Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15. August 2009, 02:30 PM   #10
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

FASL-I HITÂB: Bilindiği gibi, insanların düşüncelerini ifade etme yetenekleri birbirlerinden farklıdır. Kimilerinin hitabeti iyidir ve bu yetenekleriyle mesajlarını dinleyenlerin zevk alacağı etkileyici anlatımlarla insanlara daha rahat iletirler, çevreyle iletişimlerini daha iyi kurarlar. Kimilerinin de hitabetleri zayıftır, ne dedikleri anlaşılmaz, konuşmaları muhataplarını sıkar. Bunlar mesajlarını gereği kadar iyi iletemezler ve çevreleriyle sağlıklı iletişim kuramazlar.
Âyetteki فصل الحطاب [fasl-ı hıtâb] ifadesinden anlaşılmaktadır ki, Dâvûd peygamber çok fasih ve beliğ konuşan, hükümlerini açık bir şekilde dile getiren ve muhataplarına ne demek istediğini gâyet net olarak anlatan bir kişidir.
Fasl-ı hıtâb deyimi ayrıca, hükümlerdeki tereddütsüzlüğü; kesin kararlılığı ve kararlardaki isabeti de ifade etmektedir. [Tebyinü’l Kur’an; c.2, s.343]
SÜLEYMAN PEYGAMBERE VERİLEN NİMETLER: Konumuz olan pasajda Süleyman peygambere de nimetler verildiği beyan edilmiştir. Bunlardan ilki, rüzgârın ona musahhar kılınması, bir diğeri de cinlerin emrine verilmiş olmasıdır.
Süleyman peygamber deniz ticaretine önem verip yelkenli gemilerden bir filo kurmuştu. Gemiler yelkenleri sayesinde, eskiden deve, katır gibi araçlarla aylarca süren yolculuk mesafesini kısaltmıştı. Konunun teferruatı Kitab-ı Mukaddes’in 3. Krallar bölümünün 9. Bab’ında yer alır. Bu ticaret filosu Akabe körfezinin başında bulunan Ozio-Geber’den Ofir’e gider gelirdi. Ve o uzak diyarlardan altın, fildişi, sandal ağacı ve kıymetli taşlar ve baharat gibi sıcak ülke ürünlerinden bereketli toprağa [Filistin] gelir akıtırlardı, taşırlardı. Süleyman, ülkesini o dönem o kadar çok zengin etmişti ki, gümüşün değerce taştan farkı yoktu.
SÜLEYMÂN PEYGAMBERİN EMRİNDEKİ ŞEYTÂNLAR/CİNNLER:
Bu konu daha evvel Sâd ve Cinn surelerinde ele alınmış ve detaylı olarak açıklanmıştı. Bu nedenle burada kısa bir hatırlatma yapmakla yetineceğiz.
Burada konu edilen cinler halk kültüründeki cinler değildir. Bunlar Süleyman peygamberin babası Dâvûd peygamberin hünerli zanaatkâr adamları ve onlara ustabaşlık yapan Sur kralının gönderdiği Huram baba ve emrindeki hünerli kişilerdir.
Süleymân peygamberin emrindeki şeytânlar konusunda düzülen efsanelerin tümü, âyetteki şeytânlar ifadesinin, Kur’ân'daki tanımı dışında, halk kültürüne yerleşmiş hayalî yaratıklar olarak kabulüne dayanmaktadır. Oysa Kur’ân'daki şeytân ile halk kültüründeki “şeytân” arasında hiçbir alâka bulunmamaktadır.
Hatırlanacak olursa, Tekvîr ve Nâs sûrelerinin tahlili yapılırken “şeytân” konusuna da değinilmiş ve okuyucu bir miktar bilgilendirilmişti. Orada yapılan açıklamalarda şeytân'ın sözlük anlamının kısaca, “hakktan uzak olan” demek olduğu; bir kavram olarak şeytân'ın ise “hakka ve akla aykırı hareket eden her türlü kişi, güç ve kurumun ortak ve karakteristik adı” olduğu belirtilmişti. Süleymân peygamber kıssasında sözü edilen şeytânlar da, bu tip şeytânlardır. Yani, Süleymân peygamber hakkında sürekli gerçek dışı sözler söyleyip iftiralar yayan ve o'nun aleyhinde plânlar kuran kişilerdir.
Cinn olarak nitelenen bu varlıkların kimler olduğu konusunda doğru bir tahlil yapılabilmesi için öncelikle “dinler tarihi” bilgisine ihtiyaç vardır. Babası Dâvûd peygamberden sonra o'nun mirasçısı olarak ülkesinin hükümdarı olan Süleymân peygamber, Ya‘kûb peygamberin soyundan gelen bir Benî İsrâîl peygamberidir. Bu nedenle hem Müslümanların hem de Ehl-i Kitab'ın [Yahudi ve Hıristiyanların] inandığı ve değer verdiği bir kişidir. Süleymân peygamber ile ilgili haberler Ehl-i Kitap'ta da mevcuttur. Eldeki Tevrât'ın muharref [bozulmuş] olması sebebiyle dinî bir kaynak olarak dikkate alınması mümkün değilse de, tarihî bir kaynak olarak ele alınmasında hiçbir sakınca yoktur. Çünkü yazılı dinî metinler de tarihin temel kaynakları arasındadır. Nitekim Ana Britannica ansiklopedisi de, Süleymân peygamberle ilgili olarak verdiği bilgilerin kaynağını Eski Ahit olarak göstermiştir:
Hz. Süleymân'ın yaşamı ile ilgili bilgilerin hemen tümü Eski Ahit'ten kaynaklanır. Kitab-ı Mukaddes, Süleymân peygamberin hizmetinde olan kişilerin, babası Dâvûd peygamberin hünerli zanaatkâr adamları ile onlara ustabaşılık yapan Sur kralının gönderdiği Huram Baba ve emrindeki hünerli kişiler, zanaatkârlar olduğunu kaydetmektedir. Süleymân peygamberin emrindeki şeytân nitelikli cinnlerin hünerli zanaatkârlar olduğunu bildiren Kur’ân âyetleri ile, bir tarihî kaynak olarak değerlendirdiğimiz Tevrât'ın bilgileri bu konuda aynıdır. Zaten Kur’ân'ın bu âyetlerini duyan Ehl-i Kitap da, bu anlatıma itiraz etmemiştir. Bütün bunlar, Süleymân'a hizmet eden cinnleri, halk kültüründeki hayalî cinler olarak açıklayanların hiçbir kaynak ve dayanaklarının olmadığını göstermektedir.
Süleymân peygamber hakkında yalan ve iftira kampanyaları düzenleyen, o'ndan kurtulmak ve iktidarını devirmek için ellerinden gelen her şeyi yapan şeytân nitelikli cinnler, bu hünerli ama zoraki çalışan zanaatkârlardır. Süleymân peygamber, bu durumun bilincinde olarak onlardan zoraki de olsa yararlanmayı sonuna kadar sürdürmüştür.
Konunun detaylarını hatırlamak isteyenlere, bu konunun ele alındığı bölümleri (Tebyinü’l Kur’an; c.2. s.392- 397, c.3, s.191) tekrar okumalarını öneriyoruz.
Konumuz olan pasajdaki 78. ayette, Kur’an’da daha evvelki kıssalarda yer almayan bir olaydan bahsedilmektedir. Bu durum, söz konusu olayın o günün toplumlarında bilindiğini göstermektedir. Ayetlerde olayın mahiyeti ile ilgili bilgi verilmemiş, sadece Davud ve Süleyman peygamberlerin “koyunların gece ekin yemesi” konusunu görüşerek meselenin nasıl bir hükme bağlanacağı konusunda müzakere ettikleri bildirilmiştir.
Bu hususta klasik kaynaklarda şu bilgiler yer almaktadır:


Ekini Bozan Davar Hakkında Hüküm

Bu hususun nasıl cereyan ettiği hususunda şu izah yapılmıştır:
a- Müfessirlerin ekserisi şöyle demişlerdir: Hz. Davud'a, birisi ekinin sahibi, diğeri de sürünün sahibi olarak iki adam geıir. Ekin sahibi "Falancanın davarları, benim ekinime girdi ve ondan hiçbir şey bırakmadı" dedi. Bunun üzerine Dâvud (a.s.) "Git, sürü senindir" hükmünü verdi. Derken, ikisi oradan ayrıldılar ve Süleyman (a.s.)'a rast geldiler. Bunun üzerine Süleyman (a.s.): "Aranızda nasıl hükmetti?" deyince onlar, Davud'un verdiği hükmü söylediler. Süleyman (a.s.): "Kadı [hâkim] ben olsaydım, başka türlü hüküm verirdim" dedi. Bu söz, Dâvud (a.s.)'a ulaşınca, bunun üzerine Dâvud (a.s.), Süleyman (a.s.)'ı çağırdı ve "O ikisi arasında sen nasıl hükmederdin?" deyince, Süleyman (a.s.) şöyle dedi: "Ben, davarları, ekinin sahibine verirdim. Böylece, o davarların sütü, kuzusu ve yünü, ekin sahibinin olur. Ertesi yıl, ekin, yenildiği günkü durumuna ulaştığında, koyunları geri sahibine verirdim. Böylece de, ekin sahibi ekinini almış olurdu".
b- İbn Mesûd, Sureyh ve Mukâtil (r.h.) şöyle demişlerdir: "Bir çoban geceleyin, bir üzüm bağının yanına yatak kurdu [sürüsünü orada yatırdı]. Derken çoban farkında olmadan, koyunlar o bağa girdi; üzüm dallarını yiyerek, bağı işe yaramaz hale getirdi. Ertesi gün, bağın sahibi, Dâvud (a.s.)'a başvurdu. Dâvud (a.s.) da, o bağın değeriyle koyunun değeri arasında bir farklılık olmadığı için, koyunların bağ sahibinin olacağı şeklinde hükmetti. Onlar çekip gittiler. Derken, Süleyman (a.s.)'a rastladılar. Bunun üzerine Süleyman (a.s.) onlara "Aranızda nasıl hükmetti?" deyince, onlar, Dâvud (a.s.)'ın verdiği hükmü anlattılar. Süleyman (a.s.), "Bu hükümden başka bir hüküm her iki tarafın durumuna daha uygun olabilir" dedi. Bu söz, Dâvud (a.s.)'a ulaştı. Derken, Dâvud (a.s.), Süleyman (a.s.)'ı çağırdı ve ona, "Babalık ve peygamberlik hakkı için, o iki tarafın durumuna daha uygun olan şeyi bana haber vereceksin" dedi.
Bunun üzerine Hz. Süleyman (a.s.), "Sürüyü, kendisinden yararlanmak üzere, bağın sahibine verirsin, çoban da, eski halini alıncaya kadar o bağı ıslah etmeye çalışır. Daha sonra sürüyü, sahibine geri verirsin" dedi. Dâvud (a.s.), bunun üzerine, "Hüküm, senin verdiğin hükümdür" dedi ve ayni karan verdi. İbn Abbas (r.a.) bu hükmü verirken, Hz. Süleyman (a.s.)'ın yaşının on bir olduğunu söylemiştir (Razi; el Mefatihu’l Gayb)


Dâvûd ve Süleyman (AS)
Mürre kanalıyla İbn Mes'ûd'dan rivayetle Ebu İshak, otlatılan bu ekinin, salkımları oluşmuş bir bağ olduğunu söyler. Şüreyh de böyle söylemiştir. İbn Abbâs, âyette geçen “ النّفش en-nefşü” kelimesinin otlatma anlamında olduğunu söylerken; Şüreyh, Zührî ve Katâde gece otlatma anlamında olduğunu söylemişlerdir. Katâde gündüz otlatmaya ise arap dilinde “ الهمل el-hemelü” denildiğini belirtir. İbn Cerîr der ki: Bize Ebu Küreyb Hârûn İbn İdrîs el-Asâmm'ın... İbn Mes'ûd'dan rivayetlerine göre; o, “Dâvûd ve Süleyman da, hani, kavmin koyunlarının yayıldığı bir ekin hakkında hüküm veriyorlarken ...” ayeti hakkında şöyle demiştir: Bu, salkımları oluşmuş bir bağ idi ve koyunlar onları bozmuştu. Dâvûd, koyunların bağ sahibine ait olduğuna hükmetti. Süleyman ise şöyle dedi: Ey Allah'ın peygamberi, hüküm bundan başkadır. Hz. Dâvûd: Hüküm nasıldır, diye sordu da, şöyle cevapladı: Bağı koyun sahibine verirsin, eski haline dönünceye kadar ona bakar. Koyunları da bağ sahibine verirsin. Onlardan istifade eder. Nihayet bağ eski hâline döndüğü zaman bağı sahibine, koyunları da sahibine verirsin. İşte Allah Teâlâ'nın: “Biz bu hükmü hemen Süleyman'a belletmiştik” ayeti budur. Avf de aynı açıklamayı İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. Hammâd İbn Seleme'nin Ali İbn Zeyd kanalıyla ... İbn Abbâs'tan rivayetinde o, şöyle anlatmış: Hz. Dâvûd, koyunların ekin sahibine ait olmasına hükmetmişti. Çobanlar yanlarında köpekleri ile çıktıklarında Süleyman onlara: Aranızda nasıl hüküm verdi, diye sordu. Onlar Hz. Davud'un hükmünü haber verdiler. “Şayet işinizi ben üstlenmiş olsaydım bundan başka bir hüküm verirdim” dedi. Bu, Hz. Davud'a haber verildi de Hz. Süleyman'ı çağırdı ve: “Aralarında nasıl hükmedersin?” diye sordu. Koyunları ekin sahiplerine veririm, koyunların yavruları, sütleri, yağları ve faydaları onların olur. Koyunların sahipleri de ekin sahiplerinin ziraat yaptıkları gibi onlar için ekin ekerler. Ekin eski haline ulaştığı zaman ekin sahipleri ekini alır, koyunlar da sahiplerine geri verilir, dedi. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın ... Mesrûk'dan rivayetinde o, şöyle anlatıyor: Koyunların içinde otlamış olduğu ekin bağ idi. Koyunlar orada otlamış ve üzüm salkımı bırakmayıp yemişlerdi. Onlar [bağın sahipleri] Hz. Davud'a gelmişler ve koyunların sahipliğini onlara vermişti. Hz. Süleyman şöyle dedi: Hayır, aksine koyunlar alınır ve bağ sahiplerine verilir. Koyunların sütleri ve faydaları onlara ait olur. Koyunların sahiplerine de bağ verilir, onu ıslah eder ve imar ederler. Ta ki koyunların otladığı gecedeki haline gelinceye kadar… Sonra koyun sahiplerine koyunları, bağ sahiplerine de bağları verilir. Şüreyh, Mürre, Mücâhid, Katâde, İbn Zeyd ve birçokları da böyle söylemiştir. (İbni Kesir)


Bu olaya Kitab-ı Mukaddes'te de, Yahudi eserlerinde de değinilmemiştir. Müslüman müfessirlere göre bu olay şöyle meydana gelmiştir: Bir adamın davarları geceleyin başka bir adamın ekinine girmişti. Ekin sahibi Davud'a (a.s.) şikâyet etmiş, o da davarların tarla sahibine verilmesine hükmetmişti. Fakat Süleyman (a.s.) bu görüşü kabul etmemiş ve ekinler eski haline gelinceye dek davarların tarla sahibinde kalması fikrini öne sürmüştü. Bununla ilgili olarak Allah: "Biz doğru hükmü Süleyman'a öğrettik" buyuruyor. Fakat hukukî yönden böyle bir meselenin İslâmî hükmünün de olduğunu söyleyemeyiz. Bu konuda Resulullah'tan (s.a) rivayet olunan bir hadis yoktur. Bu nedenle fakihler bu konuda farklı görüşler öne sürmüşlerdir.
Fakat ele alındığı çerçeve içinde bu olayın, peygamberlerin de, Allah vergisi güç ve yeteneklerine rağmen sadece birer insan olduklarını vurgulamak için anlatıldığına dikkat edilmelidir. Bu olayda her ikisi de peygamber oldukları halde, Allah Hz. Süleyman'a gösterdiği doğru yolu, Hz. Davud'a (a.s.) göstermediği için o yanılmıştı. (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)
83, 84 – Ve Eyyûb; hani o: “Şüphesiz bana zarar dokundu. Sen merhametlilerin en merhametlisisin” diye Rabbine nida etmişti de Biz, Onun için icabet etmiştik. Sonra ondan zararlı olan şeyleri kaldırdık. Ve katımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere bir öğüt olmak üzere, kendisine ehlini [ailesini, yakınlarını] ve kaybettikleriyle bir mislini daha verdik.
Bu ayetlerde Eyyub peygamberin başına da sıkıntıların geldiği, onun da diğer peygamberler gibi sadece Allah'tan yardım dilediği, Allah'ın da samimiyetinden dolayı ona büyük lütuflarda bulunduğu anla­tılmaktadır. Eyyub’un (as) burada hatırlatılmasının nedeni, başından geçenlerin ibret verici ve iyi bir öğüt örneği olmasıdır.
Eyyub ile ilgili olarak daha evvel Sad suresinde şu bilgiler verilmişti:
Kulumuz Eyyûb'u da hatırla! Bir zaman o, Rabbine seslenmişti: “Meşakkat ve acı ile bana şeytân dokundu [şeytân bana acı ve meşakkat dokundurdu].”
“Ayağın ile topukla [yere vur, mahmuzla, yaya olarak hemen oradan uzaklaş]! İşte yıkanılacak bir yer, soğuk içecek!”
Ve Biz o'na, ailesini ve onlarla birlikte olanların bir mislini daha tarafımızdan bir rahmet ve tüm akıl sahipleri [kavrama yeteneği olanlar] için bir ibret olarak bahşettik.
“Ve eline bir tutam bitki al, onunla hemen, rızk aramak için sefere çık ve hanis olma [kararsız olma, doğrudan sapma, günah işleme].” Gerçekten Biz o'nu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu! Şüphesiz o çokça dönendir. (Sad/41-44)
Eyyub (as) da hakkında birçok asılsız hikâye düzülen peygamberlerden biridir. Hakkındaki söylentileri Sad suresinde ele alıp açıkladığımızdan, detayın oradan (Tebyinü’l Kur’an; c. 2, s. 398- 418) okunmasını öneriyoruz.
85 – Ve İsmail, İdris ve Zülkifl; Hepsi sabreden kimselerdendi.
86 - Onları da rahmetimizin içine girdirdik. Şüphesiz onlar salih kişilerden idiler.
Bu ayetlerde, İsmail, İdris ve Zülkifl’in de sabredenlerden oldukları ve onların da Allah’ın rahmetine mazhar olan salih kişiler oldukları bildirilmiştir. Allah’ın rahmetine girdirilmiş olmaları, üçünün de elçi olarak seçildiklerini göstermektedir.
Bu üç peygamber ile ilgili olarak daha evvel şu ayetleri görmüştük:
İsmail’i, Elyesa'yı, Zülkifl'i de an. Hepsi de hayırlı kimselerdendir. (Sad/48)
Ve Kitap’ta İsmail’i an / hatırlat. Şüphesiz o, vaadine sadık idi, bir elçiydi, bir peygamberdi.
Ve o ehline [ailesine, çevresine] namazı / sosyal desteği ve zekâtı emrederdi. Ve o Rabbinin katında hoşnutluğa ermişti.
Ve Kitap’ta İdris'i an / hatırlat. Şüphesiz o, çok sadık biriydi, bir peygamberdi.
Ve Biz onu yüce bir mekâna yükselttik. (Meryem/54-57)
Daha evvel Zülkifl ve İdris ile ilgili olarak şu açıklamaları yapmış idik:
ZÜLKİFL: ذوالكفل [Zülkifl] ismi Kur’ân'da 2 kez geçmektedir. Zülkifl sözcüğü, “nasip ve kısmet sahibi” anlamına gelmekte olup, bu sözcükle ayette kasdedilen, o sâlih adamın ismi değil, lâkabıdır. Fakat bu lâkap burada, o kişinin dünyevî zenginliğini değil, üstün şahsiyetini ve ahiretteki derecesini ifade etmektedir.
“Zülkifl”in kimliği ve milliyeti hakkında birçok farklı görüş ileri sürülmüştür. Onun; Zekeriyyâ, İlyas, Nûh'un oğlu Yeşu veya Elyasa olduğunu söyleyenler olduğu gibi, Eyyûb peygamberin kendinden sonra peygamber olan Bişr adındaki oğlu olduğunu söyleyenler de vardır.
Allame Alusî ise, “Yahudiler o'nun, İsrailoğulları’nın esareti sırasında [M.Ö. 597] peygamber tayin edilen ve vazifesini Habur ırmağı yakınlarında bir bölgede yapan Hezekiel olduğunu iddia ederler” demiştir.
Kitab-ı Mukaddes'teki anlatımlar dikkate alındığında, bu kişinin Hezekiel olduğu yolundaki görüş en uygun görüş gibi durmaktadır. Çünkü Hezekiel'in özellikleri, âyette bildirilen niteliğe ters değildir ve Hezekiel kitabı da fazla tahrifata uğramamış yazılardan biri olarak kabul edilmektedir:
Sonradan eklenmiş az sayıda parçayı ötekilerden ayırt etmek olanaklıdır, ama metnin büyük bölümünün gerçekliği kuşkusuzdur.
Kitab-ı Mukaddes'e göre, Kudüs'ü işgal eden Bahtunnasr'ın, İsrailoğulları’ndan aldığı ve Irak'ta Habur ırmağı yakınlarındaki Tel-abib'e yerleştirdiği esirlerden biri olan Hezekiel, en fazla 30 yaşındayken peygamberlik görevini almış ve tam 22 yıl boyunca gerek esaretteki İsrailoğulları’na ve gerekse zalim yöneticiye ve adamlarına Allah'ın mesajını tebliğ etmiştir. Görevinin 9. yılında “gözlerimin sevgilisi” diye adlandırdığı karısı ölen Hezekiel, ertesi gün karısının ölümüne ağlamaya gelenleri Allah'ın gazabıyla ve dünyada gelecek olan yakın azapla uyarmıştır. (Tebyinü’l-Kur’an; c: 2, s: 420)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla