Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 01:43 AM   #5
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Ayette “Kitap’tan yanında bilgi olan kimse” olarak nitelenen “bilgin kul” hakkında, onun:
- Meleklerden biri,
- Cebrail,
- Hızır,
- Süleyman peygamberin teyzesini oğlu ve veziri Asaf b. Berhiya,
- İsm-i Azamı bilen bir insan,
- Denizdeki bir adada yaşayan ve o gün Süleyman peygambere bakmak için gelmiş salih bir kimse,
- Yemliha adında, İsrailoğullarından ve Yüce Allah’ın ism-i azamını bilen birisi,
- İsrailoğulları arasında çok ibadet eden Ustum adında bir zat ve
- Süleyman peygamberin bizzat kendisi olduğu yolunda iddialar ileri sürülmüştür. (Razi; el-Mefatihu’l-Gayb)
Süleyman peygamber ile Melike’nin mülâkatından anladığımıza göre, bizim görüşümüz bu kişinin kendisine vahyedilen bir elçi olduğu yönündedir. “Lut peygamberin kavmine giderken İbrahim peygambere uğrayan elçiler” örneğinden de hatırlanacağı gibi, o dönemlerde yeryüzünde birçok elçi bulunmaktadır. “Kitap’tan yanında bilgi olan” bu kişi de bir elçidir ve o sırada Süleyman peygamberin yanındadır. Ayette nakledilen sözlerinden sonra Sebe’ ülkesine gidip onların İslâm’la şereflenmesini sağlamış ve Sebe’ ülkesini Süleyman peygamberin ülkesine katarak Melike’yi ve tahtı Süleyman peygambere getirmiştir.

TAHT İLE İLGİLİ ABARTILAR

Rivayet edildiğine göre taht, kırmızı yakut ve mücevherat ile süslenmiş, gümüş ve altından yapılmıştı. Taht o sırada üzerinde yedi kilit bulunan, iç içe yedi odanın içinde bulunuyordu.

“TAHTIN GETİRİLMESİ” NE DEMEKTİR?

“ العرشArş [taht]”, bir memleketin kudretini simgeleyen bir şeydir. Dolayısıyla tahtın getirilmesi, o ülkenin fethedilip topraklarının fethedenin ülkesine katılmış olmasını ifade etmektedir.
Bu konunun Kitab-ı Mukaddes’teki anlatımı farklıdır. Kur’an’da yer alan hususlar orada mevcut değildir:

Krallar; Bab; 10:

1- Saba Kraliçesi, RABB`in adından ötürü Süleyman`ın artan ününü duyunca, onu çetin sorularla sınamaya geldi.
2- Çeşitli baharat, çok miktarda altın ve değerli taşlarla yüklü büyük bir kervan eşliğinde Yeruşalim`e gelen kraliçe, aklından geçen her şeyi Süleyman`la konuştu.
3- Süleyman onun bütün sorularına karşılık verdi. Kralın ona yanıt bulmakta güçlük çektiği hiçbir konu olmadı.
4, 5- Süleyman`ın bilgeliğini, yaptırdığı sarayı, sofrasının zenginliğini, görevlilerinin oturup kalkışını, özel giyimli hizmetkârlarını, sakilerini ve RABB`in Tapınağı`nda sunulan yakmalık sunuları gören Saba Kraliçesi hayranlık içinde kaldı.
6- Krala, "Ülkemdeyken yaptıklarınla ve bilgeliğinle ilgili duyduklarım doğruymuş" dedi,
7- "Ama gelip kendi gözlerimle görünceye dek inanmamıştım. Bunların yarısı bile bana anlatılmadı. Bilgeliğin de, zenginliğin de duyduklarımdan kat kat fazla.
8- Ne mutlu adamlarına! Ne mutlu sana hizmet eden görevlilere! Çünkü sürekli bilgeliğine tanık oluyorlar.
9- Senden hoşnut kalan, seni İsrail tahtına oturtan Tanrın RABB`e övgüler olsun! RAB İsrail`e sonsuz sevgi duyduğundan, adaleti ve doğruluğu sağlaman için seni kral yaptı."
10- Saba Kraliçesi krala yüz yirmi talant altın, çok büyük miktarda baharat ve değerli taşlar armağan etti. Saba Kraliçesi Kral Süleyman`a o kadar baharat armağan etti ki, bir daha hiçbir zaman bu kadar çok baharat görülmedi.
11- Bu arada Hiram`ın gemileri Ofir`den altın ve büyük miktarda almug kerestesiyle değerli taşlar getirdiler.
12- Kral, RABB`in Tapınağı`yla sarayın tırabzanlarını, çalgıcıların lirleriyle çenklerini bu almug kerestesinden yaptırdı. Bugüne dek o kadar almug ağacı ne gelmiş, ne de görülmüştür.
13- Kral Süleyman Saba Kraliçesi`nin her isteğini, her dileğini yerine getirdi. Ayrıca ona gönülden kopan birçok armağan verdi. Bundan sonra kraliçe adamlarıyla birlikte oradan ayrılıp kendi ülkesine döndü.


41–44. Ayetler:

O [Süleyman] dedi ki: “Onun için tahtını belirsizleştirin, bakalım o, doğru yolu bulanlardan mı yoksa doğru yolu bulmayanlardan mı olacak!”
O [Melike] geldiği zaman, “Senin tahtın böyle mi?” dendi. O [Melike]: “Sanki bu, odur. Ve bize ondan önce bilgi verilmiş ve biz teslim olanlar / Müslümanlar olmuş idik.”
Ve onu, Allah’ın astlarından taptığı şeyler alıkoymuştu. Şüphesiz ki o inkârcılar kavmindendi.
Ona “köşke gir!” denildi. Sonra o, onu görünce derin bir su sandı ve eteğini çekti. O [Süleyman] “Bu billurdan yapılmış, şeffaf bir zemindir” dedi. O [Melike] “Rabbim! Ben gerçekten kendime zulüm etmiştim. Süleyman ile beraber, âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum” dedi.

TAHTIN GÖRÜNÜŞÜNÜN DEĞİŞTİRİLMESİNDEKİ AMAÇ

Süleyman peygamber, yanına getirilen Melike’nin tahtının tanınmayacak kadar değiştirilmesini istemesindeki sebebi 41. ayette “bakalım o, doğru yolu bulanlardan mı yoksa doğru yolu bulmayanlardan mı olacak?” diyerek açıklamıştır. Fakat genellikle Süleyman peygamberin bu ifadesiyle “Melike’nin kendi tahtını tanıyıp tanıyamayacağını” kastettiği ileri sürülmüştür. Bizim kanaatimize göre ise Süleyman peygamber burada Melike’nin “mülk ile imandan hangisini tercih edeceğini” kastetmiştir. Çünkü ayetin orijinalindeki gibi “hidayet” köklü sözcükler Kur’an’da hep “ciddî ve doğru yolu, sırat-ı müstakimi [Allah’ın yolunu] bulup bulmama” anlamlarında kullanılmıştır. Nitekim Melike de tahtı görünce pek umursamamış,“Sanki bu, odur. Ve bize ondan önce bilgi verilmiş ve biz teslim olanlar / Müslümanlar olmuş idik” diyerek Müslüman olduğunu haykırmıştır.
Süleyman peygamberin Melike’nin girmesini istediği köşkün ne zaman ve hangi amaçla yapıldığı bildirilmemiştir. Söylentilerde, bu köşkün özel olarak Melike’yi etkilemek için yapıldığı ileri sürülmüş olsa da bize göre bu doğru değildir. Çünkü Allah’ın elçileri böyle savurganlık yapmazlar, yapamazlar.
Melike’nin, köşke girerken zeminin şeffaf olması sebebiyle orayı su zannedip eteğini yukarı çekmesinin gayet normal olmasına karşılık rivayetçiler bu konuya da el atmış ve uzun senaryolar üretmişlerdir:

Cinler, Süleyman’ın melike ile evlenmesini istememişler. Bunun üzerine de, cinler, Süleyman’a Sebe` Kabilesi’nin sırlarını iletmişlerdir. Çünkü melike, cin taifesine mensup bir kız idi. Denildiğine göre, cinler, Süleyman’ın melikeden bir çocuk sahibi olmasından, böylece de o çocukta cin ve insan zekâsının bir araya gelmesi sebebiyle kendilerinin Süleyman’ın idaresinden daha sıkı bir idareye çatmalarından endişe ettiler. "Melikenin aklında bir noksanlığı var", "onun bacakları kıllı olup, ayakları da tıpkı eşek ayağı gibidir ..." şeklinde sözler yaydılar. İşte bu sebepten dolayı, Süleyman, o tahtın şeklini ve şemailini değiştirmek suretiyle onun aklını sınadı. O köşkü de bacaklarının durumunu öğrenmek için yaptırmıştır. Saf camın durumunun tıpkı bir su gibi olduğu malumdur. Binaenaleyh melike bunu görünce onu durgun bir su sandı da ona girmek için baldırlarını açtı. Bir de ne görsünler, o, baldır ve ayak cihetinden insanların en güzeli! Bu, Süleyman`ın o kadınla evlendiğini söyleyenlere göre, yapılan bir tuzaktır. (Razi; el Mefatihu’l Gayb)

Bu kıssada bahsi geçen Melike’nin adı Kur’an’da bildirilmemiştir. Ne var ki, Melike’nin adı “Belkıs” olarak meşhurlaşmış ve ondan bahsedilirken genellikle “Belkıs” adı kullanılır olmuştur.
Yine Kur’an’da yer almamasına rağmen hikâyeciler Süleyman peygamberin Melike ile evlendiğini kesin bir şekilde iddia etmişler, fakat bu evliliğin Melike’nin bacaklarını sıvamasından önce mi yoksa sonra mı olduğu hususunda değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. İbn-i Abbas’tan gelen rivayette ise daha farklı bir hikâye vardır:

Belkıs Müslüman olunca Süleyman ona, “Kavminden seni evlendireceğim birisini seç” demiş. Bunun üzerine kadın, “Böylesi bir saltanatı olan benim gibi bir kadınla sıradan adamlar evlenemez” demiş. Bunun üzerine Süleyman, “Nikah İslam’dandır” deyince, kadın da “Eğer durum böyleyse, beni Hemdan hükümdarı Tübbâ ile evlendir” demiş. Bunun üzerine Süleyman onu evlendirir. Sonra Yemen’e gönderir. O da, orada Kraliçeliğini sürdürür. (Razi; el-Mefatihu’l-Gayb)


Bu konu Kitabı Mukaddes’te I. Krallar, 10. Bab, 1–13. cümlelerde ve II. Tarihler, 9. Bab, 1–12. cümlelerde yukarıda 40. ayetin tahlilinde verdiğimiz metinle, Matta ve Luka İncillerinde ise aşağıdaki metinlerle geçmektedir:

Matta; 12/42

42Güney Kraliçesi, yargı günü bu kuşakla birlikte kalkıp bu kuşağı yargılayacak. Çünkü kraliçe, Süleyman`ın bilgece sözlerini dinlemek için dünyanın ta öbür ucundan gelmişti. Bakın, Süleyman`dan daha üstün olan buradadır.

Luka, 11/31:

31Güney Kraliçesi, yargı günü bu kuşağın adamlarıyla birlikte kalkıp onları yargılayacak. Çünkü kraliçe, Süleyman`ın bilgece sözlerini dinlemek için dünyanın ta öbür ucundan gelmişti. Bakın, Süleyman`dan daha üstün olan buradadır

Sonuç olarak, bütün bu teferruatın hiçbir önemi yoktur. Önemli olan ve bizi ilgilendiren, Kur’an’da verilen bilgilerin doğru dürüst öğrenilip ona göre davranılması ve mecazların hakikatleştirilip sembollerin kişileştirilmesi sonucunda ortaya çıkan hurafelerin bertaraf edilmesidir.

45–53. Ayetler:

Ant olsun ki, Allah’a ibadet edin diye Semud’a da kardeşleri Salih’i elçi gönderdik. Hemen birbirleriyle çekişen iki zümre oluverdiler.
O [Salih] dedi ki: “Ey kavmim! İyilikten önce niçin kötülüğü çabuklaştırmak istiyorsunuz? Merhamet olunmanız için Allah’a istiğfar etseniz ne olur!”
Onlar; “Senin sebebinle ve seninle beraber olan kişiler sebebiyle başımıza uğursuzluk geldi / seni ve beraberindekileri uğursuzluk belirtisi sayıyoruz” dediler. O [Salih]: “Uğursuzluğunuz Allah katındadır. Daha doğrusu siz, fitnelenen [kendini ateşe atan / imtihana çekilen] bir topluluksunuz” dedi.
Ve o şehirde yeryüzünde bozgunculuk yapan, iyileştirme yapmayan, Dokuzlu bir grup vardı.
Allah’a yeminleşerek; “Gece ona ve ailesine baskın yapacağız; sonra da velisine [yakınlarına], ‘Biz, o ailenin yok edilişine şahit olmadık [olay sırasında orada değildik] ve biz kesinlikle doğru olanlarız’ diyeceğiz” dediler.
Ve onlar böyle bir tuzak kurdular, şüphesiz Biz de onların farkında olmadığı bir tuzak kurduk [bir ceza ile cezalandırdık].
İşte bak! Onların tuzaklarının akıbeti nice oldu; şüphesiz Biz onları ve kavimlerini toptan yerle bir ettik.
İşte, onların, işledikleri zulümler yüzünden çatıları çöküp ıpıssız kalmış evleri. Hiç şüphesiz ki bunda, bilen bir kavim için bir ayet [gösterge] vardır.
İman eden ve takvalı olan kişileri de kurtardık.

Bu surede örnek gösterilen toplumların üçüncüsü Semud kavmidir. Yukarıdaki ayetlerde, Salih peygamberin kavmini uyarmak için gösterdiği çaba ile kavminin ona büyüklenerek karşılık vermesi ve bu yüzden de belâsını bulması anlatılmaktadır. Ayrıntıları A’râf suresinde geçmiş olan kıssanın eski anlatımlara ek olarak buradaki anlatımında, Salih peygambere karşı olan grup içinden dokuz kişilik bir çetenin ona suikast düzenlemek üzere yeminleştikleri bildirilmiştir.
Dikkat edilirse, Salih peygamber ile kavmi arasında geçen olaylar ile peygamberimiz ve Mekkeliler arasında geçen olaylar bire bir benzerlik arz etmektedir. Salih peygamberin kavmi de tıpkı Mekke halkı gibi iki gruba ayrılmış ve aralarında çekişmişlerdir.

A’râf 75, 76: Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, içlerinden zayıf görünen inanmış kimselere dediler ki: “Siz, Salih`in gerçekten Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçi olduğunu biliyor musunuz?” (Onlar da “Kesinlikle biz onunla gönderilene inananlarız [inanıyoruz]!” dediler.
O büyüklük taslayan kimseler; “Biz, sizin inandığınızı kesinlikle inkâr edenleriz [ediyoruz]!” dediler.

47. ayette geçen “ تطيّرtatayyür” sözcüğü, “ طيرtayr [kuş]” sözcüğünün türevlerindendir ve “uğursuzluk” anlamında kullanılır. Bu anlayış, hurafeler ve kuruntular peşinde sürüklendikleri için imanın netliğine kavuşamamış cahil toplumların geleneklerinden biri hâline gelmiş ve bu anlayışın pençesine düşmüş bilinçsiz insanlar, bir iş yapmak istediklerinde bir kuşa sığınmayı alışkanlık edinmişlerdir. Araplar ise uğursuzluğa en düşkün toplum olup bir yolculuğa çıkacaklarında bile özel olarak ürküttükleri kuşun sola doğru uçması hâlinde bunu uğursuzluk sayarak yolculuğa çıkmazlar, ancak kuş sağa doğ*ru uçarsa bunu uğur sayar ve yollarına koyulurlardı.
Salih peygamber karşıtlarının 47. ayetteki sözleri, peygamberlerini uğursuz kimseler olarak telâkki eden müşrik kavimlerin sözleri ile aşağı-yukarı aynıdır:

Ya Sin 18: Onlar [o kentin halkı] dediler ki: “Şüphesiz biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer vazgeçmezseniz, ant olsun ki, sizi taşlayarak öldürürüz ve mutlaka bizden size çok acıklı bir azap dokunur.”

A’râf 131: Sonra kendilerine iyilik geldiği zaman, “İşte bu bize aittir” dediler. Eğer kendilerine bir kötülük gelirse, Musa ile yanındakilerin uğursuzluğu olarak kabul ederler. İyi bilin ki, onların uğursuzluğu Allah katındadır. Velâkin onların çoğu bilmezler.

48. ayette geçen “yeryüzünde bozgunculuk yapan, iyileştirme yapmayan, Dokuzlu bir grup” ifadesinden Arap örfüne göre anlaşılmaktadır ki, Salih peygamberi yok etme işine dokuz sülaleden dokuz kişi kalkışmıştır. Rivayetlerde bu dokuz kişiye farklı adlar bulunmuştur:

el-Kaznevi dedi ki: Bunların isimleri şöyledir: Kudar b. Salif, Misda`, Eşlem, Desmâ, Züheym, Za`mâ, Zuaym, Kattal ve Saddâk.
İbn İshak dedi ki: Bunların başı Kudar b, Salif île Misda` b. Mehra` idi, bun*ların arkasından da yedi kişi gelirdi ki, bunlar da Bel` b. Meylâ, Duayr b. Ğunm, Züâb b. Mehrec ile isimleri bilinmeyen dört kişi daha vardı.
ez-Zemahşerî, Vehb b. Münebbih`den naklen onların isimlerini şöylece zik*retmektedir: el-Hüzeyl b. Abdi Rabb, Gunm b. Gunn, Riyâb b. Mehrec, Mis*da` b. Mehrec, Umeyr b. Kerdube, Âsim b. Mahreme, Sübeyt b. Sadaka, Sem`an b. Safî, Kudar b. Salif. Dişi devenin öldürülmesi için çalışanlar da bun*lardı. Bunlar Salih kavminin azgınları idiler. Bunlar kavmin en soylularının oğullanndandılar.
es-Süheylî dedi ki: en-Nekkaş yeryüzünde bozgunculuk çıkartıp ıslah et*meyen dokuz kişiyi zikretmiş ve onların isimlerini tek tek saymıştır. Ancak bunun bir rivayet ile tesbiti söz konusu değildir. Şu kadar var ki ben bu isim*leri içtihad ve tahmine binaen kaydediyorum. Şu kadar var ki bizler Muham-med b. Habib`in kitabında bulduğumuz şekilde bu isimleri veriyoruz. Bun*lar: Misda` b. Dehr -ki Dehm de denilir-, Kudar b. Salif, Hureym, Savab, Ri-yab, Dabb, Da`ma, Herma, Duayn b. Umeyr`dir.
Derim ki; el-Maverdî, İbn Abbas`tan rivayetle onların isimlerini şöylece zik*retmektedir: Bunlar Da`ma, Duayn, Herma, Hureym, Dâbb, Savab, Riyab, Mistah ve Kudar idiler. (Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an )

49. ayette geçen “velisine” ifadesi ile Salih peygamberin mensup olduğu kabilenin reisi kastedilmiştir. Çünkü eski kabile geleneğine göre kabile reisi, kabilenin fertlerinin kan davalarını güdebilen kişidir.
Bu ayetlerin vahyedildiği tarihlerde Mekke’de de benzer bir durumun ortaya çıkmış olması dikkate değer bir durumdur. Peygamberimiz görevini sürdürürken Mekke ahalisi de Semud kavmi gibi iki ayrı fırkaya ayrılmış ve bunlar arasında bir mücadele başlamıştır. Salih peygamber gibi peygamberimizin de karşı fırka içinden oluşturulan bir çete güruhunun toplu saldırısı ile öldürülmesi plânlanmıştır. Plân gerçekleştiği takdirde, Salih peygamber gibi, peygamberimizin de cinayetin arkasını arayacak bir “velisi” vardır ve bu “veli” amcası Ebutalib’tir. Yani, eğer Mekke müşrikleri tasarladıkları saldırıyı gerçekleştirip emellerine ulaşabilirlerse, peygamberimizin mensup olduğu Beni Haşim kabilesinin reisi Ebutalib, kabilesi adına bu cinayeti işlemiş olanlara karşı bir kan davası iddiası ile ortaya çıkabilecektir. Ama cinayet, çeşitli kabilelerden müteşekkil bir çete tarafından işlenirse fail bulunamayacak, dolayısıyla Haşimoğulları’nın da olaya karışan kabilelerin hepsiyle birden savaşması mümkün olmayacağından olay kapanacaktır. Mekke ileri gelenlerinin düzenledikleri ama başarısızlıkla sonuçlanan bu komplo, benzer şekilde peygamberimizin hicreti sırasında da düzenlenmiştir.
Görüldüğü gibi, Salih peygamberin kıssası, bu ayetlerin nazil olduğu zamandaki peygamberimizin şartlarına mükemmel bir şekilde işaret etmiş olmaktadır.
Semud kavminin helâkine dair daha evvel birçok surede ayrıntı verildiği için burada onları tekrarlamıyor ve bu konuda rivayetçilerin ürettikleri senaryoları da nakletmiyoruz.

54, 55. Ayetler:

Lut’u da (elçi olarak kavmine gönderdik). Hani o, kavmine; “Göz göre göre hâlâ o aşırılığı [hayâsızlığı] yapacak mısınız? Şehvet yönünden kadınlardan aşağı olan erkeklere yaklaşacak mısınız? Aslında siz cahillikte devam edegelen bir kavimsiniz!” demişti.

Lut peygamber ve kavmi ile ilgili detaylar daha evvel Kamer, A’râf ve Şuara surelerinde yer aldığından, burada gayet kısa bir açıklama ile yetinilecektir. Ayrıca bu kıssa ileride Hicr suresinde tekrar gündeme gelecektir.
Yüce Rabbimizin bildirdiğine göre, Lut kavminin “kadınlardan aşağı olan erkeklere şehvetle yaklaşma” eylemi, onlardan önce hiçbir toplumun yapmamış olduğu bir hayâsızlıktı. Bu sapkın toplum, söz konusu hayâsızlığı grup hâlinde yapıyorlardı:

Ankebut 28, 29: Lut’u da (gönderdik). Hani o kavmine; “Şüphesiz siz, kesinlikle âlemlerden sizden önce geçmiş olanların yapmadığı bir hayâsızlığı yapıyorsunuz!
Siz, şüphesiz, mutlaka erkeklere gidecek, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlik yapacak mısınız?” dedi. İşte, kavminin cevabı da sadece “Doğru söyleyenlerden isen Allah’ın azabını bize getir!” demeleri oldu.

Ayette geçen “cehalet” sözcüğünün burada “ahmaklık, budalalık” olarak anlaşılması bize göre daha isabetlidir. Ama anlam “cahillik, ilimden yoksunluk” olarak kabul edilse bile, sözcüğün içinde yer aldığı ifade şu manaya gelir: “Siz bu aşırı eğlenmenin, cinsel sapkınlığın kötü sonuçlarını bilmiyorsunuz.”

56–58. Ayetler:

Sonra da kavminin cevabı sadece “Lut ailesini memleketinizden çıkarın; baksanıza onlar temiz kalmak isteyen insanlarmış!” demeleri oldu.
Bunun üzerine onu ve geride kalmasını takdir ettiğimiz karısı dışındaki yakınlarını kurtardık.
Ve onların üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki! Ne kötü idi uyarılanların yağmuru!

Bu ayet grubunda, Lut peygamberin tebliğine alaylı ifadelerle karşı koyan kavminin onu ve yakınlarını anayurtlarından kovma niyetinde olduğu bildirilmiş ve bu davranışları sonrasında kavmin başına gelen felâket açıklanmıştır.
58. ayette sözü edilen yağmurun volkanik patlamaya bağlı bir taş yağmuru olduğu daha önce de ifade edilmişti. Bu dehşetli olayın ayrıntıları A’râf, Kamer ve Hicr surelerindedir.
Bu olay Kitab-ı Mukaddes’te şöyle geçmektedir:


Tekvin, 19. Bab, 24–28. cümleler

RAB Sodom ve Gomora`nın üzerine gökten ateşli kükürt yağdırdı.
Bu kentleri, bütün ovayı, oradaki insanların hepsini ve bütün bitkileri yok etti.
Ancak Lut`un peşi sıra gelen karısı dönüp geriye bakınca tuz kesildi.
İbrahim sabah erkenden kalkıp önceki gün RABB`in huzurunda durduğu yere gitti.
Sodom ve Gomora`ya ve bütün ovaya baktı. Yerden, tüten bir ocak gibi duman yükseliyordu.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla