Tekil Mesaj gösterimi
Alt 30. November 2011, 05:12 PM   #27
yeşil
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Oct 2011
Mesajlar: 107
Tesekkür: 791
69 Mesajina 174 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
yeşil has much to be proud ofyeşil has much to be proud ofyeşil has much to be proud ofyeşil has much to be proud ofyeşil has much to be proud ofyeşil has much to be proud ofyeşil has much to be proud ofyeşil has much to be proud of
Standart

A. Muhyiddin İbnül Arâbî

"Neoplatonist teozofinin tasavvufa yansıyan bir varyantından başka birşey" olmayan vahdet-i vücut teorisini metafizik bir sistem halinde geliştiren [1] İbnül Arabî 1165 yılında Endülüs'ün Mursia şehrinde doğmuştur. Gerçek adı Muhammed b. Ali b. Muhammed b. EI-Arabî'dir. [2]
Kendisi 8 yaşında iken ailesi İşbiliye kentine yerleşmiş, 1194 yılına kadar burada kalmıştır. 1194 Yılında Tunus'a, geldiği, 1195'de Fas'a geçtiği ve tecessüt eden (bedenlenen) Kur'an'ın{!) rehberliği ile manevî bir miracını burada gerçekleştirdiği(!) bildirilmektedir. [(A.Ateş, 536). ]

İbnül Arabi 1201 yılında Magrib şehirlerinden birinde bulunurken, Hızır ile Musa'nın makamı(!) olan bir makama erişmiş, fakat bundan da bir yalnızlık ürküntüsü duymuştur. 1202 Yılında Kahire'de Hızır'ın hırkasını giymiştir! [{A. Ateş, 536). ]

1202 Yılında Kudüs'ten yürüyerek gittiği söylenen Mekke'de hacca katılmış, burada iki sene kalmış ve meşhur Fütûhat-ı Mekkiye adındaki dört büyük ciltlik kitabını burada yazmaya başlamıştır. [{A. Ateş, 537),]

O'nun Konya'da bulunduğu yıllarda Sadreddin KONEVİ ve Celaleddin RUMİ'nin yaklaşık 12 yaşlarında iki çocuk oldukları tahmin edilmektedir.[6] Bir rivayete göre Sadreddin'in üvey babasıdır.[(A. Ateş, 539; Gencosman, VII). ] Ya hayatının sonlarına doğru Şam'a yerleşmiş,[(Ateş, 540) ] yahut da bir seferi sırasında Şam'da 1240 yılında ölmüştür. Şam'da belirsiz olan mezarını Yavuz Sultan Selim keşfettirmiş ve adına büyük bir türbe yaptırmıştır. (1518)[(Ateş, 541).]

Biyografisini kısaca özetlediğimiz İbnül Arabi'nin hayatı oldukça hareketli ve ilginçtir. Hayatı esnasında yaşadığını iddia ettiği bazı hadiseler, ruhsal tecrübeler (!) ise hayatından daha karmaşık olup gelecekteki kişiliğini hazırlayan altyapılar niteliğindedir. Bizzat kendisinin yaşadığını iddia ettiği tecrübeler, kesinlikle normal beşerî ölçülerle izahı mümkün olmayan, hasta bir ruhsal kişiliğin iddia edebileceği sanrılardır. Yani biz onun ve benzerlerinin bu tür iddialarının kesinlikle bir halüsinasyon(') olduğuna inanıyoruz.

Fütuhat-ı Mekkiye'den nakledilen bilgiye göre 8 yaşında iken bir hastalık geçirmiş, hastalık esnasında (herhalde gördüğü bir kabus sonucu olsa gerektir) çirkin suratlı bazı kimselerin kendisine eziyet etmek istediklerini, iyi kişilerin ise ona yardım ettiğini görmüş. O iyi kişileri sorunca da, "Yasîn" suresi olduğunu söylemişler. [10]

İbnül Arabi'nin ilk mürşidleri de onun kimliği hakkında yeteri kadar aydınlatıcı kanaat edindiricidir diye düşünüyoruz. Onun ilk şeyhi ümmî olup, ama "bir çok kerametleri olan" Ebu Cafer adındaki bir kişidir.[11] Bir diğer şeyhi, Ebu Muhammed el-Bağî ise abdal'dan sayılmakta ve daima dağlarda, sahillerde yaşamakta, şehirlere gelmemektedir. [12]

Bu şeyhlerle yıllarını geçiren Ibnül Arabî psişik rahatsızlığın o derecesine varmış olmalı ki, şeyhlerinden biri kendisini artık dirilerle değil, ölülerle yaşıyor olmakla suçlamış (yani şeyhi bile normal görememiş), o da bu şeyhini bir gün çağırarak hakiki dirilerin o Ölüler olduğunu şeyhine göstermiştir! [(Ateş, 535, Fütuhattan naklen). ]

Tasavvufi haller denen psikolojik rahatsızlıklar o kadar ileri gitmiş olmalı ki, artık İbnül Arabî mesela Harun Reşid'in oğlu Muhammed'in ruhunun tecessüt ettiğini ve onunla konuştuğunu iddia etmektedir.[(Ateş, 533, Futuhat'dan naklen).]

Tamamen mitolojik bir kişi olan, dünyanın hiç bir yerinde ve hiç bir akıllı insanla oturup konuşmamış, görüşmemiş (Musa (a.s)'la hikayesi anlatılan zat Hızır'la karıştırılmamalıdır), mesela aklından asla şüphe duymadığımız Hz. Muhammed'le (s.a.v) görüşmemiş, tanışmamış olan Hızır'dan hırka giyen[15] miraca çıkıp göklerde dolaşan;[16] berzah alemindeki (?) kişilerle konuşan [17] İbnül Arabi'nin aklî dengesi, ruhsal yapısı ve sağlığı, psikolojik durumu hakkında bizim yorum yapmamıza gerek bırakmayacak kadar önemli verilerdir.

İbnül Arabî Kitaplarını Nasıl Yazdı?
Bütün tasavvuf ekolünün çok tipik bir örneği olan İbnül Arabî "zahir ilmi"nin hiç bir işe yaramadığının(!) farkındadır. Mutlaka, halkın ne türlü bilgiye rağbet ettiğini çok iyi keşfetmiş biridir. Dolayısıyla İbnül Arabî, safsatalarını doğrudan doğruya Allah'dan aldığını, daha doğrusu, "Peygamberler hangi kaynaktan alıyorlarsa o kaynaktan aldığını" iddia etmiştir. Allah'ın sözlerini harfli ve harfsiz olarak işittiğini ve ilahi bir telkinle kendisine bildirilmemiş hiç bir bilgiyi yazmadığını ileri sürmüştür. [(Ateş, 548, Fütuhattan naklen).]

İbnül Arabî Mekke'de bulunduğu yıllarda "Fütuhatül Mekkiyye Fî Ma'rifeti'l Esrari'l Malikiyye vel-Mülkiyye" adını verdiği ve bütün tasavvufi düşüncelerini ihtiva eden kitabını yazmıştır. Daha doğrusu kendisine gelen vahiyleri yazma zahmetinde bulunmuştur. Kendince, Kur'andan farkı bulunmayan bu kitapta aynen Kur'an'da olduğu gibi tutarlılık aranmaması gerektiğini söyler. Çünkü Kur'anda da birbirleri ile alakalı olmayan sözler arasına, onlarla alakalı olmayan bir başka söz girebilmektedir! [(Ateş, 543, Fütuhat'tan naklen).]
560 Baptan oluşan (dört cilt halinde basılmış olan) bu kitabını yazış gerekçesini şöyle izah ediyor:
Alem-i Hakikat'te ve huzur-i celali'de mükaşefe anında Hz. Peygamber'i görmüş, bütün peygamberler O'nun önünde sıralanmış duruyorlarmış. Etrafında ümmeti ve hizmet eden melekler varmış. Ebubekir sağında, Ömer solunda, elinde bir mühürle duruyormuş. Hz. Ali ise bu Peygambere yönelmiş duruyormuş. O esnada Hz. Peygamber Ibnül Arabi'yi görmüş. O anla ilgili birtakım konuşmalar naklettikten sonra der ki, "o vakit bu hikmet ve hitabın azameti bana Cenabı Allah'dan bir lütfi ilahî ve bağış olarak verildiğini hissettim." [20]

Kitabın bir başka yerinde (Fütuhat, 9) Kabe'yi tavaf ederken ve oturup da Kabe'yi murakabe ederken Allah'ın kendisine açtığı fetihleri (vahiyleri) nedeniyle kitabına Fütuhat... adını verdiğini söyler.

İyi bir İbnül Arabi hayranı olan ve bazı kitaplarını tercüme etmiş olan Selahaddin ALPAY'ın, "Fütuhat-ı Mekkiye" adıyla çevirip yayınladığı muhtasar kitabın önsözünde söyledikleri, tasavvufun nasıl müstakil bir inanç sistemi, hatta din olduğunu göstermesi bakımından ibretâmizdir. Doğal olarak şeyhine çeken bu zat diyor ki: "Bu kitabın tercümesine başlamadan evvel uzun uzun düşündüm, daha doğrusu cesaretim yoktu... Fakat Allah'ın inayeti bana yetişti, rüyamda bu ulu zatın bana seslenerek, 'beni Anadolu çocuklarına ve halkına tanıt, ben onları severim, vaktiyle o diyarları ziyaret etmiştim. Mevlânâ gibi bir talebem vardır' diye seslenmesi bana bu kitabı terceme etmeme sebep oldu..." [(S.Alpay, s.6).]

Görüldüğü gibi tasavvufta her şey rüya ile oluyor; rüya uzakları yakın ediyor; Ölüyle dirinin arasındaki farkı yok ediyor, zaman kavramı ortadan kalkıyor! İbnül Arabi'nin peygamberden de ileri gittiği, onun muhiblerince de kabul edilmektedir.

İbnül Arabi'nin, "Allah tarafından kendisine yazdırılan" bir başka kitabı da, "bütün düşüncelerinin hulasası olan en olgun eseri" sayılan [(Ateş, 543] Füsüsül-hîkem adlı kitabıdır.

Füsus'u 627 yılının Muharrem ayının son günlerinde Şam'da iken "Rasulullah'ı gördüğü gerçek bîr rüyada". Rasulullah'ın elinde bir kitap bulunduğunu, kendisine hitaben, "bu, 'Füsusül Hikem' kitabıdır, onu al ve insanlara duyur da onunla faydalansınlar" diyerek yazmakla görevlendirildiğini iddia eder. [23]

Bu görevlendirme karşısında Ibnül Arabî "işitmek ve itaat etmek gerekir" der ve "hiç bir ziyade ve noksanlık yapmadan niyetini gerçekleştirdiğini" söyler. [24] İbnül Arabî Füsus'u yazmada kendisinin sadece "mütercim" olduğunu ileri sürmektedir. [25] Yani o sadece aracıdır, Füsus aynen Kur'an gibi bir vahiydir!

Her zaman olduğu gibi günümüzde de İbnül Arabi'den çok İbnül Arabî'ci kesilen bazı acar tasavvuf hermonetikcileri, onun bu safsata ve küfürlerini, Kur'an'ı, Allah inancını, peygamberlik kavramını tarumar eden ilhadlarım "yorumsayarak" tevil etmekte, kabule müsait hale getirmektedirler. Oysa iyi bir Ibnül Arabi meftunu olan ve kitaplarının mütercimi Ahmed Avni KONUK (ö. 1938)un izahı, İbnül Arabi'nin bir başka türlü anlaşılmaya elverişli olmadığını, yorumsamaya gerek bulunmadığını pekâlâ kanıtlamaktadır.

A.A. Konuk, "bütün ilahî mertebeleri cami" (cem meratib-i ilahiyye'yi câmî) dediği Hz. Peygamber'in 'Vâris-i ekmel'i" saydığı [26] efendisi İbnül Arabi'nin Füsus'unu şöyle tanımlıyor: "Serapa asl-ı hakiki'den kulûb-i enbiya (as)a münzel plan maarif ve hikemin ilahiyye'den ibaret ve ehli takyîd olan erbab-ı ukûl'ün bilmediği ve idrak edemediği hakayık ile mâlâmâldir. "[(Konuk, 1),] Yani Füsus, Peygamberlere gelen vahyin aynısıdır ve fakat bu hakikatleri akıl erbabı bilemez, anlayamaz! İbnül Arabîci sarih arkasından, Bakara suresinin 216. ayetini, ancak Şeytanın razı olacağı bir amaç uğruna kullanarak, -haşa- Kur'an'ı da "akıl erbabı"nın bilemeyeceğini demeye getiriyor!

Oysa Bakara 216. ayette. Allah cihadı emrettiği halde ondan kaçmanın yollarını arayan iki yüzlüler tenkit edilmektedir.
Evet, söyleyene değil, söyletene bak sözünü boşa söylememişler! A. Konuk'un, tasavvuf ehlinin saçmalıklarını "erbab-ı aklın" anlamayacağını belirtmesi gayet yerinde bir tesbittir! Akıllı İnsanlar yalnızca, akıllı sözleri anlarlar. Hiç bir mantık kuralına dayanmayan, aklı selimi tatmin etmeyen, sara nöbetlerinde sadır olmuş intibaını veren hezeyanlarla akıllı insanların işi yoktur.

A.A. Konuk'a göre Füsus kitabı doğrudan "Velayet-i hassa-i Muhammediye"den İbnül Arabi'ye verilmiş, o da noksansız ve ziyadesi? bir şekilde tebliğ etmiş olduğu için, Füsus'a itiraz doğrudan ve tamamen "hatem-i enbiya"ya itiraz etmek olur. [(Konuk. 99)]

Görüldüğü gibi bu kişilerin ne Allah inançları, ne peygamber, ne de vahiy inançları Kur'an'a uygundur; bunların akideleri tamamen kendi geliştirdikleri özel bir İnanç sistemine dayanmaktadır.

İbnül Arabî "et-Tedbîratu İlahiyye" adlı kitabının da ledünnî ilimlerden oluştuğunu; içine değil şüphe, tahmin bile karışmadığını iddia ederken [29] pek fazla yadırgamadığımızı, zira vahdet-i vücut felsefesi (panteizm) gereği kendisini Allah olarak gören, Allah'la aynılaşan bir zihniyetin böyle inançlar taşımasının normal görülmesi gerektiğini belirtmek isteriz.


[1] - Ahmed Yaşar OCAK, Prof. Dr., islam. .Tasavvuf ve Tarikatlar, Türkiye Günlüğü Dergisi, s.45,1997. (bknz. A.Y. Ocak, 9)
[2] - Ahmed ATEŞ, Muhyiddin Arabî, fslam Ans. (MEB), C.8. (sayfa 533).
[6] Muhyiddin-I Arabi, Füsusül Hikem, Tere. M. Nuri GENCOSMAN, 5. bşk. İst-1981. {M.N. Gencosman, VIII)
[10] (Ateş, 534, Futuhat'dan naklen). [11] (Ateş, 537). [12] (Ateş, 535, Ruhul Kudüs'den naklen).
[15] (Ateş, 536, Fütuhat'tan naklen) [16] ( Ateş, 536, Fütuhattan naklen)
[17] (Ateş, 538, Fütuhat'tan naklen)
[20] Muhyiddin Ibnül ARABI, Fütuhat-ı MeKklye, Tere. Selahaddin ALPAY, Şada Y. lst-1971.( Fütuhat, 1/1-2; 11).
[23] (Ibnül Arabî, Füsus, 47).Muhyiddin Ibnül ARABl, Füsusül Hikem, vet-Tahkîkatu, Ebul Ala el-Afifî, Beyrut, bşk. t. yok.
[24] (Füsus, 48; Gencosman, 1). [25] (Füsus, 48).
[26] (A. Konuk, 98) Ahmed Avni KONUK, Füsusül Hikem Tercüme ve Şerhi, Dergah Y. lst-1987.[29] (Ibnül Arabi, et-Tedbirat, 14) Muhiyiddln Ibnül Arabi, Tasavvuf Yolu, et-Tedbiratül llahlyye, Tere. Selahaddin ALPAY, lst-1973.
yeşil isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla