Tekil Mesaj gösterimi
Alt 12. June 2011, 09:43 PM   #18
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

F) IBRAHİMİ DİNİN DtVAWitiLMMi:
Peygamberlikten hemen önceki dönem ve çevrede ortaya çıkan yeni dini gelişme hareketine, bu hareketin içinde Hanifler, Sabiîler; ibrahim Dinini izleyenler sınıfının rolüne geçen konuda kısaca de¬ğinmiştik.
Bu konu, sözü edilen hareketin tasviri ve olgunlaşması, daha doğ¬rusu olgunluğa yaklaşması açısından çok önemlidir. Eu nedenle söz konusu sınıfı, ortaya çıkış şartlarını ve bunun taşıdığı anlamı ele almak amacıyla özel bir konu açma ihtiyacı duyduk.
1. Sabiîler:
Kur'an'da Sabitlerden söz eden üç ayet vardır, iki ayette, onlar, Müminler, Yahudiler ve Hıristiyanlarla yalnız olarak söz konusu edilmiş; üçüncüsünde ise, bunlrın yanında Müşrikler ve Mecusiler de zikredilmiştir. İşte ayetler:
1 Şüphesiz iman edenler; Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiîler, bunlar¬dan kim ki Allah'a ve ahiret gününe inanır, İyi bir iş yaparsa elbet¬te onlara Rabb'leri katında mükâfat vardır; onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. {Bakara, 62)
t2 Doğrusu inananlar, Yahudiler, Sabiîler ve Hıris uyanlardan Allah'a ve ahiret gününe inanan, yararlı iş yapan kimselere korku yoktur. On¬lar üzülmeyeceklerdir. (Maide, 69)
3 Doğrusu İnananlar, Yahudiler, Sabiîler, Hıristiyanlar, Mecusiler, Müşrikler arasında, kıyamet günü Allah kesm hüküm verecektir. Doğrusu Allah herşeye şahiddir. (Hac, 17)
Müfessirler Sabiîlerle ilgili olarak şu görüşleri kaydetmişler¬dir29:
1- Bunlar mecusilerden bir gruptur;
2- Meleklere tapanlardır;
3- Yıldızlara tapanlardır;
4- Güneşe tapıp günde beş vakit ona namaz kılanlardır;
5- Yahudiler ile Hıristiyanlar arasında bir anlayışa sahip kim¬selerdi, Allah'ın varlığını kabul ediyor, Zebur okuyor, meleklere tapıyor ve Ka'be'ye doğru namaz kılıyorlardı, her dinden bir şey al¬mışlardı;
6- Bunların dinlerinin temeli, Hz. Nuh'un dini idi;
29 Bakara, 62 ayetin tefsin için bkz: Taberi, Nesefi, Razî, Ebu's-Suud, Hazîn, Bey-zavî, Tabersî, vd.
387
7- Bunlar herhangi bir dine bağlanmayan kimselerdi.
Hac sûresi ayetinde Mecusiler ve Müşriklerin, Sabitlerle beraber zikredilmesi, Sabiîleri, mecusilikten ve Allah ile birlikte yıldızlara ve meleklere ibadet etmeyi kapsayan şirkten uzaklaştırmış olmalı¬dır. Onların Bakara ve Maide sûrelerinde müminlerle, Yahudiler¬le ve Hıristiyanlarla yani apaçık ya da te'vile dayalı bir tevhidi inanca sahip olan Muvahhidlerle zikredilmesi, onların da herhan¬gi bir şekilde Tevhid inancına bağlı muvahhidler olduğunu çağrış¬tırmaktadır. İşte müfessirler bu noktaya dikkat çekmemiş bulunu¬yorlar.
Bu ismin şu anda Irak'ta bulunan ve kendilerine "Subbe'e" ya da "sabe'e"nin bozulan biçimi sanılan "Subbe" adı verilen dini çağrış¬tırması zihinlerde yer etmiş bulunmaktadır. Hatta bazı zmifessirler bu görüşte olduklarını belirtmişlerdir. Ayrıca bilindiğine göre, Klâ¬sik Arap Edebiyatının Önde gelen şahsiyetleri arasında bu inançta oldukları bilinen kimseler vardır. Bunlar kendi inançlarına bağlı-lıklarıyla tanınmaktadır. Bunlardan biri "Ebu İshak es-Sabiî'dir" Ba¬zı müfessirler, bu inançla ilgili bir hikaye kaydetmişlerdir: Me'mun, içindeki bir grup insanın yıldızlara taptığı bir köyden geçmiş ve on¬ları müşriklerden sayıp, onlardan cizye almak istememişti. Bunun üzerine kendisine tunların, Kur'an'da Yahudiler ve Hıristiyanlar¬la beraber sözü edilen Sabiîler oldukları ve onlara uygulanan hük¬mün bunlar için de geçerli olacağı hatırlatıldı. O da onları zimmet ehlinden saymaya devam etti ve kendilerinden cizye aldı.
Bunun yanında bu kavramın "Sabee" ya da "Sabâ", (eğilim duy¬du, saptı anlamında) Arapça kökenli bir sözcük olduğunu da belirt¬meliyiz30. Yusuf Sûresinde bu kökten kaynaklanan bir kip aynı an¬lamda kullanılmıştır:
"... Eğer tuzaklarım benden uzaklaştırmazsan onlara meyleder ve cahillerden olurum." (Yusuf, 33).
Peygamber asrındaki Arapların, atalarının dininden ayrılan ve yeni bir dine girenlere de "Sabiî" adını verdiklerini buna bağlı ola¬rak Peygamber'i ve ilk müslümarvlara bu isimle yad ettiklerini belirt¬meliyiz. Onlara "Sebee ve Sabiîler" diyorlardı. îbn Hişam'm Ömer'in müslüman oluşu ile ilgili kaydettikleri arasında şunları da görüyo¬ruz. Ömer, önceleri Peygamber'e Sabiî diyordu. Müslüman olduktan sonra Kâ'be avlusuna başı dik olarak girdiğinde orada bulunanlar
30 Lısanu'1-Arab "Sebe'e" maddesi 388
şöyle dediler: «Hattab'ın oğlu, bir Sabiî suratı ile size geldi.» Sahi¬hi Buhari'de bedevi bir kadının Peygamber'i şu sözleriyle tanıtma¬ya çalıştığı kaydedilir: «Şu kendisine Sabiî denilen adam»31 Us-du'1-Gâbe'de Haris el-Gâmidi'den rivayet edilen bir hadiste kayde¬diliyor ki O, Kureyş'ten bir topluluğun Mekkeli bir adamın başına toplandığını görmüş ve babasına: Bu kalabalık nedir, diye sormuş¬tu. Babası da: Bunlar, kendilerinden bir Sabiînin etrafında toplanan bir kalabalıktır, cevabını vermişti. Sonra ona yaklaştık. Bir de ne gö¬relim! Resulullah insanları, yalnız Allah'a ibadet etmeye çağırı¬yor.
İslam'ın ilk dönemlerinde Peygamber'e ve O'na iman edenlere Sa¬biî adı verilmesi, bu Kur'anî kavramın herhangi bir şekilde muvah-hid bir kesimi gösterdiği biçimindeki yaklaşımı güçlendirmekte¬dir. Zira Kur'an bu düşünce sahiplerini Bakara ve Maide ayetlerin¬de muvahhidler düzleminde ele almış ya da en azından onların Arapların dininden ve şirke bulaşan geleneklerinden ayrı kimseler olduğunu ifade etmiştir. Bu kavramın Kur'an'da kullanılmış olma¬sı, onun peygamberlikten önce de kullanılan kavramlardan biri ol¬duğunu gösterir. Buna bağlı olarak söz konusu kavramın ilk defa peygamber ve arkadaşları için kullanılmadığına inandığımızı söy¬leyebiliriz. Zira eğer böyle olsaydı ayetlerde önce müslümanlardan söz etmek için "Sabiîler" denmesi, ikinci olarak onlara "iman eden¬ler" kavramının kullanılması için bir hikmet olmazdı. Yani Araplar onlara bu ismi kullanmış olsa da, Kur'an'm adlandırmasına göre on¬lar Peygamber ve müslümanlardan ayrı bir kesimdir. Kesin olan, Sa-biîlerin, peygamberlikten Önce, Arapların şirke dayalı inançlarını ve geleneklerini terk edenlerden oluştuğuydu.
Tüm bunlara bağlı olarak Kur'an ayetlerinde kullanılan bu kav¬ramın, Risalet öncesi dönem ve çevrede de, herhangi bir biçimde Tev¬hide inanan bir topluluğa işaret etmek, ya da onları ifade etmek için kullanıldığını söylemenin makul olduğu görüşündeyiz. Onlara bu adın verilişi kelimenin sözlük anlamından hareket etmekten kaynak¬lanıyordu. Çünkü onlar, atalarının dininden sapmış, tevhide daya¬lı yeni bir dine ya da inanca boyun eğmiş ya da onu izlemiş bulunu¬yorlardı ve seçtikleri din Yahudilik ya da Hıristiyanlık da değildi. Bu isim Peygambere ve ona iman edenlere hemen yapıştırılmıştı. Çünkü herkesçe bilinen kullanılan bir yakıştırmaydı bu. Onların, di-
31 Tecrîd, I 47
389
ğer dinlere bağlı bulunanlarla birlikte Medenî ayetlerde anılmala¬rı, onlardan bazı bireylerin o zamana kadar kendi dinleri üzerinde kaldıkları ve Peygambere tabi olmadıklarını gösterebilir. Rivayet¬ler de, Ümeyye b. Sait'in kendisini Peygamberliğe aday gördüğün¬den, Peygamberle yarıştığını belirtmekle bu yaklaşımı destekle-mektedir.
Müfessirlerin Sabitlerle ilgili değerlendirmelerini ise bu konuda yapılan tahminler olarak görüyoruz. Ayrı ayrı görüşler ileri sürme¬leri ve bu konuda zik zak çizmeleri de, onların tahminde bulunduk¬ları görüşünü pekiştirmektedir. Aynı şekilde bugünkü Irak Subbe'le-riyle Me'mun zamanında ve ondan sonraki Sabiîler arasında bir bağ¬dan ve Kur'an'ın adlandırmasından söz etmek de bir kuruntu ve tah¬minden öte bir anlam ifade etmez. Daha doğrusu İslam'dan iki ya da daha fazla asır sonra ortaya atılan bir yakıştırma, sonradan uydu-rulan bir hikayedir. Çünkü: 1- Arapça kökenli ve türevleri Arapça olan bir sözcüktür. 2- Bu kavram Peygamber döneminde de kulla¬nılıyor ve Araplardan atalarının dininden sapan kimselere bu ad ve¬riliyordu. 3- Bu geleneğin bir devamı olarak Peygambere ve ilk müslümanlara bu ad verilmişti. 4- Peygamber döneminde Arap ya-rımadasında ve çevresinde bu isimle anılan bir kesimin varlığını ha¬ber veren hiçbir klâsik Arapça kitap yoktur. 5- Irak'ta yıldızlara ta¬pan bu kesim, kendi dillerinde Sabiî adını ya da köken olarak buna yakın bir ismi taşımıyorlardı ki, "Yahudiler" ve "Hıristiyanlar" kav¬ramında olduğu gibi bunun da tahrif edilmiş ya da Arapçalaştırıl-mış bir isim olduğu söylenebilsin. 6- Mecusilerden ve Yıldızlara ta¬panlardan cizye alınması Peygambere ve Raşid halifelere ait, bili¬nen, alışılan ve kitaplarda kaydedilen bir sünnetti. Bu da Me'mun dönemindeki "Sabiîler" ismi ve onlardan cizye alınmasının caiz olu¬şuyla ilgili olarak kaydedilen rivayeti zayıflatmaktadır.
Bunlar kimdi; atalarının bağlı bulunduğu inançları ve gelenek¬leri bırakıp, onun yerine bağlı bulundukları yeni inançları nasıldı?
Siret ve tefsir kitaplarında kaydedildiğine göre32 Hicaz Arapla-rından bir takım kimseler semavî kitaplara yönelmiş, akılları aydın¬lanınca atalarının taptıklarına tapmayı, Allah ile beraber başka tan¬rılar edinmeyi ya da şefaatçi ve dost tanrılar tutmayı reddetmiş ve onların hepsinden ayrılmışlardı. Onlardan bazıları İbrahim'in (a) di¬ni olan Hanifliği araştırmak amacıyla yeryüzünde dolaşmaya, ba-
32 Ibn Hışam, I, 215-223, II, 103, 177-178, Ibn Sa'd, I, 202, Razı, I, 369-370 390
zıları Hıristiyan olmaya bir kısmı ibrahim'in dinine göre ya da O'nun dini olarak sandığı şekilde ibadet etmeye başlamıştı. Bunla¬rın Mekke'de olanları olduğu gibi, Medine'de olanları da vardı. Bu kitaplar, onlardan küçümseneyecek kadar bir kesimin adını da ver¬mişlerdir. Bunlar arasında: Zeyd b. Cahş, Ümeyye b. Sait, Ebu Kays en-Neccar el-Yesribi, Ebu'l-Heysem b. Teyhan el-Yesribi, Ebu Amir el-Evsi, Selman el-Farisi ve Ebu Zerr el-Gifari'yi görüyoruz.
Sahihi Buhari'ae 33 yer alan bir hadisin özeti şöyledir: Hz. Ha¬tice fr) Peygamber'i amcasının oğlu Varaka'ya -semavî kitapları okumuş, Ibranice bilen bir ihtiyardı- götürmüş ve onun durumunu öğrenmeye çalışmıştı. O da Peygamberin bu müjdesini duyunca kendisine gelen şeyin, Musa Peygamber'e (a) inen Nâmus'un aynı¬sını olduğunu söylemiş, kendisine cesaret vermiş, teskin etmiş^ve di¬nini açıkladığında, çağrısını yaptığında O'na destekte bulunacağı¬nı va'detmişti.
îbn Hişam'da34 bu şahısların ilk dördü, özellikle de Zeyd ile ilgi¬li uzun bir hadis vardır. Burada Zeyd'in kavmini nasıl ayıpladığı, on¬lara karşı, İbrahim'in dinine bağlı olmakla övündüğü, İbrahim'in di¬ni olan Hanifliği aramak amacıyla dolaşmaya ne kadar önem verdi¬ği, amcasının ona nasıl eziyet ettiği ve onu dininden çevirmeye ça-lıştığı dile getirilmektedir.
Usdu'l-Gâbe'de35 Zeyd'e izafe edilen bir dua ve yalvarış biçimi yer almaktadır. O, bununla Rabbine niyazda bulunur ve şöyle derdi: "Sa¬mimi olarak emrine hazırım. Kul olarak, köle olarak... İbrahim'in sı¬ğındığına sığındım. Sana boyun eğdim. Ne kadar beni zora koşsan hep göğüs gereceğim..." Zeyd, bineğinin üzerinde secdeye kapanır¬dı. Peygamber Peygamberlikten önce onunla bir araya gelmiş ve O'nun yalnız bir ümmet olarak dirileceğini söylemişti. Zeyd, Said b. Zeyd'in babasıydı. Said ise İslam'a ilk girenlerden ve Aşere-i Mübeş-şeredendi. Kardeşinden önce kocasıyla beraber müslüman olan Hattab'ın kızı Fatıma'nın kocasıydı.
Aynı şekilde İbn Hişam'ın Ebu Amir el-Evsi ile ilgili olarak kay¬dettiğine göre, Hicretten sonra Medine'de Peygamber'le karşılaştı¬ğında bile kendisinin, İbrahim'in dinine, Hanifliğe bağlı olduğunu iddia ediyordu.
33 Tecrîd, î 7
34 I, 215. 223
35 II. 227-339
391
2. Hanifler:
Kur>an'daa"Hanif ve "Hanifler" kavramının geçtiği bir dizi ayet vardır. Bu ayetlerin bir kısmı Mekkî, bir kısmı Medenîdir. Bir kıs¬mı İbrahim ve dini ile, bir kısmı Peygamberin çağrıda bulunduğu dini nitelemekle ilgilidir. Bir kısmı ise geneldir. Hepsi de "Tevhid" ve,"Muvahhidler" anlamını taşıyor, gelecek örneklere bir göz atalım:
1 "Yahudi veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulaşınız." dediler, ha-
yır, de ki: "İbrahim'in hanif (dosdoğru) dînine (uyarız). O müşrik¬lerden değildi..." (Bakara, 135)
2 İbrahim ne Yahudi ne de Hıristiyandı. O Hanîf bir Müslümandı. Müş-
riklerden değildi. Doğrusu, insanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar; bu peygamber ve müminlerdir. Allah da müminlerin1 ve-lisidir. (Al-ı îmran, 67-68)
3 Sana, "Hanıf olarak doğruya yönelen, müşrik olmayan İbrahim'in di-
nine uy" dîye vahyettik. (Nahl, 123)
4 ...Artıkopıs'putlardan ve yalan sözden sakının Allah'a ortak koşma-
dan, Hanifler olarak (Allah'ı birleyin)... (Hac, 30-31)
Ayrıca Bkz: (6/161; 10/104-105, 30/30-31)
Müfessirler "Hanif kavramının "Hanefe" kökünden türediğini ve düzeldi, doğruldu anlamına geldiğini söyledikleri gibi, onun "Hani-fe" kökünden türeyip eğilim duydu, saptı anlamına geldiğini, nite¬kim ayağında biraz eğrilik bulunan kişinin "Ahnef' diye adlandırıl¬dığını da belirtmişlerdir. Bu ikinci görüş tutarlıdır. Onlara göre Hanif kavramı ve onun çoğulu olan Hunefâ'kavramı Peygamberlik¬ten önce şirk dininden sapan ve Allah'ı birleyen, Tevhide inanan Araplar için kullanılıyordu. Açıktır ki, bu anlam ile Sabee ve Sabi-îler kavramlarının anlamı arasında bir paralellik vardır. Araların¬daki fark Hanif ve Hunefâ' kavramının Kur'an'da daha fazla ve sık olarak, Tevhidin anlamı ve Muvahhidlerin niteliklerini daha açık bi¬çimde ifade eden cümlelerde geçmiş olmalarıdır. Yalnız bunlar, Sa¬bitler kavramının kullanıldığı gibi, dini bir inanç sahibi kimseleri niteleme sadedinde kullanılmamıştır.
Biz bazı araştırmacıların, Hanif ve Hunefâ' kavramları ile ilgi¬li olarak bir takım görüşleri olduğunu biliyoruz. Bunlardan bir kıs¬mı, onların peygamberlikten önce varolan bir grup ya da inanç ol¬duğunu göstermeye çalışmaktadır. Başka bir kesim ise, bu inancın Arap inancı olmadığını belirtmek suretiyle, sözcüğün de Arapça ol¬duğundan kuşkulandırma yolunu izlemekte ve onun yabancı bir
392
inanç olduğunu savunmaktadır. Bazıları da Hanifler ile Hanife-oğullan ve Müseylemetu'l-Kezzab arasında bir ilişki kurmaya çalış¬maktadır. Diğer bir kesim ise, daha da ileri gidip sınırı aşarak bu kavramın Peygamber'in zihinde kapalı-karmaşık olduğunu zan¬netmişlerdir. Bununla ilgili olarak doğruluğuna inandığımız yakla¬şım, az önce belirtmeye çalıştığımız yaklaşımdır. Ve bu kelime Arapça kökenlidir. Her halükârda kavramın Kur'an'da kullanılmış olması, onun Kur'an'in inişinden önce Arap dilinde kullanıldığında kuşkuya yer bırakmamaktadır. Ve kavramın daha önce de Kur'an'm ona yüklediği Tevhid ve Allah ile beraber ortak koşmama anlamı¬nı taşıdığını ifade etmektedir. Diğer görüşler ise, bize göre üzerin¬de durulmaya ve tenkid edilip çürütülmeye bile değmez.
Durum ne olursa olsun biz Sabitler ile Haniflerin aynı şey oldu¬ğu ya da bir sınıf olduğunu tercih etmeğe eğilim duyuyoruz. Onla¬rın, atalarının şirke dayalı dinlerinden ya da putperestliklerinden ayrılan, Hicaz'ın aynı düşüncedeki kişileri olduklarını tercihe şayan buluyoruz. Bunlar tevhid inancına bağlanıp Allah'ı birleyen, Yahu¬dilik ve Hıristiyanlığa gönülleri yatmayan ya da en azından bir kı¬sımları bu iki dinde huzur görmeyen kimselerdir. Çünkü bu dinler¬de bir takım problemler ve bölünmeler görüyorlardı. Sonra o dine bağlı olanlarda sapmalar ve çelişkiler farkediyorlardı. Onlardan ibrahim'in dinine göre ya da ibrahim'in dini olarak sandıkları şekil¬de Allah'a ibadet eden bir takım kimseler de vardı. Bunlardan bir kısmı da, İbrahim dinine göre kulluk yapmak amacıyla, bu dini araştırıyordu.
En'am 161. ayetinde, Risaletten önce Rasulullah'ın da din veya İbrahim'in dini hususunda bir tür çıkmazda olduğunu belirten izler vardır. Bu nedenle Allah'ın ona doğru yolunu gösterdiğini vahyet-tiğini söyleyebiliriz. Belki de, ilk inen sûrelerden biri olan Duha sû¬resinin 8. ayetinde işaret edilen de budur:
"Seni yetim blup barındırmadı mı? Seni şaşırmış bulup doğru yo¬la iletmedi mi." (6-7. Ayetler)
En'am ve Duha ayetleri yine gösteriyor ki: Peygamber, bir ölçü¬de gelişme göstermiş olsa da atalarının izlediği şirk ve putperestli¬ğe karşı çıkmış ve onları kabul etmemişti. Onun için şöyle bir yak¬laşım aşırılık olmaz: Peygamber de Peygamberliğinden önce, atala¬rının inançlarından uzaklaşan, fakat Hıristiyanlık ve Yahudiliğe de gönülleri yatmayan; sarsılmaz hakikati, gerçeği, hiç bir eğriliği bu-
393
lunmayan Allah'ı birlemede (Tevhid'te), Haniflik olan ibrahim'in di¬nine göre O'na ibadet eden, bununla beraber bu din hakkında her¬hangi bir şekilde bir şaşırmışhktan, yolunu kaybetmekten kurtula¬mayan ve kendilerine Sabiîler adı, Hanifler sıfatı verilen bu birey¬lerden biriydi. Nihayet Allah, O'nun, Risalet için gerekli nitelikle¬ri taşıdığını görmüş ve Rasul olarak O'nu seçmişti. Allah mesajını kime vereceğini çok iyi bilmekteydi. Kendisini seçtikten sonra şöy¬le söylemesini emretti: "Şüphesiz Rabbim bei doğru yola, gerçek di¬ne, doğruya yönelen ve ortak koşanlardan olmayan ibrahim'in dini¬ne iletmiştir." (En'am, 161)
Aynı şekilde, ibrahim'in, O'nun dininin Kur'an'da çokça geçme¬si; bu dinin şirkin karşıtı oluşuna, aslına atıflarda bulunulmasına, ondan sonra ortaya çıkan Yahudilik ve Hıristiyanlığın hak yoldan sapmış olduğuna dikkat çekilmesi gösteriyor ki:
1- İbrahim'den (a.) ve onun Haniflik dininden sözetme, peygam¬berlikten önceki Hicaz Arapları çevresinde özellikle de aydınlar arasında gündemde olan bir konuydu. Atalarının dinini bırakıp yo¬lunu şaşıran ve ibrahim'in (a.) dinini arıştırmaya kalkışan bireyler¬le ilgili işaret ettiğimiz siret rivayetleri de bu anlayışı desteklemek¬tedir.
2- Hicaz Araplarmm ya da onların aydın olanlarının anlayışla¬rına göre, ibrahim'in dini parlak bir tablo oluşturuyordu. Onlar bu dini tertemiz, dupduru olarak kabul ediyorlardı. Onların anlayışla¬rına göre bu dine, Yahudilik ve Hıristiyanlığa bulaşan şaibeler, sapmalar, ayrılıklar ve cedelleşmelerin hiç biri bulaşmamıştı.
Bu mesele Peygamber (s.) ile Yahudiler ve Hıristiyanlar arasın¬da tartışma ve mücadele konusu oluyordu. Nitekim Kur'an, onları beyinsizlik ve hatalı olarak gösteren reddiyeler getirmiş, onların çe¬lişkilerini ve sapıklıklarını belirtmiştir. Aşağıdaki ayetlerde bunu görüyoruz.
1 Kendini bilmezden başkası İbrahim'in dinînden yüz çevirmez. Andol-sun ki dünyada O'nu seçtik, şüphesiz O ahirette de iyilerdendir. Rabbi ona: "Teslim ol" buyurduğunda, "Alemlerin Rabbme teslim oldum" demişti. İbrahim, bunu oğullarına vasiyet etti. Ya'kub da "Oğullarım, Allah bu dini sizin için seçti, siz de ancak O'na teslim olmuş olarak can verin." dedi. Yoksa Yakub can verirken sizler yanında mı idiniz? O oğullarına: "Benden sonra kime kulluk edecek¬siniz1?'' diye sormuştu. Onlar da: Senin İlahına ve ataların İbrahim,
394
İsmail, İshak'ın ilahı olan tek ilaha kulluk edeceğiz, bizler O'na tes¬lim olmuşuzdur," demişlerdi Onlar geçmiş bir ümettir. Kazandık¬ları kendilerine, kazandıklarınız da sizedir. Onların yapmış olduk¬larından sorumlu değilsiniz. Yahudi veya Hıristiyan olun ki doğru yolu bulaşınız" dediler. De ki: "Doğruya yönelmiş olan ve Allah'a eş koşanlardan olmayan İbrahim'in dinine uyarız." "Allah'a, bize gönderilene, ibrahim'e, İsmail'e. İshak'a, Yakub'a ve torunlarına gönderilene, Musa ve İsa'ya verilene, Rableri taralından peygamber¬lere verilene, onları birbirinden ayır d etmeyerek inandık, biz ona tes¬lim olanlarız" deyin. Sizin inandığınız gibi İnanmış oîsalar, doğru yolu bulmuş olurlar. Yüz çevirirlerse, şüphesiz onlar, çıkmazdadır¬lar. Onlara karşı sana Allah yetecektir. O, işitir ve bilir. Allah'ın ver¬diği renge uyun; rengi Allah'ınkinden daha güzel olan kim vardır? "Biz O'na kulluk edenleriz" deyin. De ki: "Bizim ve sizin Rabbiniz olan Allah hakkında bize karşı hüccet mi gösteriyorsunuz? Bizim yaptıklarımız kendimize, sizin yaptıklarınız da kendinize aittir. Biz, Ona karşı samimiyiz." "Yoksa İbrahim, İsmail, Ishak, Ya'kub ve to¬runlarının Yahudi veya Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? Pe¬ki siz mı yoksa Allah mı daha iyi bilir?" de. Allah tarafından ken¬disine bildirilen bir gerçeği gizleyenden daha zalim kim vardır. Al¬lah yaptıklarınızdan gafil değildir. (Bakara, 130-140) 2 Ey Kitap Ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Tevrat da İn¬cil de şüphesiz ondan sonra indirilmiştir. Akletmiyor musunuz? Siz hadi bilginiz olan şey üzerinde tartışanlarsınız. Ama bilginiz ol¬mayan şey hakkında niçin tartışırsınız? Oysa Allah bilir, sizler bil¬mezsiniz. İbrahim, Yahudi de. Hıristiyan da değildi. Ama doğruya yönelen bir Müslimdi, müşriklerden de değildi. Doğrusu İbrahim'e en yakın olanlar, ona uyanlar, bu peygamber (Muhammed) ve ina¬nanlarıdır. Allah İnananların dostudur. (Al-i İmran, 65-68) Bu tartışma ve delil getirmelerin bir benzerinin, Yahudilerle Arapların aydın kesiminin, İbrahim'in dinine bağlanan ya da ona yö¬nelen, araştıran, soran kesiminin arasında meydana gelmiş olma¬sı uzak bir olasılık sayılmaz. Peygamberlikten önce yaşamış bulu¬nan bu insanların bir kısmım rivayetler zikretmiş, bir kısmını da zik-retmemiştir. Çünkü bu sırada Yahudiler Araplara karşı üstünlük po¬zuna giriyor ve onlara karış övünüyorlardı. Kendilerinin İbrahim'e ve onun dinine daha yakın olduklarını iddia ediyorlardı. Arapların bu aydın kesimi ise Yahudiler ve Hıristiyanlar arasında bölünme¬ler, parçalanmalar, ayrılıklar ve sapıklıklar olduğunu farkediyor, on¬ların sözlerine aldırmıyor ve inançlarında onlara uymuyorlardı.
395
Biz bu görüşü tercih ediyoruz. Çünkü Yahudiler, daha önceleri bir¬kaç defa işaret ettiğimiz gibi, Arapların dini konularda, başvurduk¬ları en önemli kesimdi. Bu aydın kesimin de kendi toplumlarının an¬layışlarını horlamaya başladıktan sonra Yahudilerin bazı bilginle¬ri ve hahamları ile ilişki kurup İbrahim dininin gerçek yüzünü or¬taya çıkarmaya, onu görüp alıntılamaya çalışmış olmaları; kendile¬rinin bu din üzerinde olduklarını iddia eden insanlarla tartışmış ol¬maları, sapıklıklarını ve yoldan ayrılışlarını onların yüzüne vurmuş olmaları gerekir. Bu ilişki kurma, tartışma ve mücadele etmenin yal¬nız Yahudilerle sınırlı kalmamış olması, Hıristiyanları da kapsamış olması olasılığı da vardır. Çünkü onların arasında da ilim ve öğret¬me niteliklerini taşıyan kimseler vardı. Nitekim daha önce başka bir münasebetle işaret ettiğimiz Nahl, 103. Furkan, 4. ayetlerinin de gös¬terdiği gibi, kafirler, Peygamber'in söylediklerini onlardan öğrendi¬ği ve onlardan destek aldığını iddia etmişlerdi. Daha önce de Hicaz Araplarmdan bazılarının Yahudilik ve Hıristiyanlığı kabul ettikle¬rini söylemiştik. îşte Arapların bu dinlere geçişlerinin, bu İlişki kurmalar, tartışmalar ve mücadelelerin sonucu olarak ortaya çık¬mış olması güçlü bir olasılık sayılır. Hatta bu sözkonusu ilişkilerin, tartışmaların, mücadelelerin İbrahim'in dini ve onun soruşturulma¬sı ile ilgili olarak gerçekleştiğini, bu eylemlerin, atalarının inançla¬rından ve geleneklerinden tiksindikten sonra onlarda görülmeye baş¬ladığını da gösteren bir gelişme sayılmalıdır.
Burada Al-i Imran'ın 68. ayetine dikkat çekip, bu ayetin üç sını¬fa işaret ettiğini belirtmek istiyoruz. Bunlar: "İbrahim'e tabi olan¬lar" "Bu peygamber" ve "İman edenler" bizim tercihimize göre "İb¬rahim'e tabi olanlar"dan amaç peygamberlikten önce cahiliye gele¬neklerini ve inançlarını bırakıp, İbrahim'in Haniflik dinine göre Al¬lah'ı birleyenlerdir. Onların Peygamberden önce anılması zaman sı¬ralaması içindir. Ya da en azından bu ifade ile onlar da kastedilmiş¬tir. Hatta biz bunun ayetin içeriğinden hareketle, kesin olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü ayette "Bu peygamber ve iman edenler" ayrı¬ca belirtilmiştir. "Ona (İbrahim'e) tabi olanlar"dan kastın, tekrar "Peygambere uyanları" kapsaması hikmete uygun düşmez.
3. İbrahimİ Din:
Arapların ibrahim'in dinine bu kadar yoğun biçimde ilgi duymuş olmaları, onun dininin kendi gelenekleri arasındaki ilişkiyle ilgili
396
haberleri kendi aralarında yaymaları bu aydın smıfi ibrahim'in di¬nini araştırmaya, soruşturmaya, kendi toplumlarının onu şirk, put¬perestlik ve çürük temellere dayalı olarak anlamalarına karşı çık¬maya, içinde şirki barındırmayan tertemiz bir tevhid olarak ortaya çıkarmalarına yardımcı olmuş gibidir. İşte bu nedenle Kur'an, İbra¬him'in babası ile toplumuna karşı tavırlarını, onlarla tartışmasını, kendisini ve çocuklarını putlardan uzak tutması için Allah'a duası¬nı, putlara saldırışını, onları eleştirmesini, yerle bir etmesini yüzü¬nü Allah'a teslim ettiğini açığa vurmasını tekrar tekrar hikaye et¬miştir. Bunların hepsi aslında Araplara birer öğüt, birer hatırlatma, dini durumlarını gözler önüne sermekten ibarettir. Bu tür hikaye et¬meler bir çok sûrede geçmektedir. Daha önce başka bir münasebet¬le naklettiğimiz İbrahim Sûresi 35-41. ayetleri bununla ilgilidir. Şim¬di bazılarını da aşağıya alıyoruz:36
1 İbrahim babası Azer'e demişti ki: "Sen putları ilah mı ediniyorsun? Doğrusu ben, seni ve toplumunu açık bir sapıklık içinde görüyorum." Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin muhteşem varlıklarını gös-teriyorduk ki, kesin inananlardan olsun. Üzerine gece basınca bir yıl¬dız gördü, "Budur Rabbim" dedi. Yıldız batınca, "batanları sevmem" dedi. Ayı doğarken görünce budur Rabbim" dedi. O da batınca "Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi elbette sapan topluluklar¬dan olurdum," dedi. Güneşi doğarken görünce "İşte bu benim Rab¬bim, bu daha büyük" dedi. Batınca "Ey toplumum! Doğrusu ben or¬tak koştuklarınızdan uzağım" dedi. "Doğrusu ben yüzümü, gökleri ve yeri yaratana çevirdim, ben ortak koşanlardan değilim." Toplu¬mu onunla tartışmaya girişti. "Beni doğru yola eriştirmişken, Allah hakkında benimle mi tartışıyorsunuz? Ona ortak koştuklarınızdan korkmuyorum, meğer ki Rabbim bir şeyi dilemiş ola. Rabbim ilim¬ce her şeyi kuşatmıştır, halâ öğüt kabul etmez misiniz?" dedi. "Al¬lah'a koştuğunuz ortaklardan nasıl korkarım? Oysa siz, Allah'ın, hak¬kında size bir delil indirmediği bir şeyi O'na ortak koşmaktan kork¬muyorsunuz. İki taraftan hangisine güvenmek daha layıktır, bir bil¬seniz. Güven, inanıp imanlarına haksızlık karıştırmayanlaradır. On¬lar doğru yoldadırlar." Bu, İbrahim'e, toplumuna karşı verdiğimiz hüccetimİzdir. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Doğrusu Rab-bin hakimdir, bilendir. Ona İshak'ı Yakub'u bağışladık, her birini doğru yola eriştirdik. Daha önce Nuh'u ve soyundan Davud'u, Sü-
36 Ayrıca bkz Şuara, 69-89, Ankebut, 16-27; Saffat, 73-99, Zuhruf, 26-28
397
leyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u -ki iğlerini iyi ya¬panlara böylece karşılık veririz. - Zekeriyya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve İiyas'ı -ki hepsi iyilerdendir.- İsmail'i, Elyesa'yl, Yunus'u, Lut'u -ki hepsini dünyalara üstün kıldık- doğru yola eriştirdik. Bu, Allah'ın kullarından dilediğini eriştirdiği yoludur. Ortak koşarlarsa amelle¬ri boşa çıkar. Kendilerine kitab, hüküm ve peygamberlik verdikle¬rimiz işte bunlardır. Kafirler onları inkar ederlerse, inkar etmeyecek bir milleti onlara vekil kılarız. İşte bunlar Allah'ın doğru yola eriş¬tirdik] eridir, onların yoluna uy." Sizden buna karşılık bir ücret iste¬mem, bu sadece herkes için bir hatırlatmadır" de. (En'am, 74-90) Ayrıca Bkz: (21/51-71)
Bir kısmını nakledip bir kısmına da işaret ettiğimiz bu Kur'an ayetlerinin sözünü ettiği tutumlar, Tevrat'ın, ibrahim'in hayatı ile ilgili olarak kaydetmediği tutumlardır. Ve ayetlerin ekseriyeti Mek-kîdir. Bunlar ana hatlarıyla, şirk koştuklarından ve bu işten vazgeç¬mediklerinden dolayı Arapları eleştiren bir içeriğe sahiptir. Bu ayetlerin Medenî sûrelerde yer alanları da Arapları eeştirmekle il¬gilidir ve Mekkî sûrelerdekinin bir devamıdır. Yahudileri eleştirmek¬le ilgili değildir. Zira bu konuyu ele alan daha başka ayetler vardır ve bunların hepsi de Medenîdir. Onları daha önce başka bir müna¬sebetle aktarmıştık. Adı geçen tutumları örnek verip eleştiriye geç-mek, dinleyiciler bu konuları bildikleri zaman, daha etkili ve oturak¬lı olur. Bu nedenle biz, eleştiriye hedef olarak seçilen ve eleştirilmek istenen dinleyici düzlemindeki Arapların ibrahim'in bu tavır ve tutumlarıyla ilgili haberleri birbirine ulaştırdıklarına inanıyoruz. Artık bu kıssaların Tevrat'ta geçenleri ile geçmeyenleri arasında bir ayırıma gitmeye gerek görmüyoruz. Onlar, bu kıssaları nesilden ne-sile aktarmışlar, bunun yanında İbrahim'le atalık ilişkilerini belirt¬meyi, dini geleneklerinin onunla ilişkisini vurgulamayı da ihmal et¬memişlerdir. Bu çıkarımın doğru olduğunu, pek çok ayetlerin alışıl¬mış ve yoğun üslubuna vakıf olan ve onları dikkatlice gözden geçi¬ren, herkesin kabul edeceğini sanıyoruz.
Bu düşüncenin, temel olarak atalık yönünden İbrahim'e bağlı bu¬lunan Muvahhid Yahudilerden Araplara geçmiş olması olasılığı vardır. Özellikle de Tevrat'ın, İbrahim'den sözeden birinci ve en es¬ki kitap olduğunu düşündüğümüzde bu olasılık daha güç kazanır. Yalnız Araplar, kendi toplumlarının bu dinden saptığını gördükle¬ri gibi Yahudi ve Hıristiyanların da ondan saptığını görmüşlerdir. Böylece Hicaz Arapları genel olarak İbrahim'in dini ve gelenekleri
398
konusunda sapık bir düşünceye sahip bulunuyordu. Sonra onlardan bir sınıf, İbrahim'in her türlü şaibeden arınmış, gerçek Haniflik di¬nine döndüler ya da dönmeye çalıştılar. Tabiatıyla bu din, Yahudi¬lik ve Hıristiyanlık değildi. Bu ancak Allah'a teslim olmak, ona şirk koşmadan tertemiz olarak yalnız ona ibadet etmekti. İşte bu ey¬lemi gerçekleştirenlere Sabitler ya da Hanifler adı verildi.
Biz Sabiîlerin, Haniflerin, İbrahim'in dinine göre ibadet edenle¬rin az sayıda birkaç kişi olmadıklarını tercihe şayan buluyoruz. Eğer her yönü ile algılanabilecek ağırlıkta bir çoğunluk olmasalar¬dı, Kur'an onları özel bir grup olarak saymaz, onlara bu yoğunluk¬ta işaret etmez ve onları Ehl-i Kitab ve mü'minlerle aynı paralelde tutmazdı. Ayrıca onları, ana hatlarıyla bağımsız dinlerin mensub-larıyla bir arada ve müstakil bir isim altında vermezdi. Onlardan yaklaşık on kişinin isimlerinin rivayetlerle, bir buçuk-iki asır ya da daha fazla bir zaman sonra kaleme alman kitaplarda kaydedilip bi¬ze kadar gelmiş olması, bu uzun zaman boyunca sözü edilen isimle¬rin dilden dile gönülden gönüle geçip muhafaza edilmesi tercih et¬tiğimiz bu çokluğa bir delil olmaktadır. Diğer taraftan bunların bir tek yerde değil de, değişik yerlerde belki de ayrı ayrı zamanlar¬da ortaya çıkışı, Peygamber asrında ve çevresindeki Aydın Arapla¬rın düşüncelerinde, gittikçe güçlenmeye başlayan yeni bir düşünce¬nin ortaya çıktığı anlamını taşımaktadır. Bu düşünce de, inanç ve dini gelenekler alanında doğruya ve gerçeğe daha yakın olan şeyle¬re yönelme düşüncesidir. Başka bir ifade ile bunun peygamberin gön¬derilişinden önce ortaya çıkan, aklî ve dini hareketin meydana ge¬tirdiği din ve düşünce alanında ileriye doğru atılan, büyük önem ta¬şıyan adımlardan biri olarak değerlendirilmesi mümkündür. Bu adımlar peygamberlikten hemen önce yaygınlık kazanmış ve güçlen¬miştir. Böylece dini hareket Araplarda ve Peygamber çevresinde ile¬riye doğru bir gelişme göstermiştir. Maddeye, doğaya ve doğa güç¬lerine dayalı bir putperestlikten maddi olmayan, manevi ve gizli bir putperestliğe, oradan Allah düşüncesine, Allah'ın tüm evrenin ya¬ratıcısı ve düzenlerin kurucusu bir ulu tanrı olarak kabul edilişine, yanısıra maddi ve manevi putlarına da pay çıkarma düşüncesine; bu ortak koşulan tanrıları Allah katında şefaatçılar ve arabulucular ola¬rak görme, bu maddi putları birer sembol olarak algılama, bir neb¬ze yolunu şaşırmışlıkla birlikte yalnız Allah'a yönelme, kendilerini bu şaşkınlıktan kurtaracak dosdoğru yola iletecek, Arapları diğer
399
ulusların ayrılıklarına, tartışmalarına, bölünmüşlüğüne ve birbiriy¬le mücadele etme ortamından kurtarıp, onlardan daha doğru bir yo¬la sokacak bir uyarıcıyı ya da peygamberi bekleme düşüncesine ulaştırmıştır. Eu esnada onlar, kendi aralarında bölünmüş, birbir¬lerini beyinsizlikle suçlamaya başlamış ve birbirleriyle savaşlara tu¬tuşmuşlardı. Nihayet Allah'ın ilminde uygun olan zaman gelmiş, yü¬ce Allah, yalnız Allah'a yönelen, İbrahim'in tertemiz Haniflik dini¬ne dönmek isteyen, toplumunun içinde bulunduğu sapıklık anlayı¬şını horlamaya başlayan, bu sınıf arasından Kureyş'li, Mekke'Ii, Hi-caz'lı Arap bir kişi olan Muhammed b. Abdullah'ı -salat ve selam üze¬rine olsun- risale ti/elçiliği için seçmişti. O da sınırları apaçık, ana hatları besbelli, sağlam bir dine çağırmaya başladı. Bu din; ulu Al¬lah'ın bütün kemal sıfatlarıyla nitelendiği, her türlü şaibeden, mü¬nezzeh, alemlerin Rabbi olduğuna imandan oluşan temel inancıyla, sağlam ve net bir anlayışa sahipti. Yahudilerin yaptığı gibi özel bir millete özgü değildi. Hıristiyanların anladığı biçimde bir te'vile de ihtiyacı yoktu. Sonra bu din, imana ve ibadete dayalı görevleri açı¬sından insanı ve insanlığı hak, adalet, iyilik, ihsan, onur ve şeref üze¬rine kurulu bulunan olgunluğa, kemale doğru çıkarması gereken, sos¬yal ve ahlaki ilkeleri açısından da sağlam Ve berrak bir anlayışa sa¬hipti. Hareket noktası Allah'ın sözüne çağırmaktı.
... Hakka yönelerek kendini, Allah'ın insanlara yaratılışta ver¬diği dine ver. Zira Allah'ın yaratışında değişme yoktur, işte dosdoğ¬ru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. » (Rum, 30).
Kur'an, Allah'ın ona Peygamber Hz. Muhammed'e İbrahim'in ger¬çek dinini gösterdiğini ilan ediyordu:
«"Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, gerçek dine, doğruya yöne¬len ve müşriklerden olmayan ibrahim'in dinine iletmiştir." de.» (En'am, 161).
O; Kur'an lisanıyla, müslüman Araplara hitabını yöneltiyordu:
«Ey insanlar! Rüku edin, secdeye varın. Rabbinize kulluk edin. İyilik yapın ki saadete erişesiniz. Allah uğrunda gereği gibi cihad edin. O sizi seçmiş, babanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır. Daha önce ve Kur'an'da, peygamberinizin size şahid olması, sizin de insanlara şahid olmanız için, size müslüman adını veren O'dur. Artık namaz kılın, zekat verin. Allah'a sarılın. O sizin sahibinizdir. Ne güzel sahib ve ne güzel yardımcıdır.» (Hac, 77-78).
400
Tüm bu tezahürlerin bir anda ortaya çıkması doğaldır. Çünkü her dönemde, akıllarda, zekalarda, bilgilerde, deneyimlerde, ufuklarda, çalışmalarda ve ilişkilerde farklılıkların olduğunda kuşku yoktur. Her çevrede akıllı, ahmak, zeki, geri zekalı, bilgin, bilgisiz, çalışkan, tembel, hareketli, girişken, kendi halinde -çekingen, ince duygulu-anlayışlı, yüzeysel bakan, iyi ve kötü yanyana bulunabilir. Ve bun¬ların her biri, aklının erdiği, çalışması ve yeteneklerinin elverdiği sahada hareket ederler. Bu beşeri işlerde böyle olduğu gibi, din iş¬lerinde de böyledir. Buna bağlı olarak Peygamber asrında ve toplu¬munda anlayış ve kavrayış taşlara ve ağaçlara tapmaktan öteye geç¬meyen, geri zekalı putperestler olduğu gibi, süfli şeylerden ulvi şeylere yükseîebilen, önce tabiat güçlerine ibadet ettiği halde son¬ra meleklere ve cinlere tapmaya başlayan putperestlerin de bulun¬ması tabiidir. Her ihtiyaç için ayrı ayrı putlar edinen geri zekalı müş¬riklerin yanında, evrenin büyüklüğünü kavrayan ve onun bir yara¬tıcısının olmasının zorunlu olduğu sonucuna ulaşan, onun varlığı¬nı kabul etmenin yanında algılanabilen ortakları ihmal etmeyen, ze¬ki müşriklerin de var olması normaldir.
Doğrudan doğruya şirkten kurtulup, dolaylı yoldan şirke yükse¬len, ortakları şefaatçılar olarak görmeye başlayan, kendisini Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye onlara tapmaya çalışan, zeki müşri-ğin yanında, dünya menfaatlarına göre hareket eden ve tavrını ona paralel olarak belirleyen, egosunun büyüklenmesinin, zorbalığının ve geleneklerinin ardından yürüyen akıllı otorite sahibinin yanısı-ra, bunların hepsini boş ve anlamsız gören, elini ortaklardan ve şe-faatçılardan geri çeken, egosuna, zorbalığına ve geleneklere bağlı¬lığına üstün gelen, yalnız Allah'a yönelen, O'na belirlenmemiş sınır¬lar dahilinde ibadet eden, henüz bu sınırları belirleyecek yol göste¬rici biri olmadığından, kendisini de kendi kendine bu sınırları belir-leyemediğinden ona belirlenmemiş sınırlar dahilinde ibadet etme¬ye çalışan samimi -akıllı insanların bulunması da tabiidir. Bu çev-rede ve bu asırda göçebeliğin içine alabildiiğine dalan ve aşırı bir yal¬nızlık hayatı yaşayan, göçebeliğin yanında medeniyete biraz daha yakın, şt-hirle ilişkisi bulunan göçebelik vardı. Bir ölçüde yalnız yaşayan medeni insanlar olduğu gibi, yalnızlığı daha az ve daha önemsiz medenîler vardı. Ayrıca her ikisinde de okuyabilen, yaza¬bilen, elinin ulaştığı kadarıyla kitap karıştıranlar vardı. Dinler ve semavî kitaplar konusunda kendisinden daha ilerde bulunan kişi-
401
lerden yararlananlar vardı. Ufukları aşan ve dünyaya açılan yolcu¬luklar, maddi ve akli medeniyet alanında kendilerinden daha ileri seviyelerde bulunanlara temasa geçiren ilişkiler onlara iktibat ve taklid fırsatı vermişti. Sonra iktibas ettiği, taklid ettiği ve dışardan aldığı şeyleri sindirmesi; yararlısını-zararlısını, iyisini-kötüsünü, za-yıfmı-güçlüsünü, bir birinden ayırma yoluna gidenler vardı.
Peygamberlikten önceki peygamber asrını ve çevresini en gerçek¬çi ya da ona yakın biçimde ifade ettiğini umduğumuz çeşitli tablo¬ları ihtiva eden bu çerçeveye bir şey ilave etmek gerekirse deriz ki: Bununla beraber bu tabloları, bu ölçüde birbirine bağlayan iki dü¬şünce daha vardı. Ve bu iki düşünce onlarda bir ölçüde eylem birli¬ği sağlıyordu. Bu iki düşünce de «Allah» düşüncesi ve «Hac, haram aylar ve gelenekleri» düşüncesiydi. Daha Önce belirttiğimiz gibi bu ikisi uygarıyla, göçebesiyle Arapların çoğunluğunu egemenliği altın¬da tutuyordu. Ve yine bu ikisi dini ve sosyal hayatta Araplara ait önemli bir gelişmenin bariz iki görünümünden sayılırdı.
402
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır