Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25. April 2009, 10:33 PM   #5
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

تبّعTÜBBA’

Bu sözcük Yemen hü*kümdarları için kullanılan bir unvandır. Bazı toplumlar kendi yöneticilerine Padişah, Kayser, Kisra, Şah, Çar dedikleri gibi, Yemenliler de hükümdarlarına “Tubba”' derlerdi.

“Onlar, Sebe kavminin bir boyu idiler. M.Ö. 115'de Sebe ülkesinde iktidara gelmişler ve M.S. 300'e kadar da iktidarı ellerinde tutmuşlardır. Asırlardır Araplar arasında onların efsaneleri bilinmekteydi.” (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)

Tubba'lardan bazıları Hemal Zu Seded'in oğlu el-Haris er-Raiş, Ebrehe Zu'l-Menar, Amr Zu'1-Ez'ar, Semerkand'ın kendisine nisbet edildiği Şemr b. Ma*lik, Berberileri Kenan diyarından Afrikaya sürükleyen Afrikis b. Kays. Afri*ka bu sonuncunun adını almıştır. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)

Hatırlanacağı üzere bu idarecilerden ilk kez Kaf suresinde bahis geçmişti. Orada Firavun ve Ad ile birlikte yeniden dirilme ve Allah’ın hesap soracağını inkâr eden, yalanlayan bir topluluk olarak zikredilmişlerdi.

Ashâb-ı Eyke ve Tübba kavmi de. Bunların hepsi peygamberleri yalanladılar da Benim azabım hakk oldu. (Kaf/14)

38 – Ve Biz gökleri, yeryüzünü ve ikisi arasındakileri oyun oynayanlar olarak yaratmadık.
39 - Biz o ikisini sadece hak/gerçek ile yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar.

Bu ayetlerde, evrendeki varlıkların oyun olsun, Allah onlarla oynasın dursun diye yaratılmadığı; mutlaka bir amacının olduğu üzerinde durulmuştur.
Rabbimiz, yeniden dirilişin ve kıyametin kesin delilini getirmek üzere âdeta şöyle demek istemiştir: “Eğer öldükten sonra diriliş olmasaydı, bu yaratmamız bir eğlence, boş ve abes olurdu. Oysa kâinatı yaratan bir oyuncu değildir. Allah’tan anlamsız bir iş beklenmez”

Ve Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve aralarında olanları boşuna yaratmadık. Bu, şu küfretmiş olan kişilerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı vay şu küfretmiş olan kişilerin hâline! (Sad/27)

Ve Biz göğü, yeri ve aralarındaki şeyleri, oyun oynayanlar olarak yaratmadık.
Eğer Biz bir eğlence edinmek isteseydik, elbette onu kendi katımızdan edinirdik; eğer biz yapanlar olsaydık. (Enbiya/16, 17)

Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arş üzerine istiva eden, işi yönetip duran Allah’tır. Şefaatçi ancak O’nun izninden sonradır. İşte Bu, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O'na kulluk ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız?
Hepinizin dönüşü sadece O'nadır. Allah bunu hakk olarak vaat etmiştir. Şüphesiz O, halkı ilk baştan yaratır, sonra iman eden ve salihatı işleyen kimseleri kıst [nasipleri, hakları olan payları] ile karşılık vermek için geri döndürür. Şu küfretmiş olan kimseler, küfretmeleri nedeniyle, kaynar sudan bir içki ve acıklı azap kendileri için olanlardır. (Yunus/3, 4)

Peki siz, Bizim sizi boş yere yarattığımızı ve şüphesiz sizin yalnızca bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?
İşte gerçek kral Allah, yüceler yücesidir. O’ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. O, saygın Arş’ın Rabbidir. (Mü’minun/115, 116)

Sonunda Sûr’a üflendiği zaman da onların o gün aralarında soy yakınlığı yoktur. Onlar istekleşemezler de. (Mü’minun/101)

Ve bir sıcak dost bir sıcak dosta sormaz.
Birbirlerine gösterilmiş oldukları halde suçlu o günün azabından kurtulmak için oğullarını, eşini ve kardeşini, kendisini barındıran, içinde yetiştiği tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye vermek ister. Sonra kendini kurtarabilsin. (Meâric/10- 14)

40 - Şüphesiz ki, “Ayırma Günü” onların hepsinin buluşma yeridir/ kararlaştırılmış buluşma vaktidir.
41, 42 - O gün Allah'ın merhamet ettiği kimseler hariç, hiçbir yakının, yakına hiçbir şeyce faydası olmaz. Onlar yardım da olunmazlar. Şüphesiz ki O [Allah], Azîz’in, Rahîm’in ta kendisidir.

Bu ayetlerde, kâinatın yaratılmasının nedeninin Fasl Günü”nü ihtar etmek olduğu hatırlatılmaktadır.

AYIRMA GÜNÜ [YEVMÜ'L-FASL]:

Fasl sözcüğü, fiil olarak “iki şey arasına mesafe koymak, bitişik hâle gelmiş iki ayrı şeyi birbirinden ayırmak” anlamlarına gelir. Bu sözcüğün “bir bütünü yarmak, ikiye ayırmak” demek olan “şakk” sözcüğü ile karıştırılmaması gerekir. Çünkü kıyâmet gününde bir bütün ikiye ayrılmayacak, zaten birbirinden ayrı olan şeylerin ayrımı yapılacaktır. Yani, o gün, hakk ile bâtıl, mümin ile kâfir birbirinden ayrılacaktır. Kıyâmet gününe Yevmü'l-Fasl [ayırt etme günü] denmesinin sebebi budur. Bazılarının, “karar günü”, “hüküm günü” olarak çevirdikleri bu ifadenin yorumsuz olarak sözcük anlamıyla çevrilmesi, bize göre en isabetli olanıdır.

Kıyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size asla fayda vermezler. O [Allah], aranızı ayırır. Ve Allah yaptıklarınızı en iyi görendir. (Mümtehine/3)

Ve Saat’in dikildiği günde, işte o gün ayrılırlar. (Rum/14)

Kuşkusuz Ayırma günü, kararlaştırılmış bir buluşma vakti olmuştur. (Nebe'/17)

“Fasl Günü” ile ilgili olarak daha önce Mürselat suresinin tahlilinde (Tebyinü’l-Kur’an; c: 2, s: 40–42) açıklama yapıldığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.

Ayetteki “O gün Allah'ın merhamet ettiği kimseler hariç, hiçbir yakının, yakına hiçbir şeyce faydası olmaz. Onlar yardım da olunmazlar” ifadesinden anlaşılmaktadır ki, o gün kimseye bir başkasından yarar yoktur. Peygamberden bile... “Mevla [yakın]” sözcüklerinin kullanılmasının nedeni, ilk yardımlaşacak olanların ana-baba, evlatlar, kardeşler, yakın akrabalar ve arkadaşlar olmasındandır. Yakınlar yardımlaşamadıktan sonra, uzaklar, el olanlar zaten yardımlaşamazlar.

Ve hiçbir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için karşılık ödemediği, hiçbir kimseden şefaatin kabul edilmediği, kimseden fidyenin alınmadığı ve onların yardım olunmadığı günden sakının. (Bakara/48)

43- 46 - Şüphesiz zakkum ağacı, aşırı günahkârların yiyeceğidir. O, erimiş maden gibidir, kızgın bir sıvının kaynaması gibi karınlarda kaynar.
47, 48 - -“Tutun şunu da Cahim’in ortasına sürükleyin. Sonra onun başının üstüne kaynar su azabından dökün.”
49, 50- - “Tat bakalım! Şüphesiz sen çok güçlü ve çok üstün biri idin!
Şüphesiz işte bu, sizin kendisine kuşku duyupdurduğunuz şeydir.”-

Bu ayetlerde “Fasl Günü”nden bir sahne, müşriklerin duçar oldukları durum ortaya konulmuştur. Müşriklere erimiş madene benzeyen Zakkum ağacından yedirilecektir. O, karınlarında kızgın sıvı gibi kaynayıp duracaktır. Onlar yakalanıp cehennemin ortasına atılacaklar ve üzerlerine de kaynar su dökülecektir. Onlara bir de “Tat bakalım! Şüphesiz sen çok güçlü ve çok üstün biri idin! Şüphesiz işte bu, sizin kendisine kuşku duyup durduğunuz şeydir” denilerek hakaret edilecektir.
Benzer cehennem sahneleri, uyarı amaçlı olarak Kur’an’ın başka ayetlerinde de verilmiştir:

Şu ikisi, Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. Artık küfretmiş kimseler; kendileri için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. (Hacc/19, 20)

O gün onlar cehennem ateşine itildikçe itilirler. -İşte bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin artık sizin için birdir. Siz sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!- (Tur/13-16)

43- 46. ayetlerde geçen “zakkum ağacı” ile ilgili detay daha evvel Vakıa suresinde verilmişti. (Tebyinü’l Kur’an; c. 3, s. 669) Ancak kısaca hatırlatmanın yararlı olacağı kanaatindeyiz:
Zakkum, Arap Yarımadasının Kızıldeniz tarafındaki Tihame bölgesinde yetişen bir bitki türüdür. Kendiliğinden yetişen, kışın yapraklarını dökmeyen bodur bir ağaçtır. Renkli ve alımlı çiçekleri olan bazı türleri süs bitkisi olarak da yetiştirilmektedir. Zakkum ağacı zehirli bir özsu içerir. Kötü kokulu ve tadı çok acı olan bu özsu, insan bedenine haricen [meselâ ağacın dallarının koparılması sırasında] bulaşması hâlinde bile bir çeşit deri hastalığına yol açmaktadır.

Şüphesiz zakkum ağacı, günahkârların yiyeceğidir. O, kızgın bir sıvının kaynaması gibi karınlarda kaynar. (Duhan/43–46)

51- 57 - Şüphesiz ki takvalı davrananlar Rabbinden bir lütuf olarak güvenli bir makamdadırlar; Bahçelerde ve pınardadırlar. Onlar karşılıklı oturarak ince ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyerler. İşte böyle! Biz onları iri siyah gözlülerle eşleştirdik. Onlar orada güven içinde her çeşit meyveyi isteyebilirler. Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Ve O [Allah] onları cehennem azabından korumuştur. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.

Günahkârların “Fasl Günü”nde karşılaşacakları muamele ortaya konduktan sonra, bu ayet grubunda da o gün muttakilerin nasıl bir hayata layık görülecekleri anlatılmaktadır. Her iki grubun karşılaşacağı farklı muameleler kıyaslandığında, müminler ile müşriklere layık görülen ahiret yaşamının birbirinden ne kadar farklı olacağı açıkça görülmektedir. Biri alabildiğine yeis ve mutsuzluk, diğeri ise alabildiğine sevinç ve mutluluk içeren bu akıbet tasvirleri, bir yandan müşriklere korku vermek, diğer yandan da müminleri özendirmek amacını gütmektedir.

Ayette geçen “hurin ıyn [iri siyah gözlüler]” ifadesini daha evvel Vakıa suresinde tahlil etmiştik. Buna göre, “Hur”sözcüğü “parlak siyah göz”,“Iyn”sözcüğü ise “karası çok, geniş gözlüler” anlamındadır.
“Hûr” ve “ıyn” sözcüklerinin ikisini birden kullanarak ifade edilen gözler, Arapların çok beğendiği göz tipidir ve hem kadının hem de erkeğin güzelliğini anlatmak için kullanılır.
“Hur” ve “ıyn” sözcükleri birlikte “Hûrun ıynün” gibi kullanıldığında, anlam da “iri, parlak, geniş gözlüler” demek olur. Bu özellik, ayetlerde cennette verilen eşleri nitelediğinden, “iri parlak gözlü eşler” anlamı kazanır. Bu sebeple, pek çok meal ve tefsirde geçen “iri parlak gözlü huriler” ifadesi yanlış bir çeviridir. Çünkü “parlak gözlüler” denince “hur” sözcüğünün lâfızdan yok edilmesi gerekmektedir. Bize göre “huri” sözcüğüyle ilgili bugünkü yanlış inanç da, sıfatların kişileştirildiği bu yanlış çeviriden kaynaklanmaktadır. Bu yanlış çevirinin dayandığı yanlış anlayış ise “hur” ve “ıyn” sözcüklerinin dişi olarak algılanmasıdır ki, eldeki bilgi ve belgelere göre bu algılama hatası ilk olarak Hasan Basrî ile başlamış, arkadan da yüzlerce yalan ve tutarsız rivayetle desteklenmiştir.
“Hûrun ıyn” ifadesinin geçtiği bazı ayetler de şunlardır:

(Onlar) yaptıklarına karşılık olarak; mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. Üzerlerinde [çevrelerinde], kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler -ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir- beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; süreklileştirilmiş [hep aynı bırakılmış] çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. Orada lağv [boş söz, saçmalama] ve günaha sokan işitmezler. Sadece söz olarak: “selâm!”, “selâm!” (Vakıa/15- 26)

Şüphesiz, ebrar/ iyiler/ yardımseverler, kâfur katılmış bir tastan içerler. Fışkırtıldıkça fışkırtılacak bir pınardan ki, ondan, verdikleri sözleri yerine getiren ve kötülüğü yayılan bir günden korkan ve “Biz sizi, ancak Allah yüzü [Allah rızası] için doyuruyoruz ve sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz; evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde, Rabbimizden korkarız” diyerek Allah sevgisi için, yiyeceği yoksula ve öksüze ve tutsağa veren Allah’ın kulları içerler. Allah da, bu yüzden onları o günün kötülüğünden korur; onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak, sabretmelerine karşılık onlara Cennet’i ve ipekleri verecek; orada tahtlara kurulmuş olarak kalacaklar; orada bir güneş de, dondurucu bir soğuk da görmeyecekler ve bahçenin gölgeleri onların üzerlerine sarkacak ve onların koparılması son derece kolaylaştırılacak. Ve aralarında gümüş bir kap ve billûr kâseler dolaştırılacak, Kendilerinin ayarladığı billûrları gümüştendir. Ve orada, onlara karışımı zencefil olan bir tastan sulanırlar. Orada Selsebil denilen bir pınardan... Ve aralarında büyümez, yaşlanmaz çocuklar dolaşır; onları gördüğünde, saçılmış birer inci sanacaksın! Orayı gördüğünde, mutluluk ve büyük bir krallık [mülk ve yönetim] göreceksin; üzerlerinde ince, yeşil ipekli, parlak atlastan giysiler olacak; gümüş bileziklerle süslenmiş olacaklar; Rableri onlara tertemiz bir içecek içirecek. Şüphesiz ki, bu, sizin için karşılıktır. Çalışmalarınız da meşkûrdur [karşılık ödenecek niteliktedir]. (İnsan/5- 22)
“Hûrun ıyn” ifadesi daha evvel Vakıa suresinde ele alındığından, (Tebyinü’l-Kur’an; c: 3, s: 656-661) detayın oradan okunmasını öneriyoruz.

58 – İşte Biz, onu [Kur'ân'ı], onlar öğüt alsınlar diye senin dilinle kolaylaştırdık.

Surenin bu son paragrafında konu yine Kur’an’a getirilmiş ve öğüt alabilsinler diye dinleyenler için kolaylaştırıldığı hatırlatılmıştır. Benzer bir ayet daha evvel Kamer suresinde de geçmiş ve aynı surede tam dört kez tekrar edilmişti:

And olsun, Biz Kur’ân'ı düşünme/öğüt için kolaylaştırdık/hazırladık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen? (Kamer/17, 22, 32, 40)

59 - Artık sen gözetle! Şüphesiz onlar gözetleyenlerdirler.

Tüm bu açıklamalardan sonra Rabbimiz, Elçisine “Artık sen gözetle! Şüphesiz onlar gözetleyenlerdirler” buyurmuştur. Ayetin mesajı “Sen Rabbinden gelecek zaferi bekle! Onlar da kendi kuruntulan ile senin kahrolmanı gözetlemektedirler. Allah senin ile on*lar arasında hüküm verinceye kadar bekle! Çünkü onlar da senin başına ge*lecek kötü musibetleri gözetlemektedirler” şeklinde açıklanabilir.
Aslında bu ifadelerle Resulullah’a güvence verilmektedir. Zira daha evvel kendisine güvence verilmişti:

Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit yaşamda ve şahitlerin kalktığı [şahitlik edecekleri] günde [kıyamette] kesinlikle yardım ederiz.
O gün zalimlere özür dilemeleri fayda vermez. Ve onlara lanet vardır, yurdun en kötüsü de onlar içindir. (Mü’min/51, 52)

Allah: ”Elbette Ben ve elçilerim galip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah Kaviyy’dir, Aziz’dir. (Mücadile/21):

Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz O’da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar. (Muhammed/7)

O, kendi imanları ile birlikte, imanca fazlalaşsınlar diye müminlerin kalplerine sekine [güven- moral- mutluluk] indirendir. Göklerin ve yerin orduları da yalnızca Allah'ındır. Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır. (Fetih/4)

Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz, en üstün olan sizsiniz. (Al-i Imran/139)

Ve ant olsun ki gönderilen kullarımız [elçilerimiz] hakkında bizim sözümüz geçmiştir: “Şüphesiz onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip gelenlerin ta kendisidir.” (Saffat/171- 173)

Meleklerin gelmesinden yahut Rabbinin gelmesinden, ya da Rabbinin bazı âyetlerinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Rabbinin ayetlerinden bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş yahut imanında bir hayır kazanmamış kimseye, artık inanması bir fayda sağlamaz. De ki: “Bekleyiniz; şüphesiz biz de bekleyicileriz.” (En’am/158)

(Hûd) dedi ki: “Artık size Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Hakklarında Allah'ın hiç bir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı isimler hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim!” A’raf; 71:

Artık sen onlardan mesafelen ve gözetle. Şüphesiz onlar gözetleyenlerdir. (Secde/30)

Artık onlar, sadece kendilerinden önce gelmiş geçmiş olanların uğradıkları günlerin aynısını mı bekliyorlar? De ki: “Bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” (Yunus/102)

Allah, doğrusunu en iyi bilendir.







العصمة للّه وحده - el-Ismetü lillâhi vahdeh

[Kusursuzluk sadece Allah’a mahsustur]…
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla