Tekil Mesaj gösterimi
Alt 12. June 2011, 09:38 PM   #14
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

B) PUTLAR VE PUTÇULUK:
1. Madenden Yapılan Maddi Putlar:
Maddi ma'butlar, Araplarda şirkin en belirgin görünümleriydi. Onların dinlerinde ve inançlarında önemli bir yeri vardı. Pekçok Kur'an ayetinin de gösterdiği gibi, bu konuda ma'butlarını Allah ile birlikte Tanrılar ve baş ortaklar olarak kabul edenlerle, onlara, Allah'a şefaatçılar ve arabulucular gözüyle bakanlar arasında fark yoktu.
önceki fasılda naklettiğimiz Zümer sûresi 43. ayeti şefaatçılar-dan söz ediyor ve onları hiçbir şeye güçleri yetmeyen ve akıl erdire¬meyen şeklinde niteliyor. Bu nitelikler maddi-cansız niteliklerdir. Yine aynı fasılda naklettiğimiz Yunus Sûresi 18. ayeti de bundan bir nebze söz etmektedir. Çünkü burada belirtildiğine göre onlar zarar ve fayda vermeyen şeylere ibadet ediyor ve onların Allah katında kendilerine şefaatçılar olacağını söylüyorlardı. Enbiya sûresinde de bir ayette onların yerden bir takım Tanrılar edindikleri kaydedilmek¬tedir. Yer kavramı, hemen farkedilebileceği gibi, cansız maddeleri ifade eder:
«Yoksa onlar, yerden bir takım ilahlar edindiler de, onlar mı (ölü¬leri) diriltecekler?» (Enbiya, 21)
A'raf sûresinde de tanrılar için maddi-cansız nitelikler kullanıl¬mıştır: Onlar yürüyemez, yakalayamaz, göremez ve duyamazlar. Ayetlerde görülen budur:
1 Allah'tan başka taptıklarınız da sizler gibi kullardır.7 Eğer doğru
sözlüler iseniz, hemen onları çağırın da size icabet etsinler. Onların yürüyecek ayaklan mı var? Ya da tutacakları elleri mi var? Veya gö¬recek gözleri mi var? Yoksa işitecek kulakları mı var? De ki: "Or¬tak koşmakta olduklarınızı çağırın, sonra bir düzen kurun da bana göz bile açtırmayın." (A'raf, 194-195).
2 O'ndan başka taptıklarınız ise, size de yardıma güç yetiremezler,
kendilerine de. Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. On¬ları sana bakar görürsün, oysa onlar görmezler bile. (A'raf, 197-198). Maddi Ma'butları açıkça ifade eden sözcükler Kur'an'da çokça zik¬redilme mistir. Yalnız Şirk, Ortaklar, Tanrılar, Şefaatçılar ve Veli-
7 "Kullar" burada, canlı-cansız herşeyı kapsayacak derecede yaratıklar anlamın¬dadır. Tefsırcıler de böyle açıklamışlardır. Ayetin siyakından da bu anlaşılıyor
316
ler kavramlarının zikredildiği ya da herhangi bir ibadete ya da Al¬lah'ın dışında bir varlığa niyazda bulunmaya işaret eden ayetler on¬ların yaptıklarını, ibadet ettiklerini eleştirme ve onları ahmaklık¬la itham etme sadedinde bir takım işaretler içermektedir. Onların akletmeyen, bir şeye sahip olmayan, yaratmayan, rızık vermeyen, diriltmeyen, öldürmeyen, fayda vermeyen, zarar vermeye gücü yet¬meyen, duymayan, görmeyen şeylere ibadet etmeleri eleştirilmek¬tedir.
Bununla birlikte Kur'an'da "Evsan" (putlar), Asnam (Heykeller), Ensab (Dikili taşlar) ve "Temasil" (Büstler) kavramlarının geçtiği ayetler vardır. İkinci olarak, Peygamber asrında ve toplumunda bunlardan mevcut olan bazılarının isimleri verilmiştir. Şimdi bu ke¬limelerin ifade ettiği anlamları açıklamağa çalışalım.
a) "Evsan" kavramı: Bu kavram Hac sûresinde Hac ibadetle¬ri ve temel ilkelerine işaret etme sadedinde kullanılmıştır: " "İşte böyle; kim Allah'ın haram kıldıklarına saygı gösterirse, Rabbinin katında kendisi için hayırlıdır. Size okunanlar dışındaki hayvanlar helâl kılındı. Öyleyse iğrenç bir pislik olan putlardan (Ev-sân) kaçının, yalan söz söylemekten de kaçının. Allah'ı birleyenler olarak, O'na ortak koşmaksızın. Kim Allah'a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu bir kuş kapıvermiş ya da rüzgar onu ıssız bir yere sürükleyip atmış gibidir." (Hac, 30-31).
Aynı zamanda bu kavram ibrahim'in kıssalarını, babasına ve top¬lumuna hitabını hikâye eden ayetlerde kullanılmıştır:
1 (İbrahim): "Siz yalnızca Allah'tan başka bir takım putlara (Evsân) tap-
makta ve bir takım yalanlar uydurmaktasınız. Gerçek şu ki, sizin Al¬lah'tan başka tapmakta olduklarınız, size rızık vermeye güç yetire-mezler... (Ankebut, 17).
2 (İbrahim) Dedi ki: "Siz gerçekten Allah'ı bırakıp da dünya hayatın-
da aranızda bir sevgi bağı olarak putları (ilahlar) edindiniz... (An¬kebut, 25).
Hac sûresi ayetleri, özellikle o dönemdeki Arapların putları hakkında inmiştir. Ve bu ayetler tüm maddi ma'butlarm bu sözcü¬ğün kapsımına girdiğini, onlardan herhangi bir çeşidi kastetmedi¬ğini ifade eder. Çünkü dinleyenlere onlardan sakınmalarını, Al¬lah'a karşı tertemiz olmalarını, herhangi bir şeyi asla ona ortak koş-mamalarını emretmiştir. Sonra putları pis olmakla nitelemiştir ki, bu nitelemeyle her çeşit maddi ma'budu nitelemek mümkündür.
317
Bu kavramın, özellikle de "putperestlik" kavramının anlamı, bu genellemeyi desteklemektedir. Çünkü genel anlamda maddi-mabutlara ibadet etmeyi ifade eder, onların belli bir çeşidine ibadet etmeyi değil.
b) "Asnâm" (heykeller kavramı): Hitabın müşrik Araplara yö¬neltildiği ayetlerde geçmemiştir. Yine İbrahim'in kıssalarıyla ilgi¬li ayetlerde geçmiştir: Gelecek ayetlerde bunu görüyoruz:
Hani ibrahim şöyle demişti: "Bu şehiri güvenli kıl, beni ve çocuklarımı putlara {Asnâm) kulluk etmekten uzak tut." (İbrahim, 35).
Ayrıca Bkz: (21/57; 26/70-73)
Bu sözcük îsrailoğullarmın kıssasıyla ilgili ayetlerde de geç¬miştir:
«Israiloğullarmi denizden geçirdik. Putları (Asnâm) önünde bel büküp eğilmekte olan bir topluluğa rastladılar. Musa'ya dediler ki: "Ey Musa, onların ilahları gibi, sen de bize bir ilah yap." O: "Siz ger¬çekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz" dedi.» (A'raf, 138).
Bu ayet, dediğimiz gibi, müşrik Araplara yönelik olmasa da İb¬rahim sûresinin ayetleri, ibrahim'in Harem'deki duasının hikâye edi¬lişi ve çocuklarım oraya yerleştirmesi kıssasıyla ilgilidir. Arapların, özellikle de Hicazlılann bu kıssa ve anlatımla sıkı ilişkilerinin ola¬cağı gözden kaçacak değildir. Aynı şekilde İbrahim'in toplumuna kar¬şı gelişi ve onlarla diyalogu Tevrat'ta kaydedilmeyen şeylerdendi. Da¬ha önce işaret ettiğimiz gibi, bunun da, ibrahim'in diğer kıssaları ve tutumlarının çoğu gibi, Arap rivayetleri ve Araplar arasında yaygın olan nakillerden biri olması doğru olabilir. Buna göre, Kur'an'dan ilham alarak Kur'an'ı dinleyen Arapların bir takım putları olduğu¬nu söyleyebiliriz. Ayetlerde işaret edilmesi hedef alınan noktalar¬dan biri de onların babalan olan İbrahim'in daasryla açıktan açığa çeliştikleri, O'nun duasıyla Allah'ın güvenli bir belde kıldığı şehrin kutsiyetine aykırı düştükleri, İbrahim'in putlar edindiklerinden dolayı toplumuna yönelttiği eleştirinin kapsamına kendilerinin de girdiklerine işaret edilmek istenmiştir. Bunun yanında Araplar "Heykel" (Asnâm) kavramını, kapsamı ve içeriğiyle birlikte iyi bili¬yor ve açıkça varlığını itiraf ediyorlardı. Bu da onun Kur'an'in ini¬şinden önce Arap dilinde var olan ve alışık olunan bir kavram olma¬sını gerektirmektedir.
c) Temâsil (Büstler): Aşağıda Enbiya sûresinde görüldüğü gi¬bi, Teraasiî (büstler) kavramı, Asnâm (heykeller) kavramı iîe birlik-
318
te kullanılmıştır:
«(İbrahim) babasına ve kavmine demişti ki: "Sizin şu karşısında durup taptığınız büstler (Temâsil) de nedir?" "Biz atalarımızı bun¬lara tapanlar olarak bulduk" dediler. Dedi ki "Andolsun, siz de, atalarınız da, apaçık bir sapıklık içindesiniz." "Sen bize gerçeği mi getirdin, yoksa (bizimle) oyun mu oynuyorsun?" "Hayır" dedi. "Sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir, onları kendisi yaratmıştır ve ben de buna şehadet edenlerdenim. Allah'a andolsun ki, sizler arka¬nızı dönüp gittikten sonra, ben sizin putlarınıza (Asnâm) muhakka bir tuzak kuracağım."» (Enbiya, 53-57).
Ayrıca bu kavram, Cinlerin Süleyman için yaptığı büyük ey¬lemlerin bildiriminde kaydedilmiştir:
«Onun eli altında Rabbinin izniyle iş görmekte olan bir kısım cin¬ler de vardı. Onlardan kim bizim emrimizden çıkıp sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından taddırdık. Ona dilediği şekilde kaleler, hey¬keller (temâsil), havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökül¬meyen kazanlar yaparlardı...» (Sebe', 12-13).
Temâsil ve Asnâm kavramlarının bir dizi ayette beraber yer al¬ması, bu iki kavramın eş anlamlı olduğunu ya da en azından birinin diğerinin yerine kullanılabildiğini göstermektedir. Sebe' ayetleri Te-mâsilin aynı zamanda bir sanat eseri olduğunu gösterir. Ayrıca bizzat kavramın kendisi de belli bir tabloya benzerlik anlamı ifade eder. Bu da genellikle sanat (yapma) ile olur. ibrahim kıssalarıyla ilgili ayetlerde, onun toplumunun Asnâm'i ya da Temâsil'i yonttuk¬larını ifade edebilecek bölümler vardır:
«Bunun üzerine onların ilahlarına sokulup: "Yemek yemiyor musunuz?" dedi. "Size ne oluyor ki konuşmuyorsunuz?" Derken on¬ların üstüne yürüyüp sağ eliyle bir darbe indirdi. Çok geçmeden (hal¬kı) birbirine girmiş durumda kendisine yönelip geldiler. Dedi ki: "Yontmakta olduğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?" "Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır."» (Saffat, 91-96).
Bu da gösteriyor ki, Temâsil ya da Asnâm taştan ya da maden¬lerden yontulan herhangi bir şt-kil ve biçim kazandırılan nesneler¬di. Yine ayetlerden hareketle Arapların, Evsan'm şekil verilmiş olanına Asnâm ya da Evsan adım verdiklerini söyleyebiliriz. Arap¬lar bu iki sözcüğün ne anlama geldiğini biliyor ve bunlardan kendi-lerinin bir takım putları bulunuyordu.
Az önce naklettiğimiz A'raf 194-198. ayetleri de bunu destekle¬mektedir. Çünkü bu ayetlerin ilhamına göre Asnâm, canlı yaratık -
319
ların şekil ve biçiminde yapılıyordu. Elleri, ayakları, gözleri ve ku¬lakları vardı.
d) "Nusb" ve "Ensab" (dikili taşlar) kavramları: Üç ayette yer almaktadır. Bunların her üçünde de hitab müslümanlara yönel¬tilmiştir. Birisinde mahşer günü insanların kabirden çıkış hareke¬ti insanların alıştıkları bir hareket olan Ensab'a doğru akıp gitme¬lerine benzetilmiştir. Konu müşriklerle ve onların uyarılma sıyla il¬gilidir:
1 Ölü eti, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilen, boğulmuş, vu-
rulmuş, yukarıdan düşmüş, boynuzlanmış, hayvan tarafından parça¬lanmış, dikili taşlar (Ensab) üzerine boğazlanan ve mal oklarıyla kıs¬met aramanız size haram kılındı... (Maide, 3)
2 Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın
işlerinden olan pisliklerdir... (Maide, 90).
3 Kabirlerinden koşarcasına çıkacakları gün, sanki onlar dikili bir şeye
yönelmişler gibidirler. Gözleri korkudan ve dehşetten düşük, yüz¬lerini de bir zillet kaplamış; işte bu, kendilerine va'dedilmekte olan (kıyamet ve azab) günüdür. (Meâric, 43-44).
Sözcük "dikme" fiilinden türetilmiştir. Bazı müfessirler En-sab'm ibadet için dikilen taşlar olduğunu söylemişlerdir. Bazıları da onların Asnâm ile eş anlamlı olduğunu söylemiştir. Hâzin, bunu İbn Abbas'a nisbet edilen bir rivayette kaydetmiştir. Tercih etmesek de, Ensab'ın ibadet ya da ayin için dikilen canlı şekline sokulmuş ya da sokulmamış taşlar olduğu ihtimali vardır. Ayetlerde bunu gösteren karineler de vardır. Maide 3. ayeti dikili taşlar üzerinde, yani hey¬kellerin yanında kesilen ve bazı niüfessirlerin ayeti onunla açıkla¬dığı gibi, üzerinde onların adı anılan kurbanların etini yemeyi ha¬ram kılmaktadır. İbn Hişam'ın kaydettiğine göre Araplar kurban¬larını Ka'be'nin yanında bulunan ve adları "İsaf ve Naile" olan iki heykelin önünde keserlerdi. Arap geleneğinde bu iki heykel taşlaş¬mış bir kadın ve erkekti. Buradan hareketle dikili taşların da erkek veya kadın şeklinde olduklarını söyleyebiliriz. Yine kaydediyor ki Arapların bazı heykelleri (Asnâm) kaya parçasıydı. Bu da "Sa'd"' adı verilen ve canlı varlık şekli verilmeyen Beni Melikân heykeliydi.
Her ne olursa olsun Nusb ve Ensab kavramları Kur'an'da doğru¬dan Araplarla ilgili olarak geçmektedir. Bu isimlerin aynı zaman¬da "Evsân" kavramı gibi canlı varlık biçimi verilmiş olsun olmasın tüm maddi mabutları için kullanıldığı kuvvetle muhtemeldir.
320
2. Kur'a ir da Putların İsimleri:
Asnâm, Evsân ya da mabutlar türünden belli bir nesnenin adı¬nı gösteren Kur'an ayetleri ise Necm sûresinde geçmektedir (19-20. ayetler). Burada Lât, Uzza ve Menat isimleri geçmektedir.
İbn Hişam Uzza'nın Kureyş ve Kinane'ye, Menafin Evs ve Haz-rec'e Lâfın da Taif in S akîf kabilesine ait olduğunu zikretmektedir. Kitabu'l-Asnâm'ın sahibi Kelbî özet olarak diyor ki: Menat onların üçünün de en eski olanıydı. Mekke ile Medine arasında Kadid'teki Müşellel bölgesinde deniz sahilinde dikilmişti. Arapların hepsi ona saygı gösterip kurbanlar kesse de, Evs ve Hazrec ona daha fazla say¬gı gösterir ve onunla tanınırdı. Lât, Menat'tan daha yeniydi. Dört kö¬şe bir kaya idi. Taifte bulunuyordu. Hizmetçileri Sakîf kabilesinden-di. Araplar ve Kureyş de ona saygı gösterirdi. Ancak Taif halkı da¬ha fazla ona tutkundu ve onunla biliniyordu. Uzza ise üçünün en ye¬ni olanıydı. Mekke'den dokuz mil uzaklıkta Nahle vadisinde bulu¬nan bir ağaçtı. Kureyşe göre Ensâm'ın en ulusuydu. Onu ziyaret eder, bağışta bulunur, yanında kurban keserlerdi. Hizmetçileri Şeyban oğullarıydı. Bu tanrıların kulu olduğunu ifade eden isimler, kitap¬lar doluşudur. Abdu'1-Lât, Abdu Menat, Abdu'1-Uzza, Zeydü'1-Lât, Teymu'1-Lât, Abdu Menaf v.s. gibi. Bunlar Peygamber asrı ve çev¬resinde yaşayan şahıslardı. Bunun yanında diğer bir rivayet bu üç tanrının canlı biçimde yapılıp Ka'be avlusuna dikilen heykeller ol¬duğunu kaydetmektedir. Bir çok müfessirin belirttiğine göre Hicaz'lı-lar Men'at ile yağmur talep ediyordu ve onun ismi de yağışın önün¬deki rüzgâr anlamındaki Nev'den türetilmişti.
Bu rivayetler hakkında kesin bir şey söylemek mümkün olmadı¬ğına ve bu meselede en doğru tavrın onlar hususunda muhafazakâr bir tutum takınmak olduğuna göre şu kadarıyla yetiniyoruz: a) Bu üç ma'budun Kur'an'da anılması, onların varlığını gösteren kesin bir delildir, b) Tüm rivayetlerin, onların maddi varlıklar olduklarının dışına çıkmamış olması onların maddi ma'butlar olduğunu bir ölçü¬de kesinleştirmektedir, c) Onların erken inen ayetlerde anılması. Peygamberin Mekke'nin dışı ile geniş bir ilişki ve temasa geçmedi¬ği bir zamanda inişi, yakınlara hitab eder gibi bir uslubla ifade edilmesi daha doğrusu Kur'an'ı ilk defa duyan dinleyiciler olan Mekke halkına hitab etmesi bu ma'butlarm Mekkelilerin ma'butla-rı olduğunu gösterir. Rasulullah döneminde birçok Mekke'li müşrik bu putların isimleriyle isimlendirilmişti. Mesela Ebu Talib'in adı Ab¬du Menaf tır. Ki Menaf isminin Menat'tan dönüşmüş olması olası-
321
lığı fazladır. Peygamber'in amcası Ebu Leheb'in adı Abdü'1-Uz-za'dır. Usdu'l-Ğâbe'de adları ya da babalarının adı Abdu'1-Lat, Zey-du'l-Lat ve Teymu'1-Lat olan sahabiler zikredilmiştir. Buna ilave ola¬rak Kureyş'in ve başka Arapların özellikle "Lât ve Uzza" kavramla¬rıyla yemin etmelerini belirten rivayetlere dikkat çekmeliyiz. Bunun¬la beraber bu ma'butların tüm Araplar için genel ma'butlar oluşu ay¬nı zamanda Sakîf in biriyle, Evs ve Hazrec'in diğeriyle, Kureyş'in de onların üçüncüsüyle özel bir ma'bud ilişkisinin olması da düşünü¬lebilir.
Bu her üç isim de dişi sigasıyla verilmiştir. Müfessirlerden bir¬çok kişi8 Lâfın "Allah" kavramının dişisi, "Uzza"nın "daha İzzetli" ya da "Aziz" kavramının dişisi, Nev'in Mef ale vezninde olduğunu ve onunla yağmur yağdıran dişi ma'bud kastedildiğini belirtmiştir.
Necin Sûresinin naklettiğimiz 19-20. ayetleri, Arap inanışında bu ma'butlar ve isimleriyle Melekler arasında bir ilişki olduğunu gös¬terir. Ayetler, kızların Allah'a nisbet edilişini hoş karşılamadığı gibi, Melekler'in dişi isimlerle adlandırılmasını da red etmektedir. Şefaatin ancak Allah'ın izni ve rızasıyla gerçekleşebileceğine dikkat çekmektedir. Yamsıra Meleklerin barınaklarının gökler olduğunu göstermektedir? Bunların hepsi üç ma'budun adının anıldığı ilk iki ayetle uyum içindedir. Daha önce geçen bir konuda meleklerin Allah'ın kızları oluşları inancına, onların Meleklere Allah'a daha faz¬la yakın olmak amacıyla ibadet ettiklerine değinmiş ve bununla il-gili ayetleri vermiştik. Bunların hepsi müşrik Arapların ya da on¬lardan bir grubun, bu ma'butlarını göklerde bulunan meleklerin yer¬yüzünde bir sembolü olarak saydıklarını, meleklerin Allah'ın kızla¬rı olduğuna inançlarına bağlı olarak.onlara dişi varlıkların adları¬nı verdiklerini, yine buna bağlı olarak onların ibadet ettiklerini, say¬gı gösterdiklerini, onlardan şefaat dilediklerini, onlara yöneldikle¬rini söyleyebiliriz. Necm sûresinin ayetleriyle ilgili açıklamasında Beyzavi'nin buna yakın bir şey söylediğini gördük: "Bu üç tanrı, me¬leklerin heykelleriydi." taberi de buna yakın bir şey söylemiştir. Şöy¬le ki: Onlar heykellerini melekler şeklinde düşünüyor (yapıyorlar¬dı. Onların Allah'ın kızları olduklarını sanıyor ve Allah dışında on¬lara ibadet ediliyor ve onlar için Allah'ın isimlerini türetiyorlardı. Allah'tan «Lat»'ı, «E'az» ya da «Aziz»den «Uzza»yı türetmişlerdi. Babil kalıntıları arasında «Latu» adı verilen bir ma'bud adı da keş-
8 Taberi, IX, 176.
fedümiş bulunmaktadır. Fakat biz bu isimle «Lât» adı arasında herhangi bir ilişki olup olmadığını bilmiyoruz. Durum ne olursa ol¬sun, bizim tercihimize göre, «Allah» ismi ve bu ismin Alemlerin Rabbi anlamında da kullanılması bu ma'bud'un adından geliştiril¬miş bir isimdir. Müfessirlerin, Lât adı Allah adının dişisidir demiş olmaları, açıkça görüldüğü.gibi, dediğimizi bir ölçüde ifade etmek¬tedir."
Sözü edilenlerin dışında Kur'an'da beş heykelin daha adı geçmek¬tedir. Nuh sûresinde, kavminin tavrı ve kendisiyle mücadele ediş¬lerini hikâye eden, konumuzla ilgili ayet şudur:
«Ve dediler ki: Kendi ilahlarınızı bırakmayın; bırakmayın ve Vedd'i, ne Suva'ı, ne Yeğus'u, ne Yeuk'u ve ne de Nesr'i.» (Nuh, 23).
İlk bakışta hemen farkedilen, bu heykellerin (Asnâm) Araplara yabancı oluşudur. Kur'an'da Nuh (a) ve kavminin kıssası sadedin¬de verilmiştir. Yalnız siret rivayetleri ve tefsircilerin kitapları pey¬gamberlikten önceki Araplarla bu heykeller arasında sağlam bağ¬lar bulunduğunu gösterecek şeyler kaydetmişlerdir. Onların kullu-ğunu ifade eden adlandırmaları ve onların bazılarını kendilerine ma'bud edinmeleri bunu göstermektedir. Ibn Hişam kaydediyor ki: Hüzeyl kabilesi bir heykele "Suva" adını verirdi. Hemdan kabilele¬ri bir heykele "Ye'uk" adını verirdi. Mezhac kabileleri bir heykele "Ye-ğûs" adı verirdi. -Kelb kabileleri bir heykele "Vedd" adını verirdi. Zu'l-Kila' kabileleri bir heykele "Nesr" adım verirdi. Yine o ve başkala¬rı9 Peygamber'in çağdaşı ve ondan az bir zaman Önce yaşamış oîan pek çok kişinin adını kaydetmektedir ki; bunlar sözü edilen heykel¬lerin adını, özellikle "Abdu Vedd", "Abdu Yeğûs" adını almışlardı. Ta¬biidir ki, böyle bir adlandırma ancak sözü edilen heykellerin Arap¬lar tarafından tanınması ve ma'bud olarak kabul edilişinden sonra söz konusu olabilir.
Diğer taraftan bu isimler az da olsa arapçanm tabiatıyla ve onun gelişme süreciyle uyum arzeder. Mesela "Yeğûs", Gavs, Gays ve Iğase sözcükleriyle uyum içindedir. Yalnız bu fasih olmayan üç harfli bir fiilin muzari zamanıdır. Aynı şey "Ye'ûk" için de söylene¬bilir. O da Akka, İ'aka ve Ta'vîk ile uyum sağlamaktadır10. Nesr (Kartal) ise bilmen yırtıcı kuşun adıdır. Fasih Arapça bir isimdir.
9 I. 240, 256, Usdu'1-Gâbe; FV, 87, 222. Usdu'l-Gâbe'de Avvam b. Cebel el-Mu-sahmî adında Hamedan'lı bır'sahabı vardır. Biyografisinde onun Yağûs putu¬nun hizmetçisi olduğu kaydedilmiştir. (IV, 153).
10 Kur'an'da bu ıkı sözcüğün kullanımları mevcuttur.
"Vedd" ve "Suva" kavramlarına fasih bir ilgi bulamıyorsak da bu de¬mek değildir ki, fasih arapçayla hiç ilgisi yoktur. Durum ne olursa olsun, rivayetler karşısında uyanık davranmak gerektiğim ne kadar belirtirsek belirtelim, bu isimlere fasih arapçadaki isimlerin lafzi ya¬kınlığı, sonra Arapların bu isimlerle adlandırıldığını, şahıs adı ola¬rak kullanıldığını gösteren bu rivayetler bazı Arap kabilelerinin hey¬kellerini ve şahsiyetlerim bu adlarla adlandırdığını, Peygamberlik¬ten önceki Peygamber asrı ve çevresinde bu adların var olduğunu ter¬cih etmemizi gerektirmektedir. Bu isimlerin Arapçaya geçişi, Kur'an'm fasih arapçası devresinden önce gerçekleşmiştir. Yalnız Araplar onları olduğu gibi muhafaza etmişlerdir. Çünkü artık onlar dokunulması kolay olmayan bir kutsallık çerçevesine girmişlerdi.
Saffat Sûresinde İlyas'm toplumuna hitabının hikâye edilişi sa¬dedinde bir heykel, bir tanrı olarak "BaT'den söz edilmektedir.
«Gerçekten İlyas'ta gönderilmiş peygamberlerdendi. Hani ken¬di kavmine demişti ki: "Siz sakınmaz mısınız? Siz BaTe tapıp da ya¬ratıcıların en güzeli (olan Allah'ı) mı bırakıyorsunuz?"» (Saffat, 123-125)
Yine hemen ortaya çıkan bir nokta da bu heykelin ya da ma'bud'un Araplarla ilişkisi olmayan yabancı bir nesne olmasıdır. Ancak bu ismin Kur'an dili olan Arapçayla ilişkisi bakış açımızı et¬kilemektedir. Çünkü bu kavram Kur'an'da gelecek ayetlerde gö¬rüldüğü gibi Koca'dan kinaye olarak kullanılmıştır:
1 Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç hayız ve temizlenme süresi bek-
lerler. Eğer Alİah'ave ahiret gününe inanıyorlarsa Allah'ın rahim¬lerinde yarattığını saklamaları onlara helâl olmaz. Kocaları, bu sü¬re içerisinde barışmak isterlerse, onları geri almada daha çok hak sa¬hibidirler. (Bakara, 228).
2 Karısı da ayaktaydı, bunun üzerine güldü. Biz de ona İshak'ı, İs-
hak'm arkasından da Yakub'u müjdeledik. "Vay bana" dedi, (Kadın) "Ben kocamış bir kadın iken ve şu kocam da ihtiyar iken doğuracak mıyım? Gerçekten bu, şaşırtıcı bir şey!.. (Hud, 71-72). Arapça tamlamalarda koca iki şekilde kinaye ile anılır: «Rabbu'l-Aile» ve «Rabbu'1-Beyt» (Aile sahibi, ev sahibi). Bu ise, bir açıdan Arapçadaki "Ba'l" kavramının anlamı ve koca için kullanılmasıyla ilişkilidir. Öte yandan İlyas toplumunun "Ba'l" ma'budu için kabul ettiği Rububiyet anlamıyla da ilgisi vardır.
Bal, İslam'dan önceki Şam ülkelerinin uzun zamandan beri
324
başlıca ma'butlarından biriydi. İnsan kılığına büründürülmüş bir heykel ile sembolize ediliyordu. Bu kavram bugüne kadar hâlâ yal¬nız yağmur suyu ile sulanan ülkeler için kullanılmaktadır. Bu ad¬landırma sanki eskiye dayalı bir gelenekten alınmış gibidir. Bunun¬la Allah'ın doğrudan gök suyu ile suladığı ekinlere işaret edilmek-tedir.
Bu kavramın peygamberlikten önce kısa görülmeyecek bir zaman¬dan beri Arapçaya geçmiş olduğunu, onun Şam ülkelerinden geldi¬ğini farzetmek, onun yalnız başına gelmediğini, adı olduğu nesne ile beraber geldiğini söylemek aşırılık olur mu? Yani "BaT'in, Şam'lı bir ma'but olarak Arap ülkelerine ya da Hicaz ülkelerine bir heykel ola¬rak girdiğini ya da onun Araplara ait bir ma'but olduğunu, isminin ailenin efendisi ya da ailenin sahibi olması hasebiyle kocaya mecaz olarak verilmiş olduğunu söylemek tutarsız olur mu? Biz bunda bir aşırılık ve tutarsızlık görmüyoruz. Aksine onun mümkün oldu¬ğunu ve pratik olarak gerçekleştiğini tercih ediyoruz. Arapça kitap¬lar ve rivayetler görebildiğimiz kadarıyla Arapların "Ba'l" adını ta¬şıyan bir ma'buddan ya da heykelinden söz etmiyor diye bu yakla¬şımı yıkmayı ve sağlıklı oluşunu red etmeyi düşünmüyoruz. Çünkü hiç kimse Arapların bize ulaşan hiç bir kitapta adı yazılmayan ve hiç bir rivayette nakledilmeyen pek çok heykelleri bulunduğu hususun¬da bizimle mücadeleye giremeyecektir.
İbn Hişam'da11 Amr b. Luhay hikâyesi kaydedilmiştir. Buna göre Şam halkı bir takım heykellere tapıyor, onlardan yardım dili¬yor ve onlardan yağmur istiyorlardı. Amr onlardan birini aldı, Mek¬ke'ye getirip, Ka'be'nin içine koydu. Bu heykelin adı "BaT'dı. Bu ri¬vayete göre, Arap ülkelerine heykellerin ilk girişi ve kökeni bu hey-kelle olmuştur. Bunun dışında, Amr b. Luhay'm Arap ülkelerine ilk olarak heykellere tapmayı sokan adam olduğunu ve orada ilk hey¬kelin "Hubel" olduğunu belirten rivayetler vardır. İlk olaylarla ilgi¬li rivayetleri desteklemek ve onları doğrulamak imkânsızdır de¬mesek de gerçekten zordur. Biz bu rivayetlerde yer alan düşünceyi ma'kul görüyoruz. Bazı Arap liderlerinin Şam seferleri sırasında ya biçimi, ya şekli ile dikkati çeken bir heykeli beğenmiş olması ya da her hangi olağanüstü bir olayın meydana gelmesi yahut da o heyke¬lin üstünlüğüyle ilgili anlatılan şeylerin hoşuna gitmiş olması ve on¬dan bir tane alıp Mekke'ye getirip onu Ka'be'ye koyduktan sonra in¬sanları ona ibadete çağırmış olması mümkündür.
11 I, 76
Kureyş'in "Hubel" adı verilen bir heykelinin bulunduğu, bunun onların yanında önemli heykellerden biri olduğu miitevatir rivayet¬lerdendir. Hatta onlar Uhud'da müslümanlara karşı üstün geldik¬lerini gördüklerinde onun adını yücelthıişlerdi12. Daha önce belirt¬tiğimiz gibi, Kureyş onların yanında fal oklarına bakıyor ve problem¬lerini, istiharelerim onunla çözüyordu. Eğer Arap liderlerinden bi¬ri Şam ülkelerinden bir heykel getirmişse, -ki biz bunu uzak görmü¬yoruz- ve bu heykel de Hubel ise, neden geçişte ya da ilk adlandır¬mada herhangi bir tahrifin olduğu kabul edilmesin? Şam'daki bili¬nen heykel "BaT'dır; "Hubel" değildir. Her iki kavram da birbirine yakındır. Birbirini tutan iki harf da vardır. Yabancıların "Ayın" harfini "Ha" olarak ya da ona benzer bir biçimde okuduğu bilinmek¬tedir. O zaman üçüncü harfin de ortak olması ya da benzer olması gerekir. Yer değiştirme ve dönüşme (i'îal ve ibdâl) tüm dillerde ve Arapçada bilinen bir şeydir. Daha önce "Ba'l" kavramının Fasih Arapçada ne kadar anlamlı olduğunu görmüştük. Bazı oryantalist¬ler (Doğu bilimciler)13 Hubel'in "Hâbeel" kavramından tahrif edil¬diğini, buradaki "Ha"mn tbranice ve Ken'anice'deki belirlilik takı¬sı olduğunu belirtmişlerdir. Ki buralarda Ba'l'e tapınılıyordu. "Ayn"ın düşmüş olması yakın bir olasılıktır. Onun düşüşünden son¬ra sözcük "Habel" ya da "Hubel" olur. Bu yaklaşım zaman zaman "Be'el" diye de okunabilen "Ba'l" sözcüğünün Hubel'e kadar gelişip-dönüşmesi için ma'kul bir çıkarımdır.
Burada akla bir soru gelebilir: Eski Şam'da bir isimden aktarıl¬mış olan "Ba'l" kelimesi nasıl olur da fasih Arapçada bulunur? Bi¬zim tercihimize göre Ba'l sözcüğü Peygamberlikten önceki Şam ül¬kelerinde geçerli olan ismin kendisi ve kökü değldir. Bu ancak Arapçalaştırılmış bir isim olabilir. Kitaplarda ve dillerde bu sözcü¬ğün yaygın bir şekilde kullanılması, aynı şekilde Şam'daki ma'bu-da da "Ba'l" adının verilişi "Habeel" olması tercih edilen ismin kö¬keninden daha çok onun Arapçalaştırıîmış bir sözcük olduğunu göstermektedir. Kureyş'e ait heykelin de "Hubel" adını muhafaza et¬mesi buna aykırı düşmez. Şam'dan "Habeel" diye oraya geçmiş,
12 İbnHişam; II. 277.
13 Caetani, İslâm Tarihi, Türkçe tercümesi, I. cild. Kelbî, bu putun nitelikleri hak¬kında şunları kaydediyor: insan seklinde kırmızı akîkten yapilmış, sağ eli kı¬rık bir puttu. Kureyş kırık eli yerine akından bir el yapmıştı. Bu putun ilk put olduğu hususunda İbn Hişam'a muhalefet etmiştir. İlk olarak bu putu dikenin Huzeyme b. Müdrike olduğunu belirtmiştir. O'na Huzeyme'nin putu deniliyor¬du, (s. 28)
326
sonra kısaca Hubel'e dönüşmüş, sonra da değişmesi ve başkalaşma¬sı doğru olmayan bir kutsallık kazanmış olması da mümkündür. Ta¬biatıyla dilin kendi sözcüklerinin durumu böyle değildir.
Kur'an'da Tağût ve ona ibadet etmekten söz eden bir dizi ayet var¬dır. Bunların bir kısmı Mekkî, bir kısmı Medenî'dir. Medenî ayetler¬den birinde "Tağût" kavramı "Cibt" ile birlikte anılmıştır. Şimdi bu ayetlere bakalım:
1 Dînde zorlama yoktur. Gerçek şu ki, doğruluk sapıklıktan apaçık ay-
rılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilen¬dir. Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan nura çı¬karır. Kâfirlerin dostları da tâğuttur. (O da) onları aydınlıktan karan-' lığa çıkarır. Onlar ateş halkıdır. Orada ebedi kalacaklardır. (Baka¬ra, 256-257)
2 Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmedin mî? Onlar, tâğuta ve
cibte inanıyorlar ve diğer küfredenler için: "Bunlar, İman edenler¬den daha doğru bir yoldadır" diyorlar. (Nisa, 51).
3 İman edenler, Allah yolunda savaşırlar, küfrecienler de tâğutun yolun-
da savaşırlar; öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz şeytanın hilesi/düzeni pek zayıftır. (Nisa, 76).
Ayrıca Bkz: (4/60; 5/60; 16/16; 39/17)
Yahudilerden bir kesimin kendisine iman ettiği bu Cibt ve Tâğut nedir? Allah'ın insanlara onâ ibadet etmekten sakınmalarını emret¬tiği, insanları aydınlıktan karanlıklara sürükleyen, kâfirlerin onun için savaştığı ve bir kısım Yahudilerin kendisine ibadet ettiği bu Tâ-ğüt kimdir?
Tefsircilerin bu konuda görüşleri ve rivayetleri çeşitli olmuştur. Onlardan bazısı14 Cibt ve Tâğut'un Kureyş'in iki heykelinin adı ol¬duğunu rivayet etmiştir. Nitekim Kureyşliler, kendileriyle Pey-gamber'e karşı anlaşmaya gelen Yahudilerin elçilerinden, bu iki hey¬kel önünde yemin etmelerini ve onlara secde etmelerini istemişler¬di. Müfessirlerden bir kısmı15 yalnız Cibt'in Kureyşlilerin bir hey¬keli olduğunu söylemiştir. Tâğut'un ise aşırı isyankâr, azgın anla¬mında olduğunu, Melekût, Ceberut gibi fealût vezninde geldiğim be¬lirtmişlerdir. Tâğut kavramının, Şeytan ve kafirlerin azgın olanla¬rı için kullanıldığım, Nisa 60. ayetindeki sözcüğün Yahudilerin az-
14 Nisa, 51- ayeti için bkz: Hazin, Taberî, Beyzavi.
15 Nisa, 60. ayeti için bkz: Keşşaf ve Taberi tefsirleri.
327
gın liderlerinden biri olan Ka'b b. Eşrefi kastettiğini ifade etmişler¬dir. Onlardan bazıları da16 Cibt ve Tâğüt'un herhangi bir nedenle şirke götüren her nesne olduğunu söylemişlerdir. Bu konuda heykel¬lerin, putların, dikili taşların, ibadetin, dostluğun, şefaat dilenme¬nin ve istihareye yatmanın farkı yoktur. Bu görüşle ilgili olarak Pey-gamber'den bir hadis rivayet edilmiştir. Hadiste Cibt kavramı şöy¬le geçmektedir: "Uğura, uğursuzluğa ve kehânete inanmak Cibt (Put, Şeytan) işidir."
Burada Nisa 72. ayet dikkatleri çekmektedir. Ayet, Şeytan ve Tâ-ğut'u beraber anmış ve şeytanı Tâğüt'un yerine kullanmıştır ki, bu iki sözcüğün eş anlamlı olduğunu gösterir gibidir. Diğer taraftan bu konudaki görüşlerin çoğu onların Kureyş'e ait iki heykeli göster¬mekten çok genel iki kavram olduğu noktasında yoğunlaşmaktadır. Daha doğru bir ifade ile son görüş noktasında düğümlenmektedir. Bunlara göre Cibt ve Tâğut kavramları şirk, putperestlik ve Allah'ın dışında başka varlıklara yönelmekten kinayedir, içimizi rahatlatan ve genel olarak ayetlerden de anlaşılan budur. Özellikle Allah'tan başka nesnelere ibadet etmeyi eleştirme sadedinde defalarca kulla¬nılan Tâğut kavramı bu açıdan önemlidir. Nahl 36. ayeti Mekkidir. Tâğüt'un anlamının genel olduğu görüşünü desteklemektedir. Bu ko¬nuda da daha açık bir destek sağlamaktadır. Ona şirk ve asılsız iba¬detler anlamını yüklemektedir. Zümer 17. ayeti de böyledir. Maide 60. ayetinde Tâğut'a bir dönem ibadet ettikleri ifade edilen Yahu¬diler, Tevrat nüshalarının da kaydettiği gibi, ancak Buzağı'ya, Ba'l'e ve heykellere tapınışlardı. Bu dahi Tağut'un genel bir kavram olduğunu, şirk, putperestlik, boş, anlamsız tapmlara ve inançlar an¬lamına geldiğini güçlü bir biçimde pekiştirmektedir- Buna ilave edilebilecek ve destekleyecek bir husus da tüm ayetlerin öz itibariy¬le Tâğut ve Cibt'in iki isim değil iki sıfat olduğunu, şirkin yerme ile ilgili nitelemeleri olduğunu ilham etmektedir. Bu özellikle müfes-sirlerin tuğyan (isyan ve azgınlık)dan türediğini söylediği Tâğut söz¬cüğü için daha açıktır.
İbn Hişam, Arapların, saygı duydukları, kendilerine kurban adadıkları, etrafında dolaşıp ziyaret ettikleri, heykellerini içine koydukları evleri olduğunu; bu evlerin Tevâğît (Tâğüt'un çoğulu) adıyla anıldıklarını, bu evlerin kendilerine Özgü bakıcıları ve hizmet¬çileri olduğunu kaydetmektedir. İbn Hişam, bu Tavâğit'in bazıları-
16 Nisa. 60 ve 76. ayetler için bkz Hazîn tefsiri 328
nın bakıcılığını yapan bir takım ailelerin adını vermiştir. Bu Tavâ¬ğit, büyük fetih gününe kadar varlığını sürdürmüş, bundan sonra Peygamber onu yıkacak kişileri göndermişti. Yine O'nun belirttik¬lerine göre: Araplar bu özel evlerin yanında Ka'be'nin üstünlüğünü kabul ediyor ve Haccedümesı gereken "En Büyük Ev" olarak sayı¬yorlardı. Kelbi'de "el-Asnâm" kitabında17 bundan bir nebze söz et¬miştir. Fakat bu evlerin Tavâğit olarak adlandırıldığını zikretme-miş aksine bunların bir kısmına Ka'be dendiğini ifade etmiştir. Mütevatir rivayetlerden biliniyor ki Ka'be'nin içinde ve avlusunda pek çok heykel vardı. Bunları hem Mekke'liler hem de diğer Arap¬lar saygı gösterip kutsuyorlardı. Bu rivayetler de Arapların bir ma¬halli Ka'be'leri bir de genel Ka'be'leri olduğuna destek olmaktadır. Nitekim Arapların mahalli heykellerinin yanında genel heykelleri de vardı. Fakat biz bu Ka'be'lere Tavâğit adının Araplar tarafından verildiğini değil, İslam'ın onlara bu ismi verdiğini sanıyoruz. Sade-ce, îbn Hişam'm kaydettiği bu isimlendirme ile ilgili rivayeti tercih etmiyoruz. Daha önce belirttiğimiz gibi bu adlandırma eleştiri için kullanılan bir nitelemedir. Bu Ka'be'lerin sahipleri tarafından on¬lara bu nitelemenin yapılmış olması mantıklı olmaz. Onlar arasın¬da yaygın olan adlandırma, Kitabu'l-Asnâm'ın yazarı tarafından da belirtildiği gibi Ka'be adıydı. Yazar'm bu Ka'be isminin bazıları için kullanıldığını bazıları için kullanılmadığını belirtmiş olması faz¬la önemli değildir.
17'BkZ: s. 11, 19,20,44,45.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır