Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25. May 2014, 09:42 AM   #2
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Rasülüllah, nasıl Rabb ve ilah edinildi?

Bilindiği gibi Rabbimiz rahmeti gereği insanlara peygamberler göndermiş ve bu peygamberlere, insanlara tebliğ ve tebyin etmeleri için vahyler indirmiştir. Peygamberler, kendilerine gelen vahyleri saklamadan, değiştirmeden, olduğu gibi insanlara aktarmak zorunda olduklarından, elçilik görevlerini gerektiği gibi yerine getirmişler ve Yüce Allah’ın mesajlarını insanlığa ulaştırmışlardır. Peygamberimiz de bu ilâhî sistem içinde yer alan elçilerden biridir ve o da Allah’tan aldığı vahyleri saklamadan, değiştirmeden, olduğu gibi insanlara aktarmıştır.

Peygamberimizin, Yüce Allah’tan aldığı vahyleri eksiksiz ve doğru olarak aktardığı ve bu vahylerin, hem vahyedilme aşamasında hem tebliğden sonra Rabbimiz tarafından korunma altına alındığı; Kur’ân’ın kaybolmaktan, tahriften (ilâve ya da eksiltilme yapılmasından, tağyirden, tebdilden), kısaca her türlü beşerî saldırıdan korunacağı Kur’an’da birçok (Maide/ 67, İsra/ 73-75, Hakka/ 44-47, Yunus/ 15-16, Hicr/ 9) yerde bildirmiştir.

Nitekim Kur’an, başka hiçbir eserin, kitabın korunmadığı bir şekilde korunmuş olarak, orijinal ifadeleri ile bugüne gelmiştir.

Yine yukarıdaki ayetlerden anlaşılmaktadır ki peygamberimizin, Allah’ın vahyettiklerine (dine) herhangi bir şey ilâve etmesi veya eksiltmesi söz konusu olamaz. Yani Yüce Allah’ın peygamberimize vahyettiklerinin tümü, hiçbir değişikliğe uğramadan, olduğu gibi sadece Kur’an’da mevcuttur. Bunun aksini iddia etmek, peygamberimizin elçilik görevini tam yapmadığını ve Rabbimizin de bize bildirdiğinin aksine, vahyettiklerinin Kur’an’da yer almamasına göz yumduğunu, yani Kur’an’ı korumadığını kabul etmek demektir.

Bütün bu gerçeklere rağmen, peygamberimizin ölümünden iki yüz sene sonra, peygamberimize atfedilen sözler “hadis” adı altında toplanmaya başlamıştır. Kur’an’daki ilkeleri yaşamakla yükümlü ve din adına sadece Kur’an’ı tebliğ etmekle görevli olan, yani dine kendisinden bir şey ilâve etmesi veya eksiltmesi söz konusu olmayan peygamberimiz, bu konuda bir takım saptırma girişimlerinin vaki olabileceğini düşünmüş olmalı ki, sağlığında, Kur’an’dan olduğunu bildirdikleri dışında kendisinden bir söz veya davranış yazılmasına izin vermemiştir. Aslında, elde Kur’an gibi mucizeleri sürekli olan (hiç bitmeyen) bir hakikî delil kaynağı dururken böyle bir teşebbüste bulunmanın hiçbir anlamı yoktur. Ama ne yazık ki, bu anlamsız teşebbüs sürdürülmüş ve sonuçta günümüze, değil yaşanması okunması bile peygamberimizin 23 yıllık elçilik hayatına sığmayacak genişlikte ve uydurmalarla dolu olan bir biyografi intikal etmiştir.

Hadisler içinde bir de “Hadis-i Kudsi” vardır ki bu, İslâm dışı güçlerin Müslümanları fesada uğratabilmek için geliştirdikleri bir formüldür. Bu formül, fesat kapısını aralayıp, İslâm’ı yozlaştırmak amacına yöneliktir. Müslümanlar arasındaki tüm sapık inanç ve kabuller de, işte bu şekilde açılan deliklerden girmiştir.

Mevzu hadis, bir kimsenin uydurup, iftira ederek peygamberimize nispet ettiği hadislerdir. Yani, peygamberimizin demediği bir sözü, yapmadığı bir davranışı, onaylamadığı bir şeyi, peygamberimiz dedi, yaptı, onayladı diye ortaya atmaktır.

Dünyada her zaman insanları en iyi kandırmanın yolu; Allah’ı, peygamberi, Kur’an’ı, yani kısaca dini alet olarak kullanmak olmuştur. Bu tip aldatmalar, sadece İslâm tarihine de özgü değildir. İnsanlık, tarihinin her döneminde dinî inançları kullanılarak istismar edilmiştir. Kur’an’ı tahrif edemeyeceklerini görenler, tabiri caizse surda delik açmanın Kur’an dışında bir takım yalanlarla mümkün olabileceğini düşünüp, kötü emellerini hadis uydurmak suretiyle gerçekleştirmişlerdir.

İslâm tarihinde ilk hadis uydurması peygamberimizin sağlığında yapılmış; bir kişinin sevdiği kızı alabilmek için peygamberimizin ağzından bir yalan uydurması ile başlamıştır. Bunu duyan peygamberimiz ise herkesi uyarmıştır:

“Kim bilerek ve kasten benim üzerime bir yalan söylerse ateşten yerine yerleşsin.”

Peygamberin dine birkaç hüküm koymasıyla, hepsini koyması arasında fark yoktur. Eğer peygamber birkaç hüküm koyabiliyorsa hepsini de koyabilirdi. Din kendisinin udurduğu bir din olurdu

Rasülüllah’ı da dinde “şâri’” kılmak, onu rabb ve ilah edinmektir. Bu da resmen şirktir.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
beyazasi (25. May 2014), Bilgi (26. May 2014)