Konu: Haşr Suresi
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 8. August 2010, 11:51 PM   #3
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

İBLİS'İN İNSAN KILIĞINA GİRMESİ

Şeytân insan kılığına girer ve vesvese [telkin] verir. Bu görüşte olanlar şöyle demişlerdir: Müşrikler Bedir'e gitmeye niyet ettiklerinde, Bekr b. Kinâneoğulları kabilesinden endişe ettiler. Çünkü kendileri, onlardan birini öldürmüşlerdi. Dolayısıyla, bu kabilenin kendilerini arkadan vurmasından korktular. Bundan dolayı İblis, Bekr b. Kinâneoğulları'ndan Surâka b. Mâlik b. Cu‘şum kılığına girdi. Surâka, şeytânlardan oluşan ordunun en ileri gelenlerinden olup, sancak onun elinde idi. O şöyle dedi:

— Bugün insanlardan size galebe edecek yoktur. Ben de muhakkak ki sizin yardımcınızım. Kinâneoğulları'ndan size kötülük gelmeyeceğine dair size eman veriyorum.

İblis, meleklerin indiğini görünce, ökçeleri üzere gerisin geri kaçmaya başladı. Rivâyete göre o anda, Hâris b. Hişâm'ın elini tutuyordu. Gerisin geri dönüp kaçmaya başlayınca Hâris dedi ki:

— Bizi bu hâlde yapayalnız mı bırakıyorsun?

İblis de şöyle karşılık verdi:

— Ben, sizin göremeyeceğinizi görüyorum.

Sonra İblis Hâris'in göğsünden itip ondan ayrıldı; kâfirler de bozguna uğradılar.[14]

Buradaki şeytân, ne halk kültüründeki şeytândır, ne de Surâka'nın kılığına girmiştir. Bilakis burada şeytân ile, “Surâka” kastedilmiştir.

Târih ve siyer kitaplarından Bedir savaşı'nın ayrıntıları incelendiğinde adı geçen kişinin, âyette belirtildiği gibi önce müşriklere cesaret ve destek verdiği, sonra da onları yüzüstü bıraktığı görülür.

Bazı müfessirler, ilgili âyette geçen şeytân sözcüğü ile, “Surâka”nın kastedildiğini, ancak Bedir savaşı'ndaki Surâka'nın gerçek Surâka olmayıp Surâka kılığına girmiş şeytân olduğunu, dolayısıyla da Kur’ân'ın aslında Surâka kılığına girmiş olan “şeytân”a işaret ettiğini iddia etmişler; Surâka'nın savaşa gitmediği, hatta savaştan haberi bile olmadığı yolunda kendisinin yaptığı bir açıklamayı da iddialarına delil olarak göstermişlerdir. Ancak, iddiaları ve iddialarına gösterdikleri delil inandırıcı olmaktan uzaktır. Çünkü askerî bir otorite olan Surâka'nın, birkaç bin nüfuslu Mekke'de yaşadığı hâlde çalınan davul-zurnaları ve kadınlarca okunan tahrik edici şiirleri duymaması ve savaştan bihaber olması mantık dışıdır.

Kur’ân'ın, şeytânî özellikleri olan insanları, “şeytân” olarak isimlendirdiğine dair bir diğer örnek de Bakara sûresi'nde bulunmaktadır:

Bunlar iman etmiş olanlarla yüzyüze geldiklerinde, “İman ettik” derler. Şeytânlarıyla başbaşa kaldıklarındaysa, “Hiç kuşkunuz olmasın, biz sizinleyiz. Gerçek olan şu ki, biz alay edip duran kişileriz” derler. (Bakara/14)

Bakara-14'te zikredilen şeytânlar da, “münâfıkların [ikiyüzlülerin] akıl hocaları olan insanlar”dır.

Yine, Âl-i İmrân/175'te geçen şeytân kelimesiyle de, Nuaym b. Mes‘ûd adlı bir müşriğin kastedildiği klâsik eserlerde belirtilmektedir.

Daha evvel de ifade etmiştik ki Kur’ân'a göre şeytân;

• Harâm yemeyi, hakksız kazanç elde etmeyi öneren/emreden,

• Kötülük, hayâsızlık ve Allah'a karşı bilinmeyen şeyler söylemeyi telkin eden,

• Fakirlikle korkutan,

• Kuruntulara düşüren,

• Allah'ın yarattıklarını değiştirmeyi emreden,

• Kandırmak için yaldızlı sözler fısıldayan,

• Vesvese verip kışkırtan, zihin bulandıran,

• Amelleriyle insanları şımartan,

• İnsanları azdıran,

• İçki-uyuşturucu ve kumarla insanların arasına düşmanlık ve kin sokmak isteyen,

• Allah'ı anmaktan ve O'na kulluk etmekten geri bırakmak isteyen kişiler ve güçlerdir.

Buna göre şeytân, yanı başımızda yaşayan, gördüğümüz, bildiğimiz birileri olabileceği gibi, göremediğimiz ama içimizde hissettiğimiz bir şey de olabilir. Zaten Allah da şeytânın, insanlar ve görünmez güçlerden [enerjiden] olduğunu bildirmektedir.

49. âyette Medîneli münâfıkların ve kalplerinde hastalık bulunan kimselerin, savaşa çıkan mü’minler için, Şu adamları dinleri aldattı dedikleri bildirilmektedir. Buradaki münâfıklar, Evs ve Hazrec kabilelerine mensup bazı kimseler; kalplerinde hastalık bulunanlar ise Müslüman olmalarına rağmen imanları kökleşmemiş ve hicret etmemiş olan bir grup Kureyşlidir. Bunların bir kısmı, küçücük bir Müslüman birliğinin büyük ve güçlü Kureyş ordusu ile savaşmaya hazırlandıklarını gördüklerinde birbirlerine, “Dinlerine aşırı bağlılık bu insanları aptallaştırdı. Bunlar büyük bir felaketle karşılaşacaklar. Peygamberleri tarafından körleştirildikleri için göz göre göre ölüme gittiklerinin farkında değiller”; diğer bir kısmı da, “Bu Müslümanlar, ölümden sonra diriltilmeyi ve şehit olup cennetle ödüllendirilmeyi umarak ölümlerine koşuyorlar” diyorlardı. Surâka'nın fark ettiği gerçek de işte bu idi. Bu inançla savaşan orduyla baş edilemezdi. En iyisi kaçmaktı.

Âyetteki, Ve her kim Allah'a tevekkül ederse bilsin ki, şüphesiz Allah, azîz'dir, hakîm'dir ifadesiyle, “işini Allah'a havale eden, O'na güvenip dayanan kimsenin koruyucusu ve yardımcısının Allah olduğu ve O'nun mağlup edilemeyeceği, en iyi ilkeleri O'nun koyduğu, O'na tevekkül edenin hüsrana uğramayacağı” mesajı verilmiştir.[15]

18-19. Ey inanmış olan kişiler! Allah'a takvâlı davranın; her kişi yarına ne hazırladığına bir baksın. Ve Allah'a takvâlı davranın. Şüphesiz Allah, işlediklerinize haberdardır. Ve Allah'ı umursamayan kimseler gibi olmayın: Böylece Allah, onlara kendilerini umursatmaz. İşte onlar, yoldan çıkmış kimselerin ta kendileridir.

20. Ateş'in ashâbı ve cennetin ashâbı eşit olmaz. Cennet ashâbı kurtulanların ta kendileridir.

Burada iman-küfür ve bunların yansımaları hakkında bilgiler verilmekte, ardından da mü’minlere, Ey inanmış olan kişiler! Allah'a takvâlı davranın; her kişi yarına ne hazırladığına bir baksın. Ve Allah'a takvâlı davranın. Şüphesiz Allah, işlediklerinize haberdardır. Ve Allah'ı umursamayan kimseler gibi olmayın: Böylece Allah, onlara kendilerini umursatmaz. İşte onlar, yoldan çıkmış kimselerin ta kendileridir. Ateş'in ashâbı ve cennetin ashâbı eşit olmaz. Cennet ashâbı kurtulanların ta kendileridir buyurularak uyarılar yapılmıştır.

Mü’min ile kâfirin dünya ve âhirette eşit olmayacağı birçok yerde vurgulanmıştır:

Peki, mü’min olan kimse, fâsık olan kimse gibi midir? Bunlar, aynı olmazlar. (Secde/18)

Yoksa, iman eden ve de sâlihâtı işleyenleri Biz, o yeryüzündeki bozguncular gibi mi kılarız? Yoksa o takvâ sahiplerini azgın günahkârlar gibi mi kılarız? (Sâd/28)

Yoksa kötülükleri işleyen o kimseler, kendilerini, hayatlarında ve ölümlerinde, iman eden ve sâlihâtı işleyen kimseler gibi kılacağımızı mı zannettiler? Ne kötü hüküm veriyorlar! (Câsiye/21)

Ve kör ile gören eşit olmaz. İman etmiş ve sâlihâtı işlemiş olanlar ve kötülük yapanlar da eşit değildir. Ne kadar da az düşünüyorsunuz! (Mü’min/58)

21. Eğer Biz, bu Kur’ân'ı bir dağa indirseydik, Allah'ın haşyetinden onu huşû yapar [saygı duyar, baş eğmiş], parça, parça olmuş görürdün. Ve Biz bu misalleri tefekkür ederler diye insanlara veriyoruz.

Bu âyette dikkatler Kur’ân'a ve Kur’ân'ın büyüklüğüne çevrilmiştir: Eğer Biz, bu Kur’ân'ı bir dağa indirseydik, Allah'ın haşyetinden onu huşû yapar [saygı duyar, baş eğmiş], parça, parça olmuş görürdün.

Denilmek istenen şudur: Dağın aklı olsa, o büyüklük ve sertliğine rağmen Kur’ân'ın büyüklüğü karşısında teslim olurdu; Allah'ın haşyetinden huşû yapardı [saygı duyar, baş eğerdi], parça parça olurdu.

Burada kâfirlerin kalplerinin katılığına ve karakterlerinin sertlik ve kabalığına işaret edilmiştir. Benzeri bir örnek de İsrâîloğulları hakkında verilmişti:

Sonra da kalpleriniz katılaştı; işte onlar, taş gibidir, hatta daha katıdır. Ve şüphesiz taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır da ondan su çıkar, öyleleri vardır ki Allah'ın haşyetinden düşerler. Allah yaptıklarınızdan habersiz [gâfil] değildir. (Bakara/74)

22. O, kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah'tır. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, rahmân'dır rahîm'dir.

23. O, kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah'tır. O, melik, kuddûs, selâm, mü’min, müheymin, azîz, cebbâr, mütekkebbir'dir. Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.

24. O, hâlık, bâri, musavvir Allah'tır. En güzel isimler O'nun içindir. Göklerde ve yeryüzünde olanlar O'nun için tesbih ederler. Ve O, azîz'dir hakîm'dir.

Bu âyetler, Kur’ân'ın kaynağının yüceliğini göstermektedir. Kur’ân işte böyle bir Allah tarafından indirilmiştir. Onun nitelikleri şunlardır:

• O, Kendisinden başka ilâh olmayandır.

• Görülmeyeni ve görüleni bilendir.

• Rahmân'dır [yarattığı bütün canlılara nimet verendir].

• Rahîm'dir [acıyıcıdır].

• Melik'tir [her şeyin hâkimi, bütün kâinatın hükümdarıdır].

•Kuddûs'dur [her türlü kötülük ve eksiklikten uzak, temiz, kutsal, yüce ve saygın olandır].

• Selâm'dır [bütün ayıplardan arınmıştır, selâm sahibidir‚ yani her çeşit ayıptan selâmettedir‚ her türlü âfetten beridir].
• Mü’min'dir [güven verendir].

• Müheymin'dir [gözetici ve koruyucu olandır, doğrulayıcı ve güvenilirdir].

• Azîz'dir [üstündür, kuvvetlidir, güçlüdür, şereflidir, mağlûp edilmesi mümkün olmayandır, gâlip olandır].

• Cebbâr'dır [dilediğini zorla yaptırandır, ulaşılmaz olandır, azametlidir, ihtiyaçları giderendir, işleri düzeltendir, derman verendir].

• Mütekebbir'dir [büyüklük ve ululukta tek olandır, her şeyde ve her hâdisede büyüklüğünü gösterendir].
• Sübhân'dır [her türlü noksanlıklardan uzaktır].

• Hâlık'tır [yaratıcıdır].
• Bârî'dir [yaratandır, kusursuzca var edendir].

• Musavvir'dir [tasvir edendir, her şeye şekil ve sûret verendir].

Bu âyetlerde, başka âyetlerde tek tek zikredilen Allah'ın isimlerinin bir çoğu, toplu olarak yer almıştır.

Allah'ın isimlerinden bazıları da Bakara ile İhlâs sûresi'nde de topluca yer almıştır:

Allah, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayandır, hayy'dır, kayyûm'dur. Kendisini uyuklama ve uyku yakalamaz. Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler yalnızca O'nun içindir. Kendisinin izni olmadan yanında şefaat edecek olan kimmiş? O, onların önlerinde ve arkalarında olan şeyleri bilir. Onlar ise, O'nun dilediğinden başka ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. O'nun kürsüsü, gökleri ve yeryüzünü kucaklamıştır. Onların ikisinin de korunması O'na zor gelmez. Ve O, alî'dir, azîm'dir. (Bakara/255)

De ki: “O, bir tek olan Allah'tır, Samed olan Allah'tır, doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey O'na; sadece O'na denk olmamıştır.” (İhlâs/1-4)

Allah doğrusunu en iyi bilendir.





[1] Mevdûdî, Tefhîmu'l-Kur’ân.

[2] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'ân.

[3] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[4] İbn Kesîr.

[5] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[6] Kurtubî, Ebû Ubeyde, Mecâzu'l-Kur'ân'dan naklen.

[7] Tebyînu'l-Kur’ân; c. 9, s. 605-608.

[8] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[9] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[10] Tebyînu'l-Kur’ân; c. 9, s. 589.

[11] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[12] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[13] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'ân.

[14] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[15] Tebyînu'l-Kur’ân; c. 9, s. 630-634.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla