Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25. April 2009, 10:22 PM   #2
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

TAHLİL

1-2 – حHâ [8], مmîm[40], عAyn[70], س sîn[60], قKaf[100].

Surenin 1 ve 2. ayetleri “Mukatta’ [Kesik] Harfler”den oluşmuştur. Daha evvel açıkladığımız gibi, kesik harflerin neyi ifade ettiği henüz kesin olarak tespit edilmiş değildir. Kur’an’ın indiği dönemde bugünkü rakam sistemi mevcut değildi. Sayılar EBCED harfleri ile yazılıp gösterilmekteydi. Bu nedenle, surelerin başlarında olan kesik harflerden her birinin farklı bir sayıyı sembolize etme ihtimali bulunmaktadır.
1 ve 2. ayetteki harflerin sayı değerleri yukarıda verildiği gibidir.
İbn Abbas söz konusu iki ayeti "Hâ, Mîm, Sin, Kâf" diye "Ayn'sız olarak okumuştur. Taberî'nin nakline göre Abdullah b. Mesud'un Mushaf'ında da böyledir. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
Bu harfler ile ilgili olarak:
* “ حHa” Nebi’nin ümmetinin etrafında toplanacağı havzıdır.
* “م Mim” uçsuz bucaksız mülkü,
* “ع Ayn” onun izzeti,
* “س Sin” onun görülen aydınlığı,
* “ قKaf” da onun Makam-ı Mahmud’da ayakta durması, Mutlak Melik ve Mabud’un huzurun*da şan ve şerefiyle yakınlığıdır” gibi şeyler söylenmişse de, bu açıklamalar ciddiyetten ve dayanaktan yoksundur.
“Bu harfler gelecekte tahakkuk edecek bir takım olayların şifresidir” şeklindeki açıklamalar da bu mahiyettedir. Gerek Taberi gerekse Kurtubi gibi Kur’an bilginleri de bu tür görüşleri reddetmişlerdir.

3 – Azîz, Hakîm Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle vahyeder.

Bu ayette Rabbimiz, elçisi Muhammed’e ve daha evvelki elçilere yaptığı vahye gönderme yaparak “İşte Allah böyle vahyeder” demektedir. Buradaki işaret geçmişe yapılmış olmalıdır. Çünkü geçmişte de “ha, mim, ayn, sin, kaf” kesik harfleri vardır. Bu durumda ayetten: “Rabbin sana ve senden önceki elçilere “ حha, مmim….” gibi vahyeder” anlamı ortaya çıkar. Bu anlamı daha da ilerletirsek, Resulullah’a hitap edilerek kendisinin ve dolaylı olarak kâfirlerin söz konusu endişelerine şöyle karşılık verilmiş olur:
“Aziz ve Hakim olan Allah, daha önceki peygamberlere nasıl vahyetmişse, sana da öylece vahyeder. Nasıl ki sana bu Kur’an’ı indirmişse aynı şekilde senden önceki peygamberlere de kitapları ve sahifeleri indirmiştir.”
Kur’an’da var olan ayetlerin aynısının daha evvelki vahiylerde de olduğunu; bir başka ifadeyle, ilk kitaplarda olan ilâhî ilke ve mesajların son kitap Kur’an’da da verildiğini daha evvel A’la ve Necm surelerinde somut olarak görmüştük. Hatırlanacağı üzere, bundan evvelki Fussılet suresinde şu ayet yer almıştı:

Senin için senden önceki elçilere söylenenden başka bir şey söylenmiyor. Şüphesiz senin Rabbin kesinlikle mağfiret sahibidir ve acı veren bir azabın sahibidir.

“Vahy” ile ilgili detay ise daha evvel Necm suresinde verilmişti (Tebyinü’l Kur’an; c. 1, s.404)

4 - Göklerde ve yerde olan şeyler sadece O'nundur. O, çok yücedir, çok büyüktür.
5 - Gökler üstlerinden neredeyse çatlayacaklar. Melekler ise Rablerini hamd ile tesbih ediyorlar ve yeryüzünde bulunan kimseler için mağfiret diliyorlar. Gözünüzü açın! Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

Geçmiş peygamberlere vahyedildiği gibi Resulullah’a da vahyedildiği ve bunda şaşılacak, itiraz edilecek, reddedilecek bir şey olmadığı açıklandıktan sonra, bu ayetlerin ilkinde de Rabbimiz Kendisini “Göklerde ve yerde olan şeyler sadece O'nundur. O, çok yücedir, çok büyüktür” ifadeleriyle tanıtmaktadır.
Rabbimiz Kendisi hakkında benzer ifadeleri başka ayetlerde de kullanmıştır:

(Allah) gaybı da, açıkta olanı da bilendir; pek büyüktür, yücedir. (Ra’d/9)

O’nun nezdinde şefaat, sadece O’nun izin verdiği kimseye fayda verir. Nihayet kalplerinden dehşet giderildiği zaman: "Rabbiniz ne dedi?" derler. Onlar: “Hakkı” derler. Ve O, çok yücedir, çok büyüktür. (Sebe’/23)

Göklerin ve yerin egemenliğinin yalnız Allah’a ait olduğunu ve sizin için Allah’ın astlarından bir Yakın Kişi ve bir yardımcı olmadığını bilmedin mi? (Bakara/107)

Allah, kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayandır, Hayy’dir, Kayyum’dur. Kendisini uyuklama ve uyku yakalamaz. Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler yalnızca O’nun içindir. Kendisinin izni olmadan yanında şefaat edecek olan kimmiş? O, onların önlerinde ve arkalarında olan şeyleri bilir. Onlar ise, O'nun dilediğinden başka ilminden hiç bir şeyi kavrayamazlar. O'nun kürsüsü, gökleri ve yeryüzünü kucaklamıştır. Onların ikisini de korunması O'na zor gelmez. Ve O, Aliyy’dir, Azîm’dir. (Bakara/255)

Ayette geçen “göklerin çatlayacağı” ifadesi iki şekilde anlaşılabilir.

a- Haşyetten çatlama: Bu anlama göre, göklerin ve yerin Allah’ın heybetinden çatlayacağı, bu ikisinin daima Allah’a haşyet duyduğu, Allah’ın indirdiği meleklerin insanlar kendilerini kurtarsın diye ilgi gösterdikleri ifade edildikten sonra; “Hal böyleyken, siz şirk koşarak pisliklerde yüzüyorsunuz. Korkak davranmayın, hemen tevhide dönün! Allah’ın Gafur ve Rahîm oluşundan istifade edin!” denilmektedir.
b- İnsanların Allah’a akılsızca şirk koşmalarından dolayı ürpermek:

Ve onlar: “Allah, çocuk edindi” dediler. – O, arınıktır- Aksine göklerde ve yeryüzünde ne varsa yalnızca O’nundur. Hepsi O’nun için boyun bükenlerdir. (Bakara/116)

Dediler ki: “Allah, çocuk edindi.” O, bundan münezzehtir. O, Ğaniyy’dir [zengindir; hiçbir şeye muhtaç değildir]. Göklerde ve yerde olan şeyler O'nundur. Buna dair yanınızda hiçbir delil yoktur. Allah'a karşı bilmeyeceğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz? (Yunus/68)

Ve "Allah çocuk edindi" diyenleri uyarsın diye [kuluna Kitab’ı indirdi]. (Kehf/4)

Rabbiniz, size oğulları tahsis etti de kendisi meleklerden dişiler mi edindi? Şüphesiz ki siz çok büyük bir söz söylüyorsunuz. (İsra/40)

Onlar “Rahman çocuk edindi” dediler. Hâşâ, bundan münezzehtir O. Onlar lütuflandırılmış kullardır. Onlar O’nun sözünün önüne geçemezler; onlar yalnız O’nun emriyle iş yaparlar. O, onların önündekini de arkalarındakini de bilir. O’nun hoşnutluk verdiklerinden başkasına da şefaat/yardım etmezler. Ve onlar O’nun haşyetinden titrerler. (Enbiya/26-28)

Ve onlar, “Rahman, çocuk edindi” dediler. Ant olsun ki, siz çok çirkin bir şey söylediniz. Az kalsın bundan; Rahman’a çocuk isnat ettiler diye gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp dağılacaktı. Hâlbuki Rahman için çocuk edinmek yaraşmaz. Göklerde ve yerde bulunan tüm herkes Rahman’a, yalnızca kul olarak gelecektir. (Meryem/88-93)

Arşı taşıyan bir de onun [arşın] dış kenarından olan kimseler, Rablerinin hamdiyle tesbih ederler ve O'na inanırlar. İman etmiş kimseler için bağışlanma dilerler: “Rabbimiz! Sen rahmet ve bilgice her şeyi kuşattın. Onun için tövbe eden ve senin yoluna uyan kimseleri bağışla ve onları Cahim’in [cehennemin] azabından koru! Rabbimiz! Onları ve onların atalarından, zevcelerinden ve zürriyetlerinden Salih olan kimseleri kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine girdir. Şüphesiz Sen Azîz ve Hakîm’in ta kendisisin. Onları kötülüklerden de koru. Ve Sen her kimi kötülüklerden korursan, artık o gün elbette ona rahmet etmişsindir. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.” (Mümin/7-9)

5. ayette konu edilen “melekler”, Kur’an ayetleri olup hepsi insanın uyarılması için indirilmiştir. Kur’an ayetleri okunduğu zaman insanın aklını başına getirir, Allah’ı iyice tanıtır, yanlış inanış ve davranışlardan döndürür ve Allah’ın bağışlamasına vesile olurlar.

6 – Ve O’nun astlarından veliler edinen kimseler; Allah onların üzerinde Hafiz’dır [yaptıklarını kayda almaktadır]. Ve sen onların üzerinde bir vekil değilsin.
7 – İşte böylece Biz kentlerin anasını ve onun kıyısındaki kişileri uyarasın ve kendisinde hiç şüphe olmayan Toplanma Günü ile uyarasın diye sana Arapça bir Kur'ân vahyettik. Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir.
8 – Ve eğer Allah dileseydi kesinlikle onları bir tek ümmet kılardı. Fakat O, dileyeni rahmetinin içine girdirir. Zalimler de, kendileri için bir veli ve bir yardımcı olmayanlardır.

Bu ayetlerde Rabbimiz, kullarını uyarırken, onlara mesaj verirken Elçi’nin konumu üzerinde durarak onun şirk koşanlara, yani gökleri çatlatacak kadar ağır suç işleyenlere karşı bir sorumluluğunun olmadığını açıklamaktadır. Elçisinin onlara karşı Hafiz [bekçi] ve Vekil [onları çekip çeviren; yöneten] biri olmadığını; onun elçilik görevinin Anakent olmak üzere çevreyi “Toplanma Günü [Kıyamet, Hesap Günü]” için uyarmak olduğunu; bu amaçla da ona Arapça olarak bir kitap vahyettiğini, insanların ise cennetlik ve cehennemlik olmak üzere iki guruba ayrılacağını; yani kiminin inanacağını, kiminin de inanmayacağını bildirmektedir.
Grubun son ayetinde ise Rabbimizin dilemesi halinde tüm insanların tek bir ümmet olacağı; ancak O’nun bunu dilemediği, insanları kendi tercihlerinde özgür bıraktığı vurgulanmaktadır.
Bir yandan Peygamber’in görevinin müjdelemek ve korkutmak olduğu bildirilirken, diğer yandan da müşriklerin takındığı inkârcı tutuma karşı ona teselli verilmektedir.
7. ayet ilk anda Kur’an’ın Mekke ve etrafındakilere has bir davet olduğunu çağrıştırmaktadır. Oysa konuyla ilgili daha önceki örneklerde de belirtildiği gibi, Kur’an’ın daveti evrenseldir. Ayetteki ibare, Peygamber'in Mekkeliler ve etrafındaki halklarla ilişki kurmasına yönelik özel bir duruma hamledilmelidir.

ÜMMÜ’L-KURÂ

Peygamberin doğup büyüdüğü, göreve başlayıp görevini sürdürdüğü kent, ayette “Ümmü’l-Kura [Kentlerin Anası, Anakent] olarak nitelenmiştir. “Şehirlerin anası” demek olan “Ümmü'l-Kurâ”, Mekke'nin bir ismidir. Resulullah’ın el-Ümmi [anakentli; Mekkeli] olması da bundan dolayıdır.
İbrahim peygamberden bu yana müminlerin temel ibadetlerinden biri olan hacc da bu kentte yapılmaktadır. Mekke, başka beldelerde bulunmayan ticaret, ulaşım, bilişim, sanat, edebiyat ve daha birçok sosyal ve ekonomik faaliyetin o dönemdeki merkeziydi. İnsanlar hacc sebebiyle o kente geliyor, bu vesileyle birçok insan orada buluşuyordu. Bu durum çocukların anasının etrafında toplanmasına benzemektedir. Bu sebepten dolayı Mekke “şehirlerin anası” diye isimlendirilmişti.

Ayette ahiret “toplanma günü” olarak nitelenmiştir. Çünkü Kur’an’a baktığımızda, Vakıa/7’de açıkladığımız üzere, hurilerle birleştirme, insanların üç grupta toplanması, her amel edenin amelleriyle buluşması gibi olayların o gün olacağı, kısacası insanların o gün bir araya toplanacağı anlaşılmaktadır.
Toplanma günü için sizi toplayacağı gün [zaman]; -İşte o gün, karşılıklı aldatma günüdür- Kim Allah'a inanır ve salihi işlerse O [Allah], onun kötülüklerini örter ve onu, içinde ebedi kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte bu, büyük kurtuluştur. (Teğabün/9)

Şüphesiz ahiret azabından korkan kimseler için bunda muhakkak ki, bir ayet [ibret] vardır. O, insanların kendisi için toplandığı bir gündür ve mutlaka görülecek bir gündür.
Ve Biz onu sadece belli bir süreye kadar erteliyoruz.
O gün geldiğinde O’nun [Allah’ın] izni olmadan hiç kimse konuşmaz. İşte o gün onlardan [insanlardan] bir kısmı bedbaht ve [bir kısmı da] mutludur. (Hûd/103-105)

Allah, elçileri toplayacağı gün şöyle diyecek: “Size verilen cevap nedir ?” Onlar da: “Bizim hiç bir bilgimiz yoktur; şüphesiz ki gaypları bilen Sensin, Sen.” (Maide/109)

“ حشرHaşr” söcüğü, “toplanma, bir araya getirilme” anlamında birçok ayette yer almıştır: En’am/22, Yunus/28, Neml/83, Meryem/68, 69, İsra/97, Furkan/17 ve Sebe’/40.

9- 12- Yoksa O’nun astlarından, bir takım evliyâ [Yakın Kimseler] mi kabulleniyorlar? İşte Allah, Velî’nin [Yakın olanın] ta kendisidir. Ve O, ölüleri diriltir ve O, her şeye gücü yetendir. İşte O, göklerin ve yerin yoktan yaratıcısıdır/parçalayıcısıdır. O sizin için kendinizden eşler ve en’amdan [sığır, koyun, keçi, deveden] çiftler yaratmıştır. O, sizi bunun [bu düzenin] içerisinde üretip çoğaltıyor. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. Ve O, en iyi işitendir, en iyi görendir. Göklerin ve yeryüzünün kilitleri yalnızca O'nundur. O, dilediği kimse için rızkı genişletir ve ayarlar. Şüphesiz ki O, her şeyi en iyi bilendir.

Not: 10. ayetin hem teknik yönden hem de anlam olarak buraya ait olmadığı kanaatindeyiz. Bize göre bu ayet 15. ayetin devamıdır. Bu nedenle 10. ayeti orada tertip ederek tahlil ettik.
Bu ayet grubunda da yine Rabbimiz kendini tanıtmaktadır. Önceki ayetlerde dikkat çekecek bazı açıklamalar yapılmış, sonra da insanlara “Yoksa O’nun astlarından, bir takım evliyâ [Yakın Kimseler] mi kabulleniyorlar?” şeklinde bir soru yöneltilmiştir. Bu soru “İstifham-ı inkari” türünde bir sorudur. Bu tür sorular cevap almak için değil, muhatabı ilzam etmek ve vurgu yapmak için sorulmaktadır. Bu nedenle ayetteki sorunun anlamı “Onlar Allah’ın astlarından bir takım evliyâ [Yakın Kimseler] kabul ediyorlar” demektir. Bu tarz bir soruyla müşrikler kınanmakta, tutumlarının hayret edilecek bir davranış olduğu ortaya konmaktadır.
Pasajın devamında ise Rabbimiz bir takım sıfatlarıyla ve tasarruflarıyla Kendisini tanıtmaktadır. Böylece Rabbimize ortak koşulan sözde tanrıların bu sıfat ve tasarruflardan hiçbirine sahip olmadığı, dolayısıyla da bunların ilâh, veli [yol gösteren, koruyan, yardım eden biri] olarak kabul edilmelerinin tümden yanlış olduğu vurgulanmış olmaktadır.

Ayetteki “göklerin ve yeryüzünün anahtarları” ifadesiyle yağmurlar ve yerden bitkilerin bitirilmesi kastedilmiştir.

Hâlâ, şüphesiz Allah’ın, rızkı dilediğine yaydığını ve ölçülendirdiğini bilmediler mi? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için kesinlikle nice ayetler vardır. (Zümer/52)

13 – O [Allah], dinden Nuh'a tavsiye ettiği şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimiz şeyi şeriat kıldı: “Dini ayakta tutun [yerleştirin] ve onda ayrılığa düşmeyin.” Senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kalpten yöneleni de ona kılavuzlar.
14 – Ve onlar, ancak kendilerine bilgi geldikten sonra, aralarındaki taşkınlık yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer Rabbin tarafından, “adı konmuş bir süreye kadar” sözü geçmemiş olsaydı aralarında kesinlikle gerçekleştirilirdi. Ve şüphesiz kendilerinden sonra Kitap’a vâris kılınan kişiler ondan [Kur'ân’dan] kesinlikle kararsızlığa götüren bir kuşku içindedirler.

Bu iki ayette surenin 3. ayeti detaylandırılmıştır. Rabbimiz, Mekkelileri ikna etmek için Muhammed (as)’in elçiliğinin yeni bir bidat olmadığı mesajını vermektedir. Bunun için de din olarak geçmişte ve bugün neyi ortaya koyduğuna işaret ederek peygam*berlere gelen dinin kaynağının da, içerdiği prensiplerin de bir olduğunu açıklamaktadır. Bu açıklama, Arapların peygam*berimizden önce de elçiler gönderildiğini bildiklerini göstermektedir. Ayette dört peygamberin isimlerinin zikredilmesi dikkat çekicidir. Görülen o ki, zikredilen bu elçiler Kur'an dinleyicileri tarafından daha çok bilinen isimlerdir.

Bilakis onlar: “Bunlar karmakarışık düşlerdir; yok yok, onu kendisi uydurdu; yok yok o bir şairdir. Hadi öyleyse öncekilerin gönderildiği gibi bize bir mucize getirsin” dediler. (Enbiya/5)

İşte onlara tarafımızdan o hakk gelince de, “Musa'ya verilen şeyler [mucizeler] gibi ona da verilmeli değil miydi?” dediler. Daha evvel Musa’ya verileni inkâr etmemişler miydi? “Birbirine sırt veren [destekleyen] iki sihir” dediler. Ve “Şüphesiz biz hepsini inkâr edeceğiz” dediler. (Kasas/48)

Ve bu [Kur'ân], “Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa [yahudi ve hıristiyanlara] indirildi; Biz ise, onların okumasından habersizdik [o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk” veya “Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz diye Bizim indirdiğimiz bereketli bir kitaptır. O nedenle, rahmet olunmanız için ona uyun ve takvalı davranın. İşte size de Rabbinizden açık delil, kılavuz ve rahmet gelmiştir. Öyleyse Allah’ın ayetlerini yalanlayıp, onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir? Ayetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle azabın kötüsüyle cezalandıracağız. (En’am/155- 157)

Ayetteki “Dini ayakta tutun [yerleştirin] ve onda ayrılığa düşmeyin” ifadesi, “Allah’a, elçilerine, kitaplarına, ahiret gününe inanın! Çok tanrılar edinerek ayrılığa düşmeyin!” demektir. Ayetteki “Dini ayakta tutun” emri, “Dinin hâkim olmadığı yerlere dini yerleştirin, eğer din yerleşik ise onu ayakta tutun!” demektir.

Sonra insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendinde bulunan ile sevinip böbürlendi. (Mü’minun/53)

Sana da kendisinden öncekilerini doğrulayan ve onları kollayıp koruyan olarak hakk ile Kitap’ı [Kur'ân’ı] indirdik. Öyleyse onların aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen haktan saparak onların arzu ve heveslerine uyma. Ve Biz, sizden hepiniz için bir şeriat ve yol kıldık. Ve eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, fakat size verdiklerinde sizi belalandırmak [denemek] için [böyle yapmadı]. Öyleyse iyiliklere yarışın. Hepinizin dönüşü yalnızca Allah’adır. Sonra O, kendisi hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir. (Maide/48)

O [Yusuf]: “Size yiyecek olarak verilecek bir yemek gelmeden önce onun tevilini size bildiririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir. Şüphesiz ben Allah’a inanmayan bir kavmin -ki onlar ahreti inkâr edenlerin ta kendileridir- milletini terk ettim. Ve atalarım İbrahim, İshak ve Yakub'un milletine uydum. Bizim, Allah’a hiçbir şeyi ortak tutmamız olmaz. Bu, Allah’ın bize ve insanlara bir lütfudur. Velâkin insanların çoğu şükretmiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı birçok rabler mi daha hayırlı, yoksa her şeye hâkim ve galip olan bir tek Allah mı? Sizin, O’nun astlarından o taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Ona [bunlara tapmanız konusuna] Allah hiçbir delil indirmiş değildir. Hüküm ancak Allah’a aittir: O, size, kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Biriniz efendisine yine şarap sunacak. Diğeri de asılacak da kuşlar onu başından yiyecekler. İşte hakkında fetva istediğiniz iş gerçekleşti” dedi. (Yusuf/37-41)

Ve Biz senden önce hiçbir elçi göndermedik ki, ona: “Gerçek şu ki Benden başka ilâh diye bir şey yoktur. Onun için bana ibadet edin.” diye vahyetmiş olmayalım. (Enbiya/25)

Ve hani Biz, peygamberlerden; –Senden de- Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem oğlu İsa'dan misaklarını [kesin sözlerini] almıştık. Ve Biz, onlardan ağır bir misak [kesin bir söz] aldık. (Ahzab/7)


14. ayette konu edilen kişiler Kureyşliler ve o yöredeki Kitap Ehli’dir. “... ancak kendilerine bilgi geldikten sonra” ifadesinde yer alan “ilim”, Kur’an ve Allah’ın Muhammed (as)’i elçi göndermesidir. Çünkü onlar kendilerine bir peygamber gönderilmesini temenni ediyorlar ve bekliyorlardı.

Ve onlar var güçleriyle Allah’a yemin etmişlerdi ki, kendilerine uyarıcı bir peygamber gelirse, mutlaka ümmetlerin her birinden daha doğru yolda olacaklardı. Buna rağmen ne zaman ki kendilerine bir uyarıcı geldi, bu, yeryüzünde bir kibirlenme ve kötülük düzeni yönünden onların sadece nefretlerini artırdı. Hâlbuki kötü düzen ancak kendi ehlini çepeçevre kuşatır. O hâlde öncekilerin kanunundan başka ne gözetiyorlar? Onun için sen Allah’ın sünnetinde asla bir değişme bulamazsın. Sen Allah’ın sünnetinde asla bir başkalaşma da bulamazsın. (Fatır/42, 43)

Onlara Allah katından kendileri ile birlikte olanı tasdik eden bir kitap gelince, -Ki bunlar daha önceleri inanmayanlara karşı zafer kazanmak isemişlerdi de o tanıdıkları kendilerine gelmişti- onu inkâr ettiler. Artık Allah'ın laneti kâfirler üzerinedir. (Bakara/89)

Ve o, Kitap verilen kişiler, ancak kendilerine apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler. (Beyine/4)

Kureyş müşrikleri Resulullah için “Ne diye özellikle ona peygamberlik verildi?” diyerek karşı çıktılar. Ehli Kitap’tan bir kısmı ise Muhammed (as) peygamber olarak gönderilince onu kıskandılar.

Rabbimiz Hakk karşıtlarının ihtilâfa düşme gerekçelerini “aralarındaki taşkınlık yüzünden ayrılığa düştüler” diyerek açıklamıştır. Bundan anlaşıldığına göre, onların ayrılığa düşme*leri, açıklama ve getirilen delillerdeki bir eksiklikten kaynaklanmıyordu. Bu*na sebep, azgınlıkları, kıskançlıkları, zulümleri ve dünya ile uğraşma*ları idi.

Allah, melekler ve hakkaniyeti ayakta tutan bilgi sahipleri, şüphesiz Allah’tan başka ilah diye bir şeyin olmadığına tanıklık etti. O, Azîz, Halîm’den başka ilah diye bir şey yoktur. (Al-i Imran/19)

Ayette “Eğer Rabbin tarafından ‘adı konmuş bir süreye kadar’ sözü geçmemiş olsaydı, aralarında kesinlikle gerçekleştirilirdi” ifadesi, Rabbimizin daha evvel Kamer suresinde yer alan bir ilkesine göndermedir:

Aslında onlara vaat edilen, o saattir. O saat cidden daha feci ve daha acıdır. (Kamer/46)

15, 10 - İşte bunun için sen davet et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol. Onların hevalarına uyma ve de ki: "Ben Allah'ın kitaptan indirdiğine inandım ve ben aranızda adaleti gerçekleştirmemle emrolundum. Allah, bizim Rabbimizdir sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız yalnızca bize, sizin yaptıklarınız da yalnızca size aittir. Sizinle bizim aramızda hiçbir delile yer yoktur. Allah, bizim aramızı toplayacaktır. Dönüş de yalnız O'nadır. Ve hakkında ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey; artık onun hükmü Allah'a aittir. İşte bu, benim Rabbim Allah’tır. Ben yalnız O'na tevekkül ettim ve ben yalnız O'na yöneliyorum” de.

Din anlayışı ile ilgili gerekli ve yeterli açıklamalar yapıldıktan sonra, bu ayet grubunda da Rabbimiz kendi Elçi’sini muhatap alarak ona inkârcılara hangi temel mesajları vermesi gerektiğini öğretmektedir. Ayetlerin anlamı gayet açık ve nettir. “Allah bizim Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız yalnızca bize, sizin yaptıklarınız da yalnızca size aittir” ifadesi, iman ve teslimiyetin özgür iradeyle gerçekleştirilmesi gereken temel bir tercih olduğunu gösterdiği kadar, herkesin hesap gününde kendi ameliyle baş başa kalacağını da ifade etmektedir. Binaenaleyh, herkes dünyada kendi yararına olacak işlerle uğraşmalıdır. Çünkü Allah, Kıyamet günü herkesi bir araya getirecek ve herkese yaptığına göre karşılık verecektir. “Dönüş de yalnız O'nadır” ifadesi, bu tercihin sonuçlarıyla mutlaka yüzleştirileceğimiz mesajını vermektedir.

15. ayetteki “... ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol!” ifadesi Hud suresinde de yer almıştır. Bu ifade, Peygamber de dâhil olmak üzere, herkese göre bir doğru olması yolunu kapatmıştır. “Sana emredildiği gibi” ifadesiyle de dosdoğru yolun Allah’ın çizdiği yol olduğu vurgulanmıştır.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (9. June 2010)