Tekil Mesaj gösterimi
Alt 14. May 2010, 09:33 PM   #2
Barış
Uzman Üye
 
Barış - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 785
Tesekkür: 1.340
366 Mesajina 989 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
Barış is on a distinguished road
Standart

-: Bir anlamda tasnifleme metodu uygulanıyor diyebilir miyiz?

Servet Somuncuoğlu: Tabiî ki. Tasnif, tahlil ve karşılatırma yöntemi. Sosyal bilimlerin kimyası da budur, yani en temel yaklaşım yöntemi saydığım bu üçlü süreçtir.


- Kaya resimleri üzerindeki çizimler için aynı zamanda Türk entelektüel zekasının bir ifadesidir diyebilir miyiz?

Servet Somuncuoğlu: Bir çok yerde biz yazıyla tanıştık. Entelektüelliğin insan gelişim süreci açısından baktığımızda, yazı, insan için bir zirvedir. Bir harfin arkasında belki yüz binlerce kaya resmi, ikon, damga çizimi vardır.

Bütün kaya resmi alanlarında Türkçe dışında hiç bir yazıyla karşılaşmadık. Yaklaşık 100 ayrı kaya resmi alanının 60 veya daha fazlasında bizim Orhun Abidelerini yazdığımız yazı vardı. Bu yazının da oluşum süreci var tabii.

Peki bunu nereye kadar götürebiliriz?

İyimser, akılcı ve afaki olmayan bir şekilde bakarak, M.Ö. 5000 – 6000’lere götürmek mümkün.

Ortak mülkiyetten bireysel mülkiyete geçişte damgaların oluşmasıyla ses değerleri, harfler oluşuyor. Bu çok önemli bir süreç. Damganın ne zaman oluştuğu sorusu hala meçhul sayılır. Anadolu’daki yapılan çalışmalarda M.Ö 10000 ‘de falan bireysel mülkiyete geçildiği söyleniyor. Demek ki, günümüzden 12000 yıl öncesini düşünmek zorundayız. Kaya resimlerinde, ortak mülkiyetten bireysel mülkiyete ya da boy mülkiyetine geçilmesi, kritik nokta… Orada damgalar oluşuyor. Bu damgaların oluşması belki MÖ 10 bin ile MÖ 5 bin arasında, 5000 yıllık bir periyotta devam ediyor.

Damgalar, aynı zamanda ses değerleridir. İşte budur Türk entelektüel zekasının tanımlanması. Çünkü, o damgalar, Altay Dağlarında 10000 yıl önce oluşmaya başlıyor ve o damga bugün Anadolu’da karşımıza çıkıyor.

Bakın, Dağ keçisini, kuşu, geyiği dünyanın her yerinde herkes çizebilir. Yaşam kaynaklarına saygı duyulur. Mesela, Türklerde su kirletilmez. Biz de hala Anadolu’nun birçok yerinde hala geyik kutsal sayılır. Bu nedir?
Geçmiş dönemde onunla beslenmiş ama ihtiyacı yoktur artık geyikle beslenmeye ama onun için o kutsallığı izafe etmiştir. Nasıl ki, bugün İslam dininin kutsalları var. İşte, hurma. Bir totem tarzı değildir ama bir kutsallığı vardır. Hoş mistik duygular uyandırır içimizde. İşte, o dönem için de böyle düşünmek lazımdır. Yaşam kaynaklarını çizebilir herkes ama aynı damgayı çizemez, esas kilit noktalardan biri de budur. Aynı dağ keçisi çizimine dünyanın çok farklı coğrafyalarında rastlayabilirsiniz ama aynı damgaya rastlayamazsınız.
Sonuç olarak o damga, Türk entelektüel zekasının bir ifadesidir.

Nereden kaynaklanmıştır?

Coğrafyadan kaynaklanmıştır, yaşam tarzından kaynaklanmıştır, Türklerin hayvancılığa dayalı ekonomisinden, kutsal törenlerinden kaynaklanmıştır.
Şimdi, Nil vadisinde tarım yapan toplumun damgaya ihtiyacı yoktur. Torpark işlediği için onun orada ölçüm, ağırlık kavramına ihtiyacı vardır. Dolayısıyla başka toplumlarda damga olayına rastlamıyoruz. Zaten diğer toplumlara damga bizden geçmiştir.

Kısacası, kaya resimlerinin bulunduğu alanlarında Hint- Aryan’dır iddialarını çürütecek binlerce görüntü var elimizde. Bunlar Avrasya coğrafyasındaki alanlar, Türk’tür ya da Türklerin kültür ihracatıdır. Yani, çok büyük bir siyasi teşekkülden bahsedebiliriz. Coğrafya olarak bugünkü Kore’den başlayıp Karpatlara kadar gelen bir hakimiyet alanından bahsedebiliriz. Tabii ki bu kadar büyük bir devlet ya da büyük bir coğrafyaya siyasi teşekküllünün kurgusunu, kültürünü ihraç edecektir.

Orhun yazıtları taşlar üzerindeki yazıların ön sözü değil son sözüdür


- Medeniyetimizi “yersiz yurtsuz” göçebe yaşam tarzına indirgemeye çalışanlara, bu çalışmalarınız nasıl bir cevap vermiştir?

Servet Somuncuoğlu: Herşeyden önce Türkler göçebe bir millet değildir. göç eden bir millettir. Bu göçün temel dinamiğini de şöyle kurgulamak lazım: Türklerin göçebeliği dolma- taşmadır.

Altay Dağlarındaki Türk hayatı 1000-1500 arasındaki platolarda yaşanıyor. Bu platoların etrafı 3000- 3500 rakımdaki dağlarla çevrilidir. Burada doğal kaleler de diyebiliriz. Doğal olarak buradaki yaşam tarzıyla Nil kıyısındaki yaşam tarzı farklıdır. Nil kıyısındaki insan bir kere doğal tehditlere açıktır.
Neye açıktır?
Vebaya açıktır, sıtmaya açıktır, vs…

O nedenle burada çok fazla üremesi mümkün değildir. Ama Altay Dağlarında mikrobik tehdit altında değilsin, ayrıca vahşi hayvanların da tehdidi altında değilsin. Nüfusun artması çok hızlı oluyor, sürekli taşıyor, sürekli doluyor. Bir yaşam alanı dolduğunda göçler olmaya başlıyor bu göçler de bir domino taşı etkisiyle sürekli tetikliyor yandaki çanağa taşıyor yandaki çanak yandaki çanağa ve Türk tarihinde göç oluşuyor. Yani, Türklerde göç kendi medeniyet kurgusunun bir ürünüdür.


- Türklerde göç meselesini de bir anlamda ihtiyaçlardan doğan icatlar şeklinde yorumlayabilir miyiz?

Servet Somuncuoğlu: Tabi. Mesela, göç edebilmek için tekerleği bulmuştur ve tekerleğin icadı Dünya tarihinde müthiş bir şeydir. İşte göç edebilmek için o tekerleği buluyor ve biz kaya resmi alanlarında araba çizimlerine rastlıyoruz.
Sıkışma dediğimiz olay gerçekleştiğinde; otlaklar yetmiyor, insan sayısı artıyor, hayvan sayısı artıyor.

Neticede, diyelim ki, 500 km’lik bir çanak düşünün bir plato düşünün. Örneğin, Erzurum ovası gibi. Buranın bir yaşam kapasitesi vardır. Bu kapasite dolduğunda mecburen ya taşacak ya da otlak savaşları olacaktır. Savaşlarda çok fazladır. Prof. Dr. Ahmet Taşağıl Hocanın “Çin Kaynaklarına Göre Eski Türk Boyları” kitabına baktığınızda da boylar arasındaki çatışmaları çok net olarak görürsünüz. Yani, göç etmeyen kendi kendisiyle çatışmıştır.

Göçleri bir de şöyle bir tarafı vardır: Göçler, yatay ve dikey olarak gelişmiştir. Yani tek yönlü bir göç yoktur. Doğuya, batıya, kuzeye, güneye dört bir tarafa devam etmiştir. Göçlerde, geriye dönüşler, tekrar tekrar gidişler de olmuştur. Yani kültür sürekli harmanlanmıştır. Bunu çok net görülmüştür. Bir de Türkler, Altay Dağları’na hep özlem duymuştur. Bu özlemi de ifade etmiştir. Mesela, Moğollar bizim kültürel kardeşimizdir. Cengiz Han’ın batıya gönderdiği oğullarında biri, Cengiz Han’la müthiş tartışmalar yaşamıştır. Babasına diyor ki, “Sen beni buralarda bırakamazsın, ben öldüğümde Altay Dağlarına gömülmek istiyorum.” Yani, dağlara gömülmek istiyor, Anıt mezarlar alanlarına.
Anıt mezar alanlarına gelince de şunu görüyoruz: Mesela, Hakasya’da 300 dönümlük 500 dönümlük mezarlıklar var aynı şekilde Tuva’da, Erzin’de yüzlerce Anıt mezar var. Bu mezarlar tabii halktan kimselere yapılmıyor. Toplumsal saygınlık kazanmış şahsiyetlere, devlet adamlarına, komutanlara yapılıyor. Oysa, bugün Türkler için yapılan “göçebe” yaklaşımına göre, öleni öldüğü yere gömüp gitme gibi bir tanımlama var. Maksatlı ve küçük gören bir yaklaşım bu. Ben fotoğraf çalışması yaptığım bölgelerden geçerken yüzlerce binlerce mezara rastladım. Göçebenin hiç bu kadar çok mezarı, anıt mezarları olur mu? İşte bu anıt mezar alanlarına dikilen mezar taşlarında damgalar var. Bu damgalar bir müddet sonra yazıya dönüşecektir. Daha sonra müzeler de gördük. İşte, bu bir süreçtir, sürekliliktir.

Sonuç itibariyle, Türkler, göçebe değil göç eden bir millettir. Coğrafi şartlar ve koşullar sonucu göç etmiştir. Eğer Türkler göçebe bir millet olsaydı bugün biz Asya’da Türkçeyi de bulamazdık, Türk kültür kodlarını da bulamazdık.


- Prof. A. Toynbee’ye göre tarih merakı sadece “entelektüel bir araştırma olmayıp” insanlarda daha başka duygularda uyandırır; bunlardan biri de “huşu duygusudur.” Siz de Tanrı Dağlarına ulaştığınızda nasıl bir duygu içindeydiniz?

Servet Somuncuoğlu: O huşu duygusu şöyle oldu ben de: Saymalı Taş’a ilk çıktığımda namaz kıldım. Orada inanç ve Allah’ı hissediyorsunuz. Orada içinizde bir ibadet etme duygusu yaşanıyor. Bu, mistik tarafıydı. Diğer bir duygu ise, dağların heybeti karşısında siz hiçbir şey değilsiniz. Doğa karşısında o kadar küçüksün ki. Bunlara rağmen Allah sana yaşama şansı verdiği için yine şükran duyuyorsun. Bir de, tabii Tarihe dokunuyorsunuz bunun ayrıca heyecanını yaşıyorsunuz.

- Sonuçta Mete Han’ın geçtiği yollardan geçme .şansına sahip insanlardan biri olmuş oluyorsunuz. Bu özel durum, mutlaka sizde büyük heyecan yaratmış olmalı.

Servet Somuncuoğlu: Moğolistan Bayan Ülgey’de, yanımdaki Kazak rehber dedi ki, “Cengiz Han burada Kerayitleri ve Merkitleri yendi.” Bu beni çok heyecanlandırdı. Sanki tarihe dokunuyor, her şeyi yeni baştan yaşıyorsunuz. Ben Moğolları, belli bir dönemden sonra Türk tarihi içinde değerlendirmek gerektiğine inanıyorum. Moğolistan’da Mandıl Hayrhan dağlarında, “Üç Tepsi Dağı” demek, 2300 rakımdaki dağın zirvesi tepsi gibi dümdüz. İşte orada, dağın üzerindesiniz ve masmavi gökyüzünün içinde bembeyaz bulutlar üzerinizden akıp gidiyor. Orada da içinizden ibadet duygusu geçiyor.
Benim, bugünkü bilincimin “bilinçaltı” oralarda yaşıyor. Yani, bir Türk olarak bilinçaltım orada. Yani, binlerce yıl önce yaşamış Atalarımın bilinci bugün benim bilinçaltımı oluşturuyor. Bir de bu duyguyu ve çözümlemeyi çok net yaşıyorsunuz.


- Eski tecrübelerin bugüne ve geleceğe ışık tuttuğunu; yeni gelişmelere istikamet verdiğini göz önünde bulundurduğumuzda sizce çalışmalarınız çağdaş değerlerin yorumlanmasında ne tür katkılar sağlayacaktır?

Servet Somuncuoğlu: Bir kere Türk sanatı açısından bu alanların çok büyük katkısı olacaktır. Bizim görüp yaşadıklarımızı, Ressamlarımıza, Tiyatrocularımıza anlatmamız onlarda müthiş bir esin kaynağı yaratacaktır.

Bir de şu var. milletleri var eden: milli güven duygusudur. Biri çıkıyor, “Türkiye’nin Etnik Yapısı” diye bir kitap yazıyor, sizi yüzlerce millete bölüyor. Böylece sizin milli güven duygunuzu yok ediyor. O zaman çalışmalarımızla bu gibi adamlara çok net cevaplar vermiş olacağız.
Türklerin Anadolu’ya gelişi konusunda da bu çalışmalarımız, genel yargıları silecektir. Şu gerçektir: Anadolu’ya, 1071 öncesinde Kumanlar, Kıpçaklar, Hunlar gibi bütün Türk boyları dönem dönem gelmiştir. Bence, Oğuz Türkleri 1071’e geldiğinde Anadolu’nun yarısı Türkçe konuşuyordu.

Anadolu Türk Tarihini Müslüman Türk tarihi olarak yorumladığınızda 1071’dir ama Türk tarihi olarak yorumladığınız da ise bu tarihi çok eskilere götürmek zorundayız. Tarihsel gerçeklik ve bilim de bunu istiyor bizden. Anadolu Türk Tarihi yeniden yazılmalıdır.

“Atlas” dergisinin 2009 Nisan sayısında yayınlanan bir konum var. Ankara Güdül’de Salihlerobası Köyü’nde M.S. 5.yy’a tarihlenebilecek Kurgan Anıt Türk mezarı bulduk.

Sonuç olarak kaya resimleri çalışmaları, modern değerlerin yorumlanmasında, geleceğin kurgulanması ve güven duygusunun tazelenmesi konusunda çok büyük önem taşır.

Tarih kitaplarımızı açtığımızda, ilk Orhun yazıtlarını görürüz. Halbuki, Orhun yazıtları taşlar üzerindeki yazıların ön sözü değil son sözüdür. Ama yıllarca bize önsöz gibi takdim edilmiştir.

- Muhakkak ki, çalışmalarınızın Tarihsel, arkeolojik, sosyolojik olarak çok boyutlu incelenmesi ve disiplinli bir çalışmayla sistematik olarak ortaya konması gerekiyor. Şu an için bu doğrultuda atılmış adımlar var mı?

Servet Somuncuoğlu: Biz bunun için de gerekli ilk adımları attık. “Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler” kitabımızda bu alanlardan çekilmiş 1470 resim bulunuyor. Bu 1470 fotoğrafı bilim adamlarının emrine verdik. Bütün bilim adamları çalışmaların da bu fotoğrafları kaynak göstererek kullanabilirler dedik. Burada kendi adımıza, gerekli adımımızı atmış olduk. Ama tabii bir sonraki adım nedir?

Kurumsal çalışmalardır. Biz sadece bunun ilk adımını atmış olduk. Tek koşulumuz bu resimlerin bir reklam filminde kullanılmamasıydı. Ama bir bilim adamı oradan istediği kadar fotoğrafı alıp makalesinde ve kitaplarında kullanabilme serbestliği tanıdık. Şunu da ekleyeyim, benim elimdeki bütün fotoğrafları isteyen her bilim adamına hiçbir ücret talep etmeden veriyorum. Bugün bunun maddi karşılığı çok yüksek bir meblağdır. Ama biz çalışmayı başından beri “sivil insiyatif” olarak yürüttük. O yüzden ben bu fotoğraflara benim malım olarak bakmadım. “Kız kulesinin” fotoğrafını çekerim size vermem. Ama kaya resimleri için böyle bir şey benim için söz konusu bile olamaz.

Kaya resimleri artık bu millete mal olmuştur ve bu milletin malıdır.

Kaya resimleri çok kişi tarafından anlatılacaktır, çizilecektir, yazılacaktır ki değer bulsun, tarihin gerçekleri ortaya çıksın.


- Bundan sonraki süreçte Türklerin tarih boyunca kullandığı bütün göç yollarını takip etmeyi düşünüyor musunuz?

Servet Somuncuoğlu: Tarih içinde Türklerin göç yollarını biz kısmen takip ettik. Bu süreç nasıl devam edecek? Biz Orta Asya’da çalıştık süreçte hangi ülkeler var? Özbekistan, Türkmenistan, Afganistan, Tacikistan var. Sonra İran, Irak, Suriye, Filistin coğrafyasında çalışılacağız. Daha sonra Doğu Avrupa’ya döneceğiz yani Bulgaristan, Romanya Makedonya, Bosna- Hersek, Kosova, Macaristan, Ukrayna’dan dönüp Kırım’a kadar çıkan saha çalışması olacak. En sonunda Kafkasları çalışarak Türk tarihinin antik dönem görsel belgelerini ortaya koymayı hedefliyoruz. Bu da tahminen beş yıllık bir döneme yayılacaktır…
__________________
Kimse kimsenin yargıcı değil, olmamalı da zaten..Herkes kendi üzerinde gözetmen ve yargıç olsun..Kendimizi rahatsız edelim, dünyamız değişsin...Belki o zaman huzuru bulmuş benliğimiz başkalarına kendiliğinden ışık saçar../Elif.
Barış isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Barış Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
hiiic (10. January 2011), kamer (15. May 2010)