Tekil Mesaj gösterimi
Alt 7. February 2009, 02:15 AM   #1
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart Ayetlerin Tahlili

1 – Elif / 1, lam / 30, ra / 200. İşte bu, o apaçık / açıklayıcı kitabın ayetleridir.
2 – Şüphesiz ki, Biz onu akledersiniz diye Arapça bir Kur’an olarak indirdik.

Bu sure de Yunus ve Hud sureleri gibi “ اelif”, “ لlam” ve “ رra” kesik harfleriyle başlamıştır. Bu harflerle yapılan dikkat çekmeden sonra, işaret zamiri ile bakışlar Kur’an’a yönlendirilmiş ve Kur’an’ın özelliklerine vurgu yapılmıştır.
2. ayette, Kur’an’ın Arapça olarak indirilme sebebi açıklanmış ve Kur’an’ın insanların akletmeleri, düşünmeleri, anlamaları için Arapça indirildiği belirtilmiştir. Çünkü Kur’an Arap toplumuna inmektedir ve bir toplumun kendisine inen mesajı anlaması, akletmesi, uygulaması ve başkalarına da anlatabilmesi için mesajın o toplumun anadilinde olması gerekmektedir. Eğer böyle olmasa, yani mesaj topluma yabancı bir dilde indirilse, mesajın o dili bilmeyen bir toplum tarafından anlaşılması, akledilmesi, uygulaması da mümkün olmayacaktır.
Ancak buradaki “ عربيّاarabiyyen” sözcüğünün sadece “Arapça, Arap dili” olarak anlaşılması ve açıklanması doğru değildir. Zira bu sözcük “ عربًarabe” kalıbından türeme olduğu kadar “عرُب arube” kalıbından da türemiştir. Sözcüğün “arube” kalıbına göre anlamı “fesahat, fasih konuşmak” demektir. (Lisanü’l-Arab; s. 153-159, a-r-b mad.) “Fesahat [fasih konuşmak]” ise “sözün ses ve mana kusurlarından arınmış olması, yani kolay anlaşılması, rahat telâffuz edilmesi, diziminin mükemmel olması” anlamına gelmektedir. (es-Sekkakî; Miftahu’l Ulum)
Bu durumda ayetin anlamı “Şüphesiz ki, Biz onu akledersiniz diye ‘kolay anlaşılır, rahat telâffuz edilir, dizimi mükemmel, dilbilgisi kurallarına uyumlu’ bir Kur’an olarak indirdik” demek olur.
Kur’an’ın indirildiği toplumun dilinin Arapça olması dolayısıyla, o toplumun Kur’an’ı anlayıp akledebilmesi için Arapça indirildiği birçok ayette vurgulanmıştır:

Ve kesinlikle Biz, onların “kesinlikle ona bir beşer öğretiyor” deyişlerini biliyoruz. Kastettikleri o kişinin dili yabancıdır. Bu [Kur’an] ise, apaçık Arapça bir lisandır. (Nahl/103)

Ve eğer biz onu yabancı dilde bir Kur’an yapsaydık, elbette “Ayetleri detaylandırılmalı değil miydi? İster yabancı dilde ister Arapça!” diyeceklerdi. De ki: “O, iman edenler için bir kılavuz ve bir şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve Kur’an onlar üzerine bir körlüktür. Onlara çok uzak bir mekandan seslenilmektedir.” (Fussılet/44)

Ve Biz onu [apaçık kitabı] yabancılardan [Arapça bilmeyenlerden] birine indirseydik de, bunu o, onlara okusaydı, onlar, buna iman ediciler değillerdi. (Şuara/198, 199)

Apaçık kitaba ant olsun ki Biz onu aklınızı kullanasınız diye Arapça bir Kur`an [okuma] yaptık. (Zühruf/2, 3)

Onunla [apaçık kitapla], uyarıcılardan olasın diye apaçık bir Arapça lisan ile senin kalbine Emin Ruh [Güvenilir Can, sağlam bilgi] indi. (Şuara/193-195)

Ve Biz böylece onu [Kur’an’ı] Arapça bir hüküm [mükemmel bir yasa] olarak indirdik. Ve eğer sana gelen ilimden sonra onların hevalarına uyarsan, Allah’tan sana bir Yakın Kimse ve bir koruyucu yoktur. (Ra’d/37)

Ve bundan [Kur`an`dan] önce bir rehber ve rahmet olarak Musa`nın kitabı vardı. Ve bu [Kur`an] ise zulmeden kimseleri uyarmak, iyilik-güzellik üretenleri müjdelemek için Arap lisanı üzerine tasdik eden bir kitaptır. (Ahkaf/12)

Ve işte böylece Biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik. Onda tehditlerden tekrar tekrar açıklama yaptık. Belki takva sahibi olurlar yahut onlara yeni bir öğüt oluşturur. (Ta Ha/113)

Ve ant olsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir kur`an [okuma] olarak; takvalı davransınlar diye bu Kur`an`da insanlar için her türlüsünden örnek verdik. (Zümer/27, 28)

Bu, Arapça bir Kur`an [okuma] olarak, bilen bir kavim için ayetleri detaylandırılmış bir kitaptır. (Fussılet/3)

İşte böylece Biz kentlerin anasını ve onun kıyısındaki kişileri uyarasın ve kendisinde hiç şüphe olmayan toplanma günü ile uyarasın diye sana Arapça bir Kur`an vahyettik. Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir. (Şûra/7)

3 - Sana bu Kur’an’ı vahyetmekle Biz, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Hâlbuki sen bundan önce kesinlikle gafillerden [duyarsız olanlardan, bilgisizlerden] idin.

Yusuf kıssasının girişi olan bu ayette, peygamberimizin bu kıssa hakkında daha önceden herhangi bir bilgisinin bulunmadığı vurgulanmıştır. Ehl-i Kitap arasında çok iyi bilinen bu kıssa, kıssayı hiç bilmeyen peygamberimiz tarafından “en güzel” bir şekilde, üstelik Ehl-i Kitab’ın yanlış bildiği noktalar da düzeltilerek nakledilince, Allah Elçisi’ni sınamaya kalkanlar bu duruma şaşırıp kalmışlardır.
Peygamberimizin bu konularla ilgilenen biri olmadığı, bu meselelere karşı duyarsız, ilgisiz olduğu başka ayetlerde de dile getirilmiştir:

Kesinlikle sen bundan gaflet içinde idin. Şimdi senden perdeni kaldırdık. Artık bugün gözün keskindir. (Kaf/22)

Ve sen Kitap’ın sana ilka edileceğini [indirileceğini] umuyor değildin. [O] Ancak Rabbinden bir rahmet olarak [verildi]. Öyleyse sakın kâfirlere arka çıkma [yardımcı olma]. (Kasas/86)

İşte böylece Biz sana da kendi emrimizden / kendi işimizden olan ruhu vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nur / ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola kılavuzluk etmektesin. (Şûra/52)

Surenin 3. ayetinde “kıssaların en güzeli” olarak nitelenen Yusuf kıssası için 111. ayette de “Ant olsun ki, onların [Yusuf’un, babasının, kardeşlerinin] kıssalarında kavrama yeteneği olanlar için bir ibret vardır” denilmektedir. Bu ayet, Yakup ailesinin mutlu sona ulaştırıldığı anlatılan bu kıssalarda insanlığa yararlı birçok ilkenin bulunduğunu ifade etmektedir.
Yusuf kıssası Kitab-ı Mukaddes’te Tekvin bölümünün 37-45. bablarında yer almaktadır. Yeri geldikçe ilgili bölümler oradan aktarılarak konunun mukayeseli bir şekilde incelenmesi sağlanacak, böylece Kitab-ı Mukaddes’te zayi edilen vahiy ruhunun Kur’an’da nasıl ortaya çıktığı daha iyi anlaşılacaktır.

4 - Hani bir zaman Yusuf, babasına: “Babacığım, şüphesiz ben on bir yıldız, Güneş ve Ay’ı gördüm; onları bana secde ederken [boyun eğerken] gördüm” demişti.

Yusuf kıssası, Yusuf’un gördüğü bir görüntüyü babasına anlattığı bu ayetle başlamaktadır. On bir yıldızın, Güneş’in ve Ay’ın kendisine secde ettiği [teslim olup emrine girdiği] şeklindeki bu “görüntü”, uykuda görülen bir rüya olmayıp Yusuf’un uyanıkken gördüğü bir görüntüdür. Bu husus, ayette “ رأيت raeytü [gördüm]” fiilinin iki kez kullanılması suretiyle vurgulanmıştır. Yani Yusuf, gördüklerini uykuda değil de uyanıkken gördüğünü “Babacığım, şüphesiz ben, on bir yıldız, Güneş ve Ay’ı gördüm; onları bana secde ederken [boyun eğerken] gördüm” diyerek üstüne basa basa bildirmiştir.
Yusuf’un uyanıkken gördüklerine benzer görüntüler, ilerideki ayetlerde bildirileceği gibi, Yusuf’un zindan arkadaşları ve ülkenin kralı tarafından yine uyanıkken görülecektir. Yani, kıssanın devamında yer alan “içki imal etmek, baş üstünde ekmek taşımak ve taşınan ekmekleri kuşların yemesi” ve “yedi cılız ineğin yedi semiz ineği yemesi ve yedi yeşil başakla yedi kuru başak” görüntüleri de rüya olarak değil, gerçek görüntüler olarak karşımıza gelecektir. Aslında bu görüntüler, “gelecek” ile ilgili görüntülerdir. Yani, kâhinlerin, medyumların gördüğü cinsten karmaşık görüntülerdir. Bu çeşit görüntülerin surede Yusuf dışındaki kişilerce de görüldüğünün bildirilmesinden, o dönemde kâhinliğin yaygın bir durumda olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple, nasıl sihrin yaygın olduğu bir dönemde Musa peygamber sihre yönelik mucizeler ile desteklenmişse, nasıl söz sanatı ve edebiyatın yaygın olduğu bir dönemde peygamberimiz edebî bir mucize olan Kur’an ile gönderilmişse, Yusuf peygamber de kendi döneminde “olacak olayların karmaşık görüntülerinin” tevili ile mucizelendirilmiştir.
Geleceğe ait bu tür bir görüntü peygamberimiz için de söz konusu olmuştur:

Ant olsun ki, Allah, elçisine o görüntüyü hakk ile doğru çıkardı. Siz, Allah dilerse kesinlikle, güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış kişiler olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Öyleyse O [Allah], sizin bilmediğinizi bilir. Sonra da bundan önce size yakın bir fetih verdi. (Fetih/27)

Uykuda iken görülen ve Türkçede “rüya” sözcüğüyle ifade edilen görüntüler ise Kur’an’da “ فى المنام fi’l-menâmi [uykuda]” ifadesi kullanılarak söz konusu edilmiştir. Kur’an’da uykuda görüldüğü özellikle belirtilen rüyalardan biri İbrahim peygambere, bir diğeri de peygamberimize aittir:

Sonra ne zaman ki o [müjdelenen çocuk] onunla birlikte koşacak duruma/onunla birlikte iş tutacak çağa geldi, o zaman o [İbrahim]: “Oğulcuğum! Şüphesiz ben, uykumda; şüphesiz kendimi seni boğazlıyor [helak; perişan, mağdur ediyor] görüyorum. Bak bakalım sen ne görürsün [sen ne düşünürsün]?” dedi. O [Oğlu]: “Babacığım! Sen emrolunacağın şeyleri yap. İnşaallah beni [sen yokken başıma gelecek tüm sıkıntılara, mağduryetlere] sabredenlerden bulacaksın” dedi. (Saffat/102)

Hani o vakitler Allah sana uykunda onları az gösteriyordu. Eğer O [Allah], onları sana çok gösterseydi mutlaka korkmuştunuz ve o iş [savaş] konusunda anlaşmazlığa düşmüştünüz. Fakat Allah güvenlik sağladı. Şüphesiz O, gönüllerde olanı en iyi bilendir.
Ve hani olması gereken bir şeyi gerçekleştirmek için onlarla karşılaştığınız vakit onları sizin gözünüze az gösteriyordu. Sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Ve bütün işler yalnızca Allah’a döndürülür. (Enfal/43, 44)

Uyanıkken görülen -Yusuf peygamberin gördüğü türden- görüntüler günümüzde “vision [vizyon]” olarak adlandırılmaktadır. Müslümanlar yeterli düzeyde zihin yorup inceleme yapmadıkları için, bu konularla ilgili olarak ekseriyetle Batı’da yapılan inceleme ve araştırmalar doğrultusunda bir kavramlaştırma oluşmuştur. Verdikleri bilgilere ihtiyatla yaklaşmak gerekse de, bir fikir vermesi açısından Batı kaynaklı eserlerdeki bu konuya ilişkin bilgilere de bakmak yararlı olur kanaatindeyiz. Mesela internet ortamında yayınlanan “Vikipedi” adlı ansiklopedide konu hakkında şu açıklamalara yer verilmiştir:

Vizyon [vision]: Görme organının yardımı olmadan birtakım olayları görme ya da algılama fenomenine ve bu fenomendeki imajlar bütününe verilen addır.
Vizyon tarzındaki algılamalara daha çok medyumlarda, mistiklerde, peygamberlerde ve psişik bakımdan “hassas” kabul edilen kişilerde rastlanmıştır. Psikiyatristlerin bu tür fenomenleri ayrım yapmaksızın “halüsinasyon” adı altında değerlendirmelerine karşılık, Parapsikologlar, halüsinasyonların varlığını yadsımamakla birlikte, bu tür fenomenlerin tümünün halüsinasyonlardan ibaret olmadıklarını, yapılan deney ve araştırmaların gerçek vizyonların değerli bilgiler içerebilen paranormal fenomenler olduğunu ortaya koymuş bulunduğunu ileri sürerler ve gerçek vizyonların halüsinasyonlardan ayırt edilmesi gerektiğini düşünürler. Parapsikolojide vizyon ile aparisyon arasındaki fark şöyle açıklanır: Aparisyonların görme organının yardımıyla görülebilen nesnel oluşumlar olmalarına karşılık, vizyonlar, iç alemden gelen tesirlerin kişinin şuurundaki imajlara bürünerek algı alanında görüntü oluşturmasının sözkonusu olduğu sübjektif olgulardır. Metapsişikçilere göre, semavi addedilen ruhsal irtibatlarla alınan, içeriğinde bir mesaj, bir bilgi taşıyan vizyonlar genellikle sembollere bürünmüş bir halde olurlar.
Metapsişikçiler vizyonları ilgili oldukları zamana göre şöyle sınıflandırırlar:
* Şimdiki zamana ait, uzaktaki veya vizyonerin [vizyonu görenin] bilmediği olaylarla ilgili paranormal algılama vizyonları.
* Gelecekte gerçekleşecek olaylarla ilgili prekognitif vizyonlar.
* Vizyonu görenin kendisinin yaşamamış olduğu, geçmişe ait olaylarla ilgili vizyonlar.
* Vizyonu görenin unutmuş olduğu anılarıyla ilgili vizyonlar.

Kaynakça:
Metapsişik Terimler Sözlüğü, Ergün Arıkdal
The Signet Handbook of Parapsychology, Martin Ebon
Encyclopedia of Psychic Science, Nandor Fodor
Dictionary of Mysticism, Nevill Drury
Encyclopedia of Mystical& Paranormal Experience, Rosemary Ellen Guiley


Kur’an’dan öğrendiğimize göre, vizyon, herkes tarafından görülebilecek bir olgudur. Çünkü ilerideki ayetlerde görüleceği üzere, Yusuf peygamberin zindan arkadaşları ve ülkenin kralı da böyle görüntüleri görmüşlerdir. Tarihe bakıldığında da, Kur’an’ın naklettiklerinden başka, değişik yerlerde, değişik vizyonlardan söz edildiği görülmektedir. Bu vizyonların en bilineni ve günümüzde de hâlâ ilgi çekmeye devam edeni Nostradamus vizyonlarıdır. Burada hemen belirtmek gerekir ki, vizyon ile kehanet [veya medyumluk] aynı şeyler değildir. Kehanet, vizyonu [veya rüyayı] “sözde” yorumlama işidir. Böyle görüntüleri [vizyonları] yorumlayabilmek, Kur’an’da bildirildiğine göre, sadece Yusuf peygambere verilmiş bir özelliktir. Nitekim Yusuf peygamberin babası Yakub peygamber de oğlunun vizyonunu tam olarak tevil edemeyip sadece tahminde bulunmuştur. Yusuf kıssası dışında Kur’an’daki tek vizyon olan peygamberimizin vizyonu da herhangi bir kul tarafından tevil edilmeyip bizzat Rabbimiz tarafından açıklanmıştır. Aynı şekilde Nostradamus da vizyonlarını insanların ancak günü gelince anlayacakları biçimde şifreli bir dille yazmıştır:

Alman yazar Kurt Allgeier, Nostradamus ile ilgili kitabında onu çağın en büyük astrologu olarak tanımlarken, aynı zamanda bir hekim olduğu gerçeğini de ön plana çıkartmıştır. O, birçok yorumcunun aksine, Nostradamus`u dünyanın sonunu haber veren bir kıyamet tellalcısı olarak değil, insanların yeniden dirliğe ve düzenliğe kavuşmaları olasılığının bulunduğunu müjdeleyen bir kahin olarak tanımlar.
Kehanet olgusunu bilim dışı ve çağın gerisinde batıl bir inanç olarak gören ön yargıya verilen en güzel cevaplardan biri, Kurt Allgeier`in tanımlamaları ve açıklamalarıdır. Kimine göre büyük bir şarlatan, kimilerine göre ise dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük dehalarından biridir Nostradamus...
Yüzyıllar boyunca belirli bir geleneğe bağlı kalan Fransız Kralları, gelecekten haber veren bu kahinin Provence`deki mezarını bizzat ziyaret etmişlerdir. Nostradamus, yaptığı çalışmalarla "kahin ve astrolog" unvanına sahip olup da kilise toprağına gömülen tek kişidir. Çünkü aynı iddiada bulunan arkadaşlarının bir çoğu, kilise tarafından büyücülükle suçlanarak yakılmışlardır.
Yüzyıllara damgasını vuran bu kişi kimdir? Babası İsaşar adlı bir Yahudi kabilesinden gelmiştir. Söz konusu kabilede, Eski Ahid`de anlatılan birçok peygamberin yetiştirilmesi de bir başka ilginç ayrıntıdır.
14 Aralık 1503`de Saint Remy`de doğdu, 2 Temmuz 1566`da öldü. Ailesi Yahudi kökenli olmasına rağmen, o daha sonra din değiştirerek Katolik olmuştu. Genç Nostradamus klasik dil ve edebiyat öğrenimini tamamladıktan sonra Avignon`dan ayrıldı. Tıp okumak için 1522`de Montpellier`e gitti.
Nostradamus geleceğe ilişkin birtakım vizyonlar görmeye başlamıştı. Ancak onun tarihe geçen ilk kehaneti Kraliçe Catherine`ye söyledikleridir. Kraliçe`ye şöyle demiştir: "Günü gelince üçü de aynı tahta oturacak."
Kral II. Henri için de şunları söylemiştir: "Genç aslan çayırlar üstünde teke tek yaşlısını yenecek. Altından bir kafes içindeki gözünü delecek. Onun acılı bir can çekişmesi ile ölmesi için iki yara açacak."
Kehaneti 1559 yılında gerçekleşti. Olay Margarete ile Savoye Dükası`nın düğününde meydana geldi: Düğün şerefine düzenlenen yarışmalarda Kral, genç Montgomery Dükü ile mızrak vuruşması yarışmasına katıldı ve korkunç bir kaza oldu. İngiliz`in mızrağı, Kral`ın altın miğferindeki tel örgü siperliği delerek gözüne saplandı. II. Henri aldığı bu yara ile yaşamını yitirdi. Kehanet gerçekleşmişti.
Nostradamus`un gerçekleşmeye başlayan kehanetleri birbirini takip etmeye başladı. Preslerin ölümleri, Fransa`da çıkan karışıklıklar, hep onun tarif ettiği şekilde meydana gelmeye başlamıştı.
Kehanetlerinin birbiri arkasına gerçekleşmeye başlaması bu konudaki ününü arttırdı. Gelecekle ilgili vizyonlar gören Nostradamus, bu bilgileri insanlara açık bir şekilde vermenin uygun olmadığını farketti ve belli bir süre sonra, gelecekle ilgili kehanetlerini, belli bir şifreli dil kullanarak üstü örtülü bir şekilde insanlara aktarmaya başladı. 1555`de, daha sonraları tüm dünyada geniş yankılara sebebiyet verecek olan kehanetlerini, dörtlükler halinde yazmaya başladı.
Bu kehanetleri ilk olarak "Lyon da Vrayes Centuries et Propheties" adı ile yayınlandı. Kitap yazarına çok büyük bir ün sağladı. Kitapda 1555`den 3797 yılına kadar geniş bir zaman dilimi içinde dünyada olacak önemli olaylarla ilgili Nostradamus`un kehanetleri bulunuyordu...
Nostradamus`un şifreli bir dil kullanmasından dolayı, kehanetler önceden pek anlaşılır özellikte değildi. Ancak kehanetteki söz konusu olaylar gerçekleşmeye başlayınca, kehanetin dili çözülebiliyordu. Zaten Nostradamus da kasıtlı olarak kehanetlerini bu şekilde şifrelendirmişti. Kısa bir süre sonra kehanetlerin gerçekleşmekte olduğu farkedildi.
Örneğin: Londra Yangını, Cromvel`in Kralı idam ettirmesi, Fransız Devrimi, 16. Louis`in ve Maria Antuanet`in idamları, Alman Fransız Savaşı, I. ve II. Dünya Savaşları, Mitler, Musolini, Churcil gibi liderlerin yaptıkları işleri, çağımızdaki buluşları, füzeleri, uçakları, denizaltılar, Ay’a yolculukları, Yahudilerin İsrail Devleti`ni kuracaklarını ve daha birçok siyasal olayları şifreli bir dil kullanarak yüzyılların ötesinden insanlığa bildirmiştir. 1555 yılında, 3797 yılına kadar olacak olaylardan bahsedebilmesi onun kehanet gücünün büyük bir göstergesidir.
Kilise tarafından suçlanmamak için meydana gelecek bazı olayları, tarih sırasını değiştirmek zorunda kalmıştır. Çünkü kiliseyi yakından ilgilendiren ve kilisenin işine gelmeyen bazı gelişmelerden de kehanetlerinde bahsediyordu. Bunların başında Papalığın yıkılacağından söz eden kehanetleri bulunmaktaydı. Nitekim ölümünden sonra kehanetlerini içeren kitap, kilise tarafından zaman zaman yasaklanmıştır.
Nostradamus, kehanetlerinin ancak günü gelince anlaşılacağını; yine bizzat kendi yazdığı bir mısrada söylüyordu: "Geleceğin neler getirdiğini keşfedip saklayarak, büyük hükümdarların yaşantılarında... Merak hiç bir şey söylemeyen, bir işkence sehpası... Her şey uzun bir sıra halinde dizilmiştir... İnsan onu ancak günü gelince öğrenecektir.”
Nostradamus`un Atatürk`ün gerçekleştirdiği devrimler hakkında da yıllar öncesinden söz etmiş olması konunun bir başka ilginç yanıdır. Yıllar öncesinden günümüze kadar ulaşan kehanetinde şöyle diyordu Nostradamus:
Bütün yasalar değişecek temelden
Türkiye`de işte öyle bir devrimle
Ve Mısır toprağı gidecek elden
Para da değişecek, para birimi de.
(www.aktifpaylaşım.com)

Vizyonerlik, özellikle de Nostradamus’un vizyonerliği araştırmacılar tarafından bir takım araç ve öğretilere bağlanmışsa da, biz bu özelliğin yaratılıştan gelme [genetik] olduğunu, çalışma ve öğrenme ile kazanılamayacağını düşünüyoruz. Nostradamus’un Kitab-ı Mukaddes’te adı geçen birçok peygamberin yetiştiği İsaşar adlı Yahudi kabilesi ile var olan genetik bağını bu düşüncemizi destekler mahiyette buluyoruz. Bize göre, Nostradamus’un Yakub ve Yusuf peygamberlerin soyundan gelebileceği yönünde bir tahminde bulunmak bile mümkün görünmektedir.
Ayette yıldızların, Güneş’in ve Ay’ın Yusuf peygambere ettikleri bildirilen secde namazdaki secde değil, tıpkı meleklerin Âdem’e ettikleri secde gibi, Yusuf peygambere duyulan saygıyı ve onun otoritesinin kabulünü ifade etmektedir. “Secde” sözcüğü ile ilgili detay Necm suresinde verildiği için bu kadarla yetiniyor, ilgili bölümün oradan okunmasını örneriyoruz. (Tebyinü’l-Kur’an c. 1. s, 440-442)
Secde sözcüğü, yukarıda belirtilen anlamıyla surenin 100. ayetinde de karşımıza gelecektir:

Ve anasıyla babasını yüksek bir taht üzerine yükseltti. Ve hepsi secde ederek onun için yere kapandılar. Ve o [Yusuf]: “Babacığım! İşte bu durum, o gördüğümün tevilidir. Gerçekten Rabbim onu hakk kıldı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni zindandan çıkarmakla ve sizi çölden getirmekle Rabbim bana hakikaten ihsan buyurdu. Şüphesiz Rabbim dilediği şeye lütuf edicidir. Şüphesiz O, en iyi bilen, hüküm koyanın ta kendisidir.” (Yusuf/100)

5, 6 – O [babası]: “Yavrucuğum! Gördüğünü [vizyonunu] kardeşlerine anlatma. Sonra sana bir tuzak kurarlar. Şüphesiz şeytan insan için apaçık bir düşmanıdır. Ve işte böyle, Rabbin seni seçecek ve sana olayların tevilinden bilgiler öğretecek. Bundan önceki iki atana; İbrahim’e ve İshak’a tamamladığı gibi, nimetini sana ve Yakub soyuna tamamlayacaktır. Şüphesiz ki, Rabbin Alim’dir, Hakim’dir” dedi.

Görüldüğü gibi, Yakub peygamber oğlunun vizyonunu tam olarak tevil edememiş, ancak bir elçi olmanın kazandırdığı birikimle ona çok ciddi öğütler vermiştir. Kardeşlerinin kıskançlık sebebiyle kendisine kötülük yapmayı plânlayabilecekleri uyarısında bulunan Yakub peygamber, oğlunun gördükleri hakkında da Allah’ın onu hem kendi katında hem de insanlar arasında iyi bir konuma getireceği, ona “kurmayca değerlendirme” yeteneği vererek sözlerin, olayların, olacakların tevilini öğreteceği, vizyonları tevil edebilme özelliği vereceği, dedeleri İbrahim ve İshak’a ihsan ettiği gibi Yusuf’a da nimetler ihsan edeceği yorumunu yapmıştır.
Oğluna yaptığı öğüdü “Şüphesiz ki, Rabbin Alim’dir, Hakim’dir” diyerek bitiren Yakub peygamber, bu son sözleriyle, Allah’ın elçiliği kime vereceğini çok iyi bildiğini ve en iyi yasaları O’nun yapacağını ifade etmiş, kendisinin kulluktan gelen âcizliğini itiraf ederek gerçeği Allah’a havale etmiştir. Yakub peygamberin buradaki sözlerinden, onun büyük babası İbrahim peygamberin duasını bildiği ve o dua doğrultusunda beklentileri olduğu anlaşılmaktadır:

Rabbimiz, bir de onlara içlerinden bir peygamber gönder ki, onlara senin ayetlerini okusun, onlara kitabı ve hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] öğretsin, onları arındırsın. Hiç şüphesiz Aziz sensin, hikmet sahibi [zulüm ve fesada engel olacak yasaları koyan] Sensin. (Bakara/129)

Kardeşlerinin Yusuf peygamberi kıskanmaları Kitab-ı Mukaddes’te şu şekilde yer almaktadır:

Yusuf`un Düşleri

1 Yakup babasının yabancı olarak kalmış olduğu Kenan ülkesinde yaşadı.
2 Yakup soyunun öyküsü: Yusuf on yedi yaşında bir gençti. Babasının karıları Bilha ve Zilpa`dan olan üvey kardeşleriyle birlikte sürü güdüyordu. Kardeşlerinin yaptığı kötülükleri babasına ulaştırırdı.
3 İsrail Yusuf`u öbür oğullarının hepsinden çok severdi. Çünkü Yusuf onun yaşlılığında doğmuştu. Yusuf`a uzun, renkli bir giysi yaptırmıştı.
4 Yusuf`un kardeşleri babalarının onu kendilerinden çok sevdiğini görünce, ondan nefret ettiler. Yusuf`a tatlı söz söylemez oldular.
5 Yusuf bir düş gördü. Bunu kardeşlerine anlatınca, ondan daha çok nefret ettiler.
6 Yusuf, "Lütfen gördüğüm düşü dinleyin!" dedi,
7 "Tarlada demet bağlıyorduk. Ansızın benim demetim kalkıp dikildi. Sizinkilerse, çevresine toplanıp önünde eğildiler."
8 Kardeşleri, "Başımıza kral mı olacaksın? Bizi sen mi yöneteceksin?" dediler. Düşlerinden, söylediklerinden ötürü ondan büsbütün nefret ettiler.
9 Yusuf bir düş daha görüp kardeşlerine anlattı. "Dinleyin, bir düş daha gördüm" dedi, "Güneş, ay ve on bir yıldız önümde eğildiler."
10 Yusuf babasıyla kardeşlerine bu düşü anlatınca, babası onu azarladı: "Ne biçim düş bu?" dedi, "Ben, annen ve kardeşlerin gelip önünde yere mi eğileceğiz yani?"
11 Kardeşleri Yusuf`u kıskanıyordu, ama bu olay babasının aklına takıldı.
(Tekvin; 37. Bab, 1-11. cümleler)

Orijinal metinde geçen “ تأويل الأحادسte’vîle’l-ehâdis [olayların, sözlerin önceliklenmesi]”, genellikle “görüntülerin tevili” olarak anlaşılmıştır. Oysa “Allah’ın ona [Yusuf peygambere] te’vile’l-ehadis öğretmesi” yalnızca bu anlama gelmez. İfade, daha kapsamlı olarak Allah’ın Yusuf’a olayları, hayatın problemlerini anlama ve çözümler bulma yeteneği bahşetmesi, her şeyin hakikatine ulaştırıcı görüş ihsan etmesi demektir.
Bizim ısrarla “vizyon” olarak ifade ettiğimiz ve “uyanıkken görülen görüntü” olarak tanımladığımız “rüya” sözcüğünü Türkçedeki anlamıyla “uykuda görülenler” olarak algılayanlar, psikiyatri, psikoloji gibi bilimlerden hiç haberleri olmadıkları hâlde bir takım görüşler beyan etmişler ve peygamberimizi de malzeme yapmak suretiyle “rüya” kavramı hakkında pek çok tutarsız rivayet ortaya atmışlardır. Böylece “rüya” kavramı da İslam dinine düzenlenen suikastlardan birine konu yapılmış, “rüya-i sadık” adıyla bir rüya tipi kabul edilerek İslam dini ile taban tabana zıt yepyeni bir din icat edilmiştir. Ne var ki, sahtekâr mucitlerin icat ettiği bu yeni din bir takım yeni kurallar vazedilmesi şeklinde değil, birçok konuda olduğu gibi, Allah’ın dinine hurafeler yerleştirip onu yozlaştırmak suretiyle oluşturulmuştur. Bu kötü amaçlı sahtekârlar peygamberimiz adına uydurdukları “sadık rüya” kavramı ile birçok batıl inanç ve amel üretmişler, kendilerine inanıp tuzaklarına düşen gafillerle birlikte yeni sapık dinlerini, rüyalarında kendilerine Allah’ın veya peygamberimizin telkin ettiğini ileri sürdükleri kuruntular üzerine kurmuşlardır.
Hâlbuki “rüyanın doğrusu” diye bir kavramın bir müminin hayatında yeri olmamalıdır. Çünkü rüyanın sadık olmadığı Kur’an’da açıkça bildirilmiştir:

Hani o vakitler Allah sana uykunda onları az gösteriyordu. Eğer O [Allah], onları sana çok gösterseydi mutlaka korkmuştunuz ve o iş [savaş] konusunda anlaşmazlığa düşmüştünüz. Fakat Allah güvenlik sağladı. Şüphesiz O, gönüllerde olanı en iyi bilendir.
Ve hani olması gereken bir şeyi gerçekleştirmek için onlarla karşılaştığınız vakit onları sizin gözünüze az gösteriyordu. Sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Ve bütün işler yalnızca Allah’a döndürülür. (Enfal/43, 44)

Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, peygamberimizin gördüğü rüya bile gerçekle ilgisi olmayan bir rüyadır. Diğer taraftan Yüce Rabbimiz, kulları ile konuşma, onlara mesaj yollama ilkelerini Kur’an’da açık ifadelerle bildirmiştir. Bildirdiği bu ilkeler arasında “rüya” bulunmamaktadır. Dolayısıyla sahtekârların uydurma dininde ileri sürülen “rüya ile Allah’tan mesaj alma” iddiası Kur’an’a aykırıdır:

Bir beşer için, bir vahy ile veya perde arkasından yahut bir elçi gönderip de izniyle dilediğini vahyetmesi dışında Allah’ın kendisiyle konuşması olmaz. Muhakkak O, Aliyy’dir Hakîm’dir. (Şûra/51)

Görüldüğü gibi, yukarıdaki ayet, rüyasında Allah’tan mesaj aldığını iddia eden, hem de bunu vahyin [dinin] tamamlandığının açık bir ayetle belirtildiği bir dinin mensubu olduğunu söyleyerek yapan kişilerin ipliğini pazara çıkarmaktadır.

7 – -Ant olsun ki, Yusuf ve kardeşlerinde soranlar / isteyenler için nice ayetler vardır.-

Yusuf kıssasındaki olaylar, kıssanın temelini teşkil eden görüntünün ve Yakub peygamberin bu görüntü ile ilgili görüşünün belirtilmesinden sonra, “Yusuf ve kardeşlerinde soranlar/isteyenler [araştıranlar] için birçok ayet” olduğunu bildiren bu ayetle başlamakta ve surenin sonunda yer alan 111. ayetteki aynı ifade ile sona ermektedir.
Ayetteki “nice ayetler” ifadesiyle, kıssanın içeriğinde bulunan insanlığa öğüt niteliğindeki inceliklere, derin anlamlı örneklere işaret edilmiştir. Ayrıca bu ayet, çoğu peygamberimizin akrabası olan ve kıskançlık sebebiyle peygamberliğini kabul etmeyerek ona düşmanlık yapan Mekkeliler için de bir uyarı niteliğindedir. Çünkü Yusuf peygambere eziyet etmede -Mekkeliler gibi- aşırı giden kardeşleri, kıssanın sonunda, Allah`ın yardımına erişerek güçlenen Yusuf peygamberin yetkilerine boyun eğmişler ve onun yönetimi altına girmişlerdir. Dolayısıyla bu kıssa ile Mekkelilere, Yusuf peygamberin kardeşleri gibi en sonunda kıskandıkları kişinin himayesine, kontrolüne girecekleri mesajı verilmektedir.
Yusuf peygamberin kardeşlerinin kimlikleri bazı eserlerde şöyle açıklanmıştır:

En büyüklerinin adı Rûbîl idi. Diğerleri ise Şem`ûn, Lâvî, Yehûza, Zeyâlûn ve Yeşcer`dir. Bunların annesi Leyan kızı Leyâ`dır. Hz. Ya`kub`un dayısının kızıdır. Hz. Ya`kub`un ayrıca iki cariyesinden dört oğ*lu olmuştu: Dân, Naftalî, Câd ve Âşer diye. Daha sonra Leyâ vefat edince, Hz. Ya`kub onun kızkardeşi Râhil ile evlendi. Bundan da Yûsuf ve Bünyamin adın*daki oğulları dünyaya geldi. Böylelikle Hz. Ya`kub`un çocukları toplam on iki kişi idi. es-Süheylî der ki: Ya`kub`un annesinin adı ise Refkâ idi. Râhil, Bünyamin`den dolayı lohusa iken vefat etmişti. Leyân b. Nâlıer b. Âzer ise Hz. Ya`kub`un dayısıdır. (Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an)

Zemahşerî Yûsuf`un kardeşlerinin ismini şöyle sıralamaktadır: Yehûda, Rubyal, Şemon, Levi, Ribalon, Yeşcer, Deyne, Dan, Neftali, Cad ve Aşir. Bunların ilk yedisi Hz. Ya`kûb`un evlendiği halasının kızı Libya`dandır. Libya ölünce, Hz. Ya`kûb Libya`nın kızkardeşi Rahil ile evlendi. Rahil`den de Bünyamin ile Yûsuf doğdu. Öyle anlaşılıyor ki, kardeşler arasında üveylik de vardı. (Zemahşeri, Keşşaf; c.2, S. 304)

8, 9 – Hani onlar bir zaman; “Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgili, biz ise güçlü ve tutkun bir grubuz. Şüphesiz, babamız kesinlikle, çok açık bir sapıklık içindedir. Yusuf`u öldürün, ya da bir yere atın ki, babanızın yüzü size kalsın, sonra da siz salih bir kavim olursunuz” demişlerdi.
10 – Onlardan bir sözcü; “Yusuf’u öldürmeyin, onu o kuyunun dibine bırakın da oradan geçen kafilenin biri onu bulup alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın” dedi.

Bu ayetlerde, Yakub peygamberin Yusuf ile onun küçük kardeşini diğer çocuklarından fazla sevdiği ve bu yüzden de diğer çocukların kıskançlıkla Yusuf’tan kurtulma planı yaptıkları anlatılmakta, böylece insanda yaratılıştan var olan bazı huylara dikkat çekilmektedir.
Ayetlerden anlaşıldığına göre, Yakub (as), vahye muhatap olmuş bir peygamber olmasına rağmen sevgisini Yusuf ile onun küçüğüne yoğunlaştırmış, bunun sonucunda oluşan kıskançlık duygusu da diğer çocuklarına kardeşleri Yusuf’u oradan uzaklaştırmayı, hatta öldürmeyi düşündürebilmiştir. Kıskançlık duygusunun ne kadar kötü bir şey olduğuna daha evvel Felak suresinde işaret edilmiş, kıskananın şerrinden Rabbimize sığınılması istenmiştir:

“Yarattığı şeylerin şerrinden ve çöktüğü zaman karanlığın şerrinden ve düğümlere tükürüp üfleyenlerin şerrinden ve kıskandığı zaman kıskananın şerrinden felakın Rabbine sığınırım” de! (Felak/1-5)

Konumuz olan ayetler, aynı zamanda, Yakub peygamberin evlatları arasında yaptığı ayırımdan kaynaklanan kıskançlığın nelere mal olabileceğine dair dolaylı bir mesaj da içermektedir. Kardeşlerin kendi aralarında Yusuf’la ilgili planlarını tartışırken “Yusuf ve kardeşi” şeklinde bir ifade kullanmaları, Yusuf ile küçük kardeşinin bir başka anneden olduklarına işaret etmektedir. Bu da Yakub peygamberin sevgi konusunda özellikle dikkatli olmasını, evlatlarını kıskançlığa sevkedebilecek tavırlardan özenle kaçınmasını gerektiren bir durumdu.
8. ayette kardeşlerin kendilerini “usbe” olarak tanımlamaları dikkat çekicidir. “Usbe”, “sıkı, birbirine bağlı, tutkun on ila kırk kişiden oluşan bir topluluk” anlamına gelmektedir. (Lisanü’l Arab; c: 6, s: 276 asb mad.) Sonuçta, Yakub peygamberin birbirine bağlı, tutkun evlatları, kendi aralarındaki tartışma sonucu, Yusuf’u kuyuya atmayı kararlaştırmışlardır. Ayette geçen “el-cübb [kuyu]” sözcüğünün önündeki “el” takısı, bu kuyunun herhangi bir kuyu değil, kardeşlerin bildikleri ve planda belirgin olarak ifade edilen “malûm, bilinen” bir kuyu olduğunu göstermektedir.
Ayette geçen “sonra da siz salih bir kavim olursunuz” ifadesi, “sonra babanızın gönlünü alırsınız, babanız sizi de sever, gözünde iyi birer evlat olursunuz” anlamına gelmektedir. Bu ifadeden “tövbe eder, arınırsınız” anlamı çıkarmak, bize göre, isabetli bir görüş değildir. Çünkü “tövbe”, cehaletle işlenmiş suçlar için söz konusudur. Oysa kardeşlerin işlemeyi kararlaştırdıkları suç, planlı ve bilinçli olarak işlenecek bir suçtur. Böyle teammüden işlenen suçlar ise istihfafa; Allah’ı, ahireti ve suçu hafif görmeye girer.

11, 12 – Onlar dediler ki: “Ey babamız! Sen bize Yusuf için neden güvenmiyorsun? Hâlbuki biz kesinlikle onun iyiliğini istiyoruz. Yarın onu bizimle beraber gönder de bol bol yesin, oynasın. Ve şüphesiz biz onu kesinlikle koruyucularız.”
13 – O [babaları] dedi ki: “Onu götürmeniz beni üzer ve siz ondan gafil iken onu kurt yemesinden korkarım.”
14 – Onlar [Yusuf’un kardeşleri] dediler ki: “Ant olsun ki biz böyle güçlü kuvvetli bir topluluk iken, onu kurt yerse, o zaman şüphesiz biz kesinlikle hüsrana uğrayanlardan olmuş oluruz.”

Bu bölümde, Yusuf için plan kuran kardeşlerin ona göz kulak olacakları konusunda babalarına güvence vermeye çalışmaları, buna karşılık Yakub peygamberin de evlatlarından gelen bu talebi kaygı ve endişe ile karşılaması nakledilmektedir.

15 - Nihayet onlar [Yusuf’un kardeşleri], onu [Yusuf’u] götürdüler ve o kuyunun dibine bırakmaya icma ettiler [topluca karar verdiler]. Biz de ona [Yusuf’a] vahyettik: “Ant olsun ki, sen onlara ilerde onlar hiç farkında değilken bu işlerini vereceksin.”
16 - Ve akşam vakti, ağlayarak babalarına geldiler.
17 – Onlar dediler ki: “Ey babamız! Şüphesiz biz yarış yaparak gittik. Yusuf`u da eşyamızın yanına bırakmıştık. Bir de baktık ki, onu kurt yiyivermiş. Ve biz doğru kimseler olsak da sen bize inanmazsın.”
18 - Bir de gömleğinin üzerinde yalandan bir kan getirdiler. O [babaları] dedi ki: “Bilakis, nefisleriniz aldatıp size bir iş yaptırtmış. -Artık güzel bir sabır!- Bu anlattıklarınıza karşılık yardımına sığınılacak olan ancak Allah`tır.”

Bu ayetlerde, Yusuf’un kardeşlerinin babalarını ikna ederek Yusuf’u yanlarında götürmeleri, kurdukları plan gereği Yusuf’u kuyuya bırakmaları, sonra da babalarını bu kez Yusuf’un öldüğüne ikna etmek için Yusuf’un gömleğini, üzerinde yalandan bir kan lekesi ile getirmeleri nakledilmektedir.
15. ayette Rabbimiz, kıssanın anlatımı arasına bir parantez açarak Yusuf’a vahyettiğini bildirmiştir. Böylece Yusuf, gördüğü ilk vizyonun arkasından bu kez vahy alarak ikinci defa büyük bir lütfa mazhar olmuştur. Yapılan vahy, ayette kısaca “… sen onlara … bu işlerini haber vereceksin” şeklinde ifade edilmiştir. Ancak kıssanın gelişimini aktaran sonraki ayetlerden anlaşıldığına göre, Yusuf’a, ileride olacak olaylar, yani kuyudan kurtulacağı, iyi bir yerde yurt tutturularak saygın bir yönetici yapılacağı, peygamberlik görevi verileceği, kardeşleri ve babası ile kavuşturulacağı, kardeşlerinin ondan yardım alacakları ve yapıp-ettiklerine pişmanlık duyacakları vahyedilmiş ve böylece sıkıntılı anında rahatlatılmak suretiyle olacakları sabırla beklemesi sağlanmıştır.
Bazı yorumcular, Yusuf’a yapılan vahyi gerekçe göstererek, Yusuf’un kuyuya atıldığında on sekiz yaşının üstünde olduğunu ileri sürmüşlerdir. Fakat 12. ayette kardeşlerinin “yesin, içsin, oynasın” demeleri, 13. ayette Yakub peygamberin onun kendisini kurttan koruyamayacağını ifade etmesi, 19. ayette de yolcu kafilesi tarafından “lukata” olarak kabul edilmesi, Yusuf’un kuyuya atıldığında henüz çocuk yaşta olduğunu göstermektedir. Zaten 22. ayette de nübüvvetin Yusuf’a erginlik çağında verildiği bildirilmiştir. Yusuf’a kuyuda iken yapılan vahiy, Musa peygamberin annesine (Kasas/77) ve bal arısına (Nahl/68) yapılan vahiy kabilindendir.
Kıssada Yusuf’un değişik dönemlerde başından geçenlerle ilgili olarak üç ayrı gömlekten söz edilmiştir. Bu gömleklerden biri, kardeşlerin yalandan bir kan bulaştırarak babalarına götürdükleri gömlek; diğeri, Aziz’in karısının Yusuf’a saldırdığı sırada arkasından yırtılan gömlek; üçüncüsü de, Yusuf’un, yüzüne sürmesi için babasına yolladığı gömlektir. Bu gömlekler Yusuf’un hayatındaki farklı dönemlere ait farklı gömleklerdir; aynı gömlek olmaları mümkün değildir.
Yusuf kıssası da uydurmacıların hedefi olmuş ve Yusuf, Yakup, Züleyha ve gömlek ile ilgili birçok efsane uydurulmuştur.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla