Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 02:00 AM   #13
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

O nedenle, sen onların söylediklerine karşı sabret. Ve güneşin doğmasından önce ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et
ve geceden bir bölümde. Ve secdelerin artlarında da O’nu tesbih et. (Kaf/39, 40)

Artık onların söylediklerine sabret, güneşin doğuşundan önce de batışından önce de Rabbini tesbih et. Gecenin bazı saatleriyle gündüzün iki ucunda da tesbih et ki, hoşnutluğa erebilesin. (Ta Ha/130)

O hâlde tesbih Allah için. Akşama erdiğinizde de sabaha erdiğinizde de...
Göklerde ve yerde hamd de O’na, gece sırasında da öğleye erdiğinizde de... (Rum/17, 18)

Ant olsun bürüyüp örttüğü zaman geceye
Ve parıldadığı zaman gündüze, (Leyl/1, 2)

Güneş’e ve onun parıltısına ant olsun ki,
onu izlediği zaman Ay’a,
ona parlaklık verdiği zaman gündüze,
onu sarıp örterken geceye, (Şems/1-4)

Dikkat edilirse, bu ayetlerde namaz vakitlerini ve namaz sayısını belirleyen bir ifade yoktur. Ayetlerin hepsinde de gündüz ve gecenin belli başlı zamanlarında Allah’ı anmak, O’nu unutmamak, O’nu tesbih etmek emredilmekte ve Allah’ı anmanın gönlü huzura kavuşturacağı vurgulanmaktadır.Gece-gündüz, sabah-akşam şeklindeki ifadelerin “her an” demek olduğu daha önce de örnekleriyle izah edilmişti. Bu ayetlerden namaz kılınacağını anlamak ve iddia etmek, tamamen hatalı bir yaklaşımdır.

FARZ NAMAZLAR NİÇİN GECEYE TAHSİS EDİLMİŞTİR?

Hud ve İsra surelerinde yer alan ayetlerle belirlenen namaz vakitleri [akşam, sabah ve gece], günün gece bölümündedir. Bu durumun hikmeti de yine Kur’an’da mevcuttur:

Ey örtüsüne bürünen!
Geceleyin kalk! Kısa bir süre hariç, gecenin yarısını ayakta geçir veya bundan biraz eksilt.
Ya da buna biraz ekle: Ve Kur’an’ı ağır ağır, düşüne düşüne oku.
Doğrusu, Biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız.
Şu bir gerçek ki, yeni bir oluşa koyulmak üzere geceleyin kalkan, yer tutma bakımından daha güçlüdür [söz bakımından daha etkilidir].
Kuşkusuz gündüz boyu senin için uzun bir dolaşma/ uzun bir uğraşı vardır. (Müzzemmil/1-7)

Gündüz, ister sıradan birisi olsun, ister peygamber olsun, herkes için çeşitli telaşların yaşandığı bir zaman bölümüdür. Namaz ise, yine kim olursa olsun, herkesin kendini vermesi, konsantrasyon [huşu’ ve hudu’] içinde olması gereken bir faaliyettir. Ama iş, güç, harç, borç gibi telaşların hep gündüz cereyan etmesi nedeniyle günün bu bölümünde insanların kendilerini bütünüyle namaza vermeleri mümkün olamamaktadır. Çünkü gündelik işlerin bitmesi gerektiğinden gündüzün herkesin aklı fikri işinde olmaktadır. Nitekim konuyu iyi anlayanlar “Gıllugış [gönül sıkıntısı] ile namaz olmaz” demişlerdir. Tabiî, bu sözle kastedilen namaz, İslâm’ın emrettiği namazdır, yoksa çoğunluğun yasak savmak kabilinden kıldığı ve kıldık sandığı şeklî namaz değildir. Çünkü zihnin bin bir gaile ile meşgul olduğu anlarda kılınan namaz gerçek namaz değil, bir şekilden ibarettir. Gerçek namaz, kulun gönül huzuru ile kendisini Allah’a teslim ederek kılacağı namazdır.
Bu sebepledir ki, Yüce Allah namaz için vakit olarak akşam, sabah ve gece saatlerini belirlemiş, gündüz de maişet için çalışmaya ayrılmıştır. Yani, Rabbimizin namaz için gönlün boş ve huzurlu olacağı zamanları seçmesi boşuna değildir.
Görüldüğü gibi, bu hususlar Müzzemmil suresinin 1-7. ayetlerinde çok net olarak ifade edilmiştir. Gündüz herkes için bağda bahçede, işyerinde zorunlu ve uzun uğraşılar vardır. Günün sona ermesiyle beraber dışarıdaki bütün işler de biter ve insanlar bu üç vakitte sükûnet için evlerine dönmüş olurlar. Böylece camiye gelebilmeleri, cemaat olabilmeleri de mümkün olmuş olur.

KUTUPLARDA NAMAZ VAKTİ

İslâm dini evrensel bir din olduğuna ve tüm kuralları dünyanın her noktasında geçerli olduğuna göre, senenin yarısının gece, yarısının da gündüz olarak yaşandığı kutup bölgelerinde namaz ve oruç ibadetleri nasıl uygulanacaktır?
Bu konu, İslâm’ın evrensel olmadığı düşüncesinin teyidine yönelik olarak entelektüel geçinen bazı çevreler tarafından yeni ortaya atılmış bir mesele olarak gözükse de, aslında çok eskiden beri İslâm bilginlerinin düşünüp değerlendirdikleri bir konudur.
Konuya kitabında ilk yer veren, XI. Yüzyıl fakihlerinden Ebu’l-İhlas Hasan b. Ammar eş-Şürunbilâlî’dir. Bu zatın “Nuru’l-İzah Şerhi, Merakıye’l-Felah” adlı eserinde konu şöyle açıklanmıştır:
“Güneşin batar batmaz hemen doğduğu ülkeler vardır. Bu ülkelerde namazın sebebi olan vakit bulunmadığı için yatsı ve vitir namazları da yoktur. Ancak bir sene kadar sürecek Deccal Günleri’nde namaz vakitleri takdir edilir. Yani, namaz vakitleri için belirli saatler ayrılır. Namazlar o saatler içinde kılınır. Alım satım, oruç, hacc ve iddet gibi meselelerde de takdire göre hareket edilir.”
İslam fakihleri bu konuya kutuplardaki vakti bilerek ve düşünerek değil de “Deccal Günleri” adıyla meşhur olmuş bir rivayete cevap mahiyetinde bir çözüm üretmişlerdir. Bu rivayete göre ileride öyle bir zaman gelecektir ki, dünyanın her yerinde yılın yarısı gece, yarısı da gündüz olacaktır. Ancak bu, muteber olmayan bir rivayettir ve teferruatının burada gereği yoktur.
Görüldüğü gibi, eski zaman din bilginleri, vakti olan namazların kılınacağı, vakti olmayan namazların da kılınmayacağı görüşüne varmışlar, oruçta ise çözümün gündüz sürelerinin insanlar tarafından takdir edilerek bulunacağını öne sürmüşlerdir.
Bu tarz takdirler yapılırken her şeyden evvel Yüce Rabbimizin şu ayetleri dikkate alınmalıdır:

Güneş ve Ay bir hesap iledir [hesaba bağlıdır]. (Rahman/5)

Tan yerini yarandır. Geceyi dinlenme zamanı, Güneş ve Ay’ı zaman ölçüsü kılmıştır. Bu, Güçlü Olan’ın, Bilen’in takdiridir [belirlemesidir]. (En’âm/96)

Gökleri ve yeri yarattığı gündeki Allah’ın yazgısına göre, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. … (Tövbe/36)

Sana hilallerden soruyorlar.De ki:“Onlar, insanlar ve hacc için vakit ölçüleridir. ...” (Bakara/189)

Ayetlerde Ay ve Güneş hareketlerinin birer vakit ölçüsü olduğu bildirilmektedir. Demek ki, bu ölçüleri iyi bilmemiz ve ihtiyaç duyulan hâllerde kullanmamız gerekmektedir. Nitekim namaz, oruç ve hacc ibadetleri için kutuplarda bulunan bir Müslüman için de bu ölçüler geçerlidir. Bu nedenle kutuplarda bulunan Müslümanlar da ekvator üzerinde yaşayanlar gibi Ramazan ayının hilali görüldüğünde oruca başlayabilme imkanından mahrum değildir. Bunun gibi, Şevval ayının hilali görüldüğünde oruç bırakılabilir, günün namaz kılınması gereken vakitleri de aynı ölçülerle takdir edilebilir.
Bugün yüksek teknolojiye dayalı bilişim ve iletişim imkanları sayesinde artık insanın takdirine bile gerek kalmamıştır. Radyo, televizyon, telsiz gibi araçlarla, istenilen bölgenin zaman dilimleri [gece-gündüz saatleri] sadece kutuplardan değil, uzaydaki herhangi bir noktadan da gayet isabetli olarak kolayca takip edilebilmektedir. Kısacası, anormal beldelerde bulunan insanlar da hayatlarını normal bölgelerde yaşayan insanlarla eş zamanlı hâle getirebilme imkânına sahiptirler. Zaten anormal bölgelerdeki günlük hayatın işleyişi de, normal bölgelerde uygulanan sürelere göre ayarlanmaktadır. Öyle ki, kutuplarda veya uzayda yaşamak durumunda olanlar da çalışma ve dinlenme saatlerini, hatta yemek düzenlerini normal koşullardaki insanlar gibi belirlemektedir. Kutuplarda bulunanların nasıl altı ay uyuyup altı ay çalıştıkları düşünülemezse, diğer dinî ve sosyal etkinlikleri de normal bölgelerdeki düzene aykırı olarak sürdürmeleri gerektiği ileri sürülemez.
Bir Müslüman’ın kutuplara değil, uzaya bile gitmesi durumunda, uzayda gece ve gündüz olmadığından tüm vakitlerin ortadan kalktığını ve buna bağlı olarak da namazın farz olmaktan çıktığını ileri sürmesi mümkün değildir. Uzayda da vakit takdir edilmeli, namazlar vakitlerinde kılınmalıdır.

SABAH NAMAZINDA CEMAATE KATILMAYA, MEYDANDA KUR’AN OKUMAYA TEŞVİK

Sabah namazı vakti, Arapların Kabe’de Safa ve Merve tepelerinde toplanıp konuştukları, görüştükleri, plân ve program yaptıkları bir vakittir. Peygamberin halkın kalabalık olduğu yerde ve zamanda Kur’an okumasının diğer vakitlere oranla daha verimli olacağı tabiîdir. Çünkü sabah vakti Kur’an okuyan peygamberi herkesin dinleme ve görme imkanı daha çoktur.
Diğer taraftan, gece uykusunun önceki günün yorgunluğunu ve zihin ağırlığını gidermesi, dolayısıyla insanın sabahleyin bedeni dinlenmiş ve zihni berrak olarak kalkması sebebiyle sabah vakti diğer vakitlere nazaran oldukça elverişli bir vakittir. Böyle bir vakitte yapılan duyuru [tebliğ], diğer zamanlarda yapılanlara nispetle daha etkin, daha verimli olur.
78. ayetteki قرآن القجرsabah Kur’an’ını da” ifadesiyle kastedilmiş olması muhtemel bir mana daha vardır ki, bu da sabah namazının cemaatle edâ edilmesinin teşvik ediliyor olmasıdır. Bu takdirde mana “Sabah namazı, çok kişi tarafından şahit olunan [meşhud] namazdır” şeklinde olur.

MAKAM-I MAHMUD

Ayetteki “ مقاما محموداmekamen mahmuden” ifadesi teknik olarak iki şekilde değerlendirilip iki farklı anlam elde edilebilir.
1- “Mahmûden” sözcüğü, ayetteki "seni gönderecektir" fiilinden "hâl" olmak üzere mansubtur, yani, "seni mahmûd [övülmüş] olarak gönderecektir" demektir.
2- Bu sözcük, kendinden önceki "makam" kelimesinin sıfatı olduğu için mansubtur. Anlamı “seni güzel bir makama ulaştıracak” şeklinde olur.

Ayetteki makam veya “güzel bir makam” ile ilgili bir çok rivayet vardır. Bilindiği gibi, makam sözcüğü bu rivayetler ışığında daha çok “şefaat makamı” olarak algılanır.
Bize göre, bu tamlama ile “neticesi övgü [metih] olan bir makam” kastedilmiştir. Bu makam öncelikle Allah’ın hoşnutluğu makamı, sonra da Medine Devleti başkanlığı makamıdır.
Tıpkı Meryem suresindeki İbrahim, İdris ve İsmail peygamber örneklerinde olduğu gibi:

Kitap’ta İbrahim’i de an / hatırlat. Şüphesiz ki o, sıddık [özü, sözü doğru] biri idi, peygamberdi.
Bir zaman o, babasına; “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayan şeylere niçin ibadet ediyorsun? Babacığım! Şüphesiz sana gelmeyen bir ilim bana geldi. O hâlde bana uy da, sana dosdoğru bir yolu göstereyim. Babacığım! Şeytana kulluk etme. Şüphesiz şeytan Rahman’a asi oldu. Babacığım! Şüphesiz ben, sana Rahman’dan bir azap dokunur da şeytan için bir veliy [yardımcı] olursun diye korkuyorum.” demişti.
O [Babası]; “Ey İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, ant olsun seni recm ederim [taşlayarak öldürürüm]. Haydi, uzun bir müddet bana uzak ol! [defol!]” dedi.
O [İbrahim]; “Selâm sana olsun, senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Şüphesiz O, bana çok lütufkârdır. Ve ben, sizden ve Allah’ın astlarından kulluk ettiğiniz şeylerden çekilip ayrılıyorum. Ve Rabbime dua edeceğim. Rabbime yalvarışımda bedbaht olmayacağımı umuyorum.” dedi.
Sonra o [İbrahim], onlardan [kavminden] ve onların Allah’ın astlarından ibadet ettikleri şeylerden uzaklaşınca, Biz ona İshak’ı ve Yakub’u ihsan ettik. Hepsini de peygamber kıldık [yaptık].
Ve Biz onlara rahmetimizden lütuflarda bulunduk. Ve onlar için yüce bir doğruluk dili kıldık.
Ve Kitap’ta Musa’yı da an / hatırlat. Şüphesiz o arıtılarak saflaştırılmış idi. Ve bir elçi, bir peygamber idi.
Biz ona en uğurlu Tur’un [dağın] yan tarafından seslendik ve onu hususî bir konuşmada bulunmak üzere yaklaştırdık.
Ve rahmetimizden ona, kardeşi Harun’u bir peygamber olarak ihsan eyledik.
Ve Kitap’ta İsmail’i an / hatırlat. Şüphesiz o, vaadine sadık idi, bir elçiydi, bir peygamberdi.
Ve o ehline [ailesine, çevresine] namazı / sosyal desteği ve zekâtı emrederdi. Ve o Rabbinin katında hoşnutluğa ermişti.
Ve Kitap’ta İdris`i an / hatırlat. Şüphesiz o, çok sadık biriydi, bir peygamberdi.
Ve Biz onu yüce bir yere yükselttik. (Meryem/41-57)

80 – Ve de ki: “Rabbim! Beni, doğruluk girişiyle girdir ve doğruluk çıkışıyla çıkar. Ve bana katından yardımcı bir kuvvet ver.”

Peygamberimize bu ayette emredilen dua, hem hicretin yaklaştığına işaret etmekte hem de ona şöyle bir uyarı içermektedir: “Nerede ve ne durumda olursan ol, hakkı takip etmelisin. Eğer bir yerden hicret edersen, hakk yolunda hicret etmelisin ve nereye gidersen hakk için gitmelisin.”

مدخل صدقMUDHALE SIDK - مخررج صدقMUHRACE SIDK

Peygamberimize emredilen duada geçen “müdhale sıdk” ve “mührace sıdk” ifadeleri aslında çok geniş bir anlam taşımaktadır. Dolayısıyla bu ifadenin “kabre girip çıkma”, “peygamberlik görevine başlayıp bitirme”, “namaza başlayıp bitirme”, “dinî görevlere başlayıp bitirme”, “Mekke’den çıkma Medine’ye girme” gibi anlamlara geldiğini söylemek yanlış olmaz. Bu nedenle ifadenin her iş için “doğrulukla giriş ve doğrulukla çıkış” anlamı verilerek özetlenmesi mümkündür.
Duanın sonundaki “Ve bana katından yardımcı bir kuvvet ver” ifadesi, “Bu bozulmuş dünyayı ıslah edebilmem, görevimi sürdürebilmem için bana bir güç ve yetki ver, devletlerden birini benim yardımcım kıl” anlamına gelir. Zira şirki bertaraf edip tevhit ve adaleti sağlayabilmek için maddî güce ihtiyaç vardır. Burada ihtiyaç duyulan güç, dünya nimetlerine sahip olma amacı taşımayıp Allah yolunda, O’nun rızasına uygun bir iş yapmaya yöneliktir. Bu nedenle bu gücü kazanmayı istemek “dünyaya tapmak” değil, bilakis “Allah’a ibadet etmek” demektir. Hatırlanacak olursa, Allah’tan güçlü bir iktidar talebinde bulunan Süleyman peygamber de bu isteğini kendi çıkarı için değil, hayra hizmet için yapmıştır:

“Ben, hayır [servet, çıkar] sevgisini, Rabbimin zikrinden dolayı sevdim.” -Sonunda onlar perdenin arkasına girdiler.-
“Geri getirin onları bana!” [dedi]. Hemen onların bacaklarını, boyunlarını sıvazlamaya başladı. (Sad/32, 33)

81 – Ve de ki: “Hakk geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl yok olup gider.”

Bu ayette Rabbimiz, tüm dünyaya şu hususun ilân edilmesini emretmektedir: “Artık hakk gelmiştir. Bundan sonra kâfirler ne yaparlarsa yapsınlar, hakka zarar veremeyeceklerdir. Çünkü hakkın gelmesi karşısında batıl yok olmaya mahkûmdur.”
Bu mesaj başka ayetlerde de verilmiştir:

De ki: “Hakk geldi. Ve batıl başlamaz ve geri gelmez.” (Sebe’/49)

Bilakis, Biz hakkı batılın üzerine atarız da onun beynini ezer. Bir de bakarsın o, yok olup gitmiştir. Ve nitelediklerinizden dolayı vay hâlinize! (Enbiya/18)

Ant olsun ki Biz, elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti ayakta tutmaları ve Allah`ın dinine ve elçilerine görmeden yardım edenleri belirlemesi için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü indirdik. Biz, demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak üstündür. (Hadid/25)

82 - Ve Biz Kur’an’dan, inananlar için şifa ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz. Ve [bu], sadece zalimlerin yıkımını artırıyor.

Bu ayetten başlamak üzere 89. ayetin de dâhil olduğu pasaj, Kur’an’ın özelliklerinden bazılarının ön plâna çıkarıldığı ve bu surenin 41. ayetinin tefsiri mahiyetinde olan çok önemli bir pasajdır.
Bu ayette Kur’an’ın “şifa” ve “rahmet” olmak üzere iki özelliğinden söz edilmiştir.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla