Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. May 2015, 09:50 AM   #2
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Bölüm-2

"İsa ruhu"nun bu meseledeki anlam ve misyonunun açık anlamı:
1-insani ilişkilerde takva ve vera üzere insani ilişkiler ile,
2-mülkte vera ve takva kollektivizminin yürürlüğe konulmasından ibarettir.

Nasıl Rahmetin insan üzerinde çokça bulunması rahmet babası(İbrahim yani Ebu Rahim) olarak niteleniyorsa ve buradan “rahmet babası”(acıma sevgi ve kalp yufkalığının kendisinde çok yoğun olarak bulunduğu güzel insan) bir muttakiye İbrahim diye isim oluyorsa, "İsa ruhu" da, ulûhiyette şirksiz ve putperestlikten uzak kalmak, yani mülk şehvetini ve nefsin hevasını üzerinden atmış, insan haklarına saygılı, insan ve sair canlılara olan merhamet ve sevgisinden dolayı kendisini ihmal edecek kadar haktanırlığa bağlı insan demektir. "İsa ruhu" Kamil insan olmak ve kâmil(İsa) insanların rahatlayacağı bir sistemin kurulmasını temsil eden bir deyim veya kavramdır ve Ruh maneviyatı/manevi şahsiyeti anlamına gelir.
İşte İnsanlığın kıyamete yakın bir dönemde, insanlığı yeniden hatırlayıp insanlıkta olgunlaşıp kemale ermişlere özgü bir hayat, din, insaniyet anlayışını tekrar hatırlayarak, Zuhruf suresinin 57. ayetindeki ideal insan ve din anlayışını, atalarından bazılarının itirazını eksiklik olarak görüp, İsa(Kemalde zirveleşmiş) örnek insan ve onun toplumsal sistemine dönmeyi kabul edip ahiret kurtuluşu ve Kapitalist zulüm dünyasının dayanılmaz baskı ve globalleşmesi olan “Dacc” istismar ve işkencesinden kurtulmak için böyle bir maneviyata dönmesidir.
İsa ruhu demek, İsa maneviyatı, onun ruh dünyasında adalet ve merhametin yaktığı ışığa yönelmektir. Buna veraya yönelmek diyebiliriz.
Selam ona İsa’nın bedenen gelmeyeceğini vurgulamak için eski kaynaklar buna isabetli olarak “İsa ruhu" demiştir. Çünkü hiçbir varlığa ebedi hayat verilmediği ve herkesin ölümlü olduğu gibi, kimse de kıyamet kopup haşır zamanı gelmeden bedenen tekrar hayata gelmeyeceği kesindir. Böyle bir imkân olsaydı zaten son resul tekrar diriltilirdi.
Bir başka deyişle, hak din mensuplarının müşterek sosyo ekonomi politiğinin evrenselleştirilmesinde örnek alınacak İsa'nın yaşantısı rehberlik yapacaktı.
Yukarıda anlattığımız İsa'nın daveti ile gelen 12 gönüllü, erdemli hayatın düsturlarını öğrenip yaşayacaklardı. Yani, bu grup bir manastır/komündü. Çünkü kariye büyüklüğüne kadar olan dar çaptaki kişilerin toplumu Frenkçe komün, Arapça karye dir. Bunun büyüğü ise daha sonra İslam dini nebi ve Resulü Hz. Muhammed A.S. eliyle Medine adı altında kurulup ( polis site, babil ve mısri karşıtı), tatbikatı, yine peygamber ve Ensar tarafından yaşanarak gösterilmiştir. Büyük çaptaki insan topluluklarının ilkeli yaşam sürdükleri yer anlamına gelen Medine, komün üstü toplulukların erdemli kollektif hayatı sistem edindikleri yaşam biçiminin ismidir. Onun için, şöhretten isim alan şehir denilmeyip, vahşetin zıttı olan medeniyetten isim alan Medine diye isimlendirilmiştir.Görev ve sorumluluğun öne çıkan değer olması niteliğiyle de, dini bir hayat yaşayan Erdemli toplumdur. Yani görev (Vazife) duygusunun öne çıktığı bir yüksek ahlak anlayışı. Bunun verdiği mesaj ise, gerçek temizlenmenin, ne havralarda bağırıp çağırmakla, ne kiliselerde ayinsel törenlerle, ne camilerde yüksek sesle zahiren Kuran kıraat etmekle olamayacağı, aksine tüm hayatını Allah’a adamış vera sahibi insanların, insanlığın hizmetine soyunmaları, mallarıyla birlikte canlarını da nezredip bu yola vakfetmeleri ile Abid’liğin tamam olacağının uygulamalı tebliğleri idi.
Allah ise insandan İnsanlar ve canlılara adil davranmasını acıma ve sevgi ile dolu olmasını ister. Allah rızası için Allah yaratıklarına şefkatli davranmak vera kavramının önemli maksadıdır. Ama küçük bir azınlığın dışında ve inandık diyenlerin çoğunun katılmadığı, yalnızca küçük bir gurup, her üç din mensuplarının arasında da, vera ve zühd üzerine yaşadığı yeniçağa kadar bu yaşamı sürdürmüştür. Ama ne yazık ki, eski saflığını(Suffa ehli, Kura ehli v.b) koruyamamış, sonunda da temizlenmeyi ihmal eden, kolektivizmi reddeden tarikatlar şekline bürünmüş, yapacak ciddi işleri olmadığı için de, gayrı ciddi şeyleri din nitelikli imiş gibi yollarına ithal ederek, dinin doğru yolu üzerine oturmuşlar ve hak yolu engellemişlerdir. Mülk şehveti üzerine kurulan Mülk-Devlet’lerle veya yerel Derebeylerle ittifak içerisinde, Mülk-Dini oluşumlarla, manastır ve zaviyeleri mülkleştirmişlerdir. İçi, adalet dışı yüzeysel fıkıh kuralları ile doldurulan ve çoğu adaletten ziyade zulme hizmet eden mevzuatlarla, halkın nefretini kazanmışlardır. Yine, kendileri gibi ciddi konulardan ve ilmi araştırmalardan sıkılan, pragmatist ahlaklı müritlerle birlikte yola oturup, din yolunun gerçeğini(sebili) kapamışlardır.

İşte mesele, bu din bezirgânı kolaycılardan dini kurtarmak için, halka doğrudan doğruya dinin olmazsa olmazının, birinci önceliğinin açıklanması gerekir. Sonradan ihdas edilen(ortaya konan) yamalı bohçalardan ayrı, gerçek dinin, ancak onun ekonomi politiğine sabredecek özverili, uyanık, temiz kalpli insanlarla ihya veya tecdid edileceği hususunu hatırlatıp, boş amellerle kendilerine yazık etmesinler endişesiyle, vera ve takvaya dayanan dinin gerçek sosyo ekonomi politiğinin ne olup ne olmadığını, gayet açık ortaya koymak gerekmiştir.
Dini öğretimlerde yanlış metotlardan birisi de, empoze etme ve dikte ettirme sistemidir. Oysa doğru bilgilendirme ancak, bilgiye ulaşma yolları ve metotlarının biliminin verilmesi ve alışkanlığının, pratiğinin kazandırılmasıdır. Vasıta ve yollar öğretilir, gerçeğin yorumu yapılmaz veya yapılsa da, bağlayıcı değil, örnek kabilinden olduğu açıklanarak kişinin onu bizzat yorumlayıp kaynaktan yararlanmasının önündeki engeller kaldırılır.

Kollektivizm, ancak imanlı insanların kendilerini tutarak, başkalarına imkân aktaran, bundan rahatsız olmayan, üstelik sevinç duyan bir aklın sevincidir. Kişi bu tutumu içselleştirerek, alışkanlık haline getirerek, hayat tarzı olarak benimserken, hem mülkün servet ve sermaye bölümünü hususileştirmekten, hem de mülk kavramının diğer unsurları olan izafi ve bireysel şan şöhret ve tahakküm unsurları da dahil olmak üzere, tümünden feragat ederek, böyle bir tevazu içinde bulunmak ve asla başkasına tahakküm etmemek, tahakkümünü kendi nefsi üzerine yoğunlaştırmasıdır bu yolun esası. Mülk tutkusundan arınmakta budur. böylece "bireysellik" yerine, "kolektiflik" geçirilmiştir. dolayısı ile "iştirak halinde kullanım" şehvet ateşini söndürmüştür. "Benim" egoizminin yerine “bizim” hümanizmi geçmiştir.

Bunu yaparken ne bir nişan/madalya ne şöhret beklemiş, ne de gönüllere yerleştirmediği bir değişimi, ikna ve delile dayanmak sureti ile inandırma yerine, zorla adam etme uğruna soyunduğu misyon gereği, ceberrut bir baskı ile bireysel tahakkümü uhdesinde taşımıştır. Adalet ve merhametin vicdandaki yansımasını hayata geçirmekten kaynaklanan bir doğru yolu seçiştir bu.
Zaten, aslında kapitalizmin felsefesi olan ve paylaşmak istemeyenlerin, cimrilerin malı tek başlarına götürmek ve çamura yatmak için icat ettikleri doğal mücadele görüşünün, hele tarihi ve diyalektik materyalizm gibi bir akıl dışılığın tarihte hiçbir zaman kollektivizme talip olmadığı, aksine liberal egoist mizaçlıların savunma tezleri olarak tarih boyunca iş gördüğü bir vakıadır. Yani tarihin ilk kolektivistlerinin felsefesine tamamen yabancı ve tam zıttıdır.
Kollektivizm ise, hep takva ve vera sahiplerinin talip oldukları, severek yaptıkları bir yaşam tarzı olmuştur. Bunu “kıssıs” veya rahip lakabını taşıyanlar tarafından hakkı ile yerine getirmişlerdir. Tabidir ki, her üç dinin mensupları da, bin yılı aşkın bir zamandan beri toplum olarak, dinlerinin Sosyo ekonomi politiği olan veraya dayalı ekonomi politiklerini bir tarafa bırakıp, peygamberlerinin hayatta iken bunu yaşamış olmasına ve “Fer-Avn” sistemlerine karşı savunma ve ayrıca temizlenme amaçlarının(takva ve vera) ikisini birden gerçekleştirmek için uyguladıkları bu yaşam tarzı yerine, resullerin mücadele ettikleri Fer-Avn’lar yanında yer alarak, dinlerinin ekonomi politiklerini tersine çevirmişlerdir. Sadece dünyevilerin, yani Sekuler mizaç sahiplerinin çıkarlarına göre toplumun yönetiminin biçimlendirilmesinde işbirlikçi olmuşlardır. Sekularizmin esası ise mülk şehveti başta olmak üzere eşyanın putlaştırılması ihtirasıdır.

Oysa günümüzdeki komprador burjuvazi kavramı, tarihteki Âl'i Firavn (firavuncu/firavun yandaşı) kavramı ile örtüşmektedir. Plütokrasi, oligarşi ve benzerleri bu isimle anılmaya layıktır.
İnsanların birçoğu, Selam ona Musa’nın yeni bir nesil yetiştirmek için 40 yıl çölde dolaşıp durmasının gerçek nedenini, İsa’nın erdemli toplumunu manastırda korunmak için kollektif hayat tarzını uygulamasının niçin ve nedenlerini, ne de Hz. Muhammed'ın Salât-salâvat kavramlarının asıl etimolojisinin manastır (Havra) kollektivizmini, yani salâvatta temizlenme mesajını anlamış değillerdir.
Anlayışlı küçük bir gurup, her üç din mensupları arasında daima buluna gelmiştir. Çoğunluk ise, işlerine gelmediği için veya dinin gerçek ekonomi politiğinin önünü belam tipi din adamlarının perdelemesi ve üzerini örtmesiyle, bu saadetin hiç farkında olamamışlardır. Bir düalist anlayış içinde mabetlere dini sıkıştırarak, kapının dışında bambaşka hayat yaşamışlardır.

Adalet ve Rahmet Sitesi!nden
alıntı devam edecek.

Saygılarımla.
Galip Yetkin

Konu galipyetkin tarafından (5. April 2016 Saat 02:08 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (28. May 2015)