Tekil Mesaj gösterimi
Alt 12. June 2011, 09:44 PM   #19
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

G) YAHUDİLİK, HIRİSTİYANLIK VE ETKİLERİ
Birinci bolümün üçüncü konusunda Hicaz'daki Yahudilerden ve Hıristiyanlardan söz etmiş ve onlarla ilgili ayetlerin çoğunu ora¬da vermeye çalışmıştık. Onların ne konumda olduklarını ve ahlak¬larını incelemeye gayret etmiş, onların peygamberin çevresi ve as¬rında yaşayan kitleler üzerindeki etkilerini incelemeye tabi tut¬muştuk. Başka konularda da onların Arap kültürü, dini ve dini ol¬mayan düşünceleri üzerindeki etkilerine değinmiştik. Yine, onlar¬dan Araplara geçebilme olanağı bulunan alışkanlıklardan, gele¬neklerden, alıntılardan, din ve dini olmayan düşüncelerden sözet-miştik.
Bu konuda Kur'an'm Yahudiler ve Hıristiyanlar hakkındaki tablosunu tamamlamak istiyoruz. Önce onların Peygamber asrında ve çevresinde ne ölçüde yaygınlık kazandıklarını tesbit edeceğiz. îkin-ci olarak, Yahudilik ve Hıristiyanlık düşünceleri ve inançlarıyla il¬gili tartışmaları, cedelleşmeleri ele alacak ve buradan hareketle, bu düşünce ve inançların Arapların zihinleri, düşünceleri ve kültürle¬ri üzerindeki etkilerinin önemini belirtmeye çalışacağız. Üçüncü ola¬rak, Kur'anî alıntılarla oluşturmaya çalıştığımız tabloyu tamamla¬maya yardımcı olan, geri kalan ayetleri verecek ve onların tesbît et¬tiği verileri tedkik edeceğiz.
1. Yahudilik
Birinci bolümde, Yahudilerin Hicaz'da, daha doğru bir ifade ile Yesrib ve çevresinde kitleleşmesi peygamberlikten kısa sayılama¬yacak bir zaman önce gerçekleşmişti, demiş ve delil olarak da, Ya¬hudilerin bu bölgede sosyal, ekonomik, zirai, yerleşim ve güç açısın¬dan önemli bir konuma sahip oluşlarını göstermiştik. Yanısıra, Kur'an ayetlerinin de küçümsenmeyecek ölçüde değindiği gibi, on¬ların Arap hayatı ile sağlam bir kaynaşma içine girmiş olduklarını hatırlatmıştık. Bununla beraber, Kur'an'ın onlara İsrailoğulları diye hitab etmesinin sebebi olarak onların dışardan gelmesini gös¬termiştik.
Şimdi ise diyoruz ki, Kur'an'da Yahudi Arapların varlığını, baş¬ka bir ifade ile, Yahudiliğin Arapların arasında yayıldığını gösteren açık bir ifade yoktur. Bu açıdan ele alınabilecek tek ayet Yahudiler-
403
den de ümmiler olduğunu gösteren ayettir:
«OıJarm bir kısmının okuyup yazması yoktu. Kitab'ı bilmezler¬di, bildikleri sadece bir takım yalan ve kuruntulardı. Onlar ancak vehim içindedirler.» (Bakara, 78)
"Ümmî" kavramı, kendilerini Allah'ın seçilmiş ulusu olarak gö¬ren îsrailî olmayanlar için kullanıldığı gibi, bu anlayıştan hareket¬le Araplar için de kullanılıyordu. Aşağıdaki ayetler bunu ifade et¬mektedir:
1 Kitap Ehli arasında öyleleri vardır ki, kantarlarla emanet bıraksan, onu
sana öder ve yine öyleleri de vardır ki bir dinar emanet etsen tepe¬sine dikilmerîikçe onu sana ödemez. Çünkü onlar "ümmiler&.karşı bize bir sorumluluk yoktur," demektedirler. (Al-i İmran, 75)
2 Ümmi kimseler arasından, kendilerine ayetleri okuyan, onları arıtan,
onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. On¬lar daha önce şüphesiz apaçık bir sapıklık içinde idiler. (Cuma, 2)
Bakara ayetinde sözü edilen ümmilerin, Yahudileşen Araplardan bir grup olduğunu, ya da onların İsrailoğulları Yahudilerinden bil¬gisiz bir kesim olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü kavram bu manaları kapsayabilmektedir. Fakat ayetin siyakı, birinci manadan daha çok ikinci mananın kastedildiğini ilham etmektedir. Özellik¬le ayetin siyakının, îsrailî Yahudiler hakkında olduğunu düşündü¬ğümüzde, bu yaklaşım daha da netlik kazanır. Bununla beraber ayet¬ten, îbranice yazılı bulunan dini kitapların dilini bilmeyen, ya da okuma-yazmaları olmayan ya da, cahillikleri ağır basan Yahudileş-miş Araplardan bir kesimin kastedilmiş olması da muhtemeldir.
Kur'an çerçevesi dışına çıktığımızda bazı Hicaz Araplarmm özellikle de Yesrib'tekilerinin Yahudileştiğini belirten birtakım ri¬vayetlerle karşılaşırız. Bunlara göre İsraillilerle Araplar arasında soy ilişkileri meydana gelmişti. Bu nedenle Yahudilerden dayıları olan Araplar vardı. Peygamberin de Hayber'li bir Yahudi kadınla ev-lendiği malumdur. Sonra Kur'an, müslümanlann kitaplı kadınlar¬la evliliğini kayıtsız şartsız mubah kılmıştır. Bu daha önce yürür¬lükte bulunana dönüş ya da o uygulamanın devamı olabilir. Yahu¬di dininin bir araya getirdiği birtakım insanlar arasında soy ilişki¬lerinin oluşturulmuş olması da ihtimal dahilindedir.
Her halde Yahudiliğin Hicaz Arapları arasında bir ölçüde yayıl¬mış olduğunu söylemek mümkündür. Fakat gerçekten tercihe şayan bir yaklaşım da, onların birbirinden kopuk bireyler halinde olduğu
404
ve dar çerçeveli kaldığıdır. Kur'an ayetlerinin hitabından ilham alarak Hicaz'da Yahudileşen Arap kabileleri olmadığını söyleyebi¬liriz. Eski ve yeni yazarların bu konuda kaydettiklerini sağlıklı bir temele dayanmayan aşırılıklar ve haddi aşmalar olarak görüyo¬ruz. Çünkü Kur'an Medeni ayetlerde, çağdaşı olan Yahudilere îsra-iloğulları diye hitab etmiş, onların ahlakları ve gelişme dönemleriy¬le Musa (a) zamanından ve ondan sonraki dönemlerden beri var ola¬gelen, eski îsrailoğullarınm ahlakları ve gelişme dönemleri ara¬sında bağlar kurmaya çalışmıştır. Peygamberin ders olsun diye ce¬zalandırdığı, sürgün ettiği kimseler de Kur'an nasslarınm ilhamı¬na göre îsrailî azınlıklardandı. Bunlar, kendilerine ait özel köyler¬de ve mahallelerde yaşıyorlardı. Görebildiğimiz kadarıyla hiçbir rivayet Medine'deki Beni Kurayza, Beni Nadir, Beni Kaynuka Ya¬hudileri; Hayber, Vadi'1-Kura ve Şam yolu üzerine düşen birtakım küçük köylerde yaşayan Yahudiler dışında kitleleşmiş Yahudilerden söz etmektedirler.
Sürtüşme Peygamber ile onların öncekileri arasında başgösteri-yordu. Kur'anî eleştiri ve hitabın îsrailoğulları diye kendilerine yöneltildiği kimseler de onlardı. Bunlar ile sonrakiler arasındaki kan, gelenek, alışkanlık, dil ve asabiyet bağları gerçekten sağlamdı.
Hicaz'da durum bundan ibaretti. Müfessirler ve siret ravileri Bu-ruc Sûresinin ayetleri sadedinde kaydediyorlar ki:
«Kahrolsun o ateş dodurulup tutuşturulmuş hendeğin adamla¬rı. Onlar, hendeklerin başında oturmuşlardı; müminlere yaptıkla¬rını seyrediyorlardı. Mü'minler sırf Aziz, övgüye layık Allah'a inan¬dıkları için onlar bu mü'minlerden öc almışlardı.» (1-8 ayetler).
Yahudilerden birtakım hahamlar, Yesrib'ten Yemen'e gittiler ve orada bölgenin Kralı Zu Nuvas'a Yahudiliği kabul ettirdiler. Memleketin Yahudiliği kabul etmesi için çalışmasını sağladılar. Bu arada memlekette Hıristiyanlar da vardı. Onlar bu harekete kar¬şı şiddeti tepki gösterdiler. Yahudiler onları krala ispiyon ettiler. Kral uzun hendekler kazdırdı. İçlerinde ateşler yaktırdı ve Yahudi¬liği kabul etmeyen her Hıristiyanm yakılmasını emretti. Bu rivaye¬te göre Habeşlilerin, Yemen'e karşı savaşmaları ve orayı işgal etme¬lerinin başlıca nedeni, Yemen Hıristiyanlarının zorda kalmalarıdır.
Eğer bu rivayet doğru ise -çünkü rivayet içeriği yönünden tartış¬ma götürdüğü gibi, ayetlerin bununla tefsiri de tartışma götür¬mektedir- Yahudiler dinlerini (Yemen'de) yaymayı büyük ölçüde
405
başarmışlar demektir. Yalnız Kur'an'da bu olaya ışık tutan açık ya da kapalı bir işaret olmadığını da belirtmeliyiz. Şuna da dikkat çekmeliyiz ki: Ne siret kitaplarrne de eski tarihler, Ömer b. Hattab döneminde Peygamberin "Arap yarımadasında iki din kalmalıdır."37 şeklindeki vasiyetinin uygulanması gereği olarak Hıristiyanların sü¬rüldüğü sırada, Yahudilerin de Yemen'den sürüldüğünü kaydet¬mektedir. Hatta Ebu Ubeyde Rasulullah'ın söylediği son sözün "Ya¬hudileri Hicaz'dan çıkarın, Yemen'in Necran bölgesindeki Hıristi-yanları Arap yarımadasından çıkarın."38 şeklindeki vasiyeti olduğu¬nu rivayet etmiştir.
Bu da Peygamberin son dönemlerinde Yemen'de Yahudilerin olmadığını, yalnız onlardan Hicaz'da birtakım kırıntılar, döküntü¬ler kaldığım göstermektedir.
Açık olan görüş odur ki: Habeşliler Yemen'le savaştıktan, onla¬ra karşı zafer kazanıp kısa sürmeyen bir zaman boyunca oraya ha¬kim olduktan sonra -ki bunlar Hıristiyan kimselerdi Yahudileri Yemen'den dışarı sürdüler, çünkü Yahudilikle Hıristiyanlık arasın¬da düşmanlık, gerçekten köklü bir düşmanlıktı. Orada Yahudilerin var olduğunu, ya da Arapların Yahudiliği kabul ettiği rivayetini sağ¬lıklı olarak kabul etsek de, durum değişmez. Oraya hakim olduktan sonra Yahudileri teşvik ve tehditle Yahudilikten vazgeçirmişlerdir. Habeşlilerin oraya hakimiyetinden sonra Yahudilerin orada bir gü¬cü kalmamıştı. En azından, rahatlıkla algılanabilecek bir varlıkla¬rı kalmamıştı. Bu savaştan daha önce varolduklarını kabul etsek de nafile. Sonra bu gözle görülmeyecek derecede zayıflayan varlıkları, çok geçmeden başka bir güç tarafından yutulmuştur. İslam'ın ege¬menliğine geçmiş ve orada tükenmiştir.
Biz bugün Yemen'de Yahudi bir grup olduğunu ve bunların ken¬dilerini peyamberlikten önceki Yahudilerin torunları olarak gördük¬lerini biliyoruz. Fakat tercihimize, daha doğrusu inancımıza göre bu düşünce doğru değildir, sırf cahillik ve böbürlenmekten kaynaklan¬maktadır. Onlar da Endülüs'teki Arap devleti yıkıldıktan sonra do¬ğu ülkelerine dağılan Yahudiler gibi dışarıdan Yemen'e gelmişlerdi.
Yemen'deki Yahudiler için durum bu olduğuna göre, Arap Yarı¬madasının diğer bölgelerindeki Yahudiler için de durumun böyle ol¬ması pek tabiidir. Daha doğrusu orada da Yahudi bir azınlığın,
37 Hâzin, II, 212, Kıtabu'l-Emval; s. 98.
38 Kıtabu'l-Emval, s 99
406
Araplardan oluşan bir Yahudiliğin bulunmaması normal karşılana¬caktır.
Peygamberin Peygamberlikten önceki çevresinde, Yahudi dindar¬lığın geniş alanlara yayılmamış olması, Arapların onun etkisinde kal¬madığı anlamına gelmez. Biz Arapların büyük ölçüde onlardan et¬kilendiğine inanıyoruz. Dini düşüncenin gelişmesinde özellikle "Al¬lah" düşüncesinde, Arapların kendilerini İsmail ve İbrahim'in torun¬ları olarak görme geleneklerinde, bundan kaynaklanan diğer gele¬neklerinde, Nebiler ve Rasuller ile ilgili haberlerde, onlarla ümmet¬lerinin kısslan, meleklerle ilgili haberler, meleklerin Allah'a bağlı¬lıkları, Adem ile İblis kıssası, gibi dini bir nitelik taşıyan düşünce¬lerinde, bilgilerinde ve kültürlerinde onlardan etkileniyorlardı. On¬ların arasındaki görüş ve mezhep ayrılıklarına, dini kitaplarına ve dini makamlarına, aralarındaki tartışmalara, sürtüşmelere, kitap¬larında yer alan niteliklere, Araplardan bir peygamberin gönderil¬mesiyle ilgili geleneksel anlayışlara varıncaya kadar her şeyde on¬lardan etkilenme sözkonusuydu. Çeşitli ayinlerde ve geleneklerde de bu etkileşim gözlenebiliyordu.39 Sünnet olma, cünüplükten yıkan¬ma, hayz halindeki kadından uzaklaşma, Arube gününde -bu cuma günüdür- toplanmalar düşüncesinde bu etkinin tezahürleri gözlene-biliyordu. Geçen fasıllarda değişik münasebetlerle daha başka etki¬leşim alanlarından sözetmiştik. Buna ilave olarak onların dini, kültürel, sosyal ve ekonomik olarak toplumdaki konumları da, da¬ha önceleri değindiğimiz gibi, Arapların yaşamları üzerinde etkili olmalarını sağlıyordu.
Kur'an'da, Peygamber ile Yahudiler arasındaki tartışmalar ve mücadelelerle ilgili olarak kaydedilen ve peygamberlikten önceki du¬ruma ışık tutabilecek birtakım ipuçları taşıyan Yahudilerle ilgili bir dizi ayet vardır.
Bu ayetlerin bir kısmı, İbrahim ve İbrahim'in dini, Yahudilerin kendilerinin ona daha yakın olduklarını, kendi dinlerinin de onun dini olduğunu iddia etmeleriyle ilgilidir. Aynı şekilde bunların bir kısmı onların Kâ'be, Kâ'be'nin eskiliği, fazileti, İbrahim ve İsmail ile ilişkisi sadedindedir. Onların aldatma ve inkara dayalı tutumları-nı eleştirmektedir. Bu ayetler, bir kısmını geçen konuda, bir kısmı¬nı da hac konusunda naklettiğimiz Bakara, 125-140; yine geçen konuda naklettiğimiz Al-i İmran, 65-68 ve 96-97 ve Hac konusunda
39 Hâzin; I, 103
407
naklettiğimiz Hac Sûresi, 20-27. ayetleridir. Bu ayetler şu noktaları belirtip açıklıyor:
1- İbrahim ve İsmail'in Kâ'be ile, onu inşa etmekle Haram bel¬de ile ilişkisi, orasının güven ve huzur ortamı oluşu ve rızkının ko¬laylaşması için dua etmeleri.
2- Allah'ın evi olarak Kâ'be'nin Önemi, insanlardan gücü yeten¬lerin, ona yol bulanların orayı ziyaret etmesinin farz oluşu, Haccın ve ibadetlerinin önemiyle, İbrahim'in (a) ilişkisi.
3- İbrahim ve İsmail'in (a) Araplarla ilişkisi ve ikisinin onların babası oluşu. Zürriyetlerinin -Bakara 128-129. ayetlerindeki delile göre bundan kastedilenler Araplardır- müslüman olmaları, kendi¬lerine Allah'ın ayetlerini okuyacak, onları arındıracak, onlara kita¬bı ve hikmeti öğretecek içlerinden bir peygamber göndermesi için dua etmeleri.
4- İbrahim ve Ya'kub'un kendi çocuklarına, sırf Allah'a boyun eğ¬melerini, ona teslim olmalarını vasiyet etmeleri; İbrahim, İsmail, İs-hak, Yakub ve torunlarının (Esbat) Musa, îsa ve diğer peygamber¬lerin bağlı bulunduğu dinin bu olduğu.
5- Yahudilerin, İbrahim bizim dinimizdendi, demelerinin tutar¬sızlığı. Onun ne Yahudi ne de Hıristiyan olduğu, müşriklerden ol¬madığı, tertemiz bir Müslüman olduğu, insanların kendisine en yakın olanının, onun torunu olduklarını söyleyenlerin değil, onun yo¬lunu izleyenler olduğu, Allah'ın İbrahim'e vaadinin onun soyundan gelen zalimlere, sapmışlara ulaşamayacağı, tabii olarak da Yahudi¬lerin İbrahim'in soyundan gelmiş olmalarının onların İbrahim'e daha yakın olduğunu göstermeyeceği ve kendilerinin onun dininden sapmış olduğu.
Bakara ve Al-i İmran ayetlerinin siyakından hareketle bu Kur'an'î beyanatların, ancak Yahudilerin iddialarım, delillerini, tartışmalarını ve büyüklük taslayışlarını reddetmeye yönelik oldu¬ğunu çıkarabiliriz.
Yahudilerin bu iddiaları aynı zamanda peygamberlikten önce de büyüklük taslama ve Araplara karşı övünme, kendilerinin onlar ara¬sındaki önemli konumlarını sağlamlaştırma yoluyla gündeme geli¬yordu. Onlar hicretten sonra peygamberin hareketinin gittikçe güç¬lendiği ve kendi konumlarını zedelemeyi de hedeflediğini anladık-larında onunla tartışmaya münakaşaya deliller ileri sürmeye baş¬ladılar. Araplara karşı ileri sürdükleri iddialarıyla çelişmeye baş-
408
ladılar. Bu nedenle, birinci bölümün üçüncü konusunda naklettiği¬miz Bakara 87-88. ayetlerin eleştirisine hedef olmuşlardı. Belirtti¬ğimiz gibi bu iddiaların peygamberlikten önce de ileri sürüldüğünü destekleyen bir nokta da Kur'an'm bu reddiye ve beyanatlarının, ta¬şı gediğine yerleştirme ve onların önündeki tüm kapıları kapatma şeklinde gelmiş olmasıdır. Bunların hepsinde, herhangi bir neden¬le öne sürülen Yahudiler ve Yahudilik ile ilgili tablolar vardır.
Yine bizim tercihimize göre, Araplarla Yahudiler arasında, İbra¬him'i ata kabullenmede, İbrahim ve İsmail'in inşa ettiği, Kâ'be, hac ve hac gelenekleriyle ilgili tartışmalar oluyordu. Yahudiler tüm peygamberlerin, kendi ataları olan İshak'm soyundan geldik¬lerini ileri sürerek Araplara karşı üstünlük taslıyorlardı. Onların bu tavırları, üstünlük taslamaları ve tartışmaları hicretten sonra da sürmüştü. Kur'an İbrahim ve İsmail'in Arapların atası olduğunu be¬lirtmiş, onların ikisinin Kâ'be, Kâ'be'nin yapılışı, eskiliği ve fazile¬tiyle ilişkilerinin olduğunu ifade etmiş, İbrahim'in Hac ve Hac iba-detleriyie ilişkisini tesbit etmiş ve Arapların görüşünü desteklemiş¬tir. Nesilden nesile bir birine aktardıklarına paralel açıklamalar ge¬tirmiştir. Sonra İbrahim ve İsmail'in niyazını; kendilerim arındır¬ması, kitap ve hikmeti olanlara öğretmesi için Araplardan bir pey¬gamber göndermesini Allah'tan dilemelerini, Allah'ın onların duası¬nı kabul edip Muhammed'i onlara göndermesini dile getirmiştir. Cu¬ma Sûresinde şöyle denmiştir:
«Ünımi kimseler arasından kendilerine ayetlerini okuyan, onla¬rı arıtan, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Onlar daha önce şüphesiz apaçık bir sapıklık içinde idiler. On¬lardan başkalarına da -ki henüz onlara katılmamışlardır- Kitap ve hikmeti öğretmek üzere peygamber gönderen Allah'tır. O güçlüdür hakimdir. Bu, Allah'ın dilediğine verdiği lûtfudur. Allah büyük lü¬tuf sahibidir. Kendilerine Tevrat Öğretildiği halde onun gereğini yap¬mayanların durumu, sırtına kitap yüklenmiş merkebin durumu gi¬bidir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan kimselerin durumu ne kötüdür. Allah zlimlerî doğru yola eriştirmez.» (2-5. ayetler)'
Yine bu Kur'anî beyanatlarda, Ümmi-Arap olan Rasulün gönde¬rilişi vurgulanmakta, Allah'ın kendi faziletini dilediği kimseye ve¬rişinde herhangi bir sakınca olamayacağı belirtilmekte, Tevrat'ta yer alan müjdelemeleri ve ilkeleri bilmezlikten gelen Yahudiler eleşti¬rilmektedir. Bu da gösteriyor ki Yahudiler peygamberliğin yalnız
409
kendilerine özgü olduğunda ısrar ediyor, Ümmi-Arap Peygamber'in peygamberliğini inkâr ediyorlardı. Halbuki onların bu tavırlarında üstünlük taslama vardı. Daha önceleri söyledikleri ve Araplara karşı kendisinin çıkışını bekledikleri anlayışla çelişiyorlardı. Bildik¬leri şeyleri bilmezlikten geliyorlardı. Bunların hepsi de, açıkça gö-rüldüğü gibi, belirtmeye çalıştığımız konu ile ilişkili şeylerdir.
Al-i İmran'ın 96-97. ayetlerine dikkat çekip, onların siyakların¬dan ve içeriğinden hareket ederek bu ayetlerin, Yahudilerin kıble de¬ğişikliği ile ilgili olarak çıkardıkları bir tartışma üzerine indikleri¬ni söylemek istiyoruz. Onlar Peygamber 'in önce Mescid-i aksa'ya yö¬neldikten bir süre sonra, Kâ'be'ye yönelişini dillerine dolamışlardı. Yahudiler kıble değişikliğine büyük önem verdiler. Onlar bunda, ken¬dilerinin konumlarını sarsan başka şeyler görüyorlardı, iddiaları¬nın ve üstünlük tasladıkları şeylerin birer birer yokolduğunu farke-diyorlardı. Onun için mücadeleye başladılar; kuşku yaratmaya, ka¬ralamaya ve düzenbazlıklara başvurdular. Nitekim Bakara Sûresin¬de bir dizi ayet bu tavırlarına değinmiştir. Onlar artık Kâ'be ile Mes¬cid-i Aksa arasında üstünlük yarışına girmiş bulunuyorlardı ki, Al-i İmran'ın bu ayetleri inmiş, Kâ'be'nin üstünlüğünü, faziletini ve önemini dile getirmiştir.
Sözü edilen ayetlerden Yahudilerin tartışma ve deliller getirme¬siyle ilgili bir kısmı şöyledir:
«İnsanların beyinsizleri "yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir?" diyecekler; de ki: "Doğu da batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola eriştirir." Böylece sizi, insanlara şahid ve örnek olmanız için, orta bir ümmet yaptık. Peygamber de size şahid ve örnektir. Se¬nin yöneldiğin kıbleyi, Peygambere uyanları, cayacaklardan ayırdet-mek için kıble yaptık. Doğrusu Allah'ın yol gösterdiği kimselerden başkasına, bu ağır birşeydir. Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak de¬ğildir. Doğrusu Allah insanlara şefkat gösterir merhamet eder. Yü¬zünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnud olacağın kıbleye, seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i haram'a çevir; bulun¬duğunuz yerde yüzlerinizi, o yöne çevirin. Doğrusu kitap verilenler, bunun Rabblerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından gafil değildir. Sen kitap verilenlere her türlü delili getirsen yine de kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Andolsun ki eğer sana gelen ilimden sonra, onların heveslerine uyarsan şüphe-
410
siz o zaman zulmedenlerden olursun. Kendilerine kitap verdikleri¬miz, Onu, oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir takımı doğrusunu bile bile hakkı gizlerler. Gerçek Rabbindendir sakın şüphelenenlerden ol olma.» (Bakara, 142-147).
Yukardaki ayetlerden önce de, bu konuyla yakından ilgili olun. Kâ'be'nin faziletini İbrahim ve İsmail ile ilişkisini anlatan 125-140. ayetler okunmalıdır.
Bu ayetlerin hepsi de, kıble değişikliği nedeniyle Yahudilerin ser¬gilediği aldatma, yüz çevirme ve kuşkulandırma çabalarını anlat¬maktadır. Öyleyse biz buradan hareket ederek, onlarla Araplar arasında peygamberlikten önce de Kâ'be ile Mescid-i Aksa'nın üstün¬lüğü konusunda bir takım cedelleşme ve tartışmaların meydana geldiğini söyleyebiliriz. Çünkü Araplar, Kâ'be'yi Allah'ın yüce evi ola¬rak kabul ediyor, O'na yüce bir değer veriyorlardı. Yahudilerin on¬lara tam üstünlük sağlayabilmeleri için, kendi mescidleri olan Bey-tül-Makdis'in Arapların Kâ'be'sinden üstün olduğunu ileri sürme¬leri gerekiyordu!
Konumuzla ilgili olarak dikkat çekilmesi gereken bir nokta da 142-147. ayetler dizisinde yer alan iki bölümdür;
1 Kendilerine kitap verilenler O'nun Rablerinden (gelen) Hak olduğu-
nu biliyorlar... (144. ayet)
2 Kendilerine kitap verdiklerimiz, çocuklarını nasıl tanıyorlarsa, O'nu
da tanıyorlar. Onlardan bir grup bildikleri halde Hakkı gizliyor¬lar... (146. ayet)
Bu iki bölüm Yahudilerin Kâ'be'nin önemi ve fazileti konusun¬dan habersiz olmadıklarını, onu bilip, itiraf ettiklerini güçlü bir bi¬çimde ilham etmektedir. İşte bu nedenle onlar kendi kendileriyle çe¬liştiklerinde, bildikleri şeyleri kıble değişikliği sırasında inkâr et¬meleri nedeniyle, Kur'an'ın sert eleştirisine müstehak oldular. Ter¬cihe şayan odur ki, onların bu bilgileri ve itirafları Hicret'ten önce de, hatta peygamberlikten önce de vardı. Zira bu değişiklik Hicre¬tin başlarında gerçekleşmişti. Müslüman Araplar ve onlardan Ya¬hudilerle temas halinde olanlar, bunu biliyor ve onlardan duyu¬yorlardı. Açıktır ki, Yahudilerin, Arapların dini gelenekleri üzerin-da, ya da onları destekleme ve sağlamlaştırmada etkileri vardı. Pek tabii olarak onların, Kâ'be'nin değerini ve faziletini kabul etme¬leri ile üstünlük taslama türünden Mescid-i Aksa'yı üstün tutmuş olmaları arasında bir çelişki yoktur.
411
Peygamber ile Yahudiler arasında, yenecek maddelerin haram sayılması konusundaki tartışmayla ilgili Al-i İmran Süresindeki, aşa¬ğıdaki ayetler de bu konuyla ilgilidir:
«Tevrat'ın indirilmesinden önce, İsrail'in kendilerine haram et¬tiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helaldi. De ki: "Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun." Bundan sonra Allah'a karşı kim yalan isnad ederse işte onlar zalimlerdir» (Al-i İmran, 93-94).
Bu ayetlerin ifadesine göre, Yahudiler, kendilerine haram kılı¬nan şeylerin, daha önce İsrail'e -Bu ad Yâkub (a) için kullanılıyor¬du- de haram kılınmış olduğunu ve bu haram saymanın İbrahim'in dinine dayandığını iddia ediyorlardı. Bu konuyla ilgili olarak, onlar ile Peygamber arasında bir tartışma çıkmış, ayetler de gerçeği açık-lamak için inmişti. Onlara Tevrat'ı getirmeleri ve tartışma toplan¬tısının içinde okumaları şeklinde meydan okumuştur. Eğer iddiala¬rında doğru kimseler ise böyle yapmalarının bekleneceğini bildirmiş¬tir. Bu da onların bu tutumlarında büyüklük tasladıklarını, insan¬ları aldatmaya çalıştıklarını göstermektedir.
Yiyecek maddelerinin haram sayilmasıyla ilgili olarak En'am ve Nahl Sûrelerinde bir takım ayetler vardır. En'am ayetleri, keyfi ola¬rak helal ve haram kılma dolayısıyla müşrik Arapların eleştirildi¬ği, tenkid edildiği bir çok ayeti içermektedir. Nahl ayetleri de müs-lümanlara keyfi olarak helal kılıp, haram saymaya kalkmamaları-nı emretme, Allah'ın haram kıldığına uymalarını, teiniz ve halal kıl¬dıklarını da yemelerini öğütleme konusuyla ilgili olarak gelmişler¬dir. Şöyle ki:
/ 1 De ki: "Bana vahy olunanda leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki pistir- ve günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başka¬sını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum; fakat darda kalan, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aş-, mamak üzere bunlardan yiyebilir." Doğrusu Rabbin bağışlar ve me:rhamet eder. Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. On¬lara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağla¬rım da haram kıldık. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde ce¬zalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüz. (En'am, 145-146) 2 Yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız, Allah'ın size helal ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin, O'nun nimetini şükredin. Allah size ancak leşi, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkasının adına kesilenleri
412
haram etmiştir Darda kalan, aşın gitmemek ve başkasının hakkına el uzatmamak şartıyla bunun dışındadır. Allah şüphesiz bağışlar, mer¬hamet edeı. Diliniz yalana alışmış olduğu için, "Şu haram, bu helal¬dir" demeyin, zira Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Al¬lah'a karşı yalan uyduranlar İse iflah olmazlar. Az bir geçim ve ar-dından can yakıcı azab onlaradır. Sana anlattıklarımızı daha önce Ya¬hudi olanlara da haram kılmıştık. Biz onlara zulmetmedik, onlar ken¬dilerine zulmediyorlardı. (Nahl, 114-118).
Bilindiği gibi Tevrat ölü etini, kanı, domuz etini, tırnaklı hayvan¬ları vesaireyi haram kılmıştı. En'am'ın, 135-144. ayetleri müşrik Arapları, keyfi olarak haram kılma.ve helal saymaya girişip onla¬ra dini boya çektiklerinden dolayı eleştirince, En'am ayetlerinin ilham ettiğine göre Yahudilerin de bir takım haram kılma ve helal saymalara giriştiklerini ileri sürdüler. Buna bağlı olarak sûrenin 144-145. ayetleri de, genel olarak haram olan şeylerin, ölü eti, kan, domuz eti, Allah dışında başka varlıkların adına kesilen şeyler ol¬duğunu, Yahudilere haram kılman bunların dışındaki şeyler, pis ve kötü olduğundan değil, yalnız onların taşkınlıklarına, azgınlıkları¬na bir ceza olarak haram kılındığını belirterek müşriklerin yakla¬şımlarını reddetti. Öyle anlaşılıyor ki, ya müşriklerin karşı çıkışla¬rı, ya da Arapların eski gelenekleri sebebi ile, bu konu ikinci defa müslümanlar arasında da tartışılmış, bunun üzerine ilahi hikmet gereği olarak Nahl ayetleri inmişti. Ve pis ve kötü olduğundan ha¬ram kılman şeylerin yalnız dört tane olduğunu, bunların dışında ola¬rak Yahudilre haram kılınan şeylerin bu açıdan değil, onların zulüm¬leri nedeniyle haram kılındığını belirttiler. Buradan da açığa çıkı¬yor ki, peygamberlikten önce Araplar, Yahudilere haram kılman şey¬leri biliyorlardı. Öyle anlaşılıyor ki, Araplar haram kılma ve helal yapmalarında, Yahudilerin bu durumlarını kendileri için bir maze¬ret olarak görüyorlardı. Burada da Yahudiler ve Yahudiliğin Arap¬ların dini gelenekleri üzerindeki etkisi ortaya çıkmaktadır.
Bu ayetlerin bir kısmı da Yahudiliğin yasama ve yargı organla¬rıyla ilgili olarak gelen ayetlerdir. Şu ayetlerde bunu görüyoruz:
«Ey Peygamber! Kalbleri inanmamışken, ağızlarıyla "inandık" di¬yenler, Yahudilerden yalana kulak verenler ve başka bir topluluk he¬sabına casusluk edenlerden inkara koşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden değiştirirler de "Böyle bir (fetva) size verilirse alın, verilmezse kaçırtın" derler. Allah'ın fitneye düşmesini dilediği kim¬se için, Allah'a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar Allah'ın
413
kalblerini arıtmak istemediği kimselerdir. Dünyada rezillik onlara¬dır. Onlara ahirette de büyük azab vardır. Onlar yalana kulak ve¬rirler, haram yerler. Eğer sana gelirlerse ister aralarında hükmet, isterse onlardan yüz çevir; yüz çevirirsen sana bir zarar veremezler. Eğer hükmedersen aralarında adaletle hüküm ver. Allah adil olan¬ları sever. Allah'ın hükmünün bulunduğu Tevrat yanlarında iken, ne yüzle seni hakem tayin ediyorlar da sonra bundan yüz çeviriyor¬lar? İşte onlar inanmış değillerdir. Doğrusu biz yol gösterici ve nur-landırıcı olarak Tevrat'ı indirdik. İslam olmuş Peygamberler, onun¬la Yahudilere hüküm verirlerdi. Kendilerini Allah'a vermiş rabba¬niler ve alimler de Allah'ın kitabını korumakla görevlendirildikle¬rinden (onunla hüküm verirlerdi) ve onu gözleyip kollarlardı. O halde insanlardan korkmayın, benden korkun, ayetlerimi hiçbir değerle değiştirmeyin; Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte on¬lar kafirlerdir. Orada onlara cana can, göze göz, buruna burun, ku¬lağa kulak, dişe dişle ve yaralara karşılıklı ödeşme yazdık. Kim hak¬kından vazgeçerse bu onun günahlarına keffaret olur. Allah'ın in¬dirdiği ile hükmetmeyenler işte onlar zalimlerdir.» (Maide, 41-45).
İçerik olarak ayetler, Yahudilerin, şeriatlarının bir takım hüküm¬lerini ihlal ettiklerini, bazı adamlarını Peygamber'e, problemlerin¬den birinde kendi arzularına uygun hüküm verir umuduyla, ona mahkeme olması için gönderdiklerini göstermektedir. Bu nedenle ayetler onların hareketlerini akıl almaz şeyler olarak değerlendir-miştir. Nasıl kendi yanlarında bulunan, Allah'ın indirdiği, Pey¬gamberin kendisiyle hükmettiği hidayet ve aydınlık rehberi Tevrat'ı hakem kabul etmiyorlar da Peygamberi hakem tayin ediyorlar! Sonra Tevrat'ın kanunlar ve yaralamalarla ilgili hükümlerini kay¬detmiş ve bu konularda kendisiyle hükmedilmesi gerekenin de on¬lar olduğunu ifade etmiştir.
îbn Hişam ve Müfessirler bu ayetlerin zina eden bir kadm-erkek meselesiyle ilgili olarak indiğini belirtmektedir, Peygamber (s.) Tevrat'ın hükmü gereği olarak bu meselede recm hükmünü uygula¬mak istemiş, Yahudiler bu hükmü kabul etmemiş Peygamber de on¬lardan Tevrat'ı getirmelerini istemiş, bu konuda müslüman olmuş bir Yahudi bilginden yardım istemiş ve verdiği hükmün Tevrat'a uy¬gun olduğunu ispat etmesini taleb etmiştir. Fakat ayetlerin siyakı¬na baktığımızda yalnız kısas hükümlerinin kaydedilmiş olduğunu görüyoruz. Bu durumda sözkonusu rivayeti kabul etmemiz pek ko-
414
lay değildir. Netice olarak; ayetler, İslâm'dan önce Arapların mese¬lelerinde ve problemlerinde baş vurduğu kaynaklarından birinin de Yahudiler olduğunu ilham etmektedir. Yahudilerin yanlarında bu¬lunan semavî yasalar, ilimler, bilginler ve hahamlar nedeniyle Araplar üzerinde olumlu-olumsuz etkileri oluyordu. Bu da işlediği¬miz konuyla ilgili bir meseledir.
Ayrıca bu ayetlerden anlaşıldığına göre:
1- Yahudilerde yargı görevini üstlenenler, Tevrat şeriatının ko¬ruyucuları olmaları, yargının temelini de bu şeriatın oluşturması ha¬sebiyle hahamlar ve rabbani bilginlerdir.
2- Bu ayetlerde, Yahudilerin şeriat karşısındaki tutumlarından bir tablo sunulmaktadır. Peygamberin asrında ve çevresinde bulu¬nan Yahudi bilginlerin ve hahamların bazı hükümleri ihlal ettikle¬ri, onlar hakkında bir takım düzenbazlıklara giriştikleri ifade edil¬mektedir.
Bu son tablo, başka ayetlerden de açıkça anlaşılmaktadır. Buna göre onların bu tutumları Tevrat'ın bütün metinleri için geçerliydi ve Peygamberlikten önceki durumları da buydu:
1 Vay kitabı kendileri yazıp, sonra da onu az bir değere satmak için, "Bu
Allah kalındandır" diyenlere! Vay yazdıklarına! Vay kazandıkları¬na (Bakara, 79).
2 Onlardan bir grup, kitapta olmadığı halde kitaptan zannedesinîz diye
dillerini eğip bükerler. O Allah katından olmadığı halde: "'Allah ka-tmdandır" derler. Bile bile Allah'a karşı yalan söylerler. (Al-i İm-ran, 78).
3 Allah kitap verilenlerden: "Onu insanlara açıklayacaksınız, gizleme-
yeceksiniz" diye ahid almıştı. Onlar ise, onu arkalarına atıp az bir değere değiştiler. Alış verişleri ne kötüdür. Ettiklerine sevinen ve yapmadıklarıyla övünmekten hoşlananların; sakın onların azabdan kurtulacaklarını sanma, elem verici azab onlaradır. (Al-i îmran, 187-188).
Ayetler, onların bu tutumlarını, dünya menfaatlerini istemele¬rine, başkalarına karşı büyüklük taslamayı arzu etmelerine ve di¬ni sömürmelerine bağlamaktadır.
Yahudilerin, Üzeyr'in Allah'ın oğlu olduğuna inanmaları sade¬dindeki ayetler de bu ayetlerdendir. Nitekim aşağıdaki ayette bu¬na işaret edilmiştir:
«Yahudiler, "Üzeyr Allah'ın oğludur" dediler.» (Tevbe, 30).
415
Ayet, bu inancın Peygamber asrında ve çevresindeki Yahudile¬rin ya da onlardan bir grubun inancı olduğunu göstermektedir.
Hz. Meryem'e iftira atmaları ve Mesih'in öldürüldüğünü iddia et¬meleriyle ilgili ayetler de bu ayetlerdendir:
«Sözleşmelerini bozmaları, Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri, Peygamberleri haksız yere öldürmeleri, "Kalblerimiz perdelidir" demelerinden ötürü (başlarına bela getirdik). Allah, inkarlarına karşılık onların kalblerini mühürledi, onun için bunların ancak pek azı inanır. Bu bir de inkarlarından, Meryem'e büyük bir iftira¬da bulunmalarından ve: "Meryem oğlu İsa Mesih'i -Allah'ın elçisi-öldürdük" demelerinden ötürüdür. Oysa onu öldürmediler ve asma¬dılar, fakat onlara öyle göründü. Ayrılığa düştükleri şeyde doğrusu şüphededirler, bu husustaki bilgileri ancak zanna uymaktan ibaret¬tir. Kesin olarak onu öldürmediler, bilakis Allah onu kendi katına yükseltti. Allah güçlüdür, hakimdir.» (Nisa, 155-158).
Ayetler, Yahudilerin Peygamber asrında ve çevresinde, açıktan açığa Hz. Meryem'e iftira attıklarını ve Mesih'i öldürmekle kasıldık¬larını göstermektedir. Bunun, daha önce açıkladığınız gibi, onların inançlarıyla ilgili olduğu açıktır.
Peygamberin Tevrat ve İncil'de yer alan sıfatlarıyla ilgili olan ayetler de bu ayetlerdendir. Aşağıdaki Mekkî ayette bunu görüyo¬ruz:
«Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları, o Elçiye, o Üm-mî peygambere uyanlar; O Peygamber onlara, uygun olanı emreder ve fenalıktan men'eder, teiniz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılar..» (A'raf, 157).
Şu ayetlerde de görüleceği gibi, Yahudilerden Allah'a, Peygam-ber'e ve Kur'an'a iman edenlerin olduğunu gösteren ayetler vardır:
1 Kitap ehlinden Allah' a, sîze indirilene ve kendilerine indirilmiş ola-
na -Allah'a huşu duyarak- inanıp, Allah'ın ayetlerini az bir değere değişmeyenler vardır. İşte onların ecirleri Rabb'Ierinin kalındadır. (Al-iİmran, 199).
2 Fakat içlerinden ilimde ileri gitmiş olanlar ve müminler, sana indiri-
lene ve senden önce indirilene inanırlar... (Nisa, 162).
3 îsrailoğıiflan bilginlerinin bunu bilmesi de onlar için bir delil değil mi?
(Şuara, 197).
4 De ki: "Eğer bu kitap Allah katından ise ve siz de onu İnkar ederse-
niz; İsraİloğullarından bir şahid de bunun böyle olduğuna şehadet
416
edip te İnanmışken, siz yine de büyüklük taslarsanız, bana söyleyin kendinize yazık etmiş olmaz mısınız?" (Ahkaf, 10).
Pek tabii olarak A'raf ayeti de diğer Kur'an ayetleri gibi, Yahu¬dilerin ve Hıristiyanların gözleri önünde okunuyordu. Buradan ha¬reketle diyebiliriz ki: Peyamber asrında ve çevresinde Yahudilerin ellerinde bulunan Tevrat'ta, kendi sapıklıklarını düzeltmeye yara¬yacak, yükümlülüklerinin bir kısmını hafifletecek, hükümlerle bir¬likte, Peygamber'in sıfatlarına açıkça ya da işaret yoluyla yer veril¬miştir. Ayrıca onlardan Peygamber'e iman edenler ise, Muhamme¬di Risalette, daha önceki kitapları tasdik edici bir doğruluk buluyor, ıslahata yönelik yüce hedefler peşinde olduğunu idrak ediyordu. O'nun sıfatlarının daha önceleri kendi kitaplarında geleceği müjde-lenen peygamberin sıfatlarına uyduğunu biliyorlardı.
İnkâr edenlerin inanmamaları ise, bu konuda ve daha başka yerlerde naklettiğimiz pek çok Kur'an ayetinde, özellikle de birin¬ci bölümün üçüncü konusunda verdiğimiz ayetlerde değinildiği gi¬bi başka nedenlere dayanıyordu Arada kıskançlık, kin> büyüklük tas¬lama, sarsılmakta olan özel menfaatlara ve makamlara dört elle sa¬rılma, içlerine sinmiş bulunan karakter, ulusal egoizm v.s. gibi ne¬denler vardı.
Muhtemelen, adı geçen konuda ve başka münasebetlerle naklet¬tiğimiz Bakara 89. ayetinde yer alan, «Bildikleri şey kendilerine ge¬lince, onu inkâr ettiler» bölümü, Yahudilerin, Arap olan bir peygam¬beri bekledikleri, kendi yanlarında yazılı bulunan sıfatlarından sö-zettikleri ye onun kendi taraftarlarından olacağını ileri sürerek Araplara karşı onunla galib geleceklerini ifade ettiklerini kesin bi¬çimde göstermektedir,..
Onların Tevrat yasasına aykırı hareket etmeleri, hahamlarının ve bilginlerinin dini görevlerini hakkıyla yerine getirmemeleri, ma¬kam ve mevkilerini istismar etmeleriyle ilgili ayetler de bunlardan¬dır:
a) Onlara faiz haram kılınmıştı:
«Menedildikleri halde faiz almalarından ve haksız yere insanla¬rın mallarını yemelerinden ötürü (böyle yaptık)...» (Nisa, 161).
b) Birbirleriyle savaşmaları haram kılınmıştı:
«Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz. Birbirinizi yurtlarınız¬dan çıkarmayacaksınız! diye sizden kesin sz almıştık. Göre göre bu¬nu kabul etmiştiniz. Sonra siz birbirinizi öldüren, aranızdan bazı¬larını memleketlerinden çıkaran, onlara karşı çıkarmak haram-
417
ken günah ve düşmanlıkta birleşen kimseler oldunuz. Size esir ola¬rak geldiklerinde de fidyelerini vermeye kalkıyorsunuz. Yoksa siz, Kitab'm bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz?» (Ba¬kara, 84-85).
c) Onların bilginleri, düzenbazlık ve sömürme amacı ile Allah'a nisbet edilmesi doğru olmayan şeyleri O'na nisbet ediyorlardı. Ge¬lecek ayetlerde görülen budur:
1 Vay kitabı kendileri yazıp sonra da onu az bir değere satmak için: "Bu
Allah kalındandır» diyenlere! Vay yazdıklarına! Vay kazandıkları¬na! (Bakara, 79).
2 Onlardan bir takımı, Kitapta olmadığı halde Kitap'tan zannedesiniz di-
ye dillerini eğip bükerler. O, Allah katından olmadığı halde: "Allah katındandır" derler, bile bile Allah'a karşı yalan söylerler. (Al-i îmran, 78).
d) Aynı amaçla bildikleri gerçeği gizliyorlardı:
1 Kendilerine kitap verdiklerimiz, O'mı, oğullarını tanıdıkları gibi ta-
nırlar. Onlardan bir takımı, doğrusu bile bile hakkı gizlerler. (Baka¬ra, 146).
2 Allah, kitap verilenlerden, "onu insaniara açıklayacaksınız ve gizle-
meyeceksiniz," diye ahid almıştı. Onlar İse onu arkalarına atıp, az bir değere değiştiler. Alış verişleri ne kötüdür! (Al-i İmran, 187).
e) Onların hahamları ve Rabbanileri, kendi toplumlarının birey¬lerini günahlara dalarken görüyor, onları görmezlikten geliyor, öğütlerinden ve yasaklamalarından vazgeçiyorlardı: Aşağıdaki ayet¬lerde bu işlenmektedir:
«Onlardan bir çoğunu görürsün ki, günaha girmekte, düşmanlık etmekte ve haram yemekte birbirleriyle yarışırlar. Yapmakta olduk¬ları şey ne kadar kötü!,. Rabbaniler ve hahamların, onları günah söz söylemekten, haram yemekten menetmeleri gerekmez iniydi? Yap¬tıkları şey ne kötüdür.» (Maide, 62-63).
f) Hahamların çoğu, halk kitlelerinin kendilerine körü körüne ita¬at edişlerini sömürüyor, bunun ardından, büyük servetler edinme¬ğe çalışıyorlardı. Hatta onlar bu nüfuzlarını, insanları Peygam-ber'in çağrısından alıkoymak için bile kullanıyorlardı. Şu ayetler¬de bunu görüyoruz:
1 Onlar, âlimlerini ve rahiblerini, Allah'tan başka Rabler edindiler.
(Tevbe,31).
418
2 Ey iman edenler! Gerçekten Yahudi bilginlerinden ve Hıristiyan ra-hiblerinden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yo¬lundan çevirirler. (Tevbe, 34).
g) Tevrat metinlerini anlamada aralarında anlayış farkı vardı. Bu ayrılık onları gruplara ve hiziplere ayırmıştı. Onların bu duru¬ma düşmelerinde heva hevesin de etkisi vardı. Gelecek ayetlerde iş¬lenen de budur:
1 ... Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf arala-
rındaki kıskançlıktan ötürü, ayrılığa düştüler... (Al-i îmran, 19).
2 Gerçekten bu Kur'an İsrailoğullarma, ihtilâf edip durdukları şeylerin
çoğunu anlatıyor. (Nemi, 76).
3 Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik, onda da ayrılığa düşüldü...
(Fussilet, 45).
4 (Geçmiş ümmetlerin veya ehli kitabın) ayrılığa düşmeleri ise, kendi-
lerine İlim geldikten sonra sırf aralarında hased ve azgınlıktan do¬layıdır. Eğer Rabb'inden tayin edilmiş bir vakte kadar azabın gecik¬mesine dair bir söz geçmiş olmasaydı aralarında helak işleri mutlak bitirîverilirdi. Onlardan sonra Kitab'a varis kılınanlar (Yani Rasu-lullah dönemindeki Kitap Ehlİ) ondan, kuşku veren bir şüphe için¬dedirler. Onun için sen onları tevhide davet et ve emrolunduğun gi¬bi, doğru ol. Onların heveslerine uyma ve de ki: "Ben Allah'ın in¬dirdiği her kitaba iman ettim. Aranızda adaleti yerine getirmekle em-rolundum. Allah bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size.. Sizinle aramızda bir hu¬sumet yok. Allah hepimizi (kıyamette) bir araya toplayacak ve dö¬nüş de ancak onadır. (Şura, 14-15).
5 Gerçekten biz, vaktiyle İsrailoğullarma kitab, hüküm ve Peygamber-
lik vermiştik. Kendilerini temiz rızıklardan da nzıklandırmiştık. Hem onları (bulundukları devirde) alemlerin üstüne faziletli kılmış¬tık. Onlara açık deliller (ayet ve mucizeler) de vermiştik. Şimdi ay¬rılığa düşmeleri, sırf kendilerine ilim geldikten sonra, azgınlık ve ih¬tirastan dolayıdır. Muhakkak ki Rabbin, onların ihtilaf ettikleri ko¬nularda kıyamet günü aralarında hüküm verecektir. (Casiye, 16-17). Burada kaydettiğimiz ayetler her ne kadar peygamberlikten sonra davetin şartları ve konumuyla ilgili olarak inmiş olsalar da, öz ve içerik itibariyle, aslında Yahudilerin Peygamberlikten önce¬ki durumlarını tasvir etmektedir. Ayetlerin iniş sebebi olarak orta¬ya çıkan davetle ilgili şartlar ve durumlar daha önce yürürlükte bu¬lunan uygulamaların bjr devamı olmaktan öteye geçmez.
419
Şimdiye kadar belirtilen şeylere ilave olarak deriz ki: Arapların, Yahudiler kanalıyla Tevrat'ta kaydedilen kıssaları, Tevrat nüsha¬larından peygamberlerin, onların mucizelerinin ve ümmetlerinin ha¬berleriyle ilgili pek çok şey öğrendikleri kuşkusuzdur. Arapların ken¬di bilgilerini, düşünce, din ve dünya kültürlerini arttırmalarında on-lardan yararlandıkları kesindir. Tevrat'taki hikayelerin çoğuna ay¬nı zamanda Kur'an'da da işaret edilmiştir. Arapları eleştirme, on¬lara hatırlatma da bulunma ve hitab etme sadedinde bu kıssaların çoğuna değinilmiştir. Bu da bizim yaklaşımımızı desteklemektedir. Zira bu kıssayı bilen ve bildiğini kabul eden kişiye karşı, delil da-ha sağlam ve daha etkili olur. Sonra kullanılan üslub, onu dinleyen insanların ondan hiç habersiz olmadığını ilham etmektedir. Bu et¬kinin bir sonucu olarak sözkonusu bilgiler, onların Peygamber'le tar¬tışmalarının, O'na karşı delil ileri sürmelerinin vasıtalarından bi¬ri olmuştur. Kasas ayetinin de tasvir ettiği gibi, onların Peygam-berden, önceki peygamberlere verilen mucizelere benzer bir muci¬ze getirmesini istemelerine neden olmuştur:
«Fakat, şimdi onlara tarafımızdan hak gelince: "Musa'ya verilen¬ler, O'na da verilmeli değil mi?" dediler.» (Kasas, 48).
Enbiya ayeti de bunun gibidir:
«O halde bize, öncekilerin gönderildikleri gibi, O da bir mucize getirsin.» (Enbiya, 5).
Ayrıca onların bu bilgileri, Fatır 43. ayetin de ifade ettiği gibi, kendilerinden önceki ümmetlerden daha doğru bir yola gelmeleri için, kendilerine bir peygamberin gönderilmesini arzu etmelerine ne¬den olmuştur. Bunların hepsi pek tabii olarak, ancak öncekilerin ha¬berlerini, şimdikilerin durumlarını bilmelerine bağlı olarak ger¬çekleşebilir.
Aynı şekilde Kur'an Araplarla tartışırken, onları davet eder¬ken, kendilerini eleştirirken birçok defalar zikir ehlini, kitap ehli¬ni -ki Yahudiler de bunların içine girer-, semavî kitapları, Mu¬sa'nın Suhuflarını,'lsrailîleri ve bilginlerini açıkça şahid olarak göstermiştir. Bu konuyla ilgili ayetlerin çoğunu birinci bölümün üçüncü konusunda ve bu konuda vermiştik: En'am, 114; Yunus, 94; Nahl, 43; Şuara, 197; Ankebut, 47; Sebe', 6; Ahkaf, 10; Kasas, 52-55; Ra'd, 36. ayetleri bunlar arasında yer aldıkları gibi, gelecek ayetler de aynı hususa işaret etmektedirler:
1 Dediler ki: "Rabbinden bir mucize getirse ya!..." Onlara, evvelki ki-420
taplarda olan apaçık delil gelmedi mi? (Taha, 133).
2 Yoksa, çok vefalı İbrahim'in ve Musa'nın sahif esinde olan kendisine
haber verilmedi mİ? (Necin, 36-37).
3 Bu elbette ilk sahifelerde de vardır. İbrahim'in ve Musa'nın sahifele-
rinde. (A'la, 18-19).
Bunların hepsinde delilin sağlam ve mükemmel oluşu, Kur'an-i dinleyen Arapların ve onların eşrafının, Yahudilerin kitaplarından, haberlerinden ve bilgilerinden haberdar olmasına bağlıdır. Arapla¬rın tüm bu bilgi kaynaklarına güvenmeleri az ya da çok onlardan et¬kilenmeleri ile açıklanabilir.
2. Hıristiyanlık
Hıristiyanlığa gelince, daha önceleri birinci bölümün üçüncü faslında yaptığımız çıkarımla Mekke'de yabancı Hıristiyan bir azın¬lığın bulunduğu, Yesrib'te de yabancı Hıristiyan bir azınlığın var ola¬bileceği kanısına varmıştık. Ayrıca peygamber asrında ve çevresin¬de yerli halktan hıristiyanlaşan Arapların var olduğu görüşünü tercih etmiştik.
Burada ise diyoruz ki: Hıristiyanlığın Hicaz Arapları arasında ya¬yılışı dar bir alanı kapsıyordu. Bireysel çıkışların ötesine varabile¬cek bir hareket değildi. Bu yaklaşımı, Kur'an-ı Kerim'de Peygamber ile Hıristiyanlar arasında yankı yapacak güçlü bir sürtüşmenin varlığını gösteren bir açıklamanın bulunmayışından çıkarıyoruz. Ne Mekkî ayetlerde ne de Medenî ayetlerde, Yahudilerle, Yesrib'te ol¬duğu gibi benzer olaylara r as dayamıyoruz. Eğer Peygamber çevre¬sinde genel olarak Hıristiyanlığın özellikle de Arap Hıristiyanlığı¬nın güçlü bir etkinliği ve geniş bir kapsamı olsaydı, Kur'an bunıin yankısını verirdi. Pek çok ve çeşitli olaylar meydana gelir, rivayet¬ler onları nakleder ve bu olayların varlığını gösterecek bir takım bil¬giler bize kadar ulaşırdı.
Hicaz'ın dışındaki bölgelere gelince, Kur'an'da bu konuda açık bir metin yoksa da Hıristiyanlığın Araplar arasında ne ölçüde yayıldı¬ğına işaret edebilecek bir takım işaretler vardır ki bu işaretlerin, ri¬vayetlerin kaydettiği, Peygamber ile Yemen'li, Şam'lı Arap Hıristi¬yanların elçilerinin buluşmasıyla ilgili olduğu hemen hemen kesin¬dir. Bu işaretlerde, rivayetlerin kaydettiğini destekler mahiyette iz¬ler vardır. Çünkü bu ayetlerden bir kısmında, dinleyenlerin gözle¬rinin yaşaracağı ölçüde etkilendiğine işaret edilmektedir. Bu da onların Kur'an'ın metnini gerçekten yeteri kadar anladıklarını gös-
421
terebiUr. Bunun da, hemen fark edileceği gibi, ancak Araplar için ge¬çerli olabileceği pek tabiidir. Yine Kur'an'da belirtildiğine göre, Al¬lah'ın ve Rasulünün haram kıldığını haram saymayan ve gerçek di¬ne boyun eğmeyen Ehl-i Kitap'la savaşılması gerekmektedir. İlave bir kaç ayetten sonra onları geniş kapsamlı bir savaşa seferber ol-maya çağırmaktadır ki, bu savaşın Tebük savaşı olduğunda rivayet¬ler ittifak halindedir. Bu savaş Şam'ın yüksek ovalarında oturan, za¬man zaman yolculara ve kafilelere saldıran ve çoğunluğu Hıristiyan olan Arap kabilelerine karşı yapılmıştı. Bu Kur'anî işaretler, riva¬yetlerle açıklanmıştır. Onların içeriklerine aykırı değildir. Buna bağ¬lı olarak denebilir ki, Hıristiyanlık Şam'ın yüksek bölgelerinde ge¬niş ölçüde yayılmış bulunuyordu. Sonra Yemen Arapları arasında kü¬çümsenmeyecek bir kitle arasında yayılmıştı40. Yakîn derecesinde mütevatir rivayetler de bunu desteklemektedir. Öte yandan Hıris¬tiyanlığın, Şam'ın ve Irak'ın şehirleri, köyleri ve göçmenleri arasın¬da ve Mezopotamya/iki nehir arası halkı arasında yayıldığını gös¬termektedir. Bizim görebildiğimiz Kur'anî işaretler ise şunlardır:
Birinci bölümün üçüncü konusunda naklettiğimiz Isra 107-109; Kasas, 52-55; Araf, 157; Meryem, 16-37; Tevbe, 35; Nisa, 171-172; Maide, 72-79, 82-84. ayetler. Ayrıca ravilerin, Necran Hıristiyanla-rı arasında vuku bulan bir tartışma ile ilgili olduğu hususunda it¬tifak ettikleri Al-i İmran Sûresinin 35-64. ve Tevbe Sûresinin bir kaç ayeti. Al-i İmran'daki ayetler şunlardır:
«İmran'ın karısı: "Ya Rabbi! Karnımda olanı, sadece sana adadım, benden kabul buyur, doğrusu işiten ve bilen ancak sensin" demişti. Onu doğurduğunda -Allah onun ne doğurduğunu bilirken-; "Ya Rab¬bi! Kız doğurdum. Erkek kız gibi değildir, ben ona Meryem adını ver¬dim, ben onu da soyunu da kovulmuş şeytandan Sana ısmarladım" dedi. Rabbi onu güzel bir kabulle karşıladı, güzel bîr bitki gibi ye¬tiştirdi; onu Zekariya'nin himayesine bıraktı. Zekeriyya mabedde onun yanına her girişinde, yanında bir yiyecek bulurdu. "Ey Meryem! Bu sana nereden geldi?" demiş, o da :"Bu, Allah'ın katındandır" ce¬vabını vermişti. Doğrusu Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır. Orada Zekeriyya Rabbine dua etti: "Ya Rabbi! Bana kendi katmdan temiz bir soy bahşet, doğrusu Sen duayı işitirsin." Mabedde namaz kılarken melekler ona seslendiler: "Allah sana, Allah'tan bir kelime¬yi doğrulayıcı, efendi, iffetli, iyilerden bir peygamber olarak Yahya'yı
40 Ibn Hışam, II. 165-176. 422
müjdeler". "Ya Rabbi! Ben artık iyice kocamış, karım da kısırken na¬sıl oğlum olubilir?" dedi. Allah: "Böyledir, Allah dilediğini yapar" de¬di. "Ya Rabbi! Bana bir alamet ver" dedi. "Alametin üç gün işaret¬le anlaşma dışında insanlarla konuşmam andır; Rabbini çok an, ak¬şam sabah teşbih et" dedi. Melekler şöyle demişti: "Ey Meryem! Allah seni temizledi, dünyaların kadınlarına, seni üstün kıldı. Ey Meryem! Rabbine gönülden boyun eğ, secde et, rükû edenlerle bir¬likte rükû et." (Ey Muhammed!) Bu sana vahyettiğimiz gayb haber-lerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlar¬ken sen yanlarında değildin, çekişirlerken de orada bulunmadın. Me-Iekîerdemişti ki: "Ey Meryem! Allah sana, kendinden bir sözü, adı Meryem oğlu tsa olan Mesih'i, dünya ve ahirette şerefli ve Allah'a yakın kılınanlardan olarak müjdeler. İnsanlarla, beşikte iken de, ye¬tişkin iken de konuşacaktır ve o, iyilerdendir". Meryem: "Rabbim! Bana bir insan dokunmamışken nasıl çocuğum olabilir?" demişti. Me¬lekler şöyle dediler: "Allah dilediğini böylece yaratır. Bir işin olma¬sını dilerse ona 'ol' der ve olur. Ona kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İn¬cil'i öğretecek, îsrailoğullarına şöyle diyen bir Peygamber kılacak: 'Ben size Rabbinizden bir ayet getirdim. Ben size çamurdan kuş gi¬bi bir şey yapıp ona üfleyeceğim; Allah'ın izni ile, hemen kuş olacak¬tır; anadan doğma körleri, alacalıları, sakladıklarınızı da size haber vereceğim. İnanıyorsanız bunda size bir delil vardır. Benden önce ge¬len Tevrat'ı tasdik etmekle beraber, size yasak edilenlerin bir kıs¬mını helal kılmak üzere, Rabbinizden size bir ayet getirdim. Allah'tan sakının ve bana itaat edin; çünkü Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz'dir. Ona kulluk edin, bu doğru yoldur". İsa onların inkar-larını hissedince: "Allah uğrunda yardımcılarım kimlerdir?" dedi. Ha¬variler şöyle dediler: "Biz Allah'ın yardımcılarıyız, Allah'a inan¬dık, O'na teslim olduğumuza şahid ol. Rabbimiz! İndirdiğine inan¬dık, Peygambere uyduk; bizi şahid olanlarla beraber yaz". Fakat hi¬le yaptılar, Allah da onları cezalandırdı. Allah hile yapanların ceza¬sını en iyi verendir. Allah demişti ki: "Ey İsa! Ben seni vefat ettire¬ceğim, seni kendime yükselteceğim, inkar edenlerden seni tertemiz ayıracağım; sana uyanları kıyamet gününe kadar, inkar edenlerin üstünde tutacağım, sonra dönüşünüz Banadır. Ayrılığa düştüğünüz hususlarda aranızda hükmedeceğim. İnkar edenleri de dünya ve ahi¬rette şiddetli azaba uğratacağım. Onların hiç bir yardımcıları olma¬yacaktır. İnanıp, yararlı iş işleyenlerin ecirleri ise tastamam veri-
423
lecektir. Allah zalimleri sevmez". İşte bu sana okuduklarımız, ayet¬lerden ve Zikr (Kur'an) dendir. Allah'ın katında İsa'nın durumu -ken¬disini topraktan yaratıp sonra "ol" demesiyle olmuş olan- Adem'in durumu gibidir. Gerçek Rabb'indendir, o halde şüphelenenlerden ol¬ma! Sana ilim geldikten sonra, bu husukta seninle kim tartışacak olursa, de ki: "gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve ka¬dınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra lanetlenelim de, Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim". Şüphesiz bu anlatılanlar gerçek olaylardır. Allah'tan başka ilah yoktur. Doğru¬su Allah güçlüdür. Hakimdir. Eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah bozguncuları bilir. De ki: "Ey Kitab Ehli! Ancak Allah'a kulluk et¬mek. O'na bir şeyi eş koşmamak, Allah'ı bırakıp birbirimizi Rab ola¬rak benimsememek üzere, aramızdaki müşterek bir söze gelin". Eğer yüz verirlerse: "Bizim müslüman olduğumuza şahid olun" de¬yin.» (Al-i İmran, 35-64).
Şimdi de Tevbe Sûresi ayetlerine gelince:
1 O kendilerine kitab verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe İnanma-
yan, Allah'ın ve Peygamberin haram ettiği şeyi hram tanımayan ve hak dinini (İslam'ı) din edinmeyen kimselerle; küçülerek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın. (Tevbe, 29).
2 Ey iman edenler! Gerçekten hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu in-
sanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yolundan çevirirler. (Tevbe, 34).
3 Ey iman edenler! Size ne oldu ki "Allah yolunda topluca savaşa çı-
kın, seferber olun" dendiği zaman yere ve meskenlerinize çivilenip ağırlaştmız? Yoksa ahiretten vaz geçip, dünya hayatına mı razı ol¬dunuz? Fakat ahıretin yanında, dünya hayatının zevk ve faydası pek az bir şeydir. (Tevbe, 38).
4 Ey mü'minler! Gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak seferber olun ve mal-
larınızla, canlarınızla Allah yolunda savaşın. Eğer bilirseniz, bu sizin için pek hayırlıdır. Yakın bir dünya menfaati ve orta bir yol¬culuk olsaydı (o münafıklar) elbette Sana tabi olurlardı. Fakat güç aşılacak mesafe, kendilerine uzak geldi... (Tevbe, 41-42). Hıristiyanlığın yayıldığı alan, Özellikle Peygamber çevresinde dar bir alanda kalıyorsa, bu onun etkisinin zayıf olduğunu göstermez. Biz daha Öndeki konularda, Yahudiliğin Hicaz Araplarınm dini dü¬şünceleri ve bilgileri üzerinde ne kadar etkili olduğunu belirtip, onunla ilgili bir dizi ayet delil olarak gösterdiğimiz gibi, Hıristiyan-
424
lığın da onlar üzerinde etkili olduğuna inanıyoruz. Özellikle Allah düşüncesinde; Allah'ın oğullar, kızlar edinmesi, melekler ve onların Allah'ın kızları olarak sayılması gibi düşüncelerin, onlardan etkile¬nerek geliştiği söylenebilir. Şefaat, şefaatçüar, meleklerin şefaatçı-lar olarak kabul edilişi gibi düşünceler aslında Arapların Hıristiyan-lardan, onların keşişlerini şefaatçi olarak görmelerinden, alıntı yaptıkları düşüncelerdir.
Daha önce melekler konusunda kaydettiğimiz ve onunla ilgili ola¬rak Arapların, melekleri ilah edinmelerinde, kendilerini, isa'yı ilah olarak kabul eden Hıristiyanlardan daha doğru yolda gördükleriy-le ilişkin açıklama yaptığımız Zuhruf Sûresi, 57-65, ayetlerinde, Arapların Allah'ı, kabul ettiklerini açıkladığımız konuda verdiğimiz En'am, 157. ayetlerinde, Arapların kendilerine bir uyarıcı geldiğin¬de ona uyacaklarına, diğer ümmetlerden herhangi birinden daha doğ¬ru yola gireceklerine yemin edişlerini tasvir eden Fatjr 42. ayetin¬de, Hıristiyan grupların, hiziplerin arasındaki ayrılıklara, tartışma¬lara ve parçalanmalara değinen bu konuda ve daha önceki konular¬da kaydettiğimiz Mekkî ayetlerde; Hicaz Araplarının, özellikle de Mekke Araplarının Hıristiyanlığa, onun inançlarına, kıssalarına, Me¬sih'in doğuşu, peygamberliği ve soyu ile ilgili problemlerine, bunlar¬la ilgili görüşlere ve mezheplere büyük ilgi duyduklarını gösteren de¬liller vardır. Bunların hepsinin onların psikolojik yapıları, kültür¬leri, düşünceleri ve inançları üzerinde bir karşıt tepkiye neden ol¬ması tabiidir. Buna ilave olarak, az önce Yahudiler konusunda Eh¬li Kitab'ın şahid olarak gösterilmesi ve bu konuda naklettiğimiz ayet¬ler de birer delil sayılır. Çünkü bu, Yahudileri ve Yahudiliği kapsa¬dığı gibi Hıristiyanları ve Hıristiyanlığı da içine alır. Bu ayetleri din¬leme durumunda olan Araplar, Yahudilere olduğu gibi, Hıristiyan-lara ve onların bilgilerine de güveniyorlardı. Bu da tabii olarak on¬lardan etkilendiklerini gösterir.
Şöyle diyenler olabilir: Rasulün çevresinde, Yahudilerin çok-luklarıyla etkileme imkanına sahip oldukları gibi, Hıristiyanlardan bu etkiyi yapacak bir çoğunluk yoktu ki Araplara etkide bulunsun¬lar...
Daha önceki ilgili yerlerde işaret ettiğimiz gibi, Mekke'de ilim ve öğretme nitelikleriyle bilinen Hıristiyan bireylerin, Peygamber'e mu¬halefet hareketinin önderliğini yapan, Kur'an'ın genellikle tutum¬larını, tavırlarını ve sözlerini anlattığı, tercihe şayan görüşe göre,
425
bu düşüncelerin kaynağı ve diğer Araplar arasında ki yayıcıları pozisyonundaki eşraf takımım etkisi altına alabilecek yeterlilikte ol¬duğunu, hatta bizzat Mekke müşriklerinin Peygamber'in de onlar¬dan bilgi öğrendiğini, onlardan etkilendiğini iddia ettiklerini unut¬mamalıyız. Nitekim Nahl, 103 ve Furkan, 4. ayetleri onların bu id-dialarını hikaye etmiştir. Özellikle Hicazlılarm yolculuklarında ve kervanların uğrak yeri olarak sabah akşam kendileriyle ilişki için¬de bulunduğu, bir kardeş gibi kaynaştığı, ulusal dilleriyle kendile¬riyle anlaşabilen binlerce HıristiyarJaşan Arabın varlığını unutma¬malıyız. Bunlardan çoğunun hac mevsimlerine ve panayırlarına da katıldıklarını, üstelik onlardan bazılarının, Kus b. Saide gibi, mis¬yonerlik yaparak hitabelerde bulunduğunu, bu ilişkilerin, kabilesel geleneklerin; Arapların Hıristiyan olanlarım babalar ve atalar ba¬ğı ile bir araya getirdiğini, onları sağlam bir biçimde kaynaştırdığı¬nı böylece nıaddi-manevi bağlarını ortaya çıkarıp, varlıklarını sür-dürdüğünü gözardl etmemeliyiz. Hıristiyan olmayan pek çok Ara¬bın, özellikle Hicazlı olanlarının, Hıristiyan Araplarla akrabalık bağ¬ları kurduklarını, Hıristiyanların da Araplarla hısımlık bağları kurduklarını, böylece bu maddi-manevi bağlarının ve dış görünüş¬lerinin gittikçe güç ve kuvvet kazandığını unutmamalıyız. Tüm bu ilişkilerin Hicazlı Araplara, onları tanımaları, onlardan haberdar ol¬maları, bir takım şeyleri öğrenmeleri ve etkilenmeleri için pek çok yeterli imkânlar sağladığını unutmamalıyız.
Bunun yanında Hıristiyanlar ve Hıristiyanlık inançları ile ilgi¬li pek çok ayetler vardır. Bunlardan hareketle Peygamber asrında ve çevresindeki Hıristiyanların, bu çevrede olmayıp onun ahalisiy-le ilişkileri bulunan Hıristiyanların inançları, adetleri ve düşünce¬leriyle ilgili bir çok şeyi öğrenmek, mümkündür. Arapların bunları onlardan öğrenmiş olmaları ihtimal dahilindedir:
1 Meryem'in oğlu Mesih ancak bir peygamberdir. Ondan önce de bir çok
peygamberler geçti. Anası çok doğru bir kadındı. Skisi de 3'emek yer¬lerdi. Bak, ayetlerimizi onlara nasıl açık açık anlatıyoruz. Sonra bak haktan nasıl çeviriliyorlar. (Maide, 5).
2 Allah: "Ey Meryem oğlu îşa, sen mi insanlara 'Beni ve annemi, Al-
îah'dan başka iki ilan edinin' dedin"... (Maide, 116).
a) Hıristiyanlar ya da onların bir kesimi, yukarıdaki ayetlerden anlaşıldığı gibi, meryem'i ilahlaştırıyorlardı:
b) Hıristiyanlar Mesih'in, Allah'ın kendisi olduğunu, tanrıların
426
üç tane olduğunu söylüyorlardı. Nitekim gelecek ayetlerden anlaşı¬lan da budur:
1 Ey Kitab Ehli! dininizde ağın gitmeyin, Allah hakkında gerçek olma-
yanları söylemeyin. Meryem'in oğlu îsa Mesih, ancak Allah'ın el¬çisi ve Meryem'e attığı kelimesi ve O'ndan bir ruhtur. Allah'a ve el¬çilerine iman edin. (İlah) üç tanedir demeyin. Bundan sakının. Bu si¬zin için daha iyidir. Allah ancak bir tektir. O, bir çocuk edinmekten münezzehtir. (Nisa, 171).
2 "Allah, Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler küfre gitmişlerdir... (Ma-
ide, 17).
3 "Allah üç ilahdan üçüncüsüdür" diyenler, elbette kafir olmuşlardır. Hal-
buki bir tek ilah'dan başka hiç bir ilah yoktur... (Maide, 73).
c) Onların, İsa'nın uluhiyetini kabul etmelerinde ya da O'na ila¬hi bir nitelik kazandirmalarmdaki başlıca dayanakları, O'nun ba¬basız doğmuş olması mucizesidir. Bu yaklaşım, Kur'an'm bu muci¬zeden bu sonucun çıkarılmasını çürütmeye önem vermesi, daha doğrusu tüm ağırlığıyla ona yönelmesinden çıkarılmıştır. Aynı yak¬laşım, Mekkî olan Meryem Sûresinde, Medenî olan Al-i İmran Sû¬resinde bu konuya geniş yer verilmesinden, onlarla tartışılmasından çıkarılabilir. Birinci bölümün üçüncü konusunda Meryem Sûresi ayetlerini vermiştik.
d) Babasının ihtiyarlığı, annesinin kısırlığına rağmen Yahya (a.)'nm doğuşu mucizesi, Hıristiyanların kabul ettiği bir olaydı. Nitekim Kur'an, Mesih'in doğuş mucizesinin, Yahya'nınki gibi, ona uluhiyet niteliği kazandırmayacağına bir delil ve destekleyici bir olay olarak bu konuyu bir kaç defa tekrar etmiştir. Yani olağanüstü bir biçimde doğmuş olmak Yahya'yı tanrılaştırmıyorsa, İsa'yı da tanrı-laştırmamalıdır. Bunu Al-i İmran Sûresinin bir dizi halindeki ayet¬lerinden anlayabiliyoruz. Nitekim burada Yahya'nın doğuşu, İsa'nın doğuşu için bir hazırlık, bir giriş mesabesindedir. Aşağıda görüle¬ceği gibi Meryem Sûresinde de aynı şekilde bir anlatım vardır:
«Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sad. Bu, Rabbinin kulu Zekerİyya'ya olan rah¬metini anmadır. O Rabb'ine içinden yalvarmıştı. Şöyle demişti: "Rabbim! Gerçekten kemiklerim zayıfladı, saçlarım ağardı. Rab¬bim! Sana yalvarmakla şimdiye kadar, bedbaht olup bir şeyden mahrum kalmadım. Doğrusu benden sonra yerime geçecek yakınla¬rımın, iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum. Karım da kı¬sırdır. Katından bana bir oğul bağışla ki bana ve Yâkub oğullarına
427
mirasçı olsun. Rabbim! O'nun Senin rızanı kazanmasını da sağla." Allah: "Ey Zekeriyya! Sana Yahya isminde bir çocuğu müjdeliyoruz. Bu adı daha önce kimseye vermemiştik" buyurdu. Zekeriyya: "Rab¬bim! Karım kısır, ben de son derece kocamışken nasıl oğlum olabi¬lir?" dedi. Allah: "Rabbin böyle buyurdu: Çünkü bu bana kolaydır ni¬tekim sen yokken daha önce seni yaratmıştım" dedi. Zekeriyya: "Rabbim! Öyleyse bana bir alamet ver" dedi. Allah: "Senin alametin sağlam ve sıhhatli olduğun halde üç gün, üç gece konuşmamandır" buyurdu. Zekeriyya bunun üzerine mabedden toplumuna "Sabah ak¬şam Allah'ı teşbih edin" diye işarette bulundu. "Ey Yahya kitab'a iyi¬ce sarıl" deyip daha çocukken ona hikmet, katımızdan rahmet ve sa¬fiyet verdik. O, Allah'tan sakınan ve anasına babasına karşı iyi davranan bir kimse idi. Başkaldıran bir zorba değildi, doğduğu gün, Öleceği gün ve dirileceği gün o'na selam olsun. Kitab'da Meryem'i de an. O ailesinden ayrılarak doğu tarafına çekilmişti. Sonra insan¬lardan gizlenmek için bir perde germişti. Ruhumuzu (Cebrail'i) göndermiştik de, O'na tam bir insan olarak görünmüştü. Meryem: "Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen senden Rahman'a sığınırım", dedi.» (Meryem, 1-19).
Burada dikkat çekilmesi gereken bir nokta da, her iki ayetler di¬zisinde, İsa {a.)'nın, ayetlerin sonlarında sözlerin bağlanışı ve onun bir sonucu biçiminde Verilişidir. Al-i İmran Sûresi 35-36. ayetleri ile Meryem Sûresi ayetlerinde verildiği gibi:
«İşte hakkında şüpheye düştükleri, Meryem oğlu İsa, gerçek sö¬ze göre budur. Allah çocuk edinmez. O münezzehtir. Bir işin olma¬sına hükmederse ona ancak "Ol" der, o da olur.» (Meryem, 34-35).
Böylece Kur'an'm delili daha da sağlam ve mükemmel olmuştur. Hıristiyanların kabul ettiği Yahya'nın doğuşu kıssasını, İsa'nın do¬ğuşu kıssası için bir giriş biçiminde vermiştir.
e) Aşağıdaki ayetin de gösterdiği gibi, İsa'nın asılması olayı Hı¬ristiyan, çevrelerde tartışmalı konulardandı.
«Bu bir de inkârlarından, Meryem'e büyük bir iftirada bulunma¬larından ve: "Meryem oğlu İsa Mesih'i-Allah'm elçisini öldürdük" demelerinden ötürüdür. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara öyle göründü, ayrılığa düştükleri şeyde doğrusu şüphededir¬ler. Bu hususdaki bilgileri ancak zanna uymaktan ibarettir.» (Nisa, 157).
f) Hıristiyanlar, inançları, mezhepleri ve bizzat Mesih hakkındaki
428
görüşleri açısından ayrı ayrı gruplara, hiziplere ayrılmışlardı. Bu¬nu az önce verdiğimiz Nisa, 157, daha önce verdiğimiz Bakara, 253; Zuhruf, 63-65 ve Meryem, 37. ayetlerden çıkarıyoruz. Sonra Arap¬ların kendilerine bir uyarıcı geldiğinde Hıristiyanlardan ve Yahudilerden daha doğru yolda olacaklarına yemin edişlerini tas¬vir eden Fatır, 42. ayetinin Özünden de anlaşılan budur. Bu da Arapların, sapıklığı, yanıltmak amacıyla kullanılan sözleri ve anlaş¬mazlıkları gördüklerini, dehşete kapıldıklarını ve bu esnada söy¬leyeceklerini göstermektedir.
g) Peygamber döneminde, inançları Kur'an'ın belirttiği ilkelere uygun düşen Hıristiyan gruplar da vardı. Başka bir münasebetle naklettiğimiz Maide, 82-84. ayetlerinden bu anlaşılıyor. Bu ayetler¬de belirtildiğine göre, keşiş ve ruhbanları bulunan Hıristiyanlar, Kur'an'ı duyduklarında gözleri yaşarıyordu. Orada bildikleri haki¬kati, gerçeği görüyor ve ona iman ettiklerini açıklıyorlardı41. Mek-kî sûrelerde bir takım ayetler daha vardır ki, birinci bölümün üçün¬cü konusunda, onların Hıristiyanları kasdettiğini tercih etmiştik. Bu ayetlerde de görüşümüzü destekleyen deliller vardır. Bunlar daha önce naklettiğimiz Ra'd, 36; Isra, 107-109; Kasas, 52-53. ayetleridir.
Kur'an'ın belirttiği gerçekler arasında Mesih'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğu, O'nun doğuşu mucizesinin Yahya ve Adem (a)'ın doğuşları mucizesi gibi bir mucize olduğu ve O'nun yalnız Allah'a çağırdığı olgusunun var olduğu malumdur. Ayetlerin Hıristiyanlar¬dan hikaye ettiği bu tasdik, aynı zamanda ve tabiatıyla Kur'an'ın açıkladığı bu gerçekleri de kapsıyordu. Sûrelerin üslubları ve iniş sırasına göre dizilişinden de anlaşılacağı gibi Kur'an'ın bu Mekkî açıklamaları erken zamanlarda yapılmıştı. Muhtemelen İsra'nın az önce andığımız iki ayetinin ardından gelen son ayet, buna ışık tut¬maktadır:
«De ki: "Çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, acizlikten Ötü¬rü bir yardımcısı da olmayan Allah'a hamdolsun..."» (îsra, 111). Çünkü ayet Hıristiyanların sözlerini hikaye ettikten sonra, «...Ço¬cuk edinmeyen, ortak edinmeyen...» cümlesini ilave ediyor. Hatta bu «hamdolsun» cümlesinde, Hıristiyanlardan bir grubu bu konuda Kur'an'ın dediğini tasdik eder hale getiren ve bu meselede onlardan bir şahid kılan «Allah'a hamdoîsun» anlamı gizli gibidir.
Bir taraftan Kur'an ayetlerinin üslubundan, bir taraftan da ts-
41 Bkz. Ibn Hişam, II, l67
429
lam davasının kitab sahibi Hıristiyan azınlıklardan bazı şahsiyet¬ler tarafından güzel karşılandığı gibi, bir takım Hıristiyan çev¬relerde özellikle de Habeşistan'da güzel sözlerle karşılandığını kay¬deden rivayetlerden anlaşılıyor ki, onu olumlu karşılayan Hıristiyan grup, sayıca azınlıkta ve kural dışı kalan bir kaç kişiden ibaret değildi. Bunlar geniş bir kitle oluşturuyorlardı. Bu aynı zamanda Şam ve Mısır ülkelerindeki Hıristiyanların, İslam'ın ilk dönem¬lerinde İslam'a yönelmelerini bir ölçüde açıklayabilir. Bu anlamda ele alınabilecek bir nokta da, daha önce başka bir nedenle naklet¬tiğimiz Saf, 6. ayetinin ihtiva ettiği, îsa'nın peygamber Hz. Muham-med (s.)'i müjdeleme sidir. Daha önce verdiğimiz, ellerindeki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları Ummi Nebi-Resûle uyanların, takdirle yadedildiği A'raf 157. ayetinin kaydettikleri de bununla ilgilidir. Da¬ha önce belirttiğimizi tekrar ediyoruz: Bu iki ayet Hıristiyanların ve Yahudilerin kulağı dibinde okunuyordu. Her iki ayetin, Hıristiyan-ların bildiklerine uygun ya da onlardan bazı grupların inandığı, ba¬zı incil'lerinin ihtiva ettiği açık ya da kapalı niteliklere uygun şey¬ler kaydettiklerinde kuşku yoktur. Onların bunu kabul edip, onun¬la sevinmelerinin nedeni de buydu.
h) Hıristiyan olan ruhbanlardan pek çoğu kitlelerini sömürüyor ve bunun ardından büyük servetler elde ediyorlardı. Ruhbanlar, az önce Yahudiler konusunda naklettiğimiz Tevbe, 34. ayetinin de işaret ettiği gibi, kendi çıkarlarını ve nüfuzlarını korumak için in¬sanları Allah yolunda alıkoyuyorlardı.
i) Hıristiyanlar dan, ruhban olacağını söyleyip, gelecek ayette gö¬rüleceği gibi, ona gerçek anlamıyla riayet etmeyenler de vardı: «Al¬lah'ın rızasını elde etme dışında kendilerine farz kılmadığımız bir ruhbanlık uydurdular ve ona hakkıyla bağlı da kalmadılar.» (Hadid, 27).
j) Hıristiyanların üç uknum (Baba, oğul ve Ruhû'l-Kudus)'dan bi¬ri olarak gördüğü Ruhû'l-Kudus kavramı Kur'an'da da, Allah'ın O'nunla İsa'yı desteklediği sadedinde bir kaç defa kullanılmıştır. Ge¬lecek ayetlerde bunu görüyoruz:
1 Meryem'in oğlu İsa'ya açık deliller ve O'nu Ruhû'l-Kudus ile destek-
ledik. (Bakara, 87, 253).
2 Hani Allah, Meryem oğlu isa'ya: "Sana ve annene olan nimetimi
hatırla ki seni Ruhû'l-Kudus ile destekledim". (Maide, 110). Kur'an'm Peygamber'e inişi sadedinde de, gelecek ayette görül-
430
düğü gibi ondan söz edilmiştir:
«De ki: İnananları sağlamlaştırmak müslümanlara yol gösterici ve müjdeci olmak üzere onu, Ruhû'l-Kudus (Cebrail), Rabb'inden hak gereğince indirdi.» (Nahl, 102).
Burada mesele şudur: Ruhû'l-Kudus kavramı, Arapça kökenli bir kelime miydi, yoksa Arap olmayan Hıristiyanların kullandığı kav¬ramın bir karşılığı mıydı? Risaletten önce yalnız Hıristiyanların uk¬numu (teslis) için mi kullanılıyordu yoksa başka bir anlamı daha var mıydı?.
a) "Kudüs" sözcüğünden türetilen bir kaç kelime Kur'an'da kul¬lanılmıştır: "Vadi'l-Mukaddes" (Taha, 12); "Ardu'l-Mukaddese" (Ma-ide, 21); "Ve Nukaddisulek" (Bakara, 30) ve "Kuddûs" (Cuma, 1). Bu, onun diğer sami dillerinden alınma olduğunu söyleyen varsa da, söz¬cüğün Arapça kökenli olduğunu göstermektedir. Kelimenin kökü baş¬ka sami dillerinde bulunmuş olsa bile, daha bundan başka bir çok sami kökenli kelimeyi kullanan Arap diline bu kelimenin dışardan girdiği söylenemez. Durum ne olursa olsun, bu kök ve "Ruhûl-Ku-dus" kavramının, Arapça iki ifade olarak kabul edilmesi ve onların, Kur'an'm inişinden Önce, kullanıldıkları anlamda Araplar tarafın¬dan kullanıldığını kabul etmek gerekir. Çünkü Kur'an, ancak apa¬çık Arapça olarak inmiştir.
b) Kavramın anlamı, Hıristiyan inancındaki temel konulardan birinin anlamı olduğu ve Arapların bu anlamı kastederek onu kul¬lanmalarını sağlayacak Rabbani bir vahiy dönemi olmadığı için, bu kavramın, Arap olmayan Hıristiyanların kullandığı dillerde ve okudukları Arapça olmayan kitaplarda geçen bir kavramın, Arap-Ça karşılığı olduğunu tercih ediyoruz.
c) Bu kavramı Arapçaya çeviren ve inançları gereği olarak ona "Hıristiyanların Uknumu" anlamını verenlerin, Hıristiyan Araplar olduğunu tercih ediyoruz. Biz bunu tercih etmekle beraber, az ön¬ce değindiğimiz gibi, inanç ve düşünceleri Kur'an'ın belirttiği hakikatlere paralel olan Hıristiyan grupların, bu kavramı, Allah'ın meleğine ve vahyine işaret etmek için kullanmış olabileceğini de, uzak bir ihtimal olarak görmüyoruz. Zaten Kur'an'da, gerek İsa'nın desteklenmesiyle ve gerekse, Kur'an'ın indirilme siyle ilgili olsun, Ru¬hû'l-Kudus'tan kastedilen anlam da budur. Nitekim Kur'an metin¬lerinin özü bunu gösterdiği gibi, tefsircilerin çoğunluğu da bu görüş¬tedir.
431
Bu çoğunluk, aynı zamanda "Ruhû'l-Kudüs" kavramının her¬hangi bir mejek olmadığını, Allah'ın meleği Cibril anlamına geldiğini belirtmiştir. Şuara Sûresinde bununla ilgili iki ayet vardır ki metin¬leri şöyledir:
«Onu, Ruhu'I-Emîn indirdi, senin kalbine; uyarıcılardan olman için...» (Şuara, 93-94).
Bakara sûresinde ise başka bir ayet daha vardır:
«De ki: Cebrail'e düşman olan kimse (Allah'a düşmandır.) Çün¬kü O, Kur'anı Allah'ın izniyle kendinden Öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin kalbine indirmiştir.» (Bakara, 97).
Böylece açık olarak Cibril ile Ruhû'l-Kudus arasında ortak bir ni¬telik ortaya çıkmaktadır.
Allah'ın meleği Cibril, hem Ahdi Kadîm'in, hem de Ahdi Ce-dîd'in bazı nüshalarında Allah'ın elçilerine haber ulaştırma ve Al¬lah'ın emirlerini uygulama vasıtası olarak zikredilmiştir. Bakara, 97. ayeti Yahudileri yadırgama sadedinde inmiştir ve onların, Cib¬ril'e düşmanlıklarını açığa vurduklarını ilha*m etmektedir. Bu da O'nun adının Yahudiler arasında da Allah'ın meleği şeklinde yay¬gınlık kazandığını göstermektedir. îrtançları Kur'an'ın bildirdiği gerçeklerle çakışan ve Ruhû'l-Kudus kavramını Allah'ın meleği için kullanan Hıristiyan grupların, bununla bizzat Cibril'i kastedip etmediklerini bilmiyoruz. Yalnız bunu tercih ediyoruz.
Hıristiyanlar konusunun sonuna gelirken, konunun başında ve bu bölümler esnasında belirttiklerimize ilave olarak deriz ki: Arap¬ların, Yahudiler kanalıyla olduğu gibi, Hıristiyanlar yoluyla da Tevrat ve İncil'in kıssalarını, Mesih'in mucizelerini, Hıristiyanlık ve ilk Havarilerin tarihinden çok şeyi Öğrendiklerinde kuşku yoktur. Bu bilgilerin onların dini ve fikri bilgileri ve kültürleri üzerindeki etkisi büyüktü. Maide (Sofra) kısasasi -Maide, 112-115-, Ashabı Kehf kıssası -Kehf, 9,26-, Yasin Süresindeki Ashab-ı Karye kıssası -13-27-, Al-i Imran Sûresi ve Saf, 14.'deki Havariler kıssası gibi. Ger¬çek Hıristiyanlıkla ilgili Kur'an'daki kıssalar, üslublarıyla ya bir sakındırma, bir teşvik ya da bir hatırlatma, bir Örnek göstermeyi içer¬mektedirler. Ve bu kıssaları Araplar peygamberlikten önce onlar kanalıyla Öğrenmişlerdi. Bu ilgilenmeleri ve onları iktibas etmeleri, Özel anlamda İsra ve Hıristiyanların anlaşmazlıkları konularında, genel anlamda ise, O'nun şahsiyeti ve çağrısı etrafında Peygamber¬le tartışmalarına vasıta olmuştu. -
432
3. Tevrat ve İncil Kavramları
Son olarak Tevrat ve İncil kavramlarının peygamberlik öncesi dönemdeki içeriğini soruşturmak ve mümkün olduğunca, buna Kur'an'dan ışık tutmak istiyoruz.
Tevrat ile ilgili olarak diyoruz ki:
a) Bu sözcüğün Arapça bir kökü yoktur. Bu, Musa'nın beş bölüm¬lük kitabına, İbranicede verilen isimdir. Ve hâlâ bu ad kullanılmak¬tadır. Meselenin aslı, Kur'an'da geçen Tevrat kavramının sonradan Arap çal aş tığıdır. Tevrat, "Fâ'lat" vezninde Arapçalaştırılmıştır. öyle anlaşılıyor ki, bu Arapçalaştırma Kur'an'dan öncedir. Kur'anî bir kavram olarak Tevrat, Kur'an'ın inişinden önce Arap dilinde kul¬lanıldığı biçimiyle kullanılmıştır.
b) "Tevrat" sözcüğü Kur'an'da onsekiz defa kullanılmıştır. Bun¬ların sadece bir tanesi Mekkî bir ayette, diğerleri Medenî ayetler¬dedir. Bazılarında Tevrat'tan kastedilen şeyin, Allah tarafından gönderilen, Yahudi yasasını içeren Kitap olduğu açıkça belirtilmiş¬tir. Bu konuda başka bir münasebetle daha önce verdiğimiz Maide, 43-44 ve Al-i İmran, 93. ayetleri bu tür ayetlerdendir. Bu ayetlerin bir kısmı geneldir. Bir kısmı Yahudilerin İbrahim hakkında yak¬laşımlarını ele almakta, Allah'ın ve Peygamberlerinin kitaplarıyla onların kitapları arasındaki uygunluğa dikkat çekmektedir. Bura¬da kastedilen Tevrat'ın, yalnız Yahudilerin Tevrat olarak kabul ettiği beş bölümlük Tevrat olması olasılığı uzak değildir. Bu kav¬ramın serbest olarak geçtiği ayetler, bir ilgisinden dolayı daha ön¬ce naklettiğimiz A'raf, 157; Saf, 6 ve Al-i İmran, 65. ayetlerdir. Aşağıdaki ayetler de bunlardan sayılır:
«...Daha Önceleri insanlara yol gösterici olarak Tevrat ve İncil'i de O indirmişti...» (Al-i İmran, 3-4).
Kur'an'da, Tevrat'ın Musa ile birlikte zikredilmediğine dikkat çekmek isteriz. Musa ile beraber kullanılan sözcükler "Kitab" ve "Levhalar" sözcükleridir. Şu ayetlerde görülen de budur:
1 Andolsun Musa'ya Kitab'ı verdik. Ve ardından elçiler gönderdik. (Ba-
kara, 87).
2 Kendisinden önce de Musa'nın Kitab'ı Önder ve rahmet olarak
bulunuyordu... (Hud, 17).
3 Levhalarda, O'na herşeyden bir öğüt yazdık ve herşeyi uzun uzadıya
açıkladık... (A'raf, 145). Levhalar ayeti, herşeyi açıklayan, herşeyden öğüt çıkaran yasalar
433
ve hükümler belirleyen beş bölümlük kitabın kastedildiğini işaret etse de, Yahudi Tarihinde bilinen şeylere göre bu levhalar beş bölümlük kitap değildir. Bakara ve Hud ayetlerindeki ve naklet¬mediğimiz ayetlerdeki ktab kavramıyla ise, tercihe şayan görüşe gö¬re, Tevrat ya da beş bölümlük kitab kastedilmiştir.
Hangi görüşü tercih edersek edelim, Al-i imran, 93; Maide, 43-44 ve az sonra nakledeceğimiz Maide, 65-68. ayetleri açıkça gös¬teriyor ki: Kur'an, Tevrat kavramı ile Yahudilerin ellerindeki kitabı kastetmiştir. Eu isim, hem peygamber döneminde hem daha önceki dönemlerde nesilden nesile nakledilmiş ve onun tarihi belirtil¬memiştir.
c) Kur'an'm birincisi Mekkî, ikincisi Medenî olan iki ayetinde, Al¬lah'ın O'nu Davud'a verdiğini belirttiği ve metnin her ki ayette bir olarak kaydedildiği; "Davud'a da Zebur'u verdik..." (Nisa, 163 ve îs-ra, 55) açıklamayı dışarda bırakırsak -bu tercihe şayan görüşe gö¬re Ahdi Kadîm'in beş bölümünden bîri olan mezamir bölümüdür-Kur'an bugün bu Ahdin kapsadığı diğer bölümlerin hiçbirine işaret etmemektedir.
Davud'un Zebur'unun Kur'an'da geçmesi, Ahdi Kadîm bölüm¬lerinin ya da onlardan bazılarının çpeygamber asrında ve çevresin¬de Yahudilerin elinde bulunduğunu göstermektedir. Aynı şekilde beş bölümün dışında kalan, başka bölümlerde geçen kıssaların, Eyüp ve Yunus kıssaları gibi bazılarını yaklaşık olarak Kur'an'ın da kaydet¬miş olması, Musa'dan sonra îsrailoğullarmm başına gelen olaylar, felaketler, gelişmeler sapıtmalar, Tâlut ve Câlut savaşlarının hatır¬latma, eleştirme veya öğüt verme yoluyla işaret edilmesi de buna de¬lil olabilir. Bununla beraber biz, Tevrat isminin bugünkü Yahudi¬lere göre, ya da en azından Nablus'taki Samirîler gibi bazılarına gö¬re kabul edildiği gibi, ancak beş bölümlük kitap için kullanıldığı gö¬rüşünü tercih ediyoruz. Ve diğer bölümlerin onunla birlikte bir arada derlenmemiş olduğuna inanıyoruz.
Bugün Tevrat'a ait olan ve olmayan bölümlerin o günkü bölüm¬lerin aynısı olup olmadığını, sayı olarak ve tamı tamına benzeyip ben¬zemediğini kesin bir biçimde söylemek pek tabii olarak mümkün değildir.
İncil ile ilgili olarak da deriz ki:
a) Bu sözcük de Arapça kökenli değildir. Arapçalaştırılmıştır. Öl¬çü olarak Ifîl veznindedir. Bu kavramın Arapçalaştırılışı ve kul-
434
lanilışı Kur'an'ın inişinden önce gerçekleşmiştir.
b) İncil kavramı Kur'an'da on iki kere geçmiştir. Isa ile birlikte de kullanılmıştır. Allah'ın incil'i ona verdiği ve onu kendisine öğret¬tiği, ayetlerde açıkça belirtilmiştir. Bu, Al-i İmran'ın uzun bir dizi ayeti arasında, 48. ayette geçmiştir, ki bu ayeti daha önce vermiş¬tik. Yine daha başka ayetlerde de kullanılmıştır:
«Onların ardından, yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona, içinde hidayet ve nur bulunan İncil'i verdik...» (Maide, 46).
Takdir etme ve delil getirme sadedinde zikredildiği olmuştur. Da¬ha önce verdiğimiz Al-i İmran, 3; A'raf, 156 ve başkaları gibi. Buna ilave olarak Kur'an'da İsa ile birlikte, kitap sözcüğü de yer almıştır. Nitekim bunu Meryem sûresinin ayetlerinden birinde görmekteyiz.
«Dedi ki: "Ben Allah'ın kuluyum. Bana Kitab'ı verdi ve beni Ne¬bi yaptı...» (Meryem, 30).
Bazı ayetlerde bu kavram ile amaçlanan kitabın, peygamber asrı ve çevresinde bulunan Yahudilerin elleri altındaki İncil ol¬duğu kuvvetli olarak vurgulanmaktadır. Şöyle ki:
1 İncil ehli de, Allah'ın onda indirdiği hükümlerle hükmetsin. Allah'ın
indirdikleriyle hükmetmeyenler fasıklann kendileridir. (Maide, 47).
2 Şayet Kitap Ehli inanıp, karşı gelmekten sakınsalardı, kötülüklerini Ör-
terdik ve onları nimet cennetlerine koyardık. Eğer onlar Tevrat'a, İn¬cil'e ve Rablerinden kendilerine indirilen Kur'an'a gereğince uysalar-dı, her yönden nimete ermiş olurlardı. İçlerinde orta yolu tutanlar da vardı, çoğunun İşledikleri ise ne kötüdür. (Maide, 65-66).
3 "Ey Kıtab Ehli! Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni gereğin-
ce uygulamadıkça bir temeliniz olmaz", de... (Maide, 68).
c) Bilindiği gibi bugün Hıristiyanların elinde bulunan İncil bir ta¬ne değildir. Dört tanedir. Hatta daha fazla oldukları da söylen¬mektedir. Diğer taraftan bu încillerin üslubları açıkça gösteriyor ki, onlar İsa'dan bir süre sonra yazılmıştır. Çünkü, İsa'nın hayat hi¬kayesi, risaleti, öğretileri ve mucizelerinin hikaye edilmesi ancak O'ndan sonra mümkün olur. Burada akla şöyle bir soru geliyor: Acaba Rasulullah döneminde de İnciller ayrı ayrı mıydı? Metin ve üslub olarak bugünkü İncillerle aynı mıydı?
Kur'an çerçevesinde bu soruya olumlu cevap vermek mümkün değildir. Kur'an bir taraftan İncil'i, İsa'ya inen, O'na öğreten ve Rab¬bani eğitimden geçiren sıfatlarla anarken, diğer taraftan Tevrat gi-
435
bi, inen bir kitap olduğunu belirtmekte. Öte yandan da incil'in, bu ad ile Hıristiyanların elinde bulunan kitap olduğunu ifade etmek¬tedir. Burada kavram çoğul olarak kullanılmadığından, Incillerin bir kaç tane olmadığı çıkarılabilir. Ruhbanları ve keşişleriyle Hıristiyan¬ların Kur'an hakkındaki sözlerinin hikaye edilişinden, O'nun Rab-lerinden indirilen gerçek olduğunu kabul edişlerinden, daha ön¬ceden müslüman olduklarını söylemelerinden anlaşıldığına göre, el¬lerinde bulunan metinlerde Kur'an'ın belirttiği gerçeklerle çakı¬şan, İsa'nın, Ümmî Peygamber Muhammed (s.)'i müjdelemesini içe¬ren şeyler vardı. Ayrıca Kur'an'ın, İsa'nın doğuşu ile ilgili açık¬lamaları bir ölçüde o dönemde, eldeki bazı İncil'lerin açıklamalarıy¬la uyum arzediyordu. Bu İndilerden bazılarının da o zamanki Hıris¬tiyanların eli altında bulunduğunu söylemek mümkündür.
Bu konuyla ilgili olarak, Arap Yahudiliği, Hıristiyanlığı ve da¬ha genel anlamda Arap kültürü ile ilgili olan bir nokta daha vardır: Peygamber asrında ve çevresinde, İncil ve Tevrat adı verilen kitap¬lar Arapçaya çevrilmiş miydi, çevrilmemiş miydi?
Kur'an bir yandan dini konuda cedelci ve tartışmacıların karşısın¬da Rasulün durmunu hikaye ederken, diğer yandan Rasulün Hıris¬tiyan ve Yahudilerle olan münazara ve tartışmalarını nakletmek¬tedir. Onlardan bazılarının Kur'an'dan etkilendiğini, onu tasdik ettiklerini, ona iman ettiklerini tasvir etmektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi Rasulullah ile, Araplar diyalog kurduğu gibi, Arap olmadığı halde Arapçayı anlayan ve bilen kimseler de O'nunla di¬yalog kuruyorlardı. Bir taraftan Kur'anî deliller, diğer taraftan müşahedeye dayalı tarihi veriler, binlerce Arabın Hıristiyan ol¬duğunu onlardan bazılarının göçebe, bazılarının yerleşik olduğunu, onlardan bazılarının Şam ve Irak bölgelerinde etkinlikleri ve egemenliklerinin varlığını, kendilerine özgü keşişleri, azizleri ve ruh¬banları, kiliseleri ve pek çok yerleşim bölgelerinin olduğunu haber vermektedir. Buna bağh olarak İslam'dan önce Ahdi Kadîm ve Ah¬di Cedîd'in tamamı olmasa da bazı bölümlerinin Arapça tercüme edil¬miş olmasını söylemek mümkündür. Arapça olarak yazılan bir çok eserin ve tercümenin inkılaplar, fitneler ve fetihler esnasında 5'itiril-miş olmaları düşünülebilir. Böyle diyoruz, çünkü bu bölümlerin, pey-gamberlikten önce bir tercümeleri olduğunu gösteren herhangi bir kaynağa rastlayamadık. Bize ulaşan haberlerin tamamı ortaçağ Islamî asırlarına izafe edilen bir takım tercümelerdir ve bunlar
436
bazı bölümlerin tercümesidir. Muhtemelen Kur'an'da geçen pek çok Arapçalaşmış isim, sözcük, bu bölümlerin içerikleriyle ilgili olarak tercüme bir takım ifadeler, bu yaklaşımı destekleyen delil¬ler olabilir. Tevrat, İncil, Ruhû'l-Kudus, Cibrîl, Mikâl (Mikâil), Ze¬bur, Nuh., İbrahim, İsmail, îshak, Ya'kub, İdris, Yusuf, Musa, Ha¬run, karun, Fir'avn, Davud, Süleyman, Tâlut, Câlut, Uzeyr, Mesih, îsa, Zekeriyya, îlyas, Elyesa, Zü'1-Kifl, Yunus, Eyyûb, Havariler, Sî-nâ, Sînîn, Yahudiler, Hıristiyanlar, Tabut vs. Bize göre onbinlerce Arap Hıristiyan, binlerce rahip ve keşiş, yüzlerce kilise ve manas¬tırın varlığı ile çelişmeyecek görüş budur. Biz burada sözü Ahdi Ka-dîm'in bölümlerinin hepsim kapsayacak şekilde geniş tuttuk. Çün¬kü Hıristiyanlık onların hepsini, şeriatın tamamlayıcısı olarak gö¬rür; Kur'an bunu metin olarak belirtmiştir. Pek çok Kur'an ayetin¬de İsa'nın kendisinden önceki Tevrat'ı tasdik ettiği bildirilmiştir. Al-i îmran'ın ayetleri arasında naklettiğimiz bazı ayetler bununla il-gilidir. Eğer bu yaklaşımımız doğru olursa, sözü edilen bu tercüme, Arap kültürünün, özellikle peygamberlikten önceki Hıristiyanlık ve Yahudilik bilgilerinin başlıca yazılı kaynaklarından, biri olarak ka¬bul edileceği açıktır.
437
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır