Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 02:01 AM   #16
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Konumuz olan ayet ayrıca 55. ayette peygamberlerle ilgili olarak “Allah’ın bazılarını bazıları üzerine fazlalıklı kılması” ifadesiyle belirtilen ilahî yasaya da bir gönderme içermektedir. Çünkü belirgin göstergelere rağmen bir kimsenin üstünlüğünü kabul etmemek de bir tür cimriliktir. Mekkeli müşrikler, somut delillerle ortaya çıkmış olan peygamberimizin elçiliğini reddetmiş, yani onun kendilerinden üstünlüğünü kabul etmeyerek cimrilik göstermişlerdir. Bu bakış açısı ile ayetin anlamı şöyle takdir edilebilir: “Bir başkasının üstünlüğünü kabul edemeyecek kadar cimri olan kimselerin, Allah’ın tüm hazinelerine sahip olsalar bile başkalarına harcama konusunda cömert olmaları beklenemez.”

101 – Ve ant olsun Biz Musa’ya apaçık dokuz mucize verdik –işte, İsrailoğullarına soruver-. Hani o [Musa], kendilerine geldi de Firavun ona “Ey Musa! Ben senin büyülenmiş olduğunu kesinlikle biliyorum” demişti.
102 – O [Musa] dedi ki: “Sen kesinlikle bildin ki, bunları [mucizeleri], birer ibret olmak üzere, ancak göklerin ve yerin Rabbi indirdi. Ve ben de senin helâk olmuşluğuna kesinlikle inanıyorum.”
103 – Bunun üzerine o [Firavun], onları [Musa`yı ve İsrailoğullarını] Mısır`dan sürmek istedi de Biz onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğduk.
104 – Ve ondan sonra Biz İsrailoğullarına, “O arza [topraklara] siz iskân edin! Sonra ahiret vaadi geldiği vakit, sizi toplayıp bir araya getireceğiz” dedik.

Bu ayetlerde, surenin girişindeki İsrailoğulları ile ilgili pasaja atıf yapılarak İsrailoğullarının tüm kıssaları çok kısa ve öz olarak hatırlatılmakta ve bu kıssalardan hisse çıkartılması istenmektedir. Bu ayet grubu ayrıca müşriklerin mucize taleplerine verilen üçüncü bir cevap konumundadır. Onlara sanki şunlar söylenmektedir: “İstediğiniz türden dokuz mucize, sizden önce Firavun ve yandaşlarına gösterilmişti. Onlar da aynı sizin gibi, elçiye “sihirlenmiş”, “mecnun” demişler ve Allah’ı aşikâre görmedikçe Musa’ya inanmayacaklarını söylemişlerdi. Gönderdiğimiz mucizeleri gördükten sonra da inkârlarına devam etmeleri ve Musa ile İsrailoğullarını yurtlarından çıkarmaya girişmeleri üzerine başlarına ne geldiğini biliyorsunuz. Eğer siz de böyle devam edecek olursanız, onlar gibi aynı akıbete uğrayacak, helâk edileceksiniz.”
Bu ayetlerde konu edilen Musa ile ilgili olayların detayı A’raf suresinin 103-162. ve Ta Ha suresinin 42-82. ayetlerinde yer almıştır.
101. ayette geçen “dokuz” sayısı “adet” ifade etmek için kullanıldığı gibi, klâsik Arapçada tıpkı yedi, yetmiş, bin sayıları gibi çokluk belirtmek için de kullanılır. Dolayısıyla ayetteki ifade hem Musa peygambere “pek çok” mucize verildiği şeklinde hem de “dokuz adet” mucize verildiği şeklinde anlaşılabilir. “Dokuz” ifadesinin verilen mucizelerin sayısını belirttiği kabul edildiğinde, Neml suresinin 10-12. ve A’raf suresinin 117 ile 130-133. ayetlerine göre bu mucizelerin şunlar olduğu anlaşılır:

1- Büyük bir yılana dönüşen asa
2- Musa`nın güneş gibi parlayan ve beyaz olan sağ eli
3- Sihirbazların tümünün sihirlerinin bozulması
4- Kıtlık
5- Tufan
6- Çekirge
7- Buğday güvesi
8- Kurbağa
9- Kan afeti

Ve asanı bırak! —Onu yılan gibi deprenir görüverince dönüp arkasına bakmadan kaçtı.— Ey Musa korkma! Şüphesiz ki Ben; Benim yanımda gönderilmişler [elçiler] korkmaz. —Ancak, kim zulüm yapar, sonra kötülüğün sonunda iyiliğe çevirirse, şüphesiz Ben, çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim.-
Ve elini koynuna sok; kusursuz bembeyaz çıkacaktır; dokuz ayet içinde Firavun’a ve onun kavmine. Şüphesiz onlar yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır.” (Neml/10-12)

Biz de Musa’ya “Sen de asanı bırakıver.” diye vahyettik. Bir de ne görsünler, onların uydurup düzdükleri şeyleri süratle yakalayıp yutuyor. (A’raf/1179

Ve ant olsun ki Biz, Firavun sülâlesini, senelerle kuraklıklarla / senelerce kıtlık ve ürün noksanlığı ile yakaladık; ki belki düşünüp öğüt alırlar!
Sonra kendilerine iyilik geldiği zaman, “İşte bu bize aittir” dediler. Eğer kendilerine bir kötülük gelirse, Musa ile yanındakilerin uğursuzluğu olarak kabul ederler. İyi bilin ki, onların uğursuzluğu Allah katındadır. Velâkin onların çoğu bilmezler.
Ve onlar [Firavunun kavmi], “Sen bizi kendisiyle büyülemek için her ne mucize getirirsen getir, biz de sana inananlar değiliz.” dediler.
Biz de ayrı ayrı ayrılmış [belirli aralıklarla] ayetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri, haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular kavmi oldular. (A’raf/130-133)

104. ayet bize göre peygamberimizin Mekke`yi fethedeceği yönünde bir müjdeyi de içermektedir. Çünkü Mekke halkı da Firavun gibi peygamberimizi yurdundan çıkarmak istemektedir. 104. ayet Musa ve İsrailoğullarının çıkarılmak istendikleri topraklara yerleştirildiğini hatırlatarak aynı şeyin Mekkelilerin de başına gelebileceğini ihtar etmiş olmaktadır. Nitekim bu durum aynen gerçekleşmiştir.

105 – Ve Biz onu [Kur’an’ı] sadece hakk ile indirdik, o da sadece hakk ile indi. Ve Biz seni yalnızca müjdeci ve uyarıcı olarak elçi yaptık.
106 – Ve Kur’an’ı; Biz onu insanlara ağır ağır okuyasın diye parça parça ayırdık ve Biz onu indirdikçe indirdik!

Bu ayetlerde konu yine Kur’an’a getirilmiş ve Kur’an’ın Allah tarafından hakk ile indirildiği bildirilmiştir. “Hakk ile indirdik” ifadesi, Kur’an’da herhangi bir eksiklik veya fazlalık olmadığı, yani Kur’an’ın içine Allah’tan olmayan bir şeyin karışmasına izin verilmediği, Kur’an’ın korunduğu ve korunacağı anlamına gelmektedir. Kur’an’ın Allah’ın indirmesi olduğu, Nisa suresinde şöyle ifade edilmiştir:

Fakat Allah, sana indirdiğine -ki onu kendi ilmiyle indirmiştir- şahitlik eder. Melekler de şahitlik ederler. Şahit olarak da Allah yeter. Nisa; 166:

Bu bildirimden sonra elçiye dönülmüş ve kendisinin yalnızca “müjdeci” ve “uyarıcı” olarak elçi yapıldığı hatırlatılarak ona Kur’an’ı nasıl tanıtması gerektiği öğretilmiştir. Buna göre, Kur’an nasıl parça parça [necm, necm] indirildiyse, yararlı olabilmesi için yine parça parça [necm necm], karıştırılmadan, indirildiği sıra ile okunması ve anlatılması gerekmektedir.

İnkâr edenler; “Kur’an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi?” de dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirelim diye böyledir [parça parça indirilmiştir]. Ve Biz onu tane tane okuduk. (Furkan/32)

107, 108 - De ki: Siz ona [Kur’an’a] ister inanın, ister inanmayın; şu daha önce kendilerine ilim verilenler; o [Kur’an] onlara okunduğunda onlar, secde ederek [teslimiyet göstererek] çeneleri üstü kapanırlar. Ve “Rabbimiz tenzih ederiz. Rabbimizin vaadi mutlaka gerçekleşecektir” derler.
109 - Ve onlar, ağlayarak çeneleri üstü kapanırlar. Ve bu [Kur’an] onların huşuunu [alçak gönüllüğünü] artırır.

Dikkat edilirse, 85. ayetten beri konu ekseni, -sudan bahaneler ileri sürerek mucize isteyen yalanlayıcılara verilen ikna edici cevaplar dışında- Kur’an olmuştur. Bu ayetlerde de hem o günün yalanlayıcılarına hem de tüm zamanların insanlarına seslenilmiş, Kur’an okunduğunda bilgi sahibi kişilerin cahiller gibi davranmadıkları, davranmayacakları ilân edilmiştir.
Rabbimizin “daha önce kendilerine ilim verilenler” şeklinde nitelediği bilgi sahipleri, Mücahid’den gelen bir nakle göre, peygamberimize indirilen ayetleri dinlediklerinde hemen secde edip yere kapanan Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Varaka b. Nevfel ve Abdullah b. Selâm adlarındaki bir Ehlikitap grubudur. (Razi, el-Mefatihu’l-Gayb;Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an)
“Daha önce kendilerine ilim verilen” bu grubun bu durumu ile 41. ve 82. ayetlerde Kur’an’ın içlerindeki nefreti artırdığı bildirilen Mekke müşriklerinin durumu karşılaştırıldığında şu sonuca ulaşılmaktadır: Kur’an, inkârcıların zulümlerini, bilgi sahiplerinin ise haşyetlerini arttırmaktadır.
Bilgi sahiplerinin Kur’an karşısında gösterdikleri duyarlılık Kur’an’da bir çok kez ortaya konmuştur:

Sen kesinlikle iman eden kişilere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak Yahudileri ve ortak koşan kimseleri bulursun. Ve kesinlikle iman eden kimselere sevgi bakımından en yakın olarak da, kendi içlerinde keşişler ve rahipler olduğundan ve onlar büyüklük taslamadıklarından “Biz Hıristiyanlarız” diyen kimseleri bulursun.

Ve onlar elçiye indirileni [Kur`an’ı] dinledikleri zaman, onun hakk olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Onlar; “Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi şahitler ile birlikte yaz!” derler. (Maide/82, 83)

Hepsi bir değildirler. Kitap ehli içinde doğruluk üzere bulunan bir ümmet [önderi olan topluluk] vardır ki onlar, gecenin saatlerinde onlar secdeye kapanarak Allah’ın ayetlerini okurlar. Allah’a ve ahiret gününe inanırlar, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar, hayırlarda da birbirleriyle yarışırlar. Ve işte onlar iyi insanlardandırlar.
Ve onlar hayırdan ne işlerlerse örtülmeyecektir [karşılıksız bırakılmayacaklardır]. Ve Allah takvalı davrananları bilir. (Âl-i Imran/113-115)

Ve şüphesiz ki kitap ehlinden, Allah’a inananlar, size indirilene ve kendilerine indirilene Allah`a boyun eğerek inananlar vardır. Onlar Allah’ın ayetlerini az bir değere değişmezler. İşte onlar, ücretleri Rabbleri katında olanlardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir. (Âl-i Imran/199)

De ki: “Gördünüz mü [hiç düşündünüz mü]? Eğer bu Kur’an Allah tarafından ise ve siz de onu inkâr etmişseniz, bununla birlikte İsrailoğullarından bir şahit de onun bir benzeri üzerine tanık olup da inanmışsa siz de büyüklük tasladıysanız? Şüphesiz ki, Allah zalimler topluluğuna kılavuzluk etmez.” (Ahkaf/10)

Ve O, size Kitap’ı [Kur’an’ı] ayrıntılı olarak indirdiği hâlde, Allah’tan başka bir hakem mi arayayım? Ve kendilerine kitap verdiğimiz şu kişiler, onun [Kur’an’ın] şüphesiz Rabbinden hakk ile indirilmiş olduğunu bilirler. O hâlde sen sakın şüphecilerden olma. (En’am/114)

Ondan [Sözden; vahyden, Kur’an’dan] önce kendilerine kitap verdiğimiz kimseler; onlar, ona [Söz’e; vahye, Kur’an’a] da inanırlar.
Ve onlara o [Söz; vahy, Kur’an] okunduğu zaman onlar; “Biz ona [Söz’e] inandık. Şüphesiz o, Rabbimizden gelen gerçektir. Kesinlikle biz ondan önce teslim olanlardık.” dediler. (Kasas/52, 53)

110 – De ki: “Allah” diye çağırın veyahut “Rahman” diye çağırın. Hangi şeyle çağırırsanız çağırın en güzel isimler O’nundur. Salâtını açıkça yapma, gizli de yapma. Ve bu ikisi arasında bir yol ara.

Bu ayet “De ki!” emri ile başladığına göre, birilerine cevap mahiyetindedir. Esab-ı nüzul nakillerinden biri, bu ayetin “Rahman”ın ne olduğunu bilmeyen müşriklerin “Muhammed hem yalnızca Allah’a kulluk edeceksiniz, yalvaracaksınız diyor, hem de kendisi ‘Ey Rahman!’ diye Allah’tan başkasına dua ediyor” demeleri üzerine indiğini, bir diğeri de “Tevrat’ta çokça geçen bir ismin Kur’an’da da geçtiğini görüyoruz” diyen ve bu isimle de “Rahman”ı kasteden Yahudilere cevap olarak indiğini kaydetmektedir.
Ancak ayet, birilerine cevap olmasının yanı sıra “Allah’a yönelirken sözcüklerin hiç öneminin olmadığı” anlamına da gelmektedir. Çünkü bütün güzel isimler Allah’ındır ve hangisiyle niyazda bulunulursa bulunulsun fark etmemektedir. Dolayısıyla “Allah” yerine, farklı dillerde olmak üzere Tanrı, Çalap, God, Huda, Yezdan denmesinde hiçbir mahzur yoktur. Böyle olmakla beraber, Kur’an’da örnek verilen duaların ekserisinde Allah “Rabb” sıfatı ile çağrılmıştır.
Esma-i Hüsna konusunda A’raf suresinin tahlilinde (Tebyinü’l Kuran, c:3, s:101-106) detaylı açıklama mevcut olup Allah’ın en güzel isimlerinden bir kısmı toplu olarak Haşr suresinde bildirilmiştir:

O, kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah’tır. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, Rahman’dır Rahıym’dir.
O, kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah’tır. O, Melik, Kuddüs, Selam, Mü’min, Müheymin, Aziz, Cebbar, Mütekkebbir’dir. Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.
O, Halik, Bari, Musavvir Allah`tır. En güzel isimler O`nun içindir. Göklerde ve yerde olanlar O`nun için tesbih ederler. Ve O, Aziz’dir Hakiym’dir. (Haşr/22-24)

Ayetin son cümlesinde -her konuda olduğu gibi- “dua/ sosyal destek” konusunda da orta yolun tutulması emredilmekte; salâtın riyakârca yapılması da, korku sebebiyle terk edilmesi de istenmemektedir.

111 - Ve de ki: Hamd [övgü], hiçbir çocuk edinmeyen, mülkte kendisi için herhangi bir ortağı bulunmayan, düşkünlükten dolayı yardımcısı olmayan, Allah’a özgüdür. Ve O’nu [Allah’ı] büyükledikçe büyükle [ululadıkça ulula]!

İlk ayetinde peygamberimizin elçiliğe atanmasının konu edildiği sure, elçiye yapılan bir görev bildirimi ile son bulmakta ve bu son ayette ondan “hamd”in Allah’a özgü olduğunu bir kez daha ilân etmesi ve O’nu yüceltebildiği kadar yüceltmesi istenmektedir.
“Mülkte kendisi için herhangi bir ortağı bulunmayan, düşkünlükten dolayı yardımcısı olmayan” şeklindeki açıklamayla hem geçmiş hem de çağdaş müşriklere gönderme yapılmıştır. Çünkü onlar, Allah`ın kendi mülkünü idare etmekte kendisine dost, vezir, müsteşar mahiyetinde Kutub, Kutbu’l-Aktap, Kavs, Kavs-ı A’zam gibi bir takım yardımcılar, temsilciler tayin ettiğine inanırlar. Bu inanç, mülkünü idare etmede Allah’ın güçsüz ve yardıma muhtaç olduğunu, dolayısıyla da ilâhlıkta kendisine destek olacak yaverlere ihtiyaç duyduğunu kabul etmeyi gerektirir.
Surenin son ayetindeki açıklama ile müşriklerin bu sapık inançları reddedilmiş, Allah’ın kendi mülkünü idare etmede ne çeşitli bölgelere yönetici yapacağı azizlere ne de çeşitli konularda yetki devredeceği ilâhlara ihtiyacı olmadığı mesajı verilerek tevhide vurgu yapılmıştır. Çünkü O, eşi ve benzeri bulunmayan, tek başına her şeyin yaratıcısı, yarattığı her şeyi ortağı veya destekçisi olmadan yönetmeye muktedir olandır.
Allah, doğrusunu en iyi bilendir.

ZİNA

Çoğu kaynak kitaplarda “zina”nın sözlük ve terim anlamlarının aynı olduğu ileri sürülmüş ve “الزّنى zina” “Bir kadınla nikâhsız veya haksız olarak cinsel temasta bulunmak” diye tanımlanmıştır.
Bizim araştırmalarımıza göre “zina” sözcüğü “sıkışmak” anlamındaki “زنى zny” kökünden türemiştir. İşteşlik bildiren Müfaale Bâbı’ndan mastar kalıbında bir sözcük olan “zina”nın sözcük anlamı “sıkışmak, karşılıklı olarak dara, sıkıntıya düşmek” demektir. (Lisanü’l-Arab; c:4 s:418) Bu anlam, “nikâhsız ve haksız cinsel temas” eyleminin her iki tarafı da sıkıntıya soktuğu için “zina” sözcüğüyle ifade edildiğini göstermektedir.
Çok kapsamlı bir eylem olan “zina” üzerinde fıkıhçılar da önemle durmuşlar ve “zina”yı terim olarak şöyle tanımlamışlardır: “Zina, İslâmî hükümlerle yükümlü bulunan bir erkeğin cinsel istek duyulacak yaştaki diri bir kadına, İslâm ülkesinde nikâh akdine veya cariyelik gibi haklı bir nedene dayanmaksızın önden cinsel temasta bulunmasıdır.”
Her tanım için geçerli olan “efradını cami, ağyarına mani [tüm elemanlarını kapsayan, elemanı olmayanları dışlayan]” şeklindeki kuralın bu tanıma da uygulanması durumunda bazı davranışların “zina” kapsamında değerlendirilemeyeceği sonucu ortaya çıkmaktadır. Nitekim İsra/32’deki “zinaya yaklaşmayın” emrine aykırı olarak insanları zinaya yaklaştırdığı için haram olan öpmek, sarılmak, uyluk arasına sürtünmek gibi hareketler zina hükmünde değerlendirilmemiştir. Çünkü fıkıhçılar, “zina”nın tarifinde yer alan “önden cinsel temasta bulunma” eyleminin ancak erkeğin cinsel organının en az sünnet yerinin [haşefe] kadının cinsel organına girmesi durumunda gerçekleşmiş olacağı hususunda hemfikir olmuşlardır. Benzer şekilde, akıl hastası, ölü kadın, hayvan veya ergenlik çağına gelmemiş ve cinsel istek duyamayan kız çocuğu ile yapılan cinsel temaslar ile erkek veya kadınla arkadan yapılan cinsel temaslar, her biri ayrı ceza gerektiren birer suç olarak kabul edilmesine rağmen zina kapsamına sokulmamıştır. Uygulamada, bir cinsel ilişkinin zina sayılabilmesi için gerekli görülmüş bir diğer şart ise ilişkinin tarafları olan erkek ve kadının karşılıklı rıza içinde bulunmaları şartı olmuştur. Buna göre, zorla gerçekleştirilen bir cinsel ilişkide kadının zina ile suçlanması mümkün görülmemiştir. Buna karşılık, gerçekleşmiş bir cinsel ilişkide erkeğin bu ilişkiye zorlandığını ileri sürmesi geçerli kabul edilmemiştir. Çünkü bir erkeğin cinsel ilişkiyi istememesi hâlinde ereksiyon halinin ortaya çıkmayacağı, dolayısıyla da cinsel ilişkinin gerçekleşemeyeceği göz önünde tutulmuştur.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla