Tekil Mesaj gösterimi
Alt 8. August 2010, 09:21 PM   #13
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

Bu âyetleri açıklayabilmek için bazı nakiller yapılmıştır:

Hz. Peygamber (s.a), kıblesini Ka‘be'ye çevirince, Yahûdiler o'nun nübüvveti hususunda ileri-geri konuşmuş ve şöyle demişlerdir: “Beyt-i Makdis Ka‘be'den daha faziletli ve kıble yapılmaya daha layıktır. Çünkü orası, Ka‘be'den önce yapılmıştır, Mahşerin olacağı yerdir ve bütün peygamberlerin de kıblesidir. Durum böyle olunca, kıblenin Beyt-i Makdis'den Ka‘be'ye çevrilmesi bâtıldır.” İşte Cenâb-ı Hakk, Yahûdilerin bu iddiasına, Şüphesiz insanlar için konulan... ilk ev, elbette Mekke'de olandır diye cevap vermiş ve Ka‘be'nin, Beyt-i Makdis'den daha faziletli ve şerefli olduğunu beyân etmiştir.[94]

Kur’ân'ı, özellikle de Bakara sûresi'ni (Kıble ve Hacc kavramlarını) iyi anlamış birinin bu nakilleri kabul etmesi söz konusu bile olmaz.

Bu konunun anlaşılmasına sağlayacağı katkı nedeniyle Bakara sûresi'ndeki Kıble ve Hacc ile ilgili açıklamalarımızın okunmasını öneriyoruz.[95] Burada kısa bir hatırlatma yapıyoruz:

KIBLE

Salâtın ikâmesi [okulların açılması, sosyal destek kurumlarının oluşturulması ve ayakta tutulması], zekât alınması, ma‘rûfun emredilip münkerden nehyedilmesi, hikmetle [zulmü engelleyip adaleti sağlayan ilkelerle] hareket edilmesi, gerektiğinde de savaşılması, “İbrâhîm'in Mescid-i Haram'daki uyguladıklarının tatbik edilmesi; eğitim-öğretim eksenli bir yapılanma ile devlet hâline gelinmesinin hedef/strateji edinilmesi” demektir.

HACC

Hacc, “Ka‘be'de yüksek ilâhiyat eğitim-öğretimini kafaya koyup oraya gitmek, orada İbrâhîmî eğitim-öğretimle İbrâhîmleşmek; bir tevhid eri olmak” demektir.

Âyetteki, Şüphesiz, insanlar için mübârek ve âlemlere yol gösterme olarak konulan ilk ev, Bekke'dekidir [Mekke'dekidir] ifadesinden anlaşıldığına göre, Beyt-i Haram'dan önce herhangi bir okul kurulmuş değildir. Burada bahsedilen ev, herhangi biri için yapılan normal bir ev değil, tüm insanlar için kurulan bir evdir:

Ve hani Biz, bir zamanlar, “Sakın Bana hiç bir şeyi ortak koşma; dolaşanlar, orada kıyam edenler [zulme baş kaldıranlar], rükû edenler, secde edenler için evimi tertemiz et, kendilerine ait birtakım menfaatlere tanık olmaları ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerinde belli günlerde O'nun adını anmaları için insanlar arasında haccı duyur. Yürüyerek veya incelmiş [yorgun düşmüş] binekler üstünde her derin vâdiyi aşarak sana gelsinler! Sonra kirlerini giderip temizlensinler, adaklarını yerine getirsinler, eski evde/özgür evde [Ka‘be'de] dolaşsınlar” diye, o evin [Ka‘be'nin] yerini, İbrâhîm için hazırlamıştık. –Siz de onlardan yeyin ve zorluk çeken fakiri doyurun.– (Hacc/26-29)

Burası bereketlidir: Hem ziyaretçilerin geliş-gidişi [turizm] yönünden, hem de orada öğrenilen ve öğretilen bilgilerin çokluğu ve değerliliği yönünden bereketlidir.

Orada yol gösterilir: Orada ilâhî hidâyet kaynağı olan Allah'ın vahiyleri öğretilir, insanların huzur ve mutluluğu sağlanır.

Orada İbrâhîm'in makamı vardır: Orada İbrâhîm yaşamış, küfürle mücâdele için ayaklanmış, dik durmuştur. Orada o'nun hatıraları, ayak izleri vardır. Orada bunları hatırlayan ve düşünen insanlar bundan feyz alır, bununla kendilerini motive ederler.

Oraya giden güvende olur: Hacc, haram [dokunulmaz] aylarda yapıldığı/yapılacağı için oraya giden, giren rahatsız edilmez.

Âyette, Mekke yerine Bekke ifadesi geçmektedir. Dilbilimcilere[96] göre her ikisi de “izdiham” [zahmet çekme, sıkıntıya düşme] anlamı taşımakta, sözcüğün aslı “Bekke” olmasına rağmen zaman içerisinde “be” harfi “mim” harfine dönüşerek “Mekke” olmuştur. Bazıları da, “Beke, Beyt'in yerinin adı, Mekke ise şehrin sâir bölümlerinin adıdır” demişlerdir. Eskiler bu şehre bu ismin verilmesini, “insanların oradaki izdihamlarına”, “orada hakksızlık, zulüm ve isyana kalkışan zorbaların ezilmesine [yasa uygulanan bir kent olmasına]”, “suyunun azlığı nedeniyle sıkıntı vermesine”, “oraya gelmek isteyen kimsenin karşı karşıya kaldığı zorluklar dolayısıyla kemikten adeta iliğini çıkaracak kadar sıkıntılarla karşılaşmasına” bağlamışlardır.

Kur’ân'da Mekke'ye, “Ummu'l-Qurâ” [anakent] da denilmektedir:

İşte böylece Biz kentlerin anasını ve onun kıyısındaki kişileri uyarasın ve kendisinde hiç şüphe olmayan toplanma günü ile uyarasın diye sana Arapça bir Kur’ân vahyettik. Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir. (Şûrâ/7)

Hacc, bilinen aylardır. Artık her kim o aylarda haccı, başlayıp kendisine farz ederse; artık haccda refes [kadına yaklaşmak, çirkin söz söylemek], günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Siz hayırdan ne işlerseniz de, Allah onu bilir. Ve azık edinin. Şüphesiz ki azıkların en hayırlısı takvâdır. Ve ey kavrama yetenekleri olanlar! Bana takvâlı davranın! (Bakara/197)

Yoksa kıyılarında, insanların zorla kapılıp götürülmesine rağmen, orayı [Mekke'yi], güvenli, harem [dokunulmaz] yaptığımızı da görmediler mi? Hâlâ bâtıla mı inanıyorlar ve Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar? (Ankebût/67)

Allah, Ka‘be'yi; o Beyt-i Haram'ı, haram ayı, hedyi [haccda oraya hediye olarak kesilen hayvanı] ve (kurbanlardaki) gerdanlıkları insanlar için bir ayağa kalkış kıldı. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olan her şeyi bildiğini ve Allah'ın her şeyi hakkıyla bilici olduğunu sizin de bilmeniz içindir. (Mâide/97)

Öyleyse kendilerini açlıktan kurtararak beslemiş olan ve her korkudan onları güvene kavuşturmuş olan bu Beyt'in Rabbine kulluk etsinler. (Kureyş/3-4)

98. De ki: “Ey Kitap Ehli! Allah, yaptıklarınıza tanık iken, niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?”

99. De ki: “Ey Kitap Ehli! Siz tanık olduğunuz hâlde niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek inanan kimseleri Allah'ın yolundan çeviriyorsunuz? Allah yaptıklarınıza duyarsız değildir.”

Bu iki ayet, Ehl-i Kitaba, özellikle de bu âyetlerin inişinde hazır olan Necrân heyetine yönelik olup, Ey Kitap Ehli! Allah, yaptıklarınıza tanık iken, niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?” Ey Kitap Ehli! Siz tanık olduğunuz hâlde niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek inanan kimseleri Allah'ın yolundan çeviriyorsunuz? denilerek, yakından tanık oldukları gerçeği kabullenmeleri, inkâr etmemeleri ve hakk dini engellemek için faaliyet göstermemeleri” ihtar edilmiş, ardından da Allah yaptıklarınıza duyarsız değildir diye tehdit edilmişlerdir.

Bilindiği gibi Kitap Ehlinden bir çoğu bugün de, İslâm dinini perdelemeye çalışarak bilgisiz-bilinçsiz kesimi Hristiyanlığa döndürmek için ellerinden geleni yapmakta, Müslüman ülkelerde misyonerlik faaliyetlerini sürdürmektedirler. İşte bu tehdit, bunlar için de söz konusudur. Aynı zamanda bu âyetler, mü’minlerin de bu faaliyetlere karşı uyanık olmalarını sağlamaya yöneliktir.

100. Ey iman etmiş kimseler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir zümreye itaat ederseniz, imanınızdan sonra sizi kâfirler olarak döndürürler.

101. Size Allah'ın âyetleri okunup dururken ve O'nun Elçisi aranızda iken de nasıl kâfir olursunuz? Kim de Allah'a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, dosdoğru kılavuzlanmıştır.

102. Ey iman etmiş kimseler! Allah'a nasıl takvâlı davranmanız gerekiyorsa öyle takvâlı davranın ve ancak müslimler olarak can verin.

103. Ve hep birlikte Allah'ın ipine sıkıca sarılın/Allah'ın ipi ile korunun, ayrılmayın ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O [Allah], kalpleriniz arasında ülfet oluşturdu. Sonra da siz O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de oradan sizi O kurtarmıştı. İşte, Allah, doğru yolu bulasınız diye âyetlerini sizin için böyle ortaya koyar.

104. Ve içinizden hayra çağıran, ma‘rûfu emreden, münkerden men eden bir ümmet bulunsun. Ve işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

105-107. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanan ve ayrılığa düşen kimseler gibi de olmayın. İşte bunlar, birtakım yüzlerin beyazlaştığı, birtakım yüzlerin siyahlaştığı günde büyük bir azap kendileri için olanlardır. Artık yüzleri kararan kimselere, “Siz inandıktan sonra yeniden kâfir mi oldunuz? Öyleyse, küfretmiş olduğunuzdan dolayı tadın cezayı!” Yüzleri ağaran kimseler de, biliniz ki, Allah'ın rahmeti içindedirler. Onlar orada sürekli kalanlardır.

108. Bunlar, Allah'ın âyetleridir. Biz, sana gerçek olarak okuyoruz. Allah âlemlere hiç bir zulmü istemez.

109. Ve göklerde ve yeryüzünde olan şeyler Allah'ındır. Ve bütün işler yalnızca Allah'a döndürülür.

110. Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Ma‘rûfu emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız. Kitap Ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları mü’mindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler.

111. Onlar size eziyetten başka bir zarar veremezler. Eğer sizinle savaşırlarsa, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra onlar, yardım olunmazlar.

112. Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, üzerlerine alçaklık damgası vurulmuştur. Ve –Allah'ın ipine ve insanların ipine bağlı kalanlar hariç– onlar Allah'ın hışmına uğradılar ve üzerlerine de miskinlik vurulmuştur. Bu, onların Allah'ın âyetlerini inkâr etmiş olmaları ve hakksız yere peygamberleri öldürmeleri sebebiyledir. Bu, isyan etmiş ve haddi de aşmış olmaları nedeniyledir.

113-114. Hepsi bir değildirler. Kitap Ehli içinde doğruluk üzere bulunan bir ümmet [önderi olan topluluk] vardır ki onlar, gecenin saatlerinde secde ederek Allah'ın âyetlerini okurlar. Allah'a ve âhiret gününe inanırlar, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar, hayırlarda da birbirleriyle yarışırlar. Ve işte onlar iyi insanlardandırlar.

115. Ve onlar hayırdan ne işlerlerse asla örtülmeyecektir [karşılıksız bırakılmayacaklardır]. Ve Allah, takvâlı davrananları en iyi bilendir.

116. Şu inkâr eden kimselerin malları ve çocukları, Allah'tan yana, onlara asla bir fayda vermeyecektir. Ve işte onlar, ateş ashâbıdırlar. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar.”

117. Onların bu basit hayatta harcadıklarının durumu, kendilerine zulmeden bir toplumun ekinlerine isâbet edip de onları helâk eden, içinde kavurucu soğuğu olan rüzgârın durumu gibidir. Ve Allah, onlara zulmetmedi. Fakat onlar, kendilerine zulmediyorlar.

Bu pasajda, muhatap alınan mü’minler uyanık olmaya davet edilmiş, özellikle de hakk dinden döndürme girişiminde bulunan misyonerlere karşı dikkatli olmaya çağırılmışlardır. Âyetlerin ifadeleri gâyet açık ve net olup herhangi bir açıklamaya ihtiyaç yoktur. O nedenle bu pasajdaki bazı ifadelerle ilgili ipuçları sunacağız.
Allah, Hep birlikte Allah'ın ipine sıkıca sarılın/Allah'ın ipi ile korunun, ayrılmayın ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanan ve ayrılığa düşen kimseler gibi de olmayın buyurarak, tüm mü’minleri Allah'ın ipine sarılarak tefrikaya düşmemeleri, dinde ihtilaf, düşmanlık yaratmamaları, kardeşliği zedelememeleri hususunda uyarmıştır, ki bu uyarı birçok yerde yapılmıştır:

De ki: “Sizi gökten ve yeryüzünden kim rızıklandırıyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim sahip oluyor? Ve ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? Ve işleri kim düzenliyor?” Hemen “Allah” diyecekler. O zaman de ki: “O hâlde hâlâ takvâlı davranmayacak mısınız? Öyleyse işte O, sizin gerçek Rabbiniz Allah'tır. Artık gerçekten sonra sapıklıktan başka ne olabilir! O hâlde nasıl da çevriliyorsunuz?” (Yûnus/31-32)

O [Allah], dinden Nûh'a tavsiye ettiği şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrâhîm'e, Mûsâ'ya ve Îsâ'ya tavsiye ettiğimiz şeyi şeriat kıldı: “Dini ayakta tutun [yerleştirin] ve onda ayrılığa düşmeyin.” Senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini Kendine seçer ve kalpten yöneleni de O'na kılavuzlar. (Şûrâ/13)

Kalben O'na yönelenler olarak, O'na takvâlı davranın, salâtı ikâme edin, müşriklerden; dinlerini parça parça bölmüş, fırka fırka olmuş kimselerden de olmayın. –Her fırka kendi yanlarındaki şeylerle böbürlenmektedir.– (Rûm/31-32)

De ki: “Siz, ‘bizi bundan kurtarırsa kesinlikle şükredenlerden olacağız’ diye gizli ve yakararak O'na yalvarıp dururken, karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarır?” (En‘âm/63)

Ve şüphesiz ki, bu, dosdoğru olarak Benim yolumdur. Hemen ona uyun. Ve yollara uymayın da sizi O'nun yolundan ayırmasın. İşte bunlar, takvâlı davranırsınız diye O'nun [Allah'ın] size vasiyet ettikleridir. (En‘âm/153)

Şüphesiz şu, dinlerini parça parça edip grup grup olanlar; sen hiç bir şeyce onlardan değilsin. Şüphesiz onların işi Allah'adır. Sonra O [Allah], onlara yapmakta oldukları şeyleri haber verecektir. (En‘âm/159)

Allah'ı ve elçilerini inkâr ederek kâfir olan, “Biz, bir kısmına inanırız bir kısmına inanmayız” diyerek Allah ve Elçisi'nin arasını ayırmayı isteyen ve böylece imanla küfür arasında bir yol tutmaya çalışan kimseler; işte onlar gerçek kâfirlerin ta kendileridir. Ve Biz, o kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır. (Nisâ/150-151)

Allah tefrikaya düşenleri, İşte bunlar, birtakım yüzlerin beyazlaştığı birtakım yüzlerin siyahlaştığı günde büyük bir azap kendileri için olanlardır. Artık yüzleri kararan kimselere, “Siz inandıktan sonra yeniden kâfir mi oldunuz? Öyleyse, küfretmiş olduğunuzdan dolayı tadın cezayı!” Yüzleri ağaran kimseler de, biliniz ki, Allah'ın rahmeti içindedirler. Onlar orada sürekli kalanlardır ifadeleriyle tehdit etmektedir. Tefrikaya düşenler [Allah'ın dininden-kitabından uzaklaşanlar], dünyadaki perişanlıklarının üstüne bir de âhirette perişan olacaklardır. Âyette zekredilen “yüz karalığı”, azabı hakk edenlerin bir göstergesidir. Bu nitelik birçok yerde dile getirilmiştir:

Ve o kıyâmet günü, Allah'a karşı yalan söyleyen kişileri yüzleri kararmış olarak göreceksin. Kibirlenenler için cehennemde yer yok mu? (Zümer/60)

Güzellik yapan kişiler için daha güzeli ve fazlası vardır. Yüzlerine kara bulaşmaz, zillet de. İşte bunlar cennet ashâbıdırlar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar. (Yûnus/26)

Yüzler vardır o gün, pırıl pırıl. Gülen, müjdeleyen. Ve yüzler vardır o gün, üzerlerinde toz-toprak. Tozu-toprağı da bir is bürümüştür. (Abese/38-41)

Yüzler var ki o gün apaydınlıktır. Rabb'lerine nazar edicidirler. Ve yüzler de var ki o gün asıktırlar. Zannederler ki kendilerine belkıran yapılır. (Kıyâmet/22-25)

Şüphesiz ki “ebrâr”, elbette, naîm'in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mührü/neticesi misktir. Karışımı tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar. (Mutaffifîn/22-28)

Suçlular simalarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından tutuluverirler. (Rahmân/41)

Mü’minler uyarılırlarken 111. âyette, Onlar size eziyetten başka bir zarar veremezler. Eğer sizinle savaşırlarsa, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra onlar, yardım olunmazlar haberi verilmiştir. 100. âyette de, Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir zümreye itaat ederseniz, imanınızdan sonra sizi kâfirler olarak döndürürler uyarısı yapmıştı. Burada ise denilmektedir ki: “Eğer onları dikkate almazsanız, onlar size biraz eza, sıkıntı verebilir, ama sizi dininizden döndüremezler, âhiretinizi mahvedemezler. Sonra da onlar perişan olup giderler. Kimse de onlara yardımcı olmaz.” Bu ifadeleri aşağıda tekrar göreceğiz:

İki topluluğun karşılaştığı günde size dokunan şeyler de Allah'ın izniyledir. Ve mü’minleri bilsin ve münâfıklık yapan kimseleri –kendileri oturup dururken kardeşleri için, “Eğer bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi” diyen kimseleri– bilsin içindir. Ve onlara, “Geliniz, Allah yolunda savaşınız veya savunma yapınız” denilmişti. Onlar, “Biz savaşı bilseydik kesinlikle size uyardık” dediler. Onlar, o gün, imandan çok küfre yakındılar. Onlar, kalplerinde olmayan şeyleri ağızlarıyla söylüyorlar. Allah, gizledikleri şeyleri daha iyi bilendir. De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, haydiyin kendinizden ölümü uzaklaştırınız.” (Âl-i İmrân/166-168)

112. âyette, Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, üzerlerine alçaklık damgası vurulmuştur. Ve –Allah'ın ipine ve insanların ipine bağlı kalanlar hariç– onlar Allah'ın hışmına uğradılar ve üzerlerine de miskinlik vurulmuştur. Bu, onların Allah'ın âyetlerini inkâr etmiş olmaları ve hakksız yere peygamberleri öldürmeleri sebebiyledir. Bu, isyan etmiş ve haddi de aşmış olmaları nedeniyledir buyurularak onların; öldürülmeleri, esir edilmeleri, mallarının ganîmet olarak alınması ve topraklarına el konulması gibi nedenlerle sürekli perişan olacakları vurgulanmıştır.

113-114. âyetlerde Ehl-i Kitabın hepsinin aynı olmadığı, onlar içinde de Allah'ın âyetlerine saygılı olanların, vicdanının sesini dinleyenlerin bulunduğu ifade edilmektedir. Bu âyetin iniş sebebiyle ilgili kaynaklarda şöyle bir nakil vardır:

İbn İshâk İbn Abbâs'tan şöyle dediğini nakleder: Abdullah b. Selâm, Sa‘lebe b. Sa’ye, Esid b. Sa’ye, Esid b. Ubeyd ve Yahûdilerden İslâm'a giren diğerlerinin kalplerinde İslâm yerleşince, Yahûdilerin âlimleri ve küfre sapanları şöyle demişlerdi: “Muhammed'e iman edip tâbi olanlar, ancak bizim kötülerimizdir. Eğer bunlar bizim hayırlılarımız olsalardı, atalarının dinini terkedip bir başkasına gitmezlerdi.” Bunun üzerine şanı yüce Allah, Hepsi bir değildir, Kitap Ehlinden secdeye vararak geceleri Allah'ın âyetlerini okuyup duran bir topluluk vardır... İşte onlar sâlihlerdendir buyruklarını indirdi.[97]
İMANSIZ AMEL FAYDA VERMEZ

116-117. âyetteki, Şu inkâr eden kimselerin malları ve çocukları, Allah'tan yana, onlara asla bir fayda vermeyecektir. Ve işte onlar, ateş ashâbıdırlar. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar. Onların bu basit hayatta harcadıklarının durumu, kendilerine zulmeden bir toplumun ekinlerine isâbet edip de onları helâk eden, içinde kavurucu soğuğu olan rüzgârın durumu gibidir. Ve Allah, onlara zulmetmedi. Fakat onlar, kendilerine zulmediyorlar ifadesiyle, imansızca yapılanların faydasının olmayacağı bildirilmiştir, ki bunu birçok kez detayıyla açıklamıştık.[98]

118. Ey iman etmiş kimseler! Kendi seviyenizde olmayanlardan sırdaş [sıkı arkadaş] edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten geri kalmazlar. Onlar, sıkıntıya düşmenizi istediler. Kesinlikle kinleri ağızlarından dışa vurmuştur. Göğüslerinde gizledikleri şeyler de daha büyüktür. Eğer siz, aklınızı kullanacaksanız, Biz, sizin için âyetleri kesinlikle açığa koymuşuzdur.

119. İşte siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler, siz kitabın hepsine inanırsınız, onlarsa sizinle buluştukları zaman “İnandık” derler. Başbaşa kaldıkları zaman da size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: “Kininizle ölün [geberin]!” Şüphesiz ki Allah göğüslerin özünü [gönülleri] en iyi bilendir.

120. Size bir iyilik dokunsa fenalarına gider ve eğer size bir kötülük isâbet etse onunla sevinirler. Ve eğer sabreder ve takvâlı davranırsanız, onların hileleri size hiç bir şeyce zarar vermez. Şüphesiz Allah onları kendi yaptıkları şeylerle kuşatmıştır.

100. âyette, Ey iman etmiş kimseler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir zümreye itaat ederseniz, imanınızdan sonra sizi kâfirler olarak döndürürler” denilmişti. Burada ise mü’minlere hayatlarında uymaları gereken temel ilkelerden birkaçı açıklanmaktadır. Burada iman etmemiş kimselerin [Yahûdi, Hristiyan, müşrik, münâfıkların] mü’minleri harcayabilecekleri, onları arkadan vurabilecekleri, hiç bir konuda onlara güvenmemeleri, sır vermemeleri, onların iyi görünmelerine aldanmamaları emredilmektedir. Buna gerekçe olarak da, Onlar, sıkıntıya düşmenizi istediler buyurularak, onların mü’minlerin iyiliğini asla istemedikleri beyân edilmiştir:

Şüphesiz Allah'ın âyetlerini inkâr eden, hakksız yere peygamberleri öldüren ve insanlardan hakkaniyeti emreden kimseleri öldüren kişiler; sen hemen bunları acıklı bir azapla müjdele! (Âl-i İmrân/21)

Ey iman etmiş kimseler! Eğer Benim yolumda cihad etmek ve Benim rızamı kazanmak için çıktınızsa, size hakktan gelen şeyleri inkâr ettikleri hâlde, onlara sevgi ulaştırarak; onlara sevgiyi gizleyerek Benim düşmanımı ve sizin düşmanınızı velîler edinmeyin. Onlar, Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Elçi'yi ve sizi çıkarıyorlar. Oysa Ben sizin gizlediğiniz şeyleri ve açığa vurduğunuz şeyleri en iyi bilenim. Ve sizden kim bunu yaparsa artık o, kesinlikle yolun ta ortasından sapmıştır. Eğer onlar sizi ele geçirirlerse, sizin için düşman olacaklardır, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatacaklardır. Ve onlar, “keşke inkâr etseniz” istemektedirler. Kıyâmet günü akrabalarınız ve çocuklarınız size asla fayda vermezler. O [Allah], aranızı ayırır. Ve Allah yaptıklarınızı en iyi görendir. (Mümtehine/1-3)

120. âyetteki, Ve eğer sabreder ve takvâlı davranırsanız, onların hileleri size hiç bir şeyce zarar vermez. Şüphesiz Allah onları kendi yaptıkları şeylerle kuşatmıştır ifadesiyle de, onlardan kurtulma yolları gösterilmiştir.

121. Ve hani sen, sabah erkenden mü’minleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ehlinden ayrılmıştın. –Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.–

122. O zaman sizden iki grup, Allah, kendilerinin velîsi olmasına rağmen bozulmaya yüz tutmuştu. –Artık inananlar, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler!–

123-127. Ve andolsun, sizler güçsüz iken, Allah, şükredesiniz diye size Bedir'de yardım etti: “Hani sen inananlara, “Rabbinizin, indirilen/hulûl ettirilen üç bin melekle size yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. Eğer sabrederseniz ve takvâlı davranırsanız, evet (sizi Rabbiniz destekler). Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size işaretlenmiş/eğiten/gönderilmiş beş bin melekle yardım eder. Ve Allah, bunu [yardımı] size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve bu yardım, sırf, O [Allah], küfretmiş olan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut onları perişan etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye azîz ve hakîm Allah katındandır.” Öyleyse Allah'a takvâlı davranın.

128. Bu işten sana hiç bir şey yoktur. O [Allah], ya onların tevbesini kabul eder yahut onlara azap eder. Artık, şüphesiz onlar zâlimlerdir.

129. Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Ve Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

120. âyette mü’minlere, Ve eğer sabreder ve takvâlı davranırsanız, onların hileleri size hiç bir şeyce zarar vermez. Şüphesiz Allah onları kendi yaptıkları şeylerle kuşatmıştır buyurulunca, bunun böyle olduğu gösterilmek için Uhud savaşı'na ve Uhud savaşı'nda cereyan eden olaylara, bu olaylar içerisinde de 123-127. âyetlerle Bedir'de yaşananlara dikkat çekilmiştir. Bedir ve Uhud'da bu vaad-i ilâhî gerçekleşmiştir.

Burada önce Enfâl sûresi'nde yer alan Bedir zaferi âyetlerini hatırlayalım:

Ve gerçek, açığa konduktan sonra, sanki göz göre, Rabbinin seni, gerçek ile evinden çıkardığı gibi –ki şüphesiz mü’minlerden bir kesim de kesinlikle hoşlanmıyorlardı– kendileri ölüme sürükleniyorlarmışçasına, gerçek hakkında seninle tartışıyorlardı. Ve hani Allah size iki tâifeden birinin kesinlikle sizin olacağını vaad ediyordu. Siz ise şanı ve şerefi olmayan şey kendinizin olsun istiyordunuz. Allah da, kelimeleriyle hakkı yerine oturtmak ve suçluların hoşuna gitmese de gerçeği ortaya çıkarmak ve bâtılı yok emek için kâfirlerin arkasını kesmek istiyordu. Hani siz Rabbinizden yardım diliyordunuz da O [Rabbiniz], “Şüphesiz Ben, işte ardarda bin melekle size yardım ediyorum” diye icâbet etmişti. Bunu da O [Allah], sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı. Ve yardım ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, azîz'dir, hakîm'dir. Hani O [Rabbiniz], yine Kendi katından bir güven olarak bir uyku sardırıyordu. Sizi kendisiyle temizlemek, şeytanın pisliğini/zararını sizden gidermek, yüreklerinize kuvvet vermek ve ayaklarınızı sağlam durdurmak için gökten üzerinize bir su indiriyordu. Ve hani, Rabbin meleklere vahyediyordu: “Şüphesiz Ben, sizinle beraberim, hadiyin inanmış kimselere sebat verin. Ben, küfretmiş kimselerin yüreğine korku salacağım, hemen boyunların üstüne vurun, onlardan tüm parmak uçlarına [eklemlerine] da!” İşte bu [kâfirlerin cezalandırılışı], Allah'a ve Elçisi'ne karşı gelmeleri nedeniyledir. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne karşı gelirse, bilsin ki Allah, azabı çok çetin olandır. (Enfâl/5-13)

Şimdi de ansiklopedik düzeyde Uhud savaşı'nı görelim:

UHUD SAVAŞI (H. 3/M. 625)

Uhud savaşı, Hicret'in üçüncü yılında Uhud dağı civarında müşriklerle yapılmış bir savaş olup Müslümanların târihinde çok önemli bir yeri vardır.

SAVAŞIN GEREKÇESİ: KİN ve ÖÇ ALMA

Bedir yenilgisi sonucunda Kureyş müşriklerinin öfkesi kabarmış, kin ve intikam duyguları artmıştı. Bedir'de yakınlarını kaybeden Mekke'nin yöneticisi Ebû Süfyân'ın karısı Utbe kızı Hind, “Muhammed'le arkadaşlarından öç almadıkça içim rahatlamayacak, Muhammed'le savaş yapmadıkça koku sürünmek bana haram olsun. Sevdiklerimin intikamının alındığını gözümle görmedikçe bana sevinmek yok!” diyordu. Ebû Süfyân ve yandaşları da aynı şekilde düşünmekteydiler. Ebû Süfyân'ın idaresinde Müslümanlardan kurtulan kervanın, Dâru'n-Nedve'de duran mallarıyla güçlü bir ordu kurma imkânlarına sahiptiler. Bedir'de ölenler yakınlarının intikamını almalıydılar. O nedenle Bedir'de yakınları öldürülenler karalar giyinmiş vaziyette kabileler arasında dolaşıyor, şairler mersiyeler söyleyerek müşrikleri savaşa teşvik ediyorlardı.

Müşriklerin ileri gelenleri, herkese katılma payını verdikten sonra geri kalan kâr ile güçlü bir ordu hazırlanmasına karar verdiler.

Târih kayıtlarına göre müşrik Kureyşliler Mekke dışındaki Arap kabilelerinin de katılımıyla hazırladıkları 3.000 kişilik orduda, 700 zırhlı, 200 süvari, 3.000 deve vardı. Aralarında, başta Ebû Süfyân'ın karısı Hind olduğu hâlde 14 tane de kadın vardı.

Durumu öğrenmesi (Mekke'deki amcası Abbâs'ın mektupla bilgilendirdiği nakledilir) üzerine Rasûlullah, keşifçiler gönderdi. Keşifçilerin getirdiği haberler kendisine ulaşan bilgilere aynen uyuyordu. Düşman büyük bir ordu hazırlamış ve Medîne'ye doğru ilerliyordu.

Bunun üzerine Rasûlullah, bir savaş meclisi kurarak meseleyi ayrıntılı olarak ashâbıyla görüştü. Rasûlullah, düşmanı şehrin dışında karşılamayıp şehri içerden savunmak görüşündeydi. Fakat, özellikle Bedir savaşı'na katılan gaziler hakkında nâzil olan övücü âyetlerin etkisinde kalan gençler, düşmanın dışarıda karşılanmasından yana idiler. Düşmanla bir meydan savaşı yapmak istiyorlardı.

Rasûlullah, ashâbın isteklerini kırmayarak düşmanı karşılamak üzere kılıcını kuşandı, zırhını giydi. Sözde inanmış görünenlerin reisi Abdullah b. Ubey b. Selül, şehrin içinde kalınıp savunma yapılmadığını bahane ederek 300 kişilik kuvvetini geri çekti. Müslümanları düşman karşısında güçsüz bırakmak istiyordu. Böylece Müslüman ordusunun mevcudu 1.000'den 700'e düşmüştü.

Müşrik Kureyş ordusu, Medîne'nin yegane açık sahası olan kısımdan içeriye sızarak karargâhını Uhud dağı'nın Medîne'ye bakan eteklerinde kurmuştu. Rasûlullah 700 Müslümanla Cumartesi sabahı Uhud dağı'na ulaştı. Sırtını dağa vererek karşıdaki çorak arazide yer tutan düşmana karşı saf tuttu. Düşmanın düşüncesi Müslüman ordusunu mağlup ettikten sonra şehri yağmalamaktı. Bunun için Medîne'nin yakınındaki Uhud önleri savaş sahası seçilmişti.

Rasûlullah Bedir'de olduğu gibi bu savaşta da İslâm ordusunu savaş düzenine göre yerli yerine yerleştirdi, düşmanın sızabileceği, kuşatma yapabileceği geçit ve gedikleri de okçularla korudu ve özellikle ordunun sol tarafındaki dağın vâdisini beklemek üzere Abdullah b. Cübeyr kumandası altında 50 kişilik okçu birliği bıraktı ve, “Düşman yense de, yenilse de kesinlikle yerlerinizden ayrılmayın” diye tembihte bulundu.

SAVAŞ BAŞLIYOR

11 Şevval 3 [27 Mart 625] Cumartesi günü savaş teke tek vuruşmalarla başladı; Ali, Hamza ve öteki İslâm savaşçıları hasımlarını öldürdüler. Sonra savaş kızıştı. Başta Rasûlullah'ın amcası Hamza olmak üzere savaşan tüm mü’minler, kükremiş arslan gibi düşmana kılıç sallayarak ilerliyor, hasımlarını kırıp geçiriyordu. Düşmanlar da olanca gayretleriyle kılıca sarılmalarına rağmen bozguna uğramaktan kendilerini kurtaramadılar. Tef çalarak müşrik askerlere moral veren düşman kadınları bile korku içinde dağ yamacına tırmanmaya, kaçmaya başladı.

Rasûlullah'ın almış olduğu askerî tedbirler ve uygulamış olduğu planlar sayesinde ilk safhada Müslümanlar gâlip geldiler.

DURUM DEĞİŞİYOR

Bununla beraber henüz kesin netice alınmış değildi; düşmanın hızlı bir şekilde takibi ve dönmeyeceği bir noktaya kadar kovalanması gerekiyordu.

Hâlbuki bu inceliği ve harp usulünün bu yönünü bir an unutarak gaflete düşen ve dünyalığa meyleden Müslümanlar, kılıçlarını bırakıp ganimet toplamaya koyulmuşlardı. Ordunun gerisindeki vâdiyi bekleyen 50 okçu da kumandanlarının ısrarlarına rağmen Rasûlullah'ın kesin emrini dikkate almayarak, “Kardeşlerimiz üstün geldi, biz niye bekleyelim” diyerek yerlerinden ayrıldılar, ganimet toplamaya giriştiler.

İşte bu sırada böyle bir anı gözetlemekte olan 200 kişilik düşman süvari birliği komutanı Hâlid b. Velîd az sayıdaki İslâm okçusunun kaldığı geçidi rahatça ele geçirerek İslâm ordusunu arkasından vurmaya başladı. Bunu gören müşrikler de geri döndüler ve yeniden hızlı bir saldırıya giriştiler. Böylece Müslümanlar iki ateş arasında kaldılar, üstünlüğü sağlamışken dünyalığa dalmaları ve Peygamber'in emrini çiğnemeleri yüzünden zor durumlara düştüler.

SAVAŞTAN BAZI SAHNELER: HAMZA ŞEHİD OLUYOR

İşte bu safhada Hazma, Ebû Süfyân'ın karısı Hind'in kölesi Vahşi tarafından mızrakla vurularak şehid edildi. Rasûlullah'ın Hicretten evvel Medîne'ye tayin ettiği ilk öğretmen Mus‘ab b. Umeyr de bu esnada şehid düşenler arasındaydı. Mus‘ab sima itibariyle Rasûlullah'a benzediğinden şehid düştüğünde, onu şehid eden kimse Rasûlullah'ı öldürdüğünü haykırıyordu. Bu durum Müslümanların daha da dağılmasına sebep oldu.

Kureyşli müşrikler bu savaşta o kadar vahşiyane şeyler yapmışlardı ki, târihte benzerine az rastlanır. Müslümanlar bu savaşta 70 şehid vermişlerdi. Düşmanlar özellikle de müşrik kadınlar şehid Müslümanların burunlarını ve kulaklarını kesiyorlardı. Ebû Süfyân'ın karısı Hind ve öteki bazı müşrik kadınları, Müslüman şehidlerin organlarından yaptıkları gerdanlıkları boyunlarına takmışlardı. Ayrıca Hind, Hamza'nın ciğerini çıkartarak çiğnemek iğrençliğini gösterebilmişti.

DURUM DEĞİŞİYOR: MÜ’MİNLER TOPLANIYOR

Kısa zaman sonra Rasûlullah'ın sağ olduğu anlaşıldı. Uhud dağı'nın hemen eteklerinde bulunan Rasûlullah'ın çevresi büyük çarpışmalara sahne oldu. Müslümanlar o'nun etrafında dönüyorlar, gerektiğinde kollarını, bacaklarını kalkan yerine kullanıyorlardı, Talha bu yolda kolunu kaybetmişti. Sa‘d b. Ebî Vakkas'a ise Rasûlullah ok veriyor ve, “Anam-babam fedâ olsun, at yâ Sa‘d” diyor; oklarının isâbet etmesi için Allah'a dua ediyordu.

Müşrikler Rasûlullah'ı öldürmek için hücum ettikçe, Müslümanlar o'nun çevresinde çoğalmış ve çetin bir savunma hattı kurmuşlardı. Düşman bu hattı yaramayacağını anlayınca geriye çekilmek durumunda kaldı ve böylece savaş üçüncü safhada denk bir duruma geldi. Ebû Süfyân karşı dağa, Rasûlullah da Uhud'a doğru tırmandı. Rasûlullah'ın dişi kırılmış, yanağı yarılmıştı. Kızı Fâtıma o'nu tedavi etti.

MÜŞRİKLERİN PLANINA, KARŞI PLAN

Uhud'dan ayrılan Ebû Süfyân bir süre sonra geri dönerek Medîne'ye saldırmak ve başladıkları işi tamamlamak isteğine kapılmıştı. Esasen böyle bir durumu, Rasûlullah tahmin etmiş, 70 şehid ve yaralıya rağmen savaşın hemen ertesi Pazar günü düşmanı takibe karar vermişti. Rasûlullah 70 kişilik süvari birliği ile 8 km. kadar müşrikleri takip etti. Sonra konaklayarak üç gün bekledi. Geceleri ateş yaktırarak düşmana savaştan yılmadıkları mesajını veriyordu. Müslüman olmadığı hâlde Müslümanların dostlarından olan Huzâa kabilesinden Mabed-i Huzâî, Rasûlullah'ı gördükten sonra Ebû Süfyân'a giderek, o'nun arkadaşlarıyla birlikte savaş için geldiklerini söylemiş, Ebû Süfyân da yeni bir vuruşmayı göze alamayarak Mekke'ye gitmiş ve Medîne'ye saldırmaktan vazgeçmişti.

UHUD SAVAŞI'NIN SONUCU

Müslümanlar, bu savaşta birinci safhada üstünlük sağlamışlar, gaflet ve dikkatsizlik neticesinde ikinci safhada ilâhî bir imtihana uğratılarak kendilerine mağlubiyet acısı tattırılmış, fakat üçüncü safhada durum denkleşmişken Rasûlullah'ın cesaretle takibi neticesinde düşman korkutulmuş ve üstünlük tekrar Müslümanlara geçmiştir.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla