Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27. September 2008, 11:58 PM   #5
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

41,42.Seni gördükleri zaman da, “Bu mu Allah’ın elçi olarak gönderdiği? Şâyet tanrılarımıza inanmakta direnmeseydik, gerçekten de bizi neredeyse tanrılarımızdan saptıracaktı” diye seni alaya almaktan başka bir şey yapmıyorlar. Ve onlar, yakında azabı gördükleri zaman, kimin yolca daha sapık olduğunu bilecekler!

Bu ayetlerde açıklanan müşriklerin alaycı tavırları, Kur’an’da başka ayetlerde de konu edilmiştir:

36.Ve şu kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedeno kişiler, seni gördükleri zaman, sadece, seni alaya alıyorlar; “İlâhlarınızı anıp duran bu mudur?” Hâlbuki onlar Rahmân’ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’ın] anılmasını, öğüdünü, Kitabı, Kur’ân’ı bilerek reddedenlerinta kendileridir.(Enbiya/ 36)

32.Andolsun ki senden önceki elçilerle de alay edildi. Ve Ben, kâfirlere; Benim ilâhlığımı ve rabliğimi bilerek reddeden/inanmayan kişilere süre verdim. Sonra da onları yakalayıverdim, haydin bakalım Benim azabım nasılmış!(Ra’d/ 32)

Ayrıca, En’âm/10, Hicr/10, 11, Enbiya/41 ve Zühruf/6–8. ayetlerde de değinilen bu konu, Hümeze suresinde daha geniş olarak alaycıların akıbetleri ile birlikte yer almıştır.

Kâfirlerin kendi dinlerinde gösterdikleri sebat ise Sad suresindeki şu ifadeleriyle açıklanmıştı:

“Ve içlerinden kendilerine bir uyarıcı geldiğine şaştılar da o kâfirler; ‘Bu bir sihirbazdır, büyük bir yalancıdır. O bunca ilâhı, bir tek ilâh mı kılmış? Bu gerçekten şaşılacak [çok tuhaf] bir şey!’ dediler. Ve içlerinden ileri gelenler yürüdüler (ve dediler ki): ‘İlâhlarınız üzerinde sabır ve sebat edin. Bu, gerçekten istenen [sizden beklenen] bir şeydir! Biz bunu son [başka bir] dinde işitmedik, bu ancak bir uydurmadır. Zikir [öğüt] aramızdan onun üzerine mi indirildi?’” (Sad/6-8)

43.Kötü duygularını, tutkularını kendine tanrı edinen kişiyi gördün mü/hiç düşündün mü? Peki, onun üzerine sen mi vekil oluyorsun?

44.Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten vahye kulak vereceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidir. Aslında yol bakımından daha sapıktırlar/şaşkındırlar/aşağıdırlar,


Bu ayetlerde, inkarcıların geçici çıkarları için ebedî hayatlarını mahvettikleri ve kendilerini felâkete sürükledikleri bildirilmektedir. Ayrıca inkârcıların, kendilerine verilmiş olan akıl nimetini kullanmayarak hayvanlardan beter bir durumda olduklarına dikkat çekilmektedir. Çünkü hayvanların sadece doğal ihtiyaçlarını gidermek üzere içgüdüleriyle hareket eden ama kendilerinin yarar ve zararlarını da bilebilen yaratıklar olmalarına karşılık, zihinsel ve fiziksel birçok yetenekle donatılmış olan insanın kendi yarar ve zararını bilememesi, bu tip insanların dört ayaklı hayvanlardan daha aşağı bir durumda olduklarını göstermektedir.

Rabbimiz, kendi yarar ve zararını ayırt edemeyenler hakkındaki bu nitelemesini daha evvel A’râf suresinde de yapmıştı:

179.Ve andolsun ki tanıdıklarınızdan-tanımadıklarınızdan birçoğunu cehennem için türetip ürettik; onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar duyarsızların ta kendileridir.( A’râf/ 179)

İnkârcıların hayvanlarla mukayesesini biraz daha derinleştirmek mümkündür:

– Körü körüne tutkularının ardından giden inkârcıların durumu, sürücüleri tarafından otlağa mı yoksa mezbahaya mı götürüldüklerini bilmeyen hayvanların durumuna benzemektedir. Çünkü böyle insanlar da nereye sürüklendiklerini, felâkete mi yoksa kurtuluşa mı gittiklerini bilmemektedirler. Aradaki fark ise, hayvanların akıllarının olmaması ve götürüldükleri yer konusunda sorumluluklarının bulunmamasıdır. İşte, akıl nimetiyle donatılmış olan insanların hayvanlar gibi davranması, onların durumlarını hayvanlarınkinden çok daha kötü yapmaktadır.

– Hayvanlar; kendilerine iyi davranan ile kötü davrananı ayırt ederler; kendilerine faydalı olanı arayıp zarar verenden kaçarlar; kendilerine yem vereni, bakıp gözeteni tanırlar ve ona itaat ederler. İnkârcılar ise; kendilerine yapılmış olan lütuflar ile kendilerinin düşmanı olan şeytanın kötülüğünü birbirinden ayırt etmezler; faydaların en büyüğü olan sevabı talep edip zararların en büyüğü olan ahiret azabından kaçınmazlar; kendilerini bu dünyada yaşatan, gözeten ve kendi iyilikleri için uyaran Allah’a şükür ve itaat etmezler.

– Hayvanlar bilgisiz oldukları için bilinçli davranışlarda bulunamazlar. Ama bilgili olan insanların bilinçsiz davranışları, onların hayvanlardan sapık olduğunu gösterir.

– Hayvanların ilim sahibi olmamalarının kimseye zararı yoktur. Ama insanların cehaleti büyük bir zarar kaynağıdır. Çünkü cahil müşrikler, Allah’ın yolunu eğri göstermek gayreti içine girerler ve diğer insanları Allah’ın yolundan saptırırlar.

– Hayvanların yaratılışlarındaki özellikleri gereği, onlardan bir konuyu araştırıp da o konu hakkında bilgi sahibi olmaları beklenemez. Ama insanların her türlü araştırmayı yapıp bilmedikleri konuları öğrenme imkanları vardır. İşte inkârcılar, araştırma yapmak bir tarafa, kendilerine tepside sunulan hazır bilgileri reddettikleri için hayvanlardan daha aşağı seviyededirler.

– Hayvanlar, ilimsizliklerinden dolayı cezalandırılmazlar. Ama inkârcılar, bu sebeple cezalandırılacaklardır.

İnkârcıların hayvanlar gibi davranmaları hâlinde karşılaşacakları sonucun korkunç olacağı bellidir. Buradaki amaç inkârcıların uyarılmasını bıraktırmak değil, kâfirleri kınamak suretiyle onları bir kez daha uyarmaktır.

Peygamberimize yönelik olan “Peki, onun üzerine sen mi vekil oluyorsun?” ifadesi, onun müşrikleri tevhide yöneltebilmek için ne kadar çok gayret ettiğinin kanıtı ve aynı zamanda Rabbimizin onu teselli edişidir. Bu tarz teselliler birçok kez yapılmıştır:

7.Kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmişolan şu kimseler; onlar için şiddetli bir azap vardır. İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işleri yapmış kişiler; onlar için bir bağışlanma ve büyük bir ödül vardır. 8Onun için, kötü ameli kendisine süslü gösterilen sonra da onu güzel gören kişi mi? Şüphe yok ki Allah dilediğini/dileyeni şaşırtır, dilediğine/dileyene de kılavuzluk eder. Onun için canın onlara karşı hasretlerle/ üzüntülerle sıkılıp gitmesin. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarını çok iyi bilir.(Fatır/ 7, 8)

45,46.Rabbinin o gölgeyi nasıl uzatmış olduğuna bakmadın mı? Dileseydi onu elbet hareketsiz de yapardı. Sonra Biz güneşi, ona delil yaptık. Sonra da onu kolay bir çekişle Kendimize doğru çektik.

47.Ve O, sizin için geceyi elbise, uykuyu da rahatlık yapandır. Ve O, gündüzü yayılış yapandır.

Bir önceki paragrafta, kâfirlerin kendilerine verilmiş olan akıl nimetine rağmen düşüncesiz ve sorumsuz bir davranış örneği olarak şirkte direndiklerini ve bu sebeple de hayvanlardan daha seviyesiz olduklarını vurgulayan Yüce Allah, bu ayet grubunda kendisini tanıtmak için evrene koymuş olduğu yasalardan Güneş ile bağlantılı olan “gölge”ye dikkat çekmektedir.

Arabistan gibi kurak ve çöllerle kaplı bir bölgede yaşayan insanlar için, Allah’ın evrene koyduğu yasaların tanıtımında “gölge”nin kullanılması, o bölge halkının gölgenin kıymetini dünyada en iyi kavrayacak insanlar olmaları bakımından bir incelik arz etmektedir.

Onlara zımnen denmektedir ki: “Uzayıp kısalan gölgenin delili Güneş’tir. Eğer yeryüzünde gölgenin uzayıp kısalmasıyla gözlemlenen değişiklikler olmasaydı, yani Güneş ışınları kesintisiz olarak gelseydi ya da doğrudan gelmese de yeryüzü hep gölgede kalsaydı, şu anda yaşanmakta olan hayat imkânsızlaşırdı. İşte, gölgenin uzayıp kısalması, yeryüzündeki yaşamın mümkün olabilmesi için gerekli olan düzenin sağlandığının kanıtıdır. Bu düzen ise tesadüf değil, Hakîm [hikmetler sahibi] ve Kadîr Yaratıcı’nın eseridir. O hâlde sizler, gölgenin günlük hayatınızdaki yararlarına dikkat edip düşünmeli, araştırmalı ve bu muhteşem sistemi kuran gücü tanımalısınız.”

48,49.Ve O, rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderendir. Ve Biz ölü bir beldeye can verelim, oluşturduğumuz nice hayvanlara ve insanlara su sağlayalım diye gökten tertemiz bir su indirdik.

Bu ayetlerde rüzgâr, bulut ve yağmurun Rabbimizin yeryüzünde kurduğu düzendeki rolü dile getirilmekte ve suyun da hayatımız üzerindeki iki önemli fonksiyonuna değinilmektedir: Can bulmak ve temizlik…

Dünya üzerindeki tüm canlıların [insanların, hayvanların ve bitkilerin] hayatî ihtiyacı olan su konusunda Rabbimiz özellikle çok durmuş ve birçok ayet göndermiştir:

43-45.Öyleyse, Allah’tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce yüzünü dosdoğru/koruyan dine çevir. O gün onlar, Allah’ın, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimselere armağanlarından karşılık vermesi için bölük bölük ayrılırlar. Şüphesiz O, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenleri sevmez. Kim küfrederse; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederse, artık bu reddi/ inanmayışı kendi aleyhinedir. Kim de sâlihi işlerse, artık onlar da kendileri için döşek/ rahat bir yer hazırlamış olurlar.(Rum/ 46)

50.Öyleyse Allah’ın rahmetinin eserlerine bir bak; yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki O, kesinlikle ölüleri diriltir ve O, her şeye gücü yetendir.(Rum/ 50)

57.Ve O, hatırlarsınız/ öğütlenirsiniz diye, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeciler/ dağıtıcılar/ yayıcılar olmak üzere gönderir. O rüzgârlar, yağmur yüklü bulutları yüklenince, onu kurak bir beldeye gönderir, sonra onunla suyu indiririz. Böylece onunla ürünün hepsinden çıkartırız. İşte Biz, ölüleri de böyle çıkaracağız. 58Ve güzel beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle/ bilgisiyle çıkar; kötü olandan ise yararsız bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte Biz, kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödeyen bir toplum için âyetleri böyle türlü türlü, tekrar tekrar açıklarız.(A’râf/ 57)

164.Şüphesiz ki göklerin ve yerin oluşturuluşunda, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde,

insanlara yarayan şeylerle denizde akıp giden gemide,

Allah’ın semadan bir su indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde,

yeryüzünde her deprenen canlılardan yaymasında,

rüzgârları evirip çevirmesinde,

gök ile yeryüzü arasında emre hazır olan bulutta, şüphesiz akıllarını çalıştıran bir toplum için elbette alâmetler/göstergeler vardır.(Bakara/ 164)

Ve Neml/ 63, Fatır/ 9, Casiye/ 5, Şûra/ 28.

Bu konu, Kâf/9’da da geçmiş idi. Yağmurun ölü beldeyi diritme konusu bvilim ve teknik kitaplarında ayrıntılı olarak yer almaktadır.

53.Ve O, iki denizi salıverendir; şu su, tatlı ve susuzluğu giderici, şu da tuzlu ve acıdır. Ve O, aralarına bir engel ve yasak koyandır.

54.Ve O, sudan, bir beşer oluşturup sonra ona bir soy ve evlilik sebebiyle akrabalık oluşturandır. Ve senin Rabbin her şeye güç yetirendir.

Bu ayetlerde yine Rabbimizin doğadaki yasalarından birine dikkat çekilmektedir. Buna göre, acı ve tatlı sular aralarına konan bir engel ile birbirine karışmamaktadır.

Rabbimiz bu yasasını başka ayetler ile de bildirmiştir:

61.Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da yeryüzünü barınak yapan, aralarında nehirler oluşturan, onun için sabit dağlar koyan ve iki deniz arasına engel koyan mı? Allah ile beraber bir ilâh mı var? Tam tersi onların çoğu bilmiyorlar.(Neml/ 61)

19.İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıverdi. 20.Aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar.

21.Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin; eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin hangisini yalanlıyorsunuz?(Rahman/ 19–21)

Bu yasa; denizlerdeki, göllerdeki, bataklıklardaki suların o su kütlesinde bulunan minerallerden arınarak buharlaşmasını, buharlaşan suyun ise yeryüzüne tatlı su olarak içmeye ve tarıma elverişli özellikte düşmesini ve yeraltı sularının oluşmasını sağlamakta, ayrıca da okyanusların içinde var olan değişik akıntıları izah etmektedir.

Bu konu da bilim ve teknik kitaplarında ayrıntılı olarak yer almaktadır.

New York Bilimler Akademisi Rektörü ve Amerika Birleşik Devletleri Bilimsel Araştırmalar Kurulu eski üyelerinden A. Cressy Morrissonn şöyle demektedir:

“Ay bize 240.000 mil uzaklıktadır. Günde iki kere gerçekleşen med olayı bize ayın varlığını gayet latif bir şekilde hatırlatır. Ayın çekim gücü sonucu okyanuslarda meydana gelen kabarma bazı yerlerde yaklaşık olarak 18 m’ye kadar çıkar. Hatta ay çekimi sonucu, yer kabuğu bile günde iki kere dışa doğru birkaç santim kayar. Bütün bunlar bir dereceye kadar bize düzenli görülür. Ve biz, bütün okyanusun düzeyini birkaç metre kabartan ve son derece sert görünen yer kabuğunu birkaç santim dışa doğru kaydıran korkunç gücü kavrayamayız.

Merih gezegeninin de bir ayı vardır. Küçük bir ay. Bu ay sadece gezegene 6000 mil uzaklıktadır. Bunun gibi dünyamızın uydusu olan ay da şu andaki uzaklığı yerine söz gelimi 50.000 mil uzaklıkta olsaydı, ay çekimi sonucu sularda meydana gelen kabarma o kadar güçlü olurdu ki, deniz yüzeyinin altında bulunan bölgeler günde iki defa, dağları aşındıracak güçte tazyikli bir suyun altında kalacaktı. Bu durumda belki de gerekli çabuklukta derinliklerden yükselen dağlar olmayacaktı. Bu basınç sonucu yer kabuğu çatlayacak, havadaki kabarma her gün kasırgaların kopmasına neden olacaktı.

Dağların tamamen silindiğini varsayarsak, o zaman bütün yerküresinin üstündeki suyun derinliği bir buçuk mil dolaylarında olacaktır. O zaman da hayat, muhtemelen uçsuz bucaksız bir okyanusun derinliklerinde bulunacaktı.

Ne var ki, bu evreni yönlendiren el, iki denizi salıvermiş, ama bu iki denizin arasına hem onların hem de evrenin yapısından kaynaklanan aşılmaz bir engel koymuştur. Her yönüyle uyum içinde hareket eden evrenin planları, her işini yerinde ve bir hikmete göre yapan, her şeyi hikmetle yönlendiren yüce yaratıcının eliyle önceden belirlenmiş, özenle düzenlenmiş olarak uygulanmaktadır.

Böylesine düzenli ve sürekli işleyen bu planlama kendiliğinden ortaya çıkmış bir tesadüf olamaz. Bütün bunlar evreni bir amaç için yaratan ve evrene hükmeden ince ve sağlam yasaları, bu amacı gerçekleştirecek özelliklere sahip kılan yüce yaratıcının iradesi ile meydana gelmektedir.”[11]

Elli üçüncü ayette verilen mu’cizevi bilgiler, 6 Ağustos 2013 tarihinde tüm medyasında yer almış; ayrıntılı bilgi ve resimler yayınlanmıştır: Meksika’daki Yucatan yarımadası açıklarında okyanusun dibinde bir tatlı su nehri akmaktadır. İspanyolcada “Küçük Melek” anlamına gelen “Cenota Angalita” isimli su altı nehrine, Meksika’nın güneyindeki Tulum arkeolojik bölgesinden 15 dakikalık dalışla ulaşılabiliyor. Nehrin tatlı suyu ile denizin tuzlu suyunu ince bir hidrojen sülfat katmanı birbirinden ayırıyor. Nehir kenarında bulunan bitki ve yapraklar da su altındaki manzarayı gerçeküstü kılıyor…. Yirmi birinci asırda keşfedilen bu gerçeğin, onbeş asır önce Kur’an’da bildirilmiş olması, Kur’an’ın Allah tarafından gönderilen bir kitap olduğunun kanıtlarından bir tanesidir.

Rabbinin gücü her şeye yeter

54. ayette Rabbimiz, sudan yarattığı insanlar arasında bir soy ve akrabalık yakınlığı kurduğunu bildirmekte, dolayısıyla insanın bir sosyal varlık olduğu mesajını vermektedir. İnsanoğluna sosyal varlık niteliği kazandıran soy ve sıhrî yakınlık ise, anne babanın tüm özelliklerini taşıyan, son derece küçük ama çok ince hesaplarla plânlanmış iki eşey hücresi ile sağlanmaktadır. Çünkü anne ve babanın özelliklerini taşıyan formülleri içermekte olan iki hücrenin birleşmesiyle oluşan yeni hücre hem annenin hem babanın hücrelerindeki özellikleri taşımakta, böylece iki bağımsız bireyin de [anne ve babanın] soyu durumunda olmaktadır. İşte bu yeni soy bağı, farklı soylardan gelen anne ve babanın kendi soylarındaki bireyler arasında da bir yakınlaşma sağlamakta ve ortaya sıhrî bağlar çıkmaktadır.

Allah’ın insanlara bahşettiği hayatın sürekliliğini ve insanların toplum hâlinde yaşamalarını sağlayan bu olay, günlük sıradan bir olay gibi kabul edilmektedir ama bu süreç incelendiğinde görülmektedir ki, olayın gerçekleşmesini sağlayan olağanüstü plân ve plânın gerçekleşmesi sırasındaki hayret verici safhalar, gerçekten de Rabbimizin gücünün her şeye yeteceğine yeterli bir kanıt durumundadır.

Anne ve babaya ait o küçük hücrelerde gizli bulunan kalıtımsal özelliklere ilişkin bazı açıklamalar aşağıdadır:

“Erkek ya da dişi bütün hücreler kromozomlar ve genler [kalıtım taşıyıcıları] içerir. Koromozom, geni içeren küçük ve sönük bir çekirdektir. Genler kesin olarak herhangi bir canlının ya da insanın temel özelliklerini belirleyen başlıca etkenlerdir. Stoplazma ise, kromozom ve genleri kapsayan hayret verici kimyasal birleşimlerdir. Kalıtım taşıyıcıları olan genler, yeryüzünde yaşayan bütün insanların kişisel özelliklerinden, ruhsal durumlarından, renklerinden ve cinslerinden sorumlu olmalarına rağmen son derece ufaktırlar. Şayet hepsi bir araya getirilirse, bir yere konulsa hacmi bir yüzük taşının hacminden daha az olur.

Bu son derece küçük ve ancak mikroskopla görülebilen genler, bütün insanların, hayvanların ve bitkilerin karakterlerinin, özelliklerinin mutlak anahtarlarıdır. İki milyar insanın kişisel özelliklerini kapsayan bir yüzük kaşı hiç kuşkusuz küçük hacimli bir yerdir. Bununla beraber bu saydıklarımız tartışma götürmez gerçeklerdir.

Cenin nutfeden (protoplazmadan) cinsiyetinin ortaya çıkmasına doğru bir düzen içinde aşamalı olarak gelişimini tamamlarken tescil edilmiş bir tarihi anlatır. Bu tarih genlerdeki ve sitoplazmadaki atomların diziliş şekli ile korunur ve dile getirilir.

Genlerin bütün canlıların yapısında yer alan soya çekim hücrelerindeki atomların en küçük mikroskobik dizilişinden ibaret olduklarını görmüştük. Bu şekliyle genler, yaratılış projesinin, geride kalanların ve bütün canlı varlıkların özelliklerinin korunduğu bir arşiv niteliğindedir. Genler en ince ayrıntısına kadar bütün bitkilerin köklerine, gövdelerine, yapraklarına, çiçeklerine ve meyvelerine egemendir. Başta insan olmak üzere bütün hayvanların şeklini, kabuklarını kıllarını ve kanatlarını belirler.” [12]

55.Onlar da Allah’ın astlarından kendisine yarar sağlamayan ve zarar vermeyen şeylere tapıyorlar. Ve o kâfir; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kişi, Rabbinin aleyhine arka çıkandır/kullarını saptırmak için çalışandır.

Surenin başında, 3. ayette değinilmiş olan konuya bu ayette tekrar değinilmiş ve kendisine fayda veya zarar veremeyen şeylerin arkasına düşmeleri sebebiyle kınanan kâfirlerin bu davranışları “Rabbleri aleyhine arka çıkmak” olarak nitelenmiştir.

Bu ayetin bir benzeri Ya Sin suresindedir:

74.Bir de onlar, kendileri yardım olunmaları için Allah’ın astlarından ilâhlar/ tanrılar edindiler.

75.Onlar, onlara yardıma güç yetiremezler. Hâlbuki ilâh edinenler, sözde ilâhlar için hazır askerlerdir.(Ya Sin/ 74, 75)

56.Ve Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olmak üzere gönderdik.

57.De ki: “Ben, buna karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Sadece ve sadece Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen kimseler istiyorum.”

Bu ayetlerde isyancı, nankör ve inatçı müşriklerin tutumlarına karşı nasıl davranması gerektiği hakkında peygamberimize öğüt verilmekte ve görev sınırları hatırlatılarak peygamberimiz teselli edilmektedir. Çünkü peygamberimiz öğütçüden, uyarıcıdan ve müjdeciden başka bir şey olmadığı gibi, bu görevleri için de kimseden herhangi bir karşılık istememektedir. Bu nedenle kâfirlerin davranışları yüzünden kendini sorumlu tutması gerekmemektedir. Rabbimiz elçisine tek isteğinin herkesin Allah yoluna gelmesi olduğunu söylemesini buyurmaktadır.

Yusuf/104, Şuara/109, 127, 145, 164, 180, Sebe/47, Ya Sin/ 21, Sad/86, Yunus/72, Hud/29, 51, Şûra/23, Kalem/46, Tur/40 ayetlerinden de görmekteyiz ki, Rabbimiz hiçbir peygamberine yaptığı görev karşılığında herhangi bir ücret istetmemiştir. Dolayısıyla, peygamberimizin de kimseden herhangi bir ücret istemesi mümkün değildir. Buna, akrabalarının gözetilmesini, sevilmesini istemek de dâhildir. Zira netice itibariyle böyle bir istek de bir çıkardır, menfaat sağlamaktır.

Böyle olmasına rağmen, peygamberimizin yakınlarına, ehlibeytine sevgi duyulmasını istediği yolunda asılsız iddiaların bulunduğu yüzlerce rivayetin etkisiyle konumuz olan 57. ayete ve Şûra suresinin 23. ayetine bir istisna ilâvesi yapılmış ve pek çok mealde, Şûra suresinin 23. ayetindeki “yakınlıkta sevgi istiyorum” ifadesi, “yakınlarımı, ehlibeytimi sevmenizi istiyorum” şeklinde yorumlanmıştır. Hâlbuki ayette iyelik belirten herhangi bir sözcük veya bir işaret yoktur. Oradaki ifade de yine “Allah’a giden yolu istemeniz, Allah’a yakınlık için sevgi oluşturmanız” anlamındadır. Aksi durum ise, yani peygamberimizin yakınları için bir talepte bulunması hâli ise mümkün değildir, zira böyle bir istek elçilik ilkelerine aykırı düşmektedir. Zaten ayetlerin siyak ve sibakında hitabın hep kâfirlere olmasından anlaşılacağı gibi, muhatap kâfirlerdir ve onlardan bir karşılık, bir mükâfat beklemek anlamsızdır. Çünkü kâfirler peygamberi kabul etmemekte ve onunla kıran kırana mücadele etmektedirler. Böylesi bir çekişmenin olduğu ortamda taraflardan birinin karşı taraftan, kendi yakınlarının sevilmesini istemesi ise son derece mantıksızdır.

Elçilerin yaptıkları görev karşılığında herhangi bir ücret istememeleri, elçiliklerinin gerçek bir kanıtıdır. Zira elçiler görevlerini sadece hiçbir çıkar gözetmeden yapmakla kalmamakta, bunun da ötesinde, rahat hayatlarını bırakarak bütün işlerini terk etmekte; adlarının deliye, yalancıya, sihirbaza çıkmasına göğüs germekte; inanmayan yakınlarıyla ilişkilerinin kopmasını göze almakta ve üstüne üstlük bir sürü işkenceye de katlanmak zorunda kalmaktadırlar. Gerçek elçi olmayan birinin geçici çıkarları uğruna bütün bunları göze alması mümkün değildir. Tam aksine, gerçek elçi olmadığı hâlde bu yolla hükümdar ve önder olmak için hareket eden bir kişi, toplumun hoşuna gitmek için onların geleneklerini, önyargılarını kabullenir ve bunlardan yararlanma yoluna gider. Oysa Kur’an’dan öğrendiğimize göre, peygamberimiz, sadece bu tür önyargıları kökünden baltalamakla kalmıyor, aynı zamanda kabilesinin Arabistan putperestleri üzerinde etki ve egemenlik kurmalarını sağlayan ana unsuru da yerle bir ediyordu.

58.Ve sen, ölmeyen daima diri olana güvenip dayan ve O’nun övgüsü ile birlikte tüm noksanlıklardan arındır. Kullarının günahlarından haberdar olarak O ölmeyen, daima diri olan yeter.

Bu ayette, ölümlülerden bir şey istenilmemesi ve onlara bel bağlanılmaması emredildikten sonra, tevekkül edilecek tek merciin hiç ölmeyen الحىّHayy [Allah] olduğu bildirilmektedir. Zira müşriklerin bel bağladıkları tanrılarının kendilerine bile hayırları yoktur; hepsi fanidir ve fani şeylere bel bağlayanlar da sürekli kaybetmeye mahkûmdur.

Surenin sonunda ayrıntılı açıklamasını verdiğimiz “tevekkül” kısaca “kişinin azimden [her türlü tedbiri aldıktan] sonra, işin sonucunu Vekil’e [varlığı ayakta tutan, sürdüren, koruyan ve rızk veren Allah’a] bırakması” demek olup Rabbimizin inananlara buyurduğu bir görevdir:

9.O, doğunun ve batının; tüm yönlerin Rabbidir. O’ndan başka, tanrı diye bir şey yoktur. Bu nedenle O’nu vekil et; “tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan” olarak tanı!(Müzzemmil/ 9)

123.Ve göklerin ve yerin görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği sadece Allah’a aittir. Ve tüm iş/oluş yalnızca O’na döndürülür. O hâlde O’na kulluk et, O’na sonucu havale et. Ve Rabbin, sizin yapmakta olduklarınızdan habersiz, bunlara duyarsız değildir.(Hud/ 123)

29.De ki: “O, yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet edendir. Biz, O’na inandık ve sadece O’na sonucu havale ettik. Artık kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu yakında bileceksiniz.”(Mülk/ 29)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla