam Kamer Sûresi 3.Bölüm
30 Kasım 2017 tarihinde yayınlandı
1. Kamer Sûresi-3. Bölüm.
2. Önemli (Vaz geçirecek) haberler, sıradan haber değil.
3. Nebi: Önemli olan haberleri veren kişi.
4. Tevellâ: Desteği kesmek. Salla sözcüğünün karşıtı.
5. Onlardan (Tutkularına uyanlar) nasıl geri durulur?
6. Çağırıcı (Münadî) nın çağırması.
7. Çekirgelerin şaşırtıcı özellikleri.
8. Mü’minlerin çağırıcının davetine icabeti. (Enbiya 101-102, Neml 89, Kaf 31-35)
9. Kıssaların yararları. (Tarih bilgisi değil, öğüt açısından bakılmalı.)
10. Nuh Peygamber’in haberi. (Şuâra 116, En-Âm 33-34)
11. Nuh’ın duası, ödül olarak kurtuluşu.
12. Fülk-Filika, sal. (Birkaç tane)
13. Tufan yöresel idi.
14. Filikanın (Sal) gözetim altında gidişi. (Hûd 42)
15. Allah’ın vaadi. Mü’minlere yardım. (Mücadele 20-21)
16. Allah’ın elçileri yenilmez. (Saffat 71-73, Mü’min 51-52, Muhammed 7, Âl-i İmrân 138-139, Rum 47, Fetih 4)
17. Nankörlük edilen kişiye mükâfat.
18. Kur’ân ı tanıtanlara yapılan eziyetler.
19. Dâvayı sahibine teslim etmek. (Ne zaman)
20. Biz BUNU bir âyet olarak bıraktık. (Kamer 15) âyetindeki BUNU zamiri; a)Gemi, sal. b)Olay. c)Ceza ve kurtuluş. (Ankebut 15)
21. Tufan süresi: 7 gün, 8 gece.


Hakkı Yılmaz'ın Kur'an ve İslam Kamer Sûresi 4.Bölüm
07 Aralık 2017 tarihinde yayınlandı

1. Âd (Yeryüzünde kendilerinden başka büyük bir güç olmadığını sanan) kavmi hakkında kısa bilgi.
2. Dünya’nın en güçlüsü kim? (Fussılet 15-16, Hakkah 6-8)
3. Semud kavmi hakkında kısa bilgi.
4. Salih Peygambere karşı kimler karşı çıkıyor, gerekçeleri neydi?
5. Müşrik müslümanların itirazları da Semud kavmi ve Mekke müşriklerinin itirazları ile aynıdır.
6. Yok olmuş bir kavim için YARIN sözcüğünün kullanılması.
7. Semud kavminin deve ile imtihanı. Deve ve su ile anlatılmak istenen nedir?
8. Salih Peygamber de SALÂT emrini tebliğ etmiştir. (Meryem 59-61, Ankebut 45, Hûd 114-115)
9. Azgınlık=Tuğyan. (Şems 12, Neml 45-53, Şuâra 158, A’raf 73-79, Hud 65-68, Zariyat 43-45)
10. Çalı-çırpı benzetmesi. (Sürünmek)
11. Salâtın kaybedilmesi. (Meryem 59-61, Ankebut 45)
12. Zamanımız Müslümanlarının sürünmelerinin nedeni.
13. Nimetlerin karşılığını ödeyenlerin kurtulması.
14. Lût kavmi hakkındaki bilgiler.
15. Allah’ın yakalaması nasıl olur?
16. İnsan toprak olmayı ister mi? (Nebe 40)
17. Lut kavminin gözlerinin köreltilmesi. (Soylarının silinip süpürülmesi)
18. Ayn sözcüğü zürriyet (Yeni nesil) anlamına da gelir.


Hakkı Yılmaz'ın Kur'an ve İslam Kamer Sûresi 5.Bölüm
14 Aralık 2017 tarihinde yayınlandı
1. Firavun ailesi kimlerden oluşmakta?
2. Ehil=Eve, mekâna yakın yaşayanlar. (Sıradan yakınlık.)
3. Âl=Seçkin, nitelikli yakınlık.
4. Firavun’un emri altında özgür bir toplum yoktu.
5. Firavun toplumuna ne yapmıştı? (Nâziat 23-24, Kasas 38, Şuârâ 29)
6. Firavun, inanç yönünden de halkı özgür bırakmıyordu. (A’râf 120-126, Tâ-Hâ 70-71, Şuârâ 46-49)
7. Firavun yönetim kadrosuna gönderilen elçiler. (Zuhruf 46,Mü’min 23-24, Ankebut 39)
8. Bütün âyetler nelerdir? Nasıl yalanlandı?
9. Musa’ya verilen 9 âyet. (Tevrat’daki 10 emrin 9 cümle içinde açıklandığı)
10. Firavun’a gösterilen âyetler nelerdir? (A’raf 132-136)
11. Köleliğin çeşitleri=A)Zoraki, B)Gönüllü.
12. Kur’ânî hakikatleri tebliğ edenler, kölelerin ağaları ile uğraşmalıdır.
13. Tarikat liderleri, sendika ağalarının rabblikleri.
14. Kölelelerin özgürleştirilmesi Müslümanların görevidir. (Furkan 25-30)
15. Kölelerin rabblerinin ellerinde Kur’ân yok.
16. Aydınlatıcı kitap. (Kitab-ı münîr) (Hacc 8, Kalem 36-39)
17. Allah’a ait vasıfların kullara atfedilmesinin tehlikeleri. (Bakara 165-167, Ahzâb 64-66)
18. Çağımız gönüllü kölelerinin acıklı durumu.
19. İltifat san’atına bir örnek. (Firavun’un yakalanışı sıradan değil)
20. Toplumun ileri gelenlerinin elçilere atfettikleri: Sığ görüşlü insanların tabi olmaları.)
21. Vaat edilen O saat. (Bakara 214, Sâd 9-11)


Hakkı Yılmaz'ın Kur'an ve İslam Kamer Sûresi 6.Bölüm
21 Aralık 2017 tarihinde yayınlandı

Mekke müşriklerine verilen mesajlar. (Meâric 11-18)
Suçluların âhiretteki durumları. (Yüzleri üzerine sürünenler.)
Tehekküm (ironi) san’atına dair örnekler.
Şirk koşanlara ayarlar. (Âla 11-15, Nisa 56)
Her şeyin ölçü ile yartılmış olması. (Kader) Furkan 2. âyet ile birlikte mütalaa edilmelidir.
Dünyadaki bütün bilim kitapları toplamı Kamer 49. âyeti açıklamaktadır.
Suyun ölçü ile indirilmesi. (Zuhruf 11)
Allah’ın arındırılması. (İsra 44, Râd 13)
Allah’ın imzası: Doğa yasaları.
Allah’ın evrendeki dili: Matematik.
Hakkaniyeti ayakta tutan tanıklar, Allah’ın sıfatlarını, doğayı inceledikleri için görürler. (Âl-i İmran 18)
Seyid Kutub’un Kader: Ölçü konusundaki incelemesi.
Kanımızın değerlerini takdir eden kimdir?
Her şey (Zaman, miktar ve yer bakımından) programlanmış, plâna bağlanmıştır.
Gezegenimizdeki muazzam ahenk.
Her şey (Zaman, miktar ve yer bakımından) programlanmış, plâna bağlanmıştır.
Her şey kayıt altında. (Kehf 49)
İstinsah=Yedek kopya oluşturulması. (Nüsha) (Ya-Sin 65)
Cennet tasvirleri: (Vâkıa 10-40, Neb’e 31-37)
Neher= a)ırmak, b)aydınlık.
Mak’ad-ı sıdk: Doğru kimselere mahsus olan makam. (Mekân olarak Allah’a yakınlık değil)
Kamer sûresinin güncel mesajı.


RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA

MEAL

RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA

1.O saat/kıyâmetin kopuş anı yaklaştırıldı. Ve her şey açığa çıkarıldı.

2.Onlar ise bir alâmet/gösterge görseler hemen yüz çeviriyorlar ve “Devam edip giden bir büyüdür” diyorlar.

3-5.Kur’ân’da kendilerine verilen her emir, “kararlaştırılmış, en üstün seviyede yeterli, haksızlık ve kargaşayı engellemek için konulmuş bir kanun, düstur ve ilke” olduğu hâlde onlar yalanladılar ve tutkularına uydular. Şüphesiz onlara vazgeçirecek haberler de gelmişti. Buna rağmen uyarılar yarar sağlamıyor.

6-8.O hâlde onlardan geri dur. O günde Çağırıcı’nın, bilinmedik/ yadırganan bir şeye çağırdığı o günde gözleri düşkün düşkün, o davetçiye hızlıca koşarak kabirlerinden çıkarlar. Sanki onlar darmadağın çekirgeler gibidirler. O, kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler, “Bu, zor bir gündür” derler.

9.Onlardan önce Nûh’un toplumu da yalanlamıştı. Öyle ki kulumuzu yalanladılar ve “O, gizli güçlerce desteklenen/deli birisidir” dediler. Ve o alıkonulmuştu; her türlü faaliyetine engel olunmuştu.

10.Bunun üzerine Nûh Rabbine yalvardı: “Ben gerçekten yenik düşürüldüm, bana yardım et!”

11.Biz de hemen sel gibi boşalan bir su ile göğün kapılarını açıverdik.

12.Yeri de kaynaklar hâlinde fışkırttık; derken sular ayarlanmış bir iş üzerine birbirine kavuştu.

13,14.Nûh’u da, iyilikbilmezlik edilen kişiye bir ödül olmak üzere, korumamız/ gözetimimiz altında akıp giden levhaları; tahtaları ve çivileri/urganları olan filika/ küçük gemi üzerinde taşıdık.

15.Ve andolsun Biz, bunu bir âyet olarak bıraktık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen?

16.Peki, Benim azabım ve uyarılarım nasılmış?

17.Andolsun Biz, Kur’ân’ı düşünme/öğüt için kolaylaştırdık/hazırladık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen?

18.Âd da yalanladı. Peki, Benim azabım ve uyarılarım nasılmış?

19,20.Şüphesiz Biz onların üstüne, uğursuz, uzun bir günde dondurucu/uğultulu, insanları koparıp atan bir rüzgâr gönderdik; sanki onlar kökünden sökülmüş hurma kütükleri gibiydiler.

21.Peki, Benim azabım ve uyarılarım nasılmış?

22.Andolsun Biz Kur’ân’ı düşünme/ öğüt için kolaylaştırdık/ hazırladık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen?

23.Semûd da o uyarıları yalanladı: “24,25.Bizden bir tek insana mı, o’na mı uyacağız? Öyle yaparsak kesinlikle bir sapıklık ve çılgınlık içinde oluruz, Öğüt; Kitap, aramızdan o’na mı bırakıldı? Hayır, aksine o, çok yalancı, küstahtır” dediler.

26.Yarın onlar, çok yalancının, küstahın kim olduğunu bileceklerdir. 27,28.Şüphesiz Biz onlara, kendilerine görev olmak üzere sosyal destek kurumları kurmalarını ve onları ayakta tutmalarını emredeceğiz.

Onun için sen onları gözetle ve sabret. Ve onlara bu kurumları ayakta tutacak zekât; vergi ve harcamada bulunma görevlerinin, kendi aralarında pay edilmiş olduğunu haber ver; herkesin kamuya ne miktarda katkıda bulunacağı da belirlenmiştir.

29.Bunun üzerine arkadaşlarına/ idarecilerine seslendiler. O da alacağını alıp sosyal kurumları ayakta tutan gelir kaynaklarını kurutarak sistemi çökertiverdi.

30.Peki, azabım ve uyarılar nasılmış?

31.Şüphesiz Biz onların üzerine korkunç tek bir ses gönderdik; ağılcının topladığı çalı-çırpı gibi oluverdiler.

32.Andolsun Biz Kur’ân’ı düşünme/öğüt için kolaylaştırdık/hazırladık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen?

33.Lût’un toplumu, uyarıları yalanladı.34,35.Biz onların üzerine ufak taş yağdıran bir fırtına gönderdik. Lût’un ailesi bundan ayrı tutuldu. Onları katımızdan bir nimet olarak seher vaktinde kurtardık; Biz kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödeyen kimseyi böyle mükâfâtlandırırız.

36.Andolsun Lût, onları Bizim yakalamamıza karşı uyarmıştı. Fakat onlar uyarıları kuşku ile karşıladılar 37.ve andolsun o’nun konuklarından cinsel yönden yararlanmaya kalkıştılar. Biz de onların gözlerini körleştiriverdik/ kabilelerini, soylarını silip süpürüverdik: “38.Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!”

39.Ve andolsun sabah erkenden, onları kararlı bir azap bastırıverdi: “Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!”

40.Andolsun Biz Kur’ân’ı düşünme/ öğüt için kolaylaştırdık/ hazırladık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen?

41.Şüphesiz Firavun ailesine de uyarıcılar gelmişti. 42.Onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları çok kuvvetli ve kudretli birinin yakalayışıyla yakalayıverdik.

43.Sizin kâfirleriniz; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseleriniz, onlardan hayırlı mı? Yoksa yazıtlarda sizin için kurtulacaklarına dair Allah tarafından verilmiş bir senet veya ferman mı var? 44Yoksa onlar, “Biz birbirine yardım eden/ intikam alabilen bir topluluğuz” mu diyorlar?

45.Yakında o topluluk bozguna uğrayacak ve arkalarını dönerek kaçacaklardır.

46.Aslında onlara vaat edilen, o saattir. O saat cidden daha feci ve daha acıdır.

47.Kesinlikle suçlular sapıklık ve çılgınlık içindedirler.

48.O gün yüzleri üzere ateşte sürüklenirler: “Cehennemin beyinleri kaynatan sıcağının dokunuşunu tadın!”

49.Şüphesiz ki, Biz her şeyi; evet her şeyi bir ölçü, ayar ile oluşturduk.

50.Ve buyruğumuz, ancak göz kırpması gibi bir tekdir; anlık bir şeydir.

51.Ve andolsun Biz, sizin benzerlerinizi değişime, yıkıma uğrattık. O hâlde var mı bir düşünen?

52.Ve onların işledikleri her şey, yazıtlarda kayıt altındadır. 53.Küçüğün, büyüğün, hepsi satır satır yazılmıştır.

54.Hiç şüphesiz Allah’ın koruması altına girmiş kimseler cennetlerdedir, ırmaklardadır/ aydınlıklardadır. 55.Çok güçlü sahip, yöneticinin huzurundaki “doğruluk oturma yerleri”nde; doğru kimselere mahsus olan, yalan söylenmesi mümkün olmayan, yok olma ihtimali bulunmayan sabit makamlardadırlar.

TAHLİL:

1.O saat/kıyâmetin kopuş anı yaklaştırıldı. Ve her şey açığa çıkarıldı.

2.Onlar ise bir alâmet/gösterge görseler hemen yüz çeviriyorlar ve “Devam edip giden bir büyüdür” diyorlar.

1-2.ayetin lafzi manaları, “O saat yaklaştı. Ve ay yarıldı/ay yarılacak/ay doğdu [her şey açığa çıkarıldı]. Ve onlar bir âyet görseler hemen yüz çeviriyorlar ve “Devam edip giden bir büyüdür” diyorlar.” şeklindedir. Biz mealde mecazi anlamlarını gösterdik.

O saat yaklaştı. Ve ay yarıldı ifadesi, rivâyet toz-dumanı içinde kalmış olan dirâyetsiz açıklayıcılar tarafından, Kur’ân âyetlerinden (dolayısıyla Rabbimizden) onay almayan bir takım kabullere dayandırılarak açıklanmış, böylece bugüne kadar doğru anlaşılamamıştır.

RİVÂYETLERE GÖRE OLAY:

Rivâyetler, hicret’ten beş sene evvel Mekke’de bir akşam vakti dolunay hâlindeki ay’ın ikiye bölündüğünü, parçalardan birinin dağın üstünde, diğerinin de dağın önünde bir müddet durduğunu, sonra iki parçanın birleştiğini ve ay’ın tekrar eski hâline döndüğünü bildirmektedirler. Olayın özeti böyle olmakla birlikte bazı rivâyetçiler uydurmacılıkta bir hayli ileri gitmişler ve olayı akıl almaz ayrıntılarla süslemişlerdir. Meselâ, Peygamberimizin bir parmağını ay’a doğru uzattığını ve ay’ın ikiye bölündüğünü, parçalardan birinin Peygamberimizin abasının yakasından girip kolundan çıktığını ileri süren rivâyetler vardır. Maalesef dinî eser kabul edilen kitaplar aracılığı ile Müslümanların arasına sokulan bu uydurmalar sadece bu noktalarda da kalmamış, Esma binti Amis rivâyeti ile Hayber’de ikindi namazını geçiren Ali’nin, namazını vaktinde kılabilmesi için batmış olan Güneş’in geri geldiğini ileri sürecek kadar ileri bir noktaya ulaşmıştır. (Güneş’in geri gelme rivâyeti inşaallah Sad/33’ün tahlilinde incelenecektir.) Ancak biz, bu konudaki rivâyetlerin uydurma olduklarını göstermek için, avcı hikâyelerine taş çıkartacak kadar uydurma olanlarına değil de, en muteber kabul edilen Sahih-i Buharî‘ye bakmayı yeterli görmekteyiz. Buharî, bu olayla ilgili rivâyetlere, kitabının “Tefsir”, “Peygamber’in Alâmetleri”, “Menkıbeler” ve “Ensârın Menkıbeleri” bölümlerinde tekrar tekrar yer vermiştir.

Bizim aldığımız örnekler Tefsir Kitabı bölümündedir:

İbn-i Mes‘ûd (r.a) şöyle demiştir: “Resûlullah (a.s) zamanında ay iki parçaya ayrıldı. Bir parçası dağın üstünde, bir parçası da önünde idi. Bunun üzerine Resûlullah (a.s), “Şâhit olunuz!” buyurdu.[1]

Abdullah b. Mes‘ûd (r.a) şöyle demiştir: “Biz Peygamber’in beraberinde idik. Ay iki parça oldu. Bunun üzerine Peygamber bize, “Şâhit olunuz, şâhit olunuz!” buyurdu.[2]

İbn-i Abbâs (r.a), “Peygamber zamanında ay yarıldı” demiştir.[3]

Bize Şeyban, Katâde’den tahdis etti ki, Enes b. Mâlik (r.a), “Mekke ahâlisi Peygamber’den kendilerine bir mucize göstermesini istediler. Peygamber de onlara ay’ın yarılmasını gösterdi” demiştir.[4]

Buradaki senette de Enes (r.a), “Ay iki parçaya ayrıldı” demiştir.[5]

Gerek yukarıda naklettiğimiz, gerekse diğer hadis kitaplarındaki rivâyetler, olayın İbn-i Mes‘ûd, Enes b. Mâlik, Abdullah b. Ömer, Cübeyr b. Mut‘im, Abdullah b. Abbâs ve Ali tarafından anlatıldığını bildirmektedir. Fakat olayın vukû bulduğu tarihte [hicret'ten beş şene önce], bu kişilerden Abdullah b. Ömer altı-yedi yaşlarında idi, Enes b. Mâlik ve Abdullah b. Abbâs ise henüz doğmamışlardı. O yıllarda Ali’nin de çocuk yaşta olduğu hatırlanacak olursa, sadece İbn-i Mes‘ûd’un reşit yaşta olarak olayı görmesi mümkündür. Yani, İbn-i Mes‘ûd bir tarafa bırakılacak olursa, böyle ciddî bir konu bizlere o tarihte anasından doğmamış veya beş-altı yaşlarında olan çocukların anlatımları ile aktarılmış olmaktadır. Üstelik biz biliyoruz ki, Peygamberimize Kur’ân dışında bir mucize verilmemiştir. Zaten, eğer kendisine böyle bir mucize verilseydi, Peygamberimizin tüm Mekkelileri çağırıp mucizesini herkese göstermesi gerekirdi. Çünkü verilen mucizenin gereği ancak böyle yerine getirilebilirdi. Gece gündüz Peygamberimizin yanından hiç ayrılmamış olan yetişkin, aklı başında sahabeden hiç birinin adı ile bu konuda bir nakil mevcut değildir.

Diğer taraftan, tarih kitaplarında da, ay’ın ikiye ayrıldığını görüp de İslâm’a giren ya da gördüğü hâlde inanmayan hiçbir akıllı kimsenin adı geçmemektedir. Kaldı ki, böyle bir olay meydana gelseydi, dünyanın her tarafından izlenmesi gerekirdi ve bu konuda başka görgü tanıkları da olurdu.

Esasen, yukarıdaki gibi bir kaç kişinin verdiği haberlere dayanan ve Usûl ilminde “haber-i vâhid” ve “haber-i meşhur” denilen haberler, imana ait konularda ve haram-helâl konularında delil olarak kullanılamazlar. Yani, sağlam delillere dayanması gereken inanç, “haber-i mütevâtir” olmayan haberlerle oluşturulamaz.

Sonuç olarak, bu yanlış inancın hadis kaynağı çürük ve temelsizdir. Aslında biz, yukarıda adı geçen kişilerin böyle bir açıklama yaptıklarını da kabul etmiyor, olayların sonradan uydurulup onlara isnat edildiğini düşünüyoruz. Bu uydurmalara burada yer vermemizin sebebi ise tamamen teşhire yöneliktir.

KUR’ÂN’A GÖRE OLAY

Yukarıdaki rivâyetlere göre olay, Mekke halkının mucize görmek istemesi üzerine gerçekleşmiştir. Ne var ki, ay’ın ikiye bölünmesi olayının müşriklerin mucize isteklerine verilmiş bir cevap olduğunu söylemek, Kur’ân âyetlerinin apaçık anlamlarına ters düşmektedir. Diğer taraftan Peygamberimizin böyle bir mucize gerçekleştirdiğini söylemek, Allah’ın son peygamberi için belirlediği görevin “sadece tebliğ” olduğunu bildiren âyetlerle çelişmektedir.

Yani, rahmeti gereği Rabbimizin somut mucize vermek istemediğini bildiren Kur’ân âyetleri, bu iddianın apaçık bir yalan olduğunu âdeta iftiracıların suratlarına vurmaktadır:

59.Ve Bizi, alâmetleri/göstergeleri göndermekten ancak öncekilerin onları yalanlamış olmaları alıkoydu. Ve Semûd’a, açık, gözle görülebilir biçimde sosyal destek kurumları kurmaları görevini vermiştik de onun sebep olmasıyla haksız davranmışlardı. Ve Biz, o alâmetleri/göstergeleri ancak korkutmak için göndeririz.

(İsrâ/59)

5.Aksine onlar: “Bunlar, karmakarışık düşlerdir; yok yok onu kendisi uydurdu; yok yok o bir şairdir. Hadi öyleyse öncekilerin gönderildiği gibi bize bir alâmet/gösterge getirsin” dediler.

6.Onlardan önce yok ettiğimiz hiçbir memleket iman etmemişti. Şimdi bunlar mı iman edecekler?

(Enbiyâ/5-6)

Yukarıdaki âyetlerden anlaşıldığına göre eski toplumlar kendilerine gösterilen somut mucizelere rağmen yalanlamaya devam etmişler ve bu yüzden helâk edilmişlerdir. Rabbimiz insanların geçmişte ortaya koydukları bu tutumlarını tekrarlayacaklarını bildiğinden, her meydan okuyuşa somut bir mucize ile cevap vermek istemediğini bildirmektedir. Böylece inanmayanlara bu dünyadaki hayatlarının sonuna kadar tevbe ederek inanma fırsatı da verilmiş olmaktadır.

Zaten Peygamberimizin de Allah’ın bu bildirisine rağmen müşriklerin ısrarlı taleplerine karşı onlara bir mucize gösterme arzusu içinde olması mümkün değildir:

38.Andolsun ki Biz senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve nesil [oğlan-kız çocuklar] verdik. Hiç bir peygamber için Allah’ın izni/ bilgisi olmadan herhangi bir alâmet/ gösterge getirmek de yoktur. Her süre sonu için bir yazı vardır.

(Ra‘d/38)

50.Ve onlar, “Ona Rabbinden alâmetler/ göstergeler indirilmeli değil miydi?” dediler. De ki: “Alâmetler/ göstergeler ancak Allah’ın katındadır. Ben ise ancak apaçık bir uyarıcıyım.”

(Ankebût/50)

Israrla somut mucizeler isteyen müşriklerin bu istekleri abartılı, abartılı olduğu kadar da samimiyetten uzaktır:

90-93.Ve “Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar hâlinde üzerimize düşürmelisin yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı yahut göğe yükselmelisin. Ancak, senin yükselişine, öğrenip öğreteceğimiz bir kitabı bize indirmene kadar asla inanmayız” dediler. Sen de ki: “Rabbim noksanlıklardan arınıktır. Ben, beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki!”

(İsrâ/90-93)

Müşriklerin kendisinden somut bir mucize göstermesine yönelik ısrarlı ve abartılı taleplerine karşılık, mucize göstermenin Allah’ın kendisine belirlediği görev sınırları dışında kaldığını bilen Peygamberimizin onlara bir mucize göstermesi mümkün değildir. O, Allah’ın talimatları doğrultusunda, bu ısrarlı taleplere, mucizelerin sadece Allah katında olduğunu, kendisinin de sadece beşer [insan kökenli] bir Allah elçisi olduğunu belirterek cevap vermek zorundaydı.

Sonuçta müşriklerin bu yöndeki ısrarlı ve abartılı talepleri bizzat Rabbimiz tarafından Kur’ân’ın tek ve yeterli bir mucize olduğunun bildirilmesi sûretiyle cevaplandırılmıştır:

51.Kendilerine okunan Kitab’ı şüphesiz Bizim sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır.

(Ankebût/51)

Rabbimizin Peygamberimize verdiği mucize, müşriklerin bekledikleri türden bir mucize değil, mucizelerin en büyüğü idi. Bu büyük mucize ne insanı hayretler içinde bırakan bir görüntü, ne de tanık olanların akıllarını sarsan bir olay şeklindeydi. İşittikleri, anladıkları, gönülleri kuşatan, idrakleri sarsan, hikmet dolu sözler şeklindeydi. Kur’ân adlı bu ilâhî sözler, kıyâmete kadar herkesi acz içinde bırakan ebedî bir mucizeydi.

Bunca Kur’ân âyetine rağmen bazı Müslümanlar, uydurulmuş rivâyetlerin karanlığında yürüyerek meseleye hâlâ, “Allah isterse neden olmasın?” yaklaşımıyla bakmakta ve birçok asılsız olaya sanki gerçekten olmuş gibi inanmaya devam etmektedirler. Bilinmelidir ki, burada söz konusu edilen husus Allah’ın böyle bir olaya [ay'ın yarılmasına] güç yetirip yetiremeyeceği değildir. Çünkü Allah’ın her şeye kâdir olduğunda hiç şüphe yoktur. Asıl mesele, böyle bir olayın gerçekten olup olmadığı ve bu olayın Kur’ân’dan ve akıldan onay alıp almadığıdır. İnananların yapacakları şey, her konuda olduğu gibi bu konuda da sadece Rabbimizin mesajlarını dikkate almaktır. Aksi takdirde, Allah’ın sonsuz kudretini dile getirme hevesine kapılan koyu câhillerin ya da dindar kalabalıklar üzerinden ikbal ve itibar devşirmek isteyen kötü niyetlilerin çeşit çeşit mucizeler uydurmasının yolu açılmış olur. Peygamberimize türlü mucizeler yakıştırmanın giderek varacağı nokta ise, Katolik inancındaki azîzlik kurumuna benzeyen bir “evliyâlık” makamının ortaya çıkması ve bu makama ulaştığına inanılan “velî” [Allah dostu] kimselere de Katolik azîzlerine isnat edilenlerden aşağı kalmayacak sayıda kerâmetin yakıştırılması noktasıdır. Nitekim bu süreç İslam tarihi boyunca birebir yaşanmış ve evliyâ menkıbelerinin gönüllere verdiği tatlı esriklik yüzünden câhil halk yığınları hayatın gerçekliğinden yüzyıllarca kopuk yaşamak zorunda kalmıştır.

Sonuç olarak, Ay’ın yarılması rivâyeti, Kur’ân açısından da çürük ve temelsiz olup sadece Peygamberimize “sihirbaz” diyenlerin kullanacağı bir malzemedir.

Rivâyetlerde konunun nasıl çarpıtıldığını gördükten sonra 1-2. âyetlerin tahliline dönebiliriz:

Kamer sûresi, Târık sûresi’nin devamı mâhiyetindedir. Kur’ân’ın mushaf hâline getirilişi sırasında ayrı sûreler olarak adlandırılarak aralarına duvar örülmüş olsa da, âyetlerdeki konular ve bağlaçlar bu duvarları aşmaktadır. Meselâ 2. âyetin başındaki vav bağlacı, Târık/15′deki yekîdûne fiiline matuftur. Aradaki parantez içi ifadeler kaldırıldığında cümle şu şekilde olmaktadır: Şüphesiz onlar oldukça tuzak kuruyorlar –……………..– ve bir âyet görseler hemen yüz çeviriyorlar ve “Devam edip giden bir büyüdür” diyorlar.

Bu durumda 2. âyetteki onlar zamiri ile kasdedilenlerin, Târık/15′deki onlar zamiri ile kasdedilenlerle aynı olduğu anlaşılmaktadır. Bu kimseler, Beled/19′da ashâb-ı meş’emeolarak nitelenen kimselerdir.

O saat yaklaştı

Burada yaklaştığı bildirilen السّاعة [sâ‘at], “kıyâmet saati”dir. O saat, “kıyâmetin koptuğu, herkesin öldüğü kıyâmet gününün birinci evresi”dir. Sâ‘at sözcüğü, Kur’ân’da hep bu anlamda kullanılmıştır.

Ve ay yarıldı.

Rabbimizin mesajının doğru anlaşılması ve rivâyetlerde olduğu gibi hurafelere sapılmaması için bu cümle üzerinde önemle durulması gerekmektedir:

İNŞİKÂK [YARILMA]: انشقاق [inşikâk] sözcüğü, شقّ [şakk] sözcüğünün infial babına nakledilmiş şeklidir ve mutavaat [etkilenerek uyma] anlamı içerir. Yani, inşikâk sözcüğü ile ifade edilen yarılma, maruz kalınan “yarma” etkisine direnç göstermeden, karşı konmadan, uyum sağlayarak meydana gelen yarılmadır.

Bu sebeple önce şakk sözcüğü tahlil edilmelidir:

Şakk sözcüğü, soğuk veya herhangi bir nedenle “elde veya yüzde oluşan çatlaklar” için kullanılan شقاق [şikâk] sözcüğünden gelmektedir. Araplar hayvanların tırnaklarında ve bileklerindeki çatlamaya [hastalığa] şikâk derlerdi. Daha sonraları da ciltte her türlü çatlak oluşturan hastalığa şikâk demişlerdir. شقاق [şikâk] mecâzî olarak da “ayrılıkçı, tefrika çıkaran, normal düzeni bozan” anlamlarında kullanılır.

Şakk ise, “sad-ı bain” [ayırıcı çatlak] demektir. Otun topraktan çıkışı, çocuğun dişinin çıkışı, şakk sözcüğüyle ifade edilir. Şakk, aynı zamanda طلوع [tulû‘=doğuş] anlamındadır. Sabahın oluşuna da شقّ الصّبح [şakk-ı subh] denir. Çünkü sabah da karanlıkları çatlatmakta, gündüz ile geceyi ayırmaktadır.[6]

Râgıb el İsfehânî ise sözcüğü şöyle açıklamıştır:

Şakk, “herhangi bir şeyde meydana gelmiş çatlak”tır. Denilmiştir ki: “Ay’ın inşikâkı, Peygamber zamanındadır.” Ve yine denilmiştir ki: “Ay’ın inşikâkı, “kıyâmetin kopacağı vakit ortaya çıkacak yarılma”dır.” Ve yine denilmiştir ki: “Bunun manası, ‘işin açığa çıkması’dır.”[7]

Yukarıda verilen her iki sözlükteki bilgilere göre, şakk sözcüğü, bir elmayı böler gibi bir şeyin ikiye, üçe bölünerek ayrılması anlamına değil, bir şeyin üzerinde yarıkların, çatlakların oluşması anlamına gelmektedir. Nitekim Bakara/74, Meryem/90, Rahmân/37, Hâkka/16, Abese/26 ve İnşikâk/1′de de şakk sözcüğü, “bir şeyin üzerinde veya bünyesinde oluşan yarılmaları, çatlamalar”ı ifade etmek için kullanılmıştır.

Şakk sözcüğünün bu anlamına göre, Ay yarıldı ifadesi, “ay üzerinde bir takım yarılmalar, çatlamalar olduğu” anlamına gelir ki, ay’a gidildiği dönemde [1969], orada ayak izlerinin oluşması ve ay yüzeyinden parça koparılması sebebiyle, bu âyetin gerçekleşmiş olduğu ileri sürülmüştür.

Sözlüklerde şakk sözcüğünün karşılığı olarak verilen anlamlara rağmen, Ay yarıldıifedesinin, “ay’ın iki parçaya ayrıldığı” anlamına geldiğini ileri süren bazı kimseler, sadece yukarıda naklettiğimiz zayıf ve uydurma hadislerden destek alan bu görüşlerine, âyetteki fiilin geçmiş zaman kipi ile kullanılmasını delil göstermişlerdir. Gerçekten de Rabbimiz, âhiret ve kıyâmet sahnelerini anlatırken âyetlerdeki fiilleri geçmiş zaman kipinde kullanmaktadır. Böylece kıyâmet ve âhiretin mutlaka gerçekleşeceği vurgulanmış olmaktadır. Bu ifade tarzı bazan günlük hayatta da kullanılmaktadır. Meselâ, yapmaya kesin kararlı olduğumuz bir iş için, daha o işe başlamadan “o iş bitti” veya “yaptım bile” şeklinde konuşuruz. Bu sözlerle o işi “kesinlikle yapacağımızı” ifade etmiş oluruz. Rabbimizin kıyâmet ve âhiretin mutlaka gerçekleşeceğini vurgulamak için geçmiş zaman kipli fiiller kullanması da böyledir. Nitakim kıyâmet sahnelerinden olacak olan “Sura üfürülme” de sanki olmuş bitmiş gibi geçmiş zaman kipiyle verilmiştir. Kehf/99, Mü’minun/101, Yâ- Sîn/51, Zümer/68, Kâf/20 ve Hakka/13’te görülebilir.

Bu ifade tarzının Kur’ân’da daha birçok örneği vardır:

1.Allah’ın emri kesinlikle gelecek. Artık onu acele edip istemeyiniz. Allah, onların ortak koştukları şeylerden arınıktır ve yücedir.

(Nahl/1)

Ayrıca; Rahmân/37, Hâkka/14-16, İnşikâk/1-5, İnfitar/1-4, Tekvîr/1-14, A‘râf/38-50, Zümer/68-74′e de bakılabilir.

Bu yaklaşımla konumuz olan âyetin anlamı, “Kıyâmet yaklaştığında ay mutlaka yarılacaktır” demek olur. Hasan-ı Basrî, Ebu’s-Suud, Osman b. Atâ, Nesefî gibi bilginler ve tüm çağdaş bilginler de bu anlamı tercih etmişlerdir.

“ŞAKK” SÖZCÜĞÜNÜN “TULÛ‘”[DOĞUŞ] ANLAMINDA OLUŞU: Sözcüğün bu anlamı dikkate alındığında, Ay yarıldı ifadesinden, “ay’ın doğup ortaya çıktığı ve karanlığı çatlattığı” manası ortaya çıkmaktadır. Şems sûresi’nin tahlilinde, Güneş’i takip eden ay ifadesinin, “Kur’ân’ı izleyen Peygamber” anlamına geldiği yönünde bir tesbitte bulunmuştuk. Bu tesbit doğrultusunda, aynı anlam buraya taşınarak, Ay yarıldı ifadesinden, “Peygamber’in gönderildiği ve açığa çıktığı, o’nunla da iyi ile kötünün, iman ile küfrün, hidâyet ile dalâletin açıklığa kavuşturulduğu” anlaşılabilir. Şöyle de ifade edilebilir: Ay’ın yarılması, ay doğduğu esnada karanlığın yarılmasıdır. Bu deyim [şakku'l-kamer], “durum aydınlandı, ortaya çıktı” anlamında kullanılır. Nitekim Araplar, bazı açık ve belirgin durumları ifade etmek için atasözlerinde “ay” sözcüğünü kullanmaktadırlar.

Mutavaat anlamı taşıyan انشقّت [inşekkat] sözcüğüne bu mecâzî anlam doğrultusunda bakıldığında, sûrenin 1-2. âyetleri şu anlama gelmektedir:

Saat [Kıyâmet] yaklaştı. Ve her şey Allah tarafından açıklığa kavuşturuldu. Ve onlar bir âyet görseler hemen yüz çeviriyorlar ve “Devam edip giden bir büyüdür” diyorlar.

Yani, saat yaklaşıp ay yarıldığı, her şey açıklığa kavuşturulduğu hâlde, gördükleri mucizelerden yüz çeviriyorlar. Olacak olmadan, başlarına belâ gelmeden akıllanmıyorlar. Âkıbeti düşünmüyorlar. Gördükleri âyetlerden ibret alacakları yerde “süregelen bir sihirdir” diyerek yüz çeviriyorlar.

Buradaki اية [âyet] sözcüğü, “hayret verici alâmet, olağanüstü durum, mucize” anlamına gelmektedir. Kural olarak, bir şart cümlesinde yer alan nekre [belirtisiz] kelimeler, olumsuz cümlelerdeki nekre kelimeler gibi, soyut veya somut herhangi bir varlığın tüm cinsini ifade eden cins ismi mâhiyetindedirler. Bu kural gereği, buradaki âyet sözcüğü, herhangi bir mucize anlamında olup her türlü mucizeyi de içine almaktadır.

Bu durumda, Öteden beri süregelen bir sihirdir diyen müşriklerin, gördükleri hiçbir âyeti, hiçbir delili, hiçbir mucizeyi dikkate almadıkları vurgulanmış olmaktadır. Kur’ân’dan başka bir mucize görmedikleri için, müşriklerin gördüğü ve dikkate almadıkları ifade edilen âyetler/mucizeler, Kur’ân âyetleridir.

Hatırlanacak olursa, müşriklerin bu tavrı daha evvel Müddessir sûresi’nde de konu edilmişti:

18-25.Şüphesiz o, düşündü ve ölçü koydu. –Artık o mahvoldu. Nasıl bir ölçü koydu! Yine o mahvoldu. Nasıl bir ölçü koydu!– Sonra baktı. Sonra yüzünü buruşturdu, kaşlarını çattı. Sonra, arkasını döndü ve böbürlendi de: “Bu, söylenti hâlinde gelen bir büyüden başka bir şey değil. Bu, beşer sözünden başka bir şey değil” dedi.

(Müddessir/24)

Burada “süregelen” olarak çevirdiğimiz sözcüğün orijinali مستمرّ [müstemir] olup bu sözcük birden çok anlama gelmektedir.

Bu anlamları şöyle sıralayabiliriz:

* “Devam eden” anlamına gelir ki, zaten gelen vahiyler ve yapılan tebliğler kesintisizdir, süreklidir, devam etmektedir.

* المرّة [el-mirretu] sözcüğünden türemiş olup “güçlü” manasına gelir.

* المرارة [el-mirâretu] kökünden türemiş olup “öd kesesi” manasına gelir. Buna göre ifade, “Bu, acı, tadı bozuk bir sihirdir” manasında olur.

* “Geçici, geçip giden, zeval bulan” anlamındadır. Sözcük bu anlamla değerlendirildiğinde ise sihrin geçiciliği, sürekli olmadığı vurgulanmış olur.

Biz, “sürekli, devam eden, süregelen” anlamının en uygun anlam olduğu kanısındayız. Çünkü müşriklerin “büyü” olarak niteledikleri âyetler süreklidir, kesintisizdir. Müşrikler kendilerine tebliğ edilen âyetlerin özünü araştırmaya yanaşmamakta ve bu âyetlerin anlamlarına sırtlarını dönmektedirler. Bir delile ve kanıta dayanmadan sırf keyfî arzularına uyarak, gördükleri âyetleri ve bu âyetlerle ortaya konan gerçekleri hiç irdelemeden, düşünmeden yalanlamaktadırlar.

Doğru anlayabilmek maksadıyla sûrenin başından beri üzerinde çalışma yaptığımız ilk iki âyetteki kısa ve öz mesaj, Rabbimiz tarafından Enbiyâ sûresi’nde detaylandırılmıştır:

1.İnsanlar için hesapları yaklaştı. Onlar ise aldırmazlık içinde, mesafeli duran kimselerdir.

2,3.Rablerinden kendilerine gelen her yeni öğüdü/hatırlatmayı ancak oyun yaparak ve kalpleri eğlenerek dinlerler. Ve şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseler, aralarında şu fısıltıyı gizlediler: “Bu, sizin gibi bir insandan başka bir şey midir? Artık görüp dururken büyüye mi gidiyorsunuz?”

4.De ki: “Benim Rabbim gökte ve yerde her sözü bilir. Ve O, en iyi işiten, en iyi bilendir.”

5.Aksine onlar: “Bunlar, karmakarışık düşlerdir; yok yok onu kendisi uydurdu; yok yok o bir şairdir. Hadi öyleyse öncekilerin gönderildiği gibi bize bir alâmet/gösterge getirsin” dediler.

6.Onlardan önce yok ettiğimiz hiçbir memleket iman etmemişti. Şimdi bunlar mı iman edecekler?

7.Ve Biz, senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz olgun kimseleri gönderdik/elçi yaptık.

Haydi, siz bilmiyorsanız Öğüt/Kitap Ehli olanlara/vahiy bilgisi olanlara soruverin.

8.Ve Biz o elçileri yemek yemez birer ceset yapmadık. Onlar sürekli kalıcılar/ ölümsüz de değillerdi.

9.Sonra Biz onlara, verdiğimiz o sözü yerine getirdik. Böylece onları ve dilediğimiz kimseleri kurtardık. Aşırı gidenleri de değişime/yıkıma uğrattık.

10.Hiç kuşkusuz Biz size, öğüdünüz/şan şerefiniz içinde olan bir kitap indirdik. Buna rağmen hâlâ akıllanmayacak mısınız?

11.Biz, şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yapan nice kentleri de kırıp geçirdik. Onlardan sonra da başka toplumları var ettik.

12.Öyle ki onlar azabımızın şiddetini hissettikleri zaman ondan hızla uzaklaşıp kaçıyorlardı.–13.Hızla uzaklaşıp kaçmayın, sorgulanmanız için, içinde şımarıp azdığınız şeylere ve evlerinize dönün.–

14.Onlar: “Yazıklar olsun bizlere! Şüphesiz biz gerçekten yanlış davrananlar; kendi zararlarına iş yapanlar imişiz” dediler.

15.İşte onların bu çağrıları, onları biçilmiş bir ekin ve sönmüş ocak/kül hâline getirinceye kadar son bulmadı.

(Enbiyâ/1-15)

3-5.Kur’ân’da kendilerine verilen her emir, “kararlaştırılmış, en üstün seviyede yeterli, haksızlık ve kargaşayı engellemek için konulmuş bir kanun, düstur ve ilke” olduğu hâlde onlar yalanladılar ve tutkularına uydular. Şüphesiz onlara vazgeçirecek haberler de gelmişti. Buna rağmen uyarılar yarar sağlamıyor.

Bu âyet grubunda ilk olarak Müslümanlar arasında yanlış anlamda kullanılan حكمة [hikmet] sözcüğü üzerinde durmak gerekmektedir. Kur’ân’da ilk kez bu sûrede geçen ve bizim de “zulüm ve fesadı [kargaşayı] önleyen ilke” olarak çevirdiğimiz hikmet sözcüğü, âyette بالغة [bâliğa] sıfatıyla birlikte yer almıştır. Buna göre, âyetteki حكمة بالغة [hikmet-i bâliğa] tamlaması, “en üstün seviyede, yeterli olacak şekilde, zulüm ve fesadı engelleyen ilke” anlamına gelir.

“HİKMET” SÖZCÜĞÜNÜN GERÇEK ANLAMI: حكمة [hikmet]in ne olduğunu anlamak için sözcüğün lügat anlamını bilmek yeterlidir.

Hikmet sözcüğü, حكم [hukm] sözcüğünün bir türevi olup “bina-i nev’i, ism-i nev’i” kalıbındadır. Kullanıldığı fiilin bütün anlamlarını temsil eden bir isim niteliğindeki bu kalıptan birçok sözcük türetilmiştir. Bu sözcüklerden birçoğu Arapça’daki anlamlarıyla Türkçe’ye de geçmiştir. Türkçe’de yaygın olarak kullanılmakta olan bu kalıptaki sözcüklerden bir kısmı şunlardır: Bid‘at, cinnet, fikret, fitne, firkat, gıybet, hizmet, hicret, illet, iffet, kıymet, kısmet, kisve, minnet, mihnet, nimet, rif‘at, ric‘at, sirkat, şirket, şiddet, zînet.

Hikmet de aynı kalıptan geldiği gibi, hikmet‘in türetildiği hukm sözcüğünün türevleri olanhâkim, hakem, hâkimiyet, hükûmet, muhkem, tahkim, muhâkeme, mahkeme, ihkam ve tahakküm gibi birçok sözcük de Türkçe’ye geçmiş ve Türkçe’leşmiş olarak kullanılmaktadır.

Hukm sözcüğüne, sözcük ve terim anlamı olarak bugün elimizdeki Arapça sözlüklerde verilen karşılıklar şunlardır: “Hükmetmek, yargılamak”; “işi sağlama almak, sağlamlaştırmak”; “yüzün ön kısmı, alın”; “şan, şeref”; “çağırmak, mahkemeleşmek”; “hakemlik etmek, tecrübeli uzman”; “hikmet sahibi olmak, hakîm olmak.”

Allame İbn-i Manzur’un Lisânü’l-Arab adlı eserinde حكم [hakeme] sözcüğünün esas anlamının منع [mene‘a=engel oldu] demek olduğu belirtilmektedir. Bu durumda hakemesözcüğünün mastarı olan hukm sözcüğü de “engel olmak” anlamına gelmektedir. Araplar bu sözcüğü, “insan veya hayvana mani olmak, onu kontrol altına almak” anlamında kullanmışlardır. Sözcüğün İslâm öncesi Arap şiirinde bu anlamda kullanıldığını gösteren yüzlerce örnek vardır. Ayrıca hayvanların kontrolünü sağlayan “gem” denilen alete de Araplarca حكمة [hakeme] denmiştir.[8]

Kur’ân döneminde ise, sözcüğün anlamı biraz daha özelleşerek, “zulme ve fesada engel olmak” anlamında kullanılmıştır. Hakeme sözcüğünden türetilen sözcükler de o dönemde özelleşmiş olan bu anlama uygun olarak kullanılmıştır.

Bu sözcüklerden bir kaçı ve kullanıldıkları anlamlar şöyledir:

* Hâkim: Zulme ve fesada engel olan kişi.

* Mahkeme: Zulme ve fesada engel olunan yer.

* İhkam: Zulme ve fesada engel oldurma.

* Muhkem: Zulme ve fesada engel edilmiş şey.

Sözcüğün Kur’ân’ın indiği dönemde bu özelleşmiş anlam içeriğiyle kullanıldığına dair Peygamberimize isnat edilmiş meşhur bir hadis bile bulunmaktadır: حكّم اليتيم كما تحكّم ولدك [hakkimu'l-yetîme kemâ tühakkimu veledeke=kendi çocuğunu engellediğin gibi yetimi de engelle!], yani “Kendi çocuğunun zulmüne, fesadına, kötü yetişmesine mani olduğun gibi yetime de mani ol ki, o da iyi yetişsin, kötü birisi olmasın.”

حكم [hukm] mastarının tüm türevleri bu anlam ile uyumludur. Sarf ilmi’nin kurallarına göre bu sözcükten birçok farklı sözcük daha türetmek mümkündür. Nitekim hukm mastarının farklı türevleri Kur’ân’da 210 yerde geçmekte ve dikkatle incelendiği takdirde hepsinin de “zulme ve fesada mani olma, engelleme” anlamında kullanıldığı açıkça görülmektedir.

Hukm mastarından türemiş olan حكمة [hikmet] sözcüğü, girmiş olduğu ism-i nevi kalıbından dolayı, “zulme ve fesada engel olma”nın adı olmak durumundadır. Bu duruma görehikmet‘e verilmesi gereken en uygun anlam, “zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş olan kanun, düstur ve ilke” olmaktadır.

Hikmet sözcüğü, hepsi de doğal sözcük anlamıyla kullanılmış olarak Kur’ân’da 19 âyette 20 kez geçmektedir. Sözcük Kur’ân’da ilk defa, 37. sırada Mekke’de inen Kamer sûresi’nde yer almış ve bu âyetten sonraki âyetlerde geçen hikmet sözcükleri yine Kur’an tarafından ayrıntılı olarak açıklanmıştır.

Söz konusu âyeti, hikmet sözcüğünün bu anlamı ışığı altında değerlendirdiğimizde, vahiyle topluma gelen “kararlaştırılmış, zulüm ve fesadı engelleyen üst seviyede ilkeler ve bunlardan vaz geçirecek haberler”e rağmen, inançsızların keyif, tutku ve heveslerine uyarak ömürlerini fısk ve fücûrla geçirmeyi tercih ettikleri anlaşılmaktadır.

İnançsızların bu tavırları daha önce Kıyâmet sûresi’nde de söz konusu edilmişti:

5.Aslında o insan, önünü; kalan ömrünü din-iman tanımayıp kötülüğe batmakla geçirmek istiyor:

(Kıyâmet/5)

ENBA’ [ÖNEMLİ HABERLER]: أنباء [enba’], “önemli, mühim haberler” demektir. Nitekim Neml/22, Hucurât/6 ve Âl-i İmrân/44′de detaylı olarak görülebileceği gibi, نبأ [nebe’] ve انباء [enba’] sözcükleri Kur’ân’da ancak ağırlığı ve önemi olan şeyler için kullanılmıştır. Yukarıdaki pasajda işaret edilen önemli haberler, Kur’ân’daki geçmiş toplumlara ait kıssalardır. Bu konuyla ilgili daha detaylı açıklama, sûrenin sonunda verilen “Hikmet” başlıklı ek yazının içeriğinde mevcuttur.

Bu açıklamalara göre 3-5. âyetlerin takdirini şu şekilde yapmak mümkündür: “Kendilerinden önce yaşamış ve ilâhî mesajı yalanlamış toplumların yok edilişlerinin ve yine Kur’ân’da tasvir edilen âhiret serüvenlerinin haberleri onlara geldi. Bütün bu haberler, yanlış yolda olanların tutumlarını değiştirmelerini sağlayacak nitelikte uyarıcılardı. Yine bu emirler, onları zulüm ve fesattan en üst düzeyde engelleyecek yasalar ve ilkelerdi. Ama buna rağmen uyarılar onlara fayda vermiyor.”
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla