Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25. April 2009, 10:23 PM   #4
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

MEVEDDETEN Fİ’L-KURBÂ [YAKINLIKTA SEVGİ]

23. ayette yer alan “meveddeten fi’l-kurbâ” ifadesi, bir takım tefsirciler ve bazı çevrelerce farklı yorumlanarak hem fıtri gerçeklere hem de İslam ilkelerine aykırı bir anlayışın zemini haline getirilmiştir.
Aşağıdaki örnekler, söz konusu ibarenin hangi eksenlerde anlamlandırıldığını göstermektedir:

* “Ben sizden sadece akrabalık bağım dolayısıyla bana sevgi beslemenizi ve böylelikle beni korumanızı is*tiyorum” demektir.. Sanki onlara şöyle demiş gibidir: Eğer peygamber olduğum için bana uymuyor iseniz, hiç olmaz*sa akrabalığım dolayısıyla bana uyunuz. Benimle aranızdaki kopardığınız akrabalık bağını yeniden tesis ediniz.
* “Ben sizden yakın akrabalarımı ve Ehl-i Beyt'imi sevmenizden başka herhangi bir ücret istemiyorum.”
* “Ben sizden size getirdiklerimin karşılığında [Allah için] birbirinizi sevmenizden ve O'na itaat ile yakınlaşmanızdan başka bir ücret istemiyorum.”
* “Ben sizden Al*lah'a sevgi beslemenizden ve itaat etmek suretiyle O'na yakınlaşmanızdan başka bir şey istemiyorum.”
Konumuz olan 23. ayet ile ilgili bir başka iddia da, Allah’ın, yaptığına karşılık Resulullah’a ücret istettiği, tebliğden karşılık beklettirdiği ve daha sonra da bu karardan caydığıdır. İbret için naklediyoruz:

Bazıları da “Ayet-i Kerime nesholmuştur” demişlerdir. Çünkü bu ayet Mekke'de inmiştir. Müşrikler Rasûlullah (sav)'a eziyet ediyorlardı. Bu*nun üzerine bu ayet inmiş ve Yüce Allah onlara Peygamber (sav)i sevmelerini, onun akrabalık bağını gözetmelerini emretmiştir. Mekke'den Me*dine'ye hicret edip Ensar onu barındırıp ona yardım edince, Yüce Allah da onu“Ben sizden bunun için herhangi bir ücret de istemiyorum. Benim mükâfatım ancak âlemlerin Rabbine aittir (Şuara/109, 127, 145, 164, 180)” diyen diğer peygamber kardeşlerine katmayı murad edince, üzerine: “De ki: Ben sizden buna karşılık -akrabalıkta sevgiden başka- ücret istemem” buy*ruğunu indirdi. Böylelikle bu buyruk, hem bu ayet-i kerime ile hem de Yü*ce Allah'ın “De ki: Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum ve ben ken*diliğimden bir şeyler uyduranlardan da değilim (Sad/86)”; “Yoksa sen onlardan ücret mi istersin? Rabbinin verdiği rızk daha hayırlıdır (Mu'minun/23/72)” ve “Yoksa sen onlardan ücret mi istiyorsun da bu neden*le onlar borçtan dolayı ağır bir yük altına mı girmişler? (Tur/40)” buy*rukları ile nesholdu. Bu açıklamayı ed-Dahhak ile el-Huseyn b. el-Fadl yap*mışlardır. Ayrıca Cuveybir bunu ed-Dahhak ve İbn Abbas'tan da rivayet et*miştir. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)

Ayetin Nüzul Sebebi:


Bu âyetin ne sebeple indiği hususunda (tefsir alimleri) farklı görüşlere sa*hiptirler. İbn Abbas dedi ki: Peygamber (sav) Medine'ye geldiğinde öyle bir*takım olaylarla karşı karşıya geliyor ve öyle birtakım hakları yerine getirmek durumunda oluyordu ki; elinde bulunanlar bunları yerine getirmeye yetmi*yordu. Bunun üzerine Ensar: “Şüphesiz Allah bu zat sayesinde si*zi hidayete iletmiştir. Ayrıca o sizin kardeşinizin oğludur. O elindeki imkânların el vermediği birtakım olaylarla ve yerine getirmek durumunda olduğu haklarla karşı karşıya kalmaktadır. Haydi, onun için bir mal toplayalım!” de*diler ve bunu yaptılar. Sonra da bu topladıkları malı götürüp ona verdiler, bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.
el-Hasen de şöyle demiştir: Bu âyet-i kerime, Ensar ile Muhacir karşılıklı olarak öğünmeye koyulunca nazil olmuştur. Ensar: “Biz şunları yaptık” diye öğündü, muhacirler de Rasûlullah (sav)'a olan yakınlıkları ile öğündüler. Miksem'in İbn Abbas'tan rivayetine göre, o şöyle demiştir: “Rasûlullah (sav) bir*takım sözler kulağına gelince, bir hutbe irat etti ve Ensar’a şunları söyledi: “Sizler önceden zelil olup benim sayemde Allah sizi aziz kılmadı mı? Sizler önceden sapık olup benimle Allah sizi hidayete eriştirmedi mi? Sizler önce*den korku içerisinde iken benimle Allah sizi emniyete kavuşturmadı mı? Ni*çin bana cevap vermiyorsunuz?” Onlar, “Sana ne diye cevap verelim?” diye sor*dular. Şöyle buyurdu: “Diyebilirsiniz ki: Senin kavmin seni kovunca biz se*ni barındırmadık mı? Senin kavmin seni yalanlayınca biz seni tasdik etmedik mi?" Böylece onlara pek çok şey sayıp döktü. Bunun üzerine (Ensar) dizleri üzerlerine çöküp “Canlarımız ve mallarımız senindir” dediler: Bu sefer: "De ki: Ben sizden buna karşılık -akrabalıkta sevgiden başka- ücret iste*mem" buyruğu nazil oldu. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)

Peygamberlerin tebliğlerine karşılık hiçbir ücret istemedikleri, almadıkları birçok ayette açıkça bildirilmiştir:

Bir zamanlar kardeşleri Nuh onlara demişti ki: “Siz takvalı olmaz mısınız? Şüphesiz ki ben, sizin için güvenilir bir elçiyim. Artık, Allah’a takvalı davranın ve bana itaat edin. Ve buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak âlemlerin Rabbi üzerinedir. Artık, Allah’a takvalı davranın ve bana itaat edin!” (Şuara/109)

De ki: “Ben, buna karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Sadece ve sadece Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen kimseler istiyorum.” (Furkan/57)

De ki: “Benim sizden istediğim ücret; işte o sizin içindir [sizin Allah’a yaklaşmanızdır]. Benim ecrim ancak Allah'a aittir. Ve O, her şeye şahittir.” (Sebe'/ 47)

De ki: “Ben ona [Kur’ân'a] karşı sizden bir ücret istemiyorum. Ben yükümlülük getirenlerden [kendiliğinden bir şeyler uyduranlardan, külfet getirenlerden, başa iş çıkaranlardan] de değilim. (Sad/86)

“Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun verdiği elçilik görevini iletmemiş [yerine getirmemiş] olursun. Allah da seni insanlardan koruyacaktır. Allah kesinlikle, küfre batmış topluluğa doğru yolu göstermez.” (Maide/67)

Yukarıdaki ayetlerden de açıkça anlaşıldığı gibi, vahyin tebliğine karşılık ücret talebinde bulunmak caiz değildir. Nuh peygamberden Resulullah’a kadar hiçbir elçi, görevinin karşılığında ücret istememiş ve almamıştır:
Yusuf/104, Şuara/109, 127, 145, 164, 180, Sebe/47, Ya Sin/ 21, Sad/86, Yunus/72, Hud/29, 51, Şûra/23, Kalem/46, Tur/40 ayetlerinden de görmekteyiz ki, Rabbimiz hiçbir peygamberine yaptığı görev karşılığında herhangi bir ücret istetmemiştir. Dolayısıyla, peygamberimizin de kimseden herhangi bir ücret istemesi mümkün değildir. Buna, akrabalarının gözetilmesini, sevilmesini istemek de dâhildir. Zira netice itibariyle böyle bir istek de bir çıkardır, menfaat sağlamaktır.
Böyle olmasına rağmen, Şûra/23’teki “yakınlarda sevgi istiyorum” ifadesi, peygamberimizin yakınlarına, ehlibeytine sevgi duyulmasını istediği yolundaki asılsız rivayetlerin etkisiyle “yakınlarımı, ehlibeytimi sevmenizi istiyorum” şeklinde yorumlanmıştır. Hâlbuki ayette iyelik belirten herhangi bir zamir veya işaret yoktur. Bu ifade, “Allah’a giden yolu istemeniz, Allah’a yakınlık için sevgi oluşturmanız” anlamındadır. Aksi durum, yani peygamberimizin yakınları için bir talepte bulunması hâli ise mümkün değildir, zira böyle bir istek elçilik ilkelerine aykırı düşmektedir. Zaten ayetlerin siyak ve sibakı da hitabın hep kâfirlere olduğunu göstermektedir. Muhatap kâfirler olduğuna göre, onlardan bir karşılık, bir mükâfat beklemek de anlamsızdır. Çünkü kâfirler peygamberi kabul etmemekte ve onunla kıran kırana mücadele etmektedirler. Böylesi bir çekişmenin olduğu ortamda taraflardan birinin karşı taraftan kendi yakınlarının sevilmesini istemesi ise son derece mantıksızdır.
Elçilerin yaptıkları görev karşılığında herhangi bir ücret istememeleri, elçiliklerinin gerçek bir kanıtıdır. Zira elçiler görevlerini sadece hiçbir çıkar gözetmeden yapmakla kalmamakta, bunun da ötesinde, rahat hayatlarını bırakarak bütün işlerini terk etmekte; adlarının deliye, yalancıya, sihirbaza çıkmasına göğüs germekte; inanmayan yakınlarıyla ilişkilerinin kopmasını göze almakta ve üstüne üstlük bir sürü işkenceye de katlanmak zorunda kalmaktadırlar. Gerçek elçi olmayan birinin geçici çıkarları uğruna bütün bunları göze alması mümkün değildir. Tam aksine, gerçek elçi olmadığı hâlde bu yolla hükümdar ve önder olmak için hareket eden bir kişi, toplumun hoşuna gitmek için onların geleneklerini, önyargılarını kabullenir ve bunlardan yararlanma yoluna gider. Oysa Kur’an’dan öğrendiğimize göre, peygamberimiz sadece bu tür önyargıları kökünden baltalamakla kalmıyor, aynı zamanda kabilesinin Arabistan putperestleri üzerinde etki ve egemenlik kurmalarını sağlayan ana unsuru da yerle bir ediyordu.

24 – Ya da onlar, “Allah’a karşı yalan uydurdu” mu diyorlar. İşte eğer Allah dilerse senin de kalbini mühürler; batılı yok eder ve sözleriyle hakkı gerçekleştirir. Şüphesiz ki O, göğüslerde bulunan şeyleri çok iyi bilendir.

Bu ayette de yine müşriklerin “Kur’an’ı Muhammed’in kendisi uydurdu” şeklindeki ithamlarına cevap verilmiştir. Böyle olmadığı, Peygamber’in böyle bir şey yapmaya teşebbüs etmesi halinde Allah’ın onun kalbini de mühürleyeceği, o zaman onun da müşriklerden bir farkının kalmayacağı; Peygamber’in Allah adına kendisinden ortaya hiçbir şey atamayacağı, Allah’ın buna kesinlikle izin vermeyeceği sert ifadeler ile bildirilmiştir.

Eğer o [elçi; Muhammed] bazı sözleri Bizim sözlerimiz olarak ortaya sürseydi,
Kesinlikle ondan sağ elini koparırdık [tüm gücünü alırdık].
Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik.
Sizin hiç biriniz ona siper de olamazdınız.” (Hakka/44-47)



25 – Ve O, kullarının tövbesini kabul eder, kötülüklerden affeder ve sizin işlemekte olduğunuz şeyleri bilir.
26 – Ve O, iman etmiş ve salihatı işleyenlere icabet eder ve onlara lütfundan daha fazlasını verir. Kâfirler ise; şiddetli bir azap onlar içindir.

Bu ayetlerde Rabbimiz Kendisini tövbeleri kabul eden, kullarının kötülüklerini affeden, iman edip salihatı işleyenlere icabet eden, onları yaptıklarının kat kat fazlasıyla ödüllendiren olduğunu bildirerek kullarını umutlandırmakta ve teşvik etmektedir. Buna rağmen nankörlük edenleri ise kendilerine ulaşacak şiddetli bir ceza ile uyarmaktadır.

Kim bir kötülük işler yahut nefsine zulmeder, sonra da Allah'tan bağışlanma dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve çok merhametli bulur. (Nisa/110)

Ve kullarım, sana Benden sordukları zaman; biliniz ki şüphesiz Ben çok yakınımdır. Bana dua edince, duacının duasına cevap veririm. O halde reşit olmaları için onlar da Bana karşılık versinler ve bana inansınlar. (Bakara/186)

27 – Ve eğer Allah rızkı kullarına yaysaydı/döşeseydi [bol bol verseydi], kesinlikle yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Velâkin O [Allah] dilediğini belli bir ölçüye göre indiriyor. Şüphesiz ki O, kullarına en çok haberi olandır, en iyi görendir.
28 – Ve O, insanlar ümitlerini kestikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini yayandır. Ve O, Hamîd’dir [övülmeye layık olandır], Veli’dir.

Bu ayetler, 26. ayetteki “Ve O, iman edip salihatı işleyenlere icabet eder ve onlara lütfundan daha fazlasını verir” açıklaması bağlamında zihinlerde oluşan “Peki ama müminler niçin sıkıntı içindeler?” tarzındaki soruya cevap niteliği taşımaktadır.

Ayetin Nüzul Sebebi:


Bu ayetin nüzulü ile ilgili olarak şöyle denilmiştir: Ayet, Suffe ehlinden bir takım kimselerin geniş rızk sahibi olmayı temenni etmeleri üzerine inmiş*tir. Habbab b. Eret dedi ki: “Ayet bizim hakkımızda indi. Biz Nadiroğulları, Kureyza ve Kaynuka oğullarının mallarına baktık, o mallara sahip olma*yı temenni ettik. Bunun üzerine bu ayet indi. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)

“Bu buyruk, Mekke ehline sonunda ümit kesinceye kadar yedi yıl süre ile yağmur yağmaması, sonra da Yüce Allah'ın yağmuru yağdır*ması üzerine inmiştir. (Mukatil)

Yüce Allah şayet müminlere çok şeyler vermiş olsaydı, onlar yine ondan daha fazlasını isteyecek*lerdi. Belki de zenginleşmeleri yüzünden azacaklardı, taşkınlık yapacaklardı. İnsanoğlu, karakteri gereği, bir zenginlik ve iktidar elde ettiğinde büyüklenir, büyüklük taslar. Ama bir sıkıntı, bir bela ve istenmeyen bir durumun içine düştüğünde yıkılır, mahzunlaşır, Allah’ı hatırlar.

Hayır, hayır! Dönüş Rabbine olmasına rağmen insan, kendi*ni yeterli gördüğünde [zengin olduğuna inandığında], kesinlikle azar [tuğyan eder]. (Alak/6-8)

Çoğaltma yarışı sizi eğlendirip oyaladı. (Tekasür/1)

Ve Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman onunla şımarırlar. Ellerinin önceden yaptığı şeyler sebebiyle kendilerine bir kötülük isabet ederse, hemen onlar umutsuzluğa düşerler. (Rum/36)

Ve Allah rızk konusunda kiminizi kiminize fazlalıklı kılmıştır. Kendilerine fazlalık verilenler, kendi rızklarını sağ ellerinin malik olduklarına, hepsi onda eşit olmak üzere vermezler. O halde bunlar Allah’ın nimetini bilerek inkâr mı ediyorlar? (Nahl/71)

Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit hayatta [dünya hayatında] onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. (Zuhruf/32)

29- Ve göklerin, yeryüzünün yaratılması ve o ikisinde [göklerde ve yerde] her dâbbehden/canlıdan türetip yayması, O’nun ayetlerindendir. Ve O, dilediği zaman onların hepsini toplamaya gücü yetendir.

Bu ayet de Rabbimizin Kendisini tanıttığı ayetlerdendir. Gökleri ve yeryüzüyle tüm evreni yaratması, en küçüğünden en büyüğüne kadar yeryüzünü sayısız canlılarla donatması, işlerliğe koyduğu fiziksel, biyolojik yasalarla evrende mükemmel işleyen mucizevî sistemler kurması, Yüce Allah’ın varlığının, ilminin, kudretinin delillerindendir. Ayet, Rabbimizin yarattığı tüm varlıkları kontrolü altında tuttuğu, onları hiçbir zaman kendi hallerine bırakmadığı mesajını vererek sona ermektedir.
Ayetteki “dabbeh [canlılar]” ifadesi hem şekilleri, renkleri, dilleri, tabiatları, cins ve nevileri farklı olan insan, fil, balina gibi büyük canlıları, hem de bakteri ve virüs gibi mikro canlıları kapsamaktadır.


Ve O, kendilerine binesiniz, hem de ziynet olsun diye atları, katırları ve eşekleri yarattı. Ve şimdi bilmediğiniz şeyleri yarattı. (Nahl/8)

Ayetteki “o ikisinde [göklerde ve yerde] her dâbbehden/canlıdan türetip yayması”ifadesi, kanaatimizce hayatın sadece dünyada değil, diğer gezegenlerde de olduğuna işaret etmektedir.

30 – Ve size musibetten isabet eden şeyler, işte kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. O da çoğunu affediyor.
31- Ve siz yeryüzünde aciz bırakıcılar değilsiniz. Ve sizin, Allah’ın astlarından bir Yakınınız yoktur, yardımcınız da yoktur.

Bu ayetlerde, insanın lehinde veya aleyhinde tecelli eden tüm olayların onun bizzat kendi fiillerinin birer sonucu olduğu; bunlardan bir kısmının Rabbimiz tarafından bertaraf edildiği, affedildiği vurgulanmaktadır.
Daha sonra kimsenin Allah’a karşı duramayacağı, Allah’tan başka gerçek veli’nin [yardım eden, yol, gösteren, aydınlatan ve koruyan bir yakının] olmadığı bir kez daha hatırlatılmaktadır.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla