Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15. August 2009, 02:06 PM   #14
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Bu ayette Rabbimiz bazı ayetleri kaldırıp onların yerine başka ayetler getirdiğini açıklamaktadır. Benzeri bir açıklama Bakara suresinde de yapılmıştır:
Biz bir ayetten her neyi nesheder veya söylettirmezsek, ondan daha iyisini yahut benzerini getiririz. Sen, Allah’ın her şeye en iyi güç yetiren olduğunu bilmedin mi? (Bakara/106)
Rabbimiz bu ayetlerde peygamberlere gelen vahyin evrensel hükümler içerenleri hariç, yöresel ve süreli olanlarından bazısının kaldırılması meselesine işaret etmektedir. Buna göre, Rabbimiz daha evvel gönderdiği kitaplardaki yöresel ve süreli ilkeleri kaldırıp onların yerine Kur’an ile evrensel ve tüm zamanlara yönelik ilkeleri getirmiştir. Burada sözü edilen “kaldırma” işleminin anlamı, Resulullah’a gelmiş vahiylerin değiştirilmesi, unutturulması, terk ettirilmesi değildir. Rabbimiz Kur’an’da bunların söz konusu olmayacağını daha ilk vahiylerde bildirmiştir:
Bundan böyle seni okutacağız [sende bilgi birikimi sağlayıp onu başkalarına tebliğ ettireceğiz] ve unutmayacaksın/terk etmeyeceksin.
Ancak Allah dilerse başka… Kuşkusuz ki O, açığı da bilir, gizliyi de.
Ve sana “En Kolay Olan”ı [seni en çok mutlu edecek olan şeyleri] kolaylaştıracağız. (A’la/6-8):
102- De ki: “İman etmiş kimseleri güçlendirip kökleştirmek / tutundurmak için ve Müslümanlara bir müjde ve kılavuz olmak üzere, senin Rabbinden ona birçok Ruhü’l-Kudüs hakk ile inmiştir.
103- Ve kesinlikle Biz biliyoruz ki, onlar “Sadece, ona bir beşer öğretiyor” diyorlar. Ona [Peygambere] öğretiyor zannında bulundukları kimsenin dili yabancıdır. Bu [Kur’an] ise apaçık bir Arapçadır.
Bu ayetlerde Kur’an’ın indirilişi konusuna tekrar değinilmiş, Kur’an hakkında ileri sürülen şüpheler nakledilerek bu şüphelere makul ve tatmin edici cevaplar verilmiştir.
Görüldüğü gibi, 101. ayette açık ve net olarak Kur’an’ın “Allah’ın indirmesi” olduğu bildirilmektedir. 102. ayetteki “Ruhulkudüs” ifadesini “Cebrail” olarak yorumlayanlar ise bu yorumlarına dayanarak Kur’an’ı Cebrail adlı meleğin indirdiğini ileri sürmektedirler.
Bu nedenle daha evvel ayrıntılı olarak ele aldığımız “Ruhu’l-Kudüs” ve bununla ilgili konuları tekrar hatırlatma gereği duyuyoruz.
“RUHÜ’L-KUDÜS” TAMLAMASININ TAHLİLİ:
“Ruh” sözcüğünün esas anlamı “can [vücudu diri tutan cevher]” demektir. (Lisanü’l-Arab; c. 4, s. 290. Ruh mad.) Ancak sözcük Kur’an’da bu anlamda değil, “kişi ve toplumları toplumsal hayatta diri, sağlıklı kılan can, vahiy” anlamında kullanılmıştır. Bu hususun ayrıntıları Kadr suresinin tahlilinde belirtilmiştir. (Tebyinü’l-Kur’an; c:1, s:482-490)
“Kudüs” sözcüğünün anlamı ise bu sözcüğün hangi sözcükten geldiğine dair yapılacak kabule bağlıdır ve bunun için iki olasılık söz konusudur:
1- Sözcüğün “temizlik” anlamındaki “kuds” sözcüğünden geldiği kabul edilirse, “kudüs” sözcüğü de “temiz” anlamına geliyor demektir. “Kuds” sözcüğü ve onun “mukaddes”, “mukaddesat”, “nükaddisü” gibi türevleri Kur’an’da on bir yerde geçmektedir.
2- Sözcüğün Allah’ın isimlerinden biri olan “ قدّوسKuddüs” sözcüğünden bozulduğu kabul edilirse, “kudüs” sözcüğü de “tüm kirliliklerden arınık, tertemiz” anlamına geliyor demektir. Sadece Allah için kullanılan “Kuddüs” sözcüğü, Haşr suresinin 23. ve Cuma suresinin 1. ayetlerinde olmak üzere Kur’an’da iki yerde geçmektedir.
“Ruh” ve “kudüs” sözcüklerinin anlamları belli olduğuna göre, “Ruhü’l-Kudüs” tamlamasının anlamının da yukarıdaki her iki anlamdan hangisinin kabul edileceğine bağlı olarak iki şıklı olması söz konusudur:
1- “Kudüs” sözcüğünün anlamının “temiz” olduğu kabul edilirse, “Ruhü’l-Kudüs” tabiri de “Temiz ilâhî bilgi, Allah’tan gelen temiz bilgi” anlamına gelir.
2- Allah’ın isimlerinden olan “el-Kuddüs”ün zamanla halk ağzında değişerek “Kudüs” şekline dönüştüğü kabul edilirse, “Ruhü’l-Kudüs” tamlamasının anlamı da “Tertemizin [tüm eksikliklerden temizlenmiş olan Allah’ın] ruhu [canı], vahyi, bilgisi” demek olur. Nitekim klâsik tefsircilerden Mücahit ve Rebii de “el-Kudüs” sözcüğünün Allah’ın isimlerinden biri olduğunu söylemişlerdir. Bu kabul doğrultusunda “Ruhü’l-Kudüs” ifadesinin “Allah’ın ruhu” anlamına geldiği görüşü zaten Kur’an’dan da destek bulmaktadır. Çünkü Kur’an’da geçen her “ruh” sözcüğü Allah’a nispet edilmiştir. Meselâ Âdem’e ve Meryem’e “Ruhumuzdan üfledik” denildiği gibi, elçi Zekeriyya’nın (as) Meryem’e ilettiği bilgiler için de “Ruhumuz” ifadesi kullanılmıştır:
Sonuç olarak, “kudüs” sözcüğünün geliş yerinin farklılıkları da hesaba katılarak yapılan tahliller, “Ruhü’l-Kudüs” ifadesinin “Allah’ın ruhu, Allah’ın vahyi, Allah’tan gelen bilgi” anlamlarına geldiğini göstermektedir. “Ruhü’l-Kudüs” tamlamasının bu anlamı taşıdığı, tamlamanın geçtiği ayetlerden de kolayca anlaşılmaktadır.
Tekrar konumuz olan Nahl/102’ye dönersek, mevcut meallerde bu ayetin nasıl anlamlandırıldığının öncelikle bilinmesi gerekmektedir.Diyanet İşleri Başkanlığınca hazırlanan meal başta olmak üzere birçok mealde Ruhü’l-Kudüs”ün “Cebrail” olduğu peşinen kabul edilerek ayet genellikle şöyle anlamlandırılmaktadır:

“Onlara de ki: Kur’an’ı Cebrail, iman edenlere sebat vermek, Müslümanlara bir hidayet ve bir müjde olmak için Rabbinin katından hak olarak indirdi.”

Oysa bizim çevirimizde “Ruhü’l-Kudüs”ün indirmesi değil, inmesi söz konusudur. Ayetin “Kul [De ki]” ifadesiyle başlaması, bu ayetin birilerine cevap niteliğinde olduğunu göstermektedir. Bu sebeple ayet, paragrafı oluşturan diğer ayetlerle birlikte değerlendirilmelidir. Ayetin ait olduğu paragraf 101–103. ayetlerden oluşmuştur. Buna göre paragraf şöyledir:
Ve Biz bir ayet yerine başka bir ayet getirdiğimiz zaman -Allah ne indirdiğini daha iyi bilen olmasına rağmen- onlar, “Sen, ancak bir uydurucusun” dediler. İşin doğrusu onların çoğu bilmiyorlar.
De ki: “İman etmiş kimseleri güçlendirip kökleştirmek / tutundurmak için ve Müslümanlara bir müjde ve kılavuz olmak üzere, senin Rabbinden ona birçok Ruhü’l-Kudüs hakk ile inmiştir.
Ve kesinlikle Biz biliyoruz ki, onlar “Sadece, ona bir beşer öğretiyor” diyorlar. Ona [Peygambere] öğretiyor zannında bulundukları kimsenin dili yabancıdır. Bu [Kur’an] ise apaçık bir Arapçadır. (Nahl/101–103)
Görüldüğü gibi, 101. ayette açık ve net olarak Kur’an’ın “Allah’ın indirmesi” olduğu bildirilmektedir. Oysa 102. ayetle ilgili olarak Kur’an’ı Cebrail adlı meleğin indirdiği yolundaki Kur’an dışı kabul, 102. ayet ile 101. ayetlere verilen anlamlar arasındaki çelişkinin görmezden gelinmesine ve 102. ayette bir dilbilgisi kuralının ihlâl edilmesine yol açmıştır. Şöyle ki:
102. ayette geçen “nezzele” filinin aslı “nezele”dir ve anlamı “indi” demektir. Geçişsiz bir fiil olan “nezele” fiili, kural gereği burada Tef’il babından “nezzele”ye dönüştürülmüştür. Bu kalıba sokulan sözcükler sadece fiilde, failde veya mef’ulde çokluğu ifade ederler. Bu kurala göre, ayetteki “nezzele” fiili “çok çok indi” anlamına gelir. Geçişsiz bir fiil olan “nezele” sözcüğünün geçişli hâle dönüşmesi ve “indirdi” olarak anlamlandırılması ancak bir teaddi edatı kullanılmasıyla veya fiilin “enzele” kalıbına dönüştürülmesiyle sağlanır. Ayette geçen “bilhakkı” ifadesindeki “ be” harf-i cerri ise musahabe anlamında olduğundan teaddi edatı sayılamaz. Arapça dilbilgisinin bu kuralları gereği ayetteki “nezzelehü ruhu’l-kudüsü” ifadesinin anlamı, “Ona birçok ruhü’l-kudüs [vahy] inmiştir” demektir. “Ruhü’l-Kudüs”ü, yani “vahy”i kimin indirdiği ise 101. ayette belirtilmiş ve indirenin Allah olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Ortaya çıkan sonuç özet olarak şudur: Kur’an’da geçen “Ruhü’l-Kudüs” ifadeleri, “Vahy, Allah’tan gelen temiz, sağlam bilgiler” demek olup kesinlikle “Cebrail adı verilen vahiy meleği” demek değildir.
Kur’an’da bir tek yerde geçen “er-Ruhü’l-Emîn” ifadesinin de bu doğrultuda ele alınması gerekmektedir:
Kesin olan şu ki o, âlemlerin Rabbinin indirmesidir. Onunla, uyarıcılardan olasın diye senin kalbine “er-Ruhü’l-Emîn [Güvenilir Ruh]” indi. (Şuara/192–194)
Şuara/193’te bir sıfat tamlaması olarak “er-Ruhü’l-Emîn” şeklinde yer alan bu ifade, bir isim tamlamasıymış gibi “ruhü’l-emin” şeklinde telâkki edilmekte ve böylece büyük yanlışlıklara sebebiyet verilmektedir. Nitekim Kur’an’ın Cebrail adındaki melek tarafından indirildiği yolundaki peşin kabule dayanan geleneksel anlayış, bu ayeti de “Onu Ruhü’l-Emin [Cebrail] indirdi” diye yanlış meallendirmiş ve zihinlerde bu yanlışla yer etmesine yol açmıştır. Oysa bu meal, ayetin lâfzî manasına uygun olmadığı gibi, hem Şuara/192’deki “O, âlemlerin Rabbinin [Allah’ın] indirmesidir” ifadesiyle hem de Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğini bildiren yüzlerce ayetle de çelişmektedir. Bu çelişki de yine “nezele [indi]” fiilinin geçişsiz olmasına rağmen geçişli anlama gelecek şekilde “indirdi” olarak ifade edilmesinden kaynaklanmaktadır. Hâlbuki yüzlerce ayetin anlamıyla oluşturulan bu çelişkinin ortadan kaldırılması için, ayette geçen “bihi” ifadesindeki “be” harf-i cerrinin “ilsak” için değil de “musahabe” için alınması yeterlidir. Bu takdirde “nezele” fiili geçişsiz anlamı ile “onunla indi” olarak ifade edilir ve diğer ayetlerle oluşturulmuş olan çelişki de ortadan kalkmış olur.
Netice olarak, Şuara/193’te geçen “er-Ruhü’l-Emin” ifadesinin kişileştirilerek “Cebrail” olarak yorumlanması yanlıştır. Burada “emin, güvenilir, sağlam” olarak nitelenmiş olan ve uyarıcılardan olmasını sağlamak için peygamberimizin kalbine Allah tarafından indirilmiş olduğu bildirilen “ruh, bilgi, vahiy”, Mücadele/22’de de açıkça ifade edildiği gibi, inananları güçlendirmek üzere yine Allah tarafından indirilmiştir.
Kur’an’da Kur’an’ın indirilmesi, kitabın indirilmesi, ayetlerin indirilmesi, surelerin indirilmesi, meleklerin [vahiylerin] indirilmesi, hikmetin indirilmesi, Tevrat’ın indirilmesi, İncil’in indirilmesi, Furkan’ın indirilmesi ile ilgili üç yüz civarında ayet mevcuttur. Bu ayetlerin hepsinde de bunları indirenin Allah olduğu bildirilmiştir. Kur’an’ı başkasının indirdiğini bildiren hiçbir ayet yoktur, olamaz da… Çünkü Kur’an asla ve kat’iyen kendisiyle çelişmez.
Ruhu’l-Kudüs, Ruhu’l-Emin ve Cebrail konularına dair detaylı tahlilimiz daha evvel Meryem suresinin sonunda (Tebyinü’l Kur’an; c.3, s. 532- 548) verildiğinden, ilgili bölümün oradan tekrar okunmasını öneriyoruz.
Konumuz olan Nahl/102, 103’den anlaşıldığına göre, bu ayetler bazı olaylar üzerine inmiştir:
"Andolsun ki onların ‘Ona muhakkak bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz"buyruğunda, Hz. Peygamber'e öğretiyor dedikleri bu şahsın ismi hususunda farklı görüşler vardır. Bir görüşe göre, sözü geçen bu kişi el-Fâkih b. el-Muğire'nin kölesi olup adı Cebr idi. Önceleri Hıristiyanken sonra İslam’a girdi. Kureyş'in kâfirleri, Peygamber (sav)’den -ümmî olup hiç bir kitap okumamış olduğu halde- geçmiş ve gelecek olaylara dair haberleri işittikle­rinde “Ona bunları muhakkak Cebr öğretmektedir” diyorlardı. Cebr ise Arap olmayan bir kimse idi. Yüce Allah da onların bu iddialarını şöylece cevap­landırmaktadır: "İnkâra saparak kastettikleri o kimsenin dili yabancıdır. Bu ise apaçık bir Arapçadır." Hiç bir insanın ve cinnin tek bir suresine ve daha fazla bir bölümüne karşı çıkarak benzerini meydana koyamadığı böy­le bir sözü Arap olmayan Cebr ona nasıl öğretebilir?
en-Nakkâş'ın naklettiğine göre, Cebr'in efendisi onu dövüyor ve ona şöyle diyordu: “Muhammed'e sen öğretiyorsun, ha!” O: “Allah'a yemin ederim ki, hayır! Bilakis o bana öğretiyor ve beni doğruya iletiyor” diyordu.
İbn İshak der ki: Bana nakledildiğine göre, Peygamber (sav), el-Hadranıî oğullarının kölesi olan ve Cebr adındaki Hıristiyan bir kölenin yanında çok­ça otururdu. Bu kişi, [önceki] kitapları okuyan birisi idi. Bunun üzerine müş­rikler “Allah'a andolsun ki, Muhammed'in bu getirdiklerini ona şu Hıristiyan Cebr'den başkası öğretmiyor” dediler.
İkrime ise “Bu kişinin adı Yaiş idi, el-Hadramî oğullarının bîr kölesi idi. Ra-sûlullah (sav) ona Kur'ân-ı Kerim'i öğretiyordu.” Bunu el-Maverdî nakletmekte­dir.
es-Sa'lebî'nin İkrime ve Katade'den naklettiğine göre, bu, Muğire oğulla­rının bir kölesi olup adı Yaîş idi. Arapça olmayan kitapları okumasını bilir­di. Kureyşlileıin “Şüphesiz ona bir insan öğretiyor” demeleri üzerine bu âyet-i kerime indi.
el-Mehdevî'nin İkrime'den naklettiğine göre, bu, Âmir b. Lüey oğullarının bir kölesi olup adı Yaîş idi.
Abdullah b. Müslim el-Hadramî dedi ki: Bizim, Aynu't-Temrliler'den Hıristiyan iki kölemiz vardı. Bunlardan birisinin adı Yesar, diğerinin adı da Cebr idi. el-Maverdî ile el-Kuşeyrî ve es-Sa'lebî de böyle nakletmişlerdir. Şu kadar var ki, es-Sa'lebî şunları da söylemektedir: Bunlardan birisinin adı Nebt, künyesi Ebu Fükeyhe idi. Diğerinin adı ise Cebr idi. Bunların ikisi de kılıç yapar ve kılıç bileyler idi. Ellerinde bulunan bir kitabı okuyorlardı. es-Sa'le­bî (devamla) der ki: Bunlar, Tevrat ve İncil'i okurlardı. el-Maverdî ve el-Mehdevî ise “Tevrat okurlardı” demişlerdir. Rasûlullah (sav) bunların yanlarından geçer, onların okuyuşlarını dinlerdi. Müşriklerin “Bunlardan öğreniyor” de­meleri üzerine Yüce Allah bu âyet-i kerimeyi indirerek müşrikleri yalanladı.
Bir diğer görüşe göre, müşrikler bu sözleriyle Selman el-Farisî (r.a)'ı kastetmişlerdi. Bunu ed-Dahhâk ifade etmiştir.
Bir diğer görüşe göre, bu kişi, Bel'âm adında Mekke'deki bir Hıristiyan idi. Bu, Tevratı da okuyan birisi idi. Bu açıklamayı İbn Abbas yapmıştır. Müşrikler de Rasûlullah (sav)'ı bunun yanına girip çıkarken görüyorlar­dı. O bakımdan “Ona bunu öğreten ancak Bel'âm'dır” dediler. el-Kutebî der ki: Mekke'de Rumca konuşan ve Ebu Meysere diye anılan Hıristiyan bir adam var­dı. Kimi zaman Peygamber (sav) onun yanında otururdu. Kâfirlerin “Şüphe­siz Muhammed ondan öğreniyor” demeleri üzerine bu âyet-i kerime indi.
Bir rivayete göre ise bu kişi Utbe b. Rabia'nın kölesi Addâs'tır. Bunun, Hu-veytıb b. Abduluzza'nın kölesi Abis ile İbnü'l-Hadramî'nin kölesi Yesar Ebu Fükeyhe oldukları da söylenmiştir. İkisi de İslâm'a girmişlerdi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Derim ki: Bunların hepsi ihtimal dâhilindedir. Çünkü Peygamber (sav) de­ğişik zamanlarda, Allah'ın kendisine öğrettiklerinden bunlara da öğretmek kastıyla bunların yanında oturmuş olabilir. Bu da Mekke'de oluyordu. en-Nehlıâs der ki: Bu sözler birbirleriyle çelişen sözler değildir. Çünkü bu iddiada bulunanların bütün bunlara işarette bulunmuş olmaları ve bunların Hz. Peygamber'e öğrettiklerini iddia etmiş olmaları muhtemeldir. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
Muhammed b. İshâk b. Yessâr, “es-Sîre” adlı eserinde der ki: Bana ulaştığına göre, Allah Rasûlü (s.a.) Merve yanında bir Hıristiyan olan ve kendisine Cebr adı verilen Hadram oğullarından birine âit bir kölenin sattığı şeylerin yanında çokça otururdu. Onlar: “Allah’a yemin olsun ki, getirdiklerinin birçoğunu Muhammed'e ancak Hadramoğulları kölesi Hıristiyan Cebr öğretiyor” demekteydiler. İşte bunun üzerine Allah Teâlâ “Andolsun ki; ona elbette bir insan öğretiyor, dediklerini biliyoruz. Kastettikleri kişinin dili yabancıdır. Kur'an ise apaçık Arapçadır” âyetini indirdi. Abdullah İbn Kesîr de böyle söylemiştir. İkrime ve Katâde'den rivayete göre ise bu kölenin ismi Yaîş idi. İbn Cerîr der ki: Bana Ahmed b Muhammed et-Tûsînin... İbn Abbâs'tan rivayetinde o, şöyle anlatmış: Allah Rasûlü (s.a.) Mekke'de bir köle tanıyordu. Bu kölenin ismi Bel'âm olup dili yabancıydı. Müşrikler, Allah Rasûlünün (s.a.) onun yanına girip çıktığını görürler ve “Muhakkak ona Bel'âm öğretiyor” derlerdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ “Andolsun ki; ona elbette bir insan öğretiyor, dediklerini biliyoruz. Kasdettikleri kişinin dili yabancıdır. Kur'an ise apaçık Arapçadır” âyetini indirdi. (İbn Kesir)
104- Şüphesiz Allah'ın ayetlerine inanmayan kimseler; Allah onları hidayete ulaştırmaz ve onlar için pek acı bir azap vardır.
105- Yalanı, yalnızca Allah'ın ayetlerine inanmayan kimseler uydurur. Ve işte onlar yalancıların ta kendileridir.
Bu ayetlerde Allah’a ve Resulüne iftira atanlar kınanmış ve bu kişilerin akıbetlerinin iyi olmadığı, olmayacağı bildirilmiştir. Sonra da yalanı ancak Allah’ın ayetlerine inanmayan kimselerin ortaya atacağı vurgulanarak inançlı kimselerin öylesi yalanlar atmayacakları mesajı verilmiştir.
106- Her kim imanından sonra Allah’a küfür eder, - kalbi iman ile yatışmış halde iken, baskıyla zorlanan hariç olmak üzere - ve de inkâra göğsünü açarsa, artık kendilerinin üzerine Allah’tan bir gazap vardır. Bunlar için büyük bir azap da vardır.
107- Bu, onların dünya hayatını ahirete göre daha sevimli bulmalarından ve şüphesiz Allah'ın da inkâr eden bir topluluğu hidayete erdirmemesi nedeniyledir.
108- Onlar, Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini damgaladığı/ mühürlediği kimselerdir. Gafil olanlar onların ta kendileridir.
109- Şüphesiz, onlar ahirette ziyana uğrayanların ta kendileridir.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla