Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25. April 2009, 10:23 PM   #5
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

MUSİBET” SÖZCÜĞÜYLE KASTEDİLEN NEDİR?


Ayette geçen “musibet” sözcüğünü dünya ve ahiretteki musibetlerin tümü olarak anlamak mümkündür. Ağrılar, acılar, hastalıklar, kıtlıklar, boğulmalar, yıldırım çarpması, kısaca hoşa gitmeyen her şey dünyadaki musibetlerdendir. Bu musibetlerin insana amellerinin tam karşılığı olarak verilmiş cezalar olduğu düşünülmemelidir. Bunlar uyarı amaçlı olarak tattırılmış nahoş durumlardır.
Ayetteki “kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzünden” ifadesi, her musibetin işlenen kötü bir davranışa karşılık tattırılmış bir ceza olduğu şeklinde değerlendirilebileceği gibi, insan edimlerinin fiziksel, biyolojik ve toplumsal yasaları harekete geçirdiği; insana acı veren olayların arkasında da yine bu yasaları harekete geçiren insan edimlerinin olduğu şeklinde de değerlendirilebilir. Çünkü Rabbimiz bizi fiziksel, biyolojik ve toplumsal yasalarla çevrelediği bir dünyada yaşatmaktadır. Bu yasalar, kendilerini harekete geçiren insan edimlerine anında veya belirli bir süre içinde cevap verecek şekilde düzenlenmiştir. Mesela hastalık denen musibet, ille de kula verilmiş bir ceza olarak değil, kulun biyolojik yasaları harekete geçiren kusurlu yaşam tarzının bir sonucu olarak da değerlendirilebilir. Böyle değerlendirildiği takdirde, Rabbimizin insanları musibetlerle sınaması, insanların Rabbimiz tarafından bu musibet türlerini üreten fiziksel, biyolojik ve toplumsal yasalarla çevrelenmiş olduğu anlamına gelir. Çünkü insana acı veren musibet nitelikli olay ve olgular Allah’ın yaratışındaki kusurlar değildir. Allah dileseydi bütün bu acı veren musibetlerin gerçekleşmeyeceği bir evrensel düzen de kurabilirdi. Bu nedenle, “Allah’ın sınaması” olgusunu, O’nun insanı musibetlerle denemeye elverişli bir dünyada yaşatması olarak da anlayabiliriz. Dolayısıyla, insan bir iş yapar, bu işin karşılığında da evrensel etki-tepki yasası yürürlüğe girer. Buna şöyle bir örnek verilebilir: Bir toplum, kendi içindeki yoksulları koruyup gözetmezse, buna tepki olarak toplumsal yasalar tetiklenir, insanlar arasında kıskançlık, gerginlik, huzursuzluk başlar. Fuhuş, hırsızlık, derbederlik gibi olaylar yaygınlaşarak toplumu tehdit eden bir musibete dönüşür. Böylece bir toplum, kendi elleriyle işlediği bir kusurun karşılığını bir ölçüde tatmış olur.

Dönmeleri için; insanların elleriyle kazandıkları yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde fesat/kargaşa çıktı. (Rum/41)

Esas musibet ise amele bire bir denk olacak olan ahiret musibetleridir:

Eğer sabrederseniz ve takvalı davranırsanız, evet [sizi Rabbiniz destekler]. Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size işaretlenmiş/ eğiten/gönderilmiş beş bin melekle yardım eder. (Al-i Imran/25)

O [Bu iş], Sizin kuruntularınızla ve Ehlikitab’ın kuruntularıyla değildir. Kim kötülük yapan onunla cezalandırılır. Ve o kendisi için Allah’ın astlarından bir Yakın Kimse ve bir yardımcı bulamaz. (Nisa/123)

Ve iman edenler, zürriyetleri de iman ile kendilerine tâbi olanlar; işte Biz, onların zürriyetlerini de kendilerine kattık. Kendilerinin amellerinden bir şey eksiltmedik. Herkes kendi kazandığıyla rehindir. (Tur/21)

Sonra da Yahudileşen kimselerden olan zulüm, onların birçok kimseleri Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları halde faiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle kendilerine helâl kılınmış temiz şeyleri haram kıldık. Ve onlardan kâfir olanlara can yakıcı bir azap hazırladık. (Nisa/160, 161)

Denizde dağlar gibi akıp gidenler de O'nun ayetlerindendir. Eğer O dilerse rüzgârı durdurur da giden gemiler denizin sırtında duruverirler. Şüphesiz bunda tüm çok sabreden ve çok şükreden kimseler için nice ayetler vardır. Yahut O [Allah], onların kazandıkları şeyler sebebiyle onları [gemileri] helâk eder. Birçoğunu da bağışlar. Ve ayetlerimiz hakkında mücadele edenler kendileri için kaçacak bir yer olmadığını bilirler. (Şura/32- 35)

Ayetteki “O da çoğunu affediyor” ifadesinden anlıyoruz ki, Rabbimiz insanların birçok kusurunu da rahmeti gereği dikkate almamakta, yürürlüğe koymamaktadır.

Ve eğer Allah, kazanmakta oldukları şeyler dolayısıyla insanları sorgulayıp cezalandıracak olsaydı, onun sırtında [yeryüzünde] hiç bir dabbehi [canlıyı] bırakmazdı. Velâkin onları, adı konmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman da artık şüphesiz Allah kendi kullarını en iyi görendir. (Fatır/45)

Şüphesiz Biz, emaneti [güvenliği, düzeni, dengeyi] göklere, yere ve dağlara yaydık da, onlar, onu taşımaya yanaşmadılar, ondan [güvenliğin, düzenin, dengenin alıp götürülmesinden] korktular. Ve onu insan taşıdı. Şüphesiz o [insan], çok zalim ve çok cahildir. (Ahzab/72)

32 -35- Denizde dağlar gibi akıp gidenler de O'nun ayetlerindendir. Eğer O dilerse rüzgârı durdurur da giden gemiler denizin sırtında duruverirler. Şüphesiz bunda tüm çok sabreden ve çok şükreden kimseler için nice ayetler vardır. Yahut O [Allah], onların kazandıkları şeyler sebebiyle onları [gemileri] helâk eder. Birçoğunu da bağışlar. Ve ayetlerimiz hakkında mücadele edenler kendileri için kaçacak bir yer olmadığını bilirler.

Bu ayet gurubunda Rabbimiz evrenin işleyişine koyduğu bazı ölçü ve yasalara dikkat çekmektedir. Suya kaldırma kuvveti, rüzgâra da itme kuvveti veren Allah’tır. İstese bu yasasını bozuverir ve insanlığı bu fiziksel nimetlerinden mahrum bırakarak cezalandırabilir.
30. ayette olduğu gibi, Rabbimiz bu pasajda da “Birçoğunu da bağışlar” buyurarak suçların bir kısmını bağışladığını bildirmiştir. Ayetin son cümlesinde “Ve ayetlerimiz hakkında mücadele edenler kendileri için kaçacak bir yer olmadığını bilirler” denilmiştir. Bununla, Allah’a karşı mücadele edenlerin çıkış yollarının olmadığı, olmayacağı bildirilerek biran evvel akıllarını başlarına almaları mesajı verilmektedir.

Şu, âyetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı büyüklenenlere, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve deve [veya halat] iğne deliğinden geçmedikçe onlar cennete girmeyeceklerdir. Biz suçluları işte böyle cezalandırırız. (A’raf/40)

36 -39 - İşte, verilen herhangi bir şey basit hayatın kazanımıdır. Sadece dünya hayatının geçici bir menfaatidir. Allah katında bulunanlar ise; iman etmiş ve sadece Rablerine tevekkül eden kimseler, günahın büyüklerinden ve hayâsızlıktan kaçınan ve öfkelendikleri zaman bağışlayan kimseler, Rablerinin çağrısına cevap veren, salâtı ikame eden, işleri de kendi aralarında Şura [görüşme, danışma] olan, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak eden kimseler ve kendilerine bağy [bir zulüm ve saldırı] isabet ettiği zaman birbirleriyle yardımlaşan/ intikam alan kimseler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır.

Bu ayet gurubunda Rabbimiz, lütfuna mazhar olan müminlerin özelliklerini sayarak kendi katındaki nimetlerin müminler için dünya nimetlerinden, tüm kazanımlarından daha hayırlı ve kalıcı olduğunu bildirmektedir.
Rabbimizin övgüsüne mazhar olan müminler şu özellikleri taşıyanlardır:
* İman etmiş ve sadece Rablerine tevekkül eden kimseler
* Günahın büyüklerinden ve hayâsızlıktan kaçınan ve öfkelendikleri zaman bağışlayan kimseler
* Rablerinin çağrısına cevap veren kimseler,
* Salâtı ikame eden kimseler,
* İşleri de kendi aralarında Şura [görüşme, danışma] olan kimseler,
* Rızıklandırıldıkları şeylerden infak eden kimseler
* Kendilerine bağy [bir zulüm ve saldırı] isabet ettiği zaman birbirleriyle yardımlaşan/ intikam alan kimseler.

Bu ayet gurubunda, dünyadaki zenginlik ve bolluğun, makam ve mevkiin ancak geçip giden basit hayatın bir geçimliği olduğu; dolayısıyla onunla övünmemek, ona bel bağlamamak gerektiği mesajı verilmektedir. Bu ayet gurubunun inişiyle ilgili olarak klasik kaynaklarda bazı kişilerin adları verilmişse de, Rabbimizin beyanı genel olup tüm zamanlardaki insanlara yöneliktir.

BÜYÜK GÜNAHLAR [GÜNAH-I KEBÂİR]

Büyük günahların neler olduğu, bazı rivayetlere dayanılarak yapılan içtihatlar doğrultusunda aşağıdaki gibi belirlenmiştir:
* Haksız yere adam öldürmek
* Zina etmek
* İffetli bir bayana kötülük isnat etmek
* Savaşta, hücum anında cepheden kaçmak
* Sihirbazlık yapmak
* Yetim malını yemek
* Müslüman ana-babaya asi olmak
* Faiz yemek
* Hırsızlık yapmak
* Alkolik olmak, aklı işe yaramaz hale getirmek
* Emredileni yapmamak, yasakları yapmakla aileye karşı istikameti terk etmek
* Küçük sayılmasına rağmen ısrarla, devamlı yapılan her türlü küçük günah
* Şirk

Sıralamanın sonunda yer alan “şirk” bir günah değil, kâfirliğin ta kendisidir. Günah, imanlı insanların yaptıkları kusurlu davranışlara denir. Bu nedenle “şirk”in günahlar arasında sayılması yanlıştır.
Bize göre “büyük günah”, Rabbimizin Kur'an'da, önüne “büyük” sıfatı eklediği suçlardır. Bu suçlar tespitlerimize göre şunlardır:

* Haram Ay'da savaşmak:

Sana Kutsal Ay'dan, bu ayda savaşmaktan soruyorlar. De ki: “Onda [o ayda] savaşmak büyüktür [büyük günahtır], …” (Bakara/217)

Haram aylar, Hacc yapılan ve Arap geleneğine göre savaşın yasak olduğu aylardır. Bu ayeti “işaret”, “delâlet” ve “iktiza” anlamlarını dikkate alarak günümüze uyarlarsak “büyük günah”ın uluslararası eğitimin, öğretimin, bilim alış verişinin ve ticaretin yollarını güvensiz hâle getirmek ve engellemek olduğu söylenebilir.

* Yetim malı yemek:

Ve yetimlerinize mallarını verin. Temizi pise değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin. Bunu yapmak kesinlikle büyük bir suçtur. (Nisa/2)

Bu ayetin günümüz şartlarındaki direktiflerinden birisi de “Kamu mallarının talan edilmemesi ve kamu geliri olan verginin kaçırılmaması”dır. Çünkü bugün yetimin velisi ve hamisi kamudur.

* Rızk endişesiyle çocukların öldürülmesi:

Ve yoksulluk kaygısıyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları ve sizi biz rızıklandırırız [besleriz]. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır. (İsra/31)

Bu ayet, bugüne kadar Arapların kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeleri ve erkek çocuklarını putlara kurban etmeleri şeklinde açıklanmıştır. Hâlbuki ne kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi, ne de erkek çocuklarının putlara kurban edilmesi ayetin vurguladığı yoksulluk kaygısı ile yapılmış eylemlerdir. Bu ayetin “yoksulluk kaygısı” vurgusu göz önüne alındığında, günümüz için işaret ettiği “büyük günah”, bize göre yoksulluk bahanesiyle geç dönemde yaptırılan kürtajlar ve yine yoksulluk bahanesiyle erkek veya kız çocukların eğitim ve öğretimden mahrum bırakılmaları suretiyle geleceklerinin karartılmasıdır.

* Kişinin yapmayacağı şeyi “yapacağım” demesi:

Ey inananlar! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında gazap bakımından büyüdü [büyük bir suç, günah olarak belirlendi]. (Saff/2 - 3)

Bu ayetteki direktifler, her ne kadar ayetlerin iniş sebebi olarak gösterilen Uhud savaşında cepheden kaçanları muhatap alır gözükse de, tüm yalan taahhütte bulunanları, yapmayacağı halde “yapacağım” diyerek kendilerine inanan ve güvenen insanları kandıranları, sözlerini yerine getirmeyerek insanları hayal kırıklığına uğratanları muhatap almaktadır. Bu tipler, hatırlanacağı üzere Nass suresinde “Neffasati fi’l-ukad [sözleşmelerine tükürenler]” olarak nitelenmişti.

MÜMİNLERİN TAŞIDIĞI DİĞER ÖZELLİKLER

Rabbimiz, razı olacağı kul tipini Kur’an’da şöyle tanımlamaktadır:

Ve Rahman’ın kulları öyle kimselerdir ki onlar, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine lâf attığı zaman “Selâm!” derler.
Onlar [Rahman’ın kulları], Rabblerine secdeler ve kıyamlar ederek gecelerler.
Ve onlar [Rahman’ın kulları]; “Rabbimiz! Cehennem azabını bizden sav! Doğrusu onun azabı daimî bir helâktir. Orası cidden ne kötü bir karargâh, ne kötü bir ikametgâhtır!” derler.
Ve o kimseler [Rahman’ın kulları], harcadıklarında israf etmezler, sıkılık da etmezler ve bu ikisi arasında bir denge olmuştur.
Ve işte o kişiler [Rahman’ın kulları], Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmazlar. Allah’ın haram kıldığı canı öldürmezler. -Ancak Hakk ile öldürürler.- Zina da etmezler. -Ve kim bunları yaparsa, günahla karşılaşır. Kıyamet günü azabı kat kat olur ve orada, alçaltılarak sürekli olarak kalır. Ancak tövbe eden, iman eden ve salihi işleyenler müstesna. İşte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Ve Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. Ve her kim tövbe eder ve salihi işlerse, kesinlikle o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner.-
Ve o kimseler [Rahman’ın kulları], yalan yere tanıklık etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman saygınca geçerler.
Ve o kimseler [Rahman’ın kulları], kendilerine Rabblerinin ayetleri hatırlatıldığında ise, onlar üzerine sağırca ve körce yıkılmazlar [davranmazlar].
Ve o kişiler [Rahman’ın kulları], “Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve nesillerimizden göz aydınlığı olacaklar ihsan et. Ve bizi muttakilere önder kıl!” derler.
İşte onlar [Rahman’ın kulları], sabretmelerine karşılık ğurfede [cennetin en yüksek makamlarında], orada ebedî kalacaklar olarak mükâfatlandırılacaklar, orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır -orası ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir ikametgâhtır!- (Furkan/63- 76)

Kızgınlık Halinde Bağışlamak:

Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete [kavuşmak için] yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır.
Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar [daki hakların]dan bağışlama ile [vaz] geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. (Al-i İmran/133, 134)


Salâtın İkamesi:


Bu ifade bilindiği gibi “namazın dosdoğru kılınması” olarak çevrilegelmiştir. Bizim çalışmalarımızı izleyenler bilirler ki, buradaki salât “sosyal destek” demektir. “Salâtın ikamesi” de “sosyal destek kurumlarının kurulması ve sürekli ayakta tutulması” demektir. Namaz başka ayetlerle farz kılınmıştır.

Şura:

Rabbimiz ayetinde övdüğü müminleri “-İşleri de kendi aralarında Şura [görüşme, danışma] olan kimseler” olarak nitelemiş ve “Şura”nın önemine dikkat çekmiştir. Zira bir toplum kendi aralarında, karşı karşıya kaldıkları sorunlar ile ilgili istişare edecek olursa, mutlaka işlerinde en doğru karara ulaşırlar. Şura problemleri çözme konusunda insanların birbirleriyle kaynaşmalarının, en ince noktalara kadar akıl yürütmelerinin ve doğruyu bulmalarının en ileri derecedeki sebebidir. Bundan dolayıdır ki, Rabbimiz ayetin işaret anlamıyla toplumu ilgilendiren bütün işlerin toplumda danışma ile yürütülmesi gerektiği prensibini koymaktadır.


İşte sen (o zaman) sırf Allah'ın rahmetiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları bağışla, onlar için mağfiret dile. İşlerde onlara da danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah'a tevekkül et. Muhakkak ki Allah tevekkül edenleri sever. (Al-i Imran/59)

Dikkat edilirse bu ayet gurubunda “öfkelendikleri zaman bağışlayan kimseler, … kendilerine bağy [bir zulüm ve saldırı] isabet ettiği zaman birbirleriyle yardımlaşan/ intikam alan kimseler” ifadesi yer almaktadır. Görünürde bu ifadeler birbiriyle çelişmektedir.

Bu problemi iyi anlamak için önce af çeşitlerini ele almak gerekir:
a- Öyle olaylar vardır ki, suçluyu affetmek suçlunun suçunun yatışmasına ve suçundan vazgeçmesine vesile olur.
b- Öyle olaylar da vardır ki, suçlunun affı suçlunun suçunun artmasına; öfke ve kininin kuvvetlenmesine, ileride daha büyük sorun olmasına sebep olur.
39. ayette konu edilen afv ile suçlunun cezalandırılması seçenekleri, bu farklı iki afva göredir. Kötülüğü artıracak affa yer yoktur.

Eğer onları, kendilerine dokunmadan önce boşar ve mehri de kesmiş bulunursanız, o zaman borç, o kestiğiniz miktarın yarısıdır. Ancak kadınlar veya nikâh akdini elinde bulunduran kimse bağışlarsa başka... Ve bağışlamanız takvaya daha yakındır. Aranızdaki fazlalığı da unutmayın. Şüphesiz O [Allah], yaptıklarınızı en iyi görendir. (Bakara/237)

Ve o kimseler [Rahman’ın kulları], yalan yere tanıklık etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman saygınca geçerler. (Furkan/72)

Sen afvı/malın fazlasını al, ‘urf [örf, Kur’ân ayetleri öbeği] ile emret ve cahillerden de yüz çevir. (A’raf/199)

Ve Allah’a çağırıp/yakarıp salihi işleyen ve “Ben müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır? Ve güzellikle çirkinlik/iyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel şeyle sav. O zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sımsıcak bir Yakın’dır. (Fussılet/33, 34)

Sen, kötülüğü en güzel bir tutumla sav, Biz onların yakıştırmakta oldukları şeylerin çok iyi biliriz. (Mü’minun/96)

Ey iman etmiş olan kimseler! Şüphesiz eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. O nedenle, onlardan sakının. Ve eğer affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki, şüphesiz Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir. (Tegabün/14)

Ve eğer ceza verecek olursanız da sizin cezalandırıldığınızın misli ile ceza verin. Ve eğer sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır. (Nahl/126)

Derken, Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Davud, da Calut’u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık ve hikmet [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] verdi. Ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah’ın insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı [bozulur giderdi]. Fakat Allah, âlemler üzerinde büyük bir lütuf sahibidir. (Bakara/251)

Kendilerine savaş açılan kimselere kendileri zulme uğramaları nedeniyle izin verildi. Ve şüphesiz ki Allah onları zafere ulaştırmaya gücü yetendir. (Hacc/39)

Bu konuda Yusuf peygamberden bir örnek de verilmiştir. O, kendisine kötülük yapan kardeşlerini affetmiştir:

O [Yusuf] dedi ki: “Siz cahiller iken Yusuf’a ve kardeşine neler yaptığınızı biliyor musunuz?"
Onlar [Yusuf’un kardeşleri]: “Yoksa sen, sahiden Yusuf musun?” dediler. O [Yusuf]: "Ben Yusuf'um, bu da kardeşim. Kesinlikle, Allah bizi nimetlendirdi. Şüphesiz kim takvalı davranır ve sabrederse, artık hiç şüphesiz Allah, iyi, güzel işler yapanların mükâfatını zayi etmez” dedi.
Onlar dediler ki: “Allah’a yemin olsun, Allah seni gerçekten bize üstün kıldı. Ve biz gerçekten hatalılar idik.”
O [Yusuf] dedi ki: “Bugün size bir ayıplama ve azarlama yoktur. Allah sizi mağfiretiyle bağışlasın. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir. Şu gömleğimi götürün de babamın yüzüne koyun, basîr [ayıplanan, dalga geçilen hastalıktan kurtulmuş] hâle gelir [derbederlikten kurtulur]. Ve bütün ailenizi bana getirin.” (Yusuf/89- 92)

Ayrıca İslam tarihine baktığımızda, bu ayetleri en iyi anlayan ve en iyi uygulayan Resulullah’ın birçok olayda bize örnek olduğunu görmekteyiz:
* Hudeybiye senesi Ten'îm dağından inerek canına kasteden seksen kişiyi affetmiş; onları cezalandırmaya gücü yettiği halde ve intikam alabilecekken onlara ihsanda bulunmuştu.
* Aynı şekilde Ğavras b. Hâris'i de affetmişti. Ğavrâs, Resulullah uyurken kılıcını kınından çıkararak Resulullah’ı öldürmek istemişti. Elinde kılıç, yalın halde iken Resulullah uykusundan uyanmış, ona engel olmuş, o da kılıcı elinden bırakmıştı. Resulullah kılıcı almış, ashabını çağırarak kendisinin ve bu adamın durumunu onlara bildirmiş, sonra da onu bağışlamıştı.
* Aynı şekilde kendisini zehirlemek isteyen Lebîd b. A’sam’ı da affetmiş, ona karşılık vermemiş, gücü yettiği halde onu cezalandırmamıştır.
* Yine Bedir, Uhud ve Hendek savaşında kendisine düşman olanlar Müslüman olunca onları da affetmiştir. Kimseye şahsi kin gütmemiştir.

Ayette övülen müminler, “sadece Rablerine tevekkül eden kimseler” olarak tanıtılmıştır. Tevekkül kısaca “kişinin, acizliğini ortaya koyarak ‘Vekil’ olan Allah’ı kendisine vekil tutması, yani inanç olarak varlığını ve varlığının devamını rızk, terbiye ve koruma bakımından Allah’a bırakması, her türlü sonucun kendisi için en iyisi olacağını kabullenmesi ve sonuca razı olması”; diğer bir ifadeyle de, kişinin azimden [her türlü hazırlığı yapıp kesin karar verdikten] sonra sonucu “Vekil”e [varlığı ayakta tutan, sürdüren, koruyan ve rızk veren Allah’a] bırakması” demektir. Tevekkül konusunun detayı daha evvel Furkan suresinin tahlilinde verilmiştir. (Tebyinü’l Kur’an; c. 3, s. 391)

40- Ve bir kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür. Ama kim affeder ve düzeltirse artık onun ücreti Allah’a aittir. Şüphesiz ki O, zalimleri sevmez.
41 – Kim de zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, işte onların aleyhine bir yol yoktur.
42 - Yol ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık eden kimseler aleyhinedir. İşte onlar, kendileri için acı bir azap olanlardır.
43 - Her kim de sabreder ve kusuru bağışlarsa, şüphesiz işte bu, kesinlikle işlerin azmindendir.

Rabbimiz bu ayetlerde toplumsal ilkelere değinmiştir. 39. ayette müminler hakkında “kendilerine bağy [bir zulüm ve saldırı] isabet ettiği zaman birbirleriyle yardımlaşan/ intikam alan kimseler” buyrularak bazı suçluların affedilmesi değil cezalandırılmaları istenmişti. Bu pasajda da cezalandırmada uygulanacak temel ilkeler belirlenmiştir. Böylece Rabbimiz insanlığa yol göstermekte, toplumlar için yapılacak yasaların hangi ilkeler doğrultusunda yapılması gerektiğini öğretmektedir.
“Ve bir kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür” ifadesiyle, bir suça verilecek cezanın o suça denk olması ilkesi getirilmiştir. Çünkü noksan ceza verme de, fazla ceza verme de suçluya zulüm sayılır. Suça misli ile karşılık ise adalettir. Dikkat edilirse, ayette kötülüğe karşı verilen ceza da “kötülük” olarak nitelenmiştir. Çünkü her iki fiil de, yani hem suç hem de ona verilen ceza kötü bir durumdur. Zira ceza, isabet ettiği kimseyi her zaman üzer.

Her nerede olursanız olun ölüm size yetişir, son derece sağlam kaleler içinde bulunsanız bile. Ve onlara bir iyilik erişirse “Bu, Allah’tandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa, “Bu, sendendir.” derler. De ki: “Hepsi Allah'tandır.” Bunlara rağmen bu topluma ne oluyor ki, hepten söz anlamaz oluyorlar? (Nisa/78)
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla