1. October 2008, 06:49 AM | #1 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17 |
Hz. Peygamber’in kızları
HZ. PEYGAMBER’İN KIZLARI
Hz. FÂTIMA İslam tarihinin en büyük kadını ve Peygamberimizin en sevgili kızı Hz. Fâtıma, bu eserin en hacimli bölümü olarak ilk baskıda yer almıştı. Ancak Hz. Fâtıma’nın ayrı bir eser olarak yayınlanması yolundaki yoğun ısrarlar bizi Hz. Fâtıma ile ilgili bölümü biraz daha genişleterek ayrı bir kitap yapmaya mecbur bıraktı. Şimdi biz burada Hz. Fâtıma’yı anlatmaya hiç girmiyor, “Ehlibeyt’in Annesi HAZRETİ FÂTIMA” (Yeni Boyut Yayınları, İstanbul, 1996) adlı eserimize yollama yapmak istiyoruz. Kısa bir özet verilmesi düşünülebilirdi. O konuda da şunları söyleyeceğiz: Hz. Fâtıma’nın birkaç paragraflık veya birkaç sayfalık bir yazı ile anlatılmasının mümkün olmadığını tüm Ehlibeyt bağlıları bilir. Bu yüzden biz Hz. Fâtıma’nın örnek hayatını ve yüce kişiliğini tanımak isteyenlerden, adı geçen eserimizi okumalarını rica edeceğiz. Ehlibeyt’in Annesi’ne ve onları sevenlere selam olsun!
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar... Konu EVVAB_İNSAN tarafından (10. October 2008 Saat 10:27 AM ) değiştirilmiştir. |
1. October 2008, 06:51 AM | #2 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17 |
PEYGAMBER KIZI ZEYNEP
Hz. Peygamber’in kız çocuklarının en büyüğü, Zeynep’tir. Bütün çocukları dikkate aldığımızda ise Zeynep en büyük çocuk olan Kâsım’dan sonra yer almaktadır. Zeynep hakkında ayrıntılı bilgilere sahip değiliz. Kaynaklar onunla ilgili bilgilere, seçkin bir Mekkeli olan kocası hakkında bilgi verirken değinmektedir. Zeynep, Ebu’l-As b. Rebî’le evlendi ve Ümâme adlı bir kızla Ali adında bir erkek çocuk doğurdu. Bu Ali, çocuk yaşta öldü. Ümame ise Fâtıma’nın vefatından sonra Hz. Ali ile evlenecek, Ali’nin şehadeti üzerine de büyük dedesi Abdülmutalip’in torunlarından Muğîre b. Nevfel b. Hâris’le hayatını birleştirilecektir. (İbn İshak. 339-340)n Zeynep’in hayatının en ilginç olayları Hicret sırasında ve bir de kocası Ebu’l-As’ın Müslümanlığa geçişi münasebetleriyle sergilenmiştir. Şimdi bunları görelim. Medine’ye hicret sırasında insanlık tarihinin en büyük olaylarından biri sergilendi ve Medine, Mekkeli mümin muhacirlere “yurt ve iman evi” oluverdi. Allah Resûlü artık, Mekke’de bıraktığı kızlarını da Medine’ye getirmek istiyordu. Peygamber yavrularından Rukıyye, daha önceki Habeşistan’a hicret sırasında kocası Osman b. Affan ile hicret etmişti. Mekke’de Fâtıma, Ümmü Gülsüm, Zeynep, bir de Peygamberimizin zevcesi Sevde binti Zem’a kalmıştı. Bir rivayete göre Fâtıma, Hz.Peygamber’in ardından, Ali ile birlikte hicret etmiştir. (Yakûbî. 2/41) Fakat çoğunluğun benimsediği görüş şudur: Allah Elçisi Medine’den, Zeyd b. Hârise ile Ebû Râfi’ adlı sahabileri, ailesinden geri kalanları getirmek üzere Mekke’ye gönderdi. Görevlilere iki deve ve masrafları karşılamaları için 500 dirhem gümüş para verildi. Zeyd’le Ebû Râfi’ Mekke’ye geldiler. Ne var ki, Resûl kızı Zeynep o sırada Müslümanlığı kabul etmemiş bulunan kocası Ebu’l-As b. Rebî’nin engellemesiyle karşılaştı ve Mekke’de kaldı. Diğer hane halkı hazırlandılar. Medine’ye doğru yola çıkacak kafileye, Zeyd b. Harise’nin karısı Ümmü Eymen Bereketü’l-Habeşiyye, oğlu Üsâme, Hz. Ebu Bekir’in oğlu Abdullah da katıldı. (İbn Sa’d. 1/237 vd.) Kafile, Mekke’yi tam terk etmişti ki kendilerini izleyen azılı müşrik Huveyris b. Nukayr’ın saldırısına uğradı. Saldırı bertaraf edildi, fakat devesi ürken Fâtıma yere düşüp incindiği için çok acı çekti. Saldırıyı yapan Huveyris, Hz. Peygamber’e eziyet etmekten zevk alan hummalı bir İslam düşmanıydı. Onun yaptıkları, yıllarca unutulmadı ve bu adam Mekke fethinde Hz. Ali tarafından öldürüldü. (Bintü’ş-Şâtî, 586-587) Bir süre sonra kafile Medine’deydi… Artık, Fâtıma, hayatının kalan kısmını tamamlayacağı Medine’ye gelmiş, babasının yanında yerini almıştı. Zeynep’in, İslamiyet’in zuhurundan önce evlenmiş bulunduğu kocası Ebu’l-As b. Rebî, Mekke’nin en asil ailelerinden birinin çocuğu ve Hatîce Vâlide’nin yeğeniydi. Hz. Peygamber’in, kızı Zeynep’i ona vermesi de Hatîce’nin isteğiyle olmuştu. Allah Resûlü’nün tevhit bayrağını açması üzerine bütün hane halkı Müslümanlığı kabul etmiş, yüce Peygamber’in damadı olmasına rağmen Ebu’l-As putperestliğine devam edeceğini bildirmişti. Bu itibarlı ve zengin adamın müşrik olarak kalması Mekke ileri gelenleri sevindirmişti. Öyle ki bir heyet halinde ona giderek memnuniyetlerini bildirirken şu teklifi yapmayı da ihmal etmediler: “Muhammed’in kızını boşa, sana Mekke eşrafından kimin kızını istersen alalım.” Ebu’l-As onları dinledikten sonra şu asil cevabı vermekte gecikmedi: “Ben böyle bir şeyi asla yapmam. Karımı çok seviyorum, onun yerine hiçbir kadını koymam. İsteğinizi reddediyorum.” Büyük tarihçi İbn Hişâm, Ebu’l-As’ın bu tavrının Allah Resulü tarafından takdirle karşılanıp övüldüğünü kaydeder. Zeynep’in hicretine izin vermeyen Ebu’l-As, hicretten sonra Müslümanlarla müşrikler arasında meydana gelen ilk harpte, Bedir harbinde, çarpışmaya putperestler safında iştirak etti ve Müslümanların zaferi ile sonuçlanan bu savaş sonunda esir düştü. Haberi alan Zeynep, gereken fidyeyi vererek kocasını kurtarmak için Medine’ye adam gönderdi. Fidye, Allah Resûlü’nün önüne getirildiğinde o, aniden hüzünlendi ve gözyaşlarını tutamadı. Çünkü fidye olarak gönderilen mücevher, Hz. Hatîce’nin, kızı Zeynep’e evlilik hediyesi olarak verdiği gerdanlıktı. Allah Elçisi ashabına dönerek dedi ki: “”Bu fidyeyi almak sizin hakkınızdır, fakat ben sizden rica etsem, Ebu’l-As’ı fidye almadan serbest bırakır mısınız?” Ashab bunu severek kabul etti ve Ebu’l-As serbest bırakılarak gerdanlıkla birlikte Mekke’ye gönderildi. Resûl, ondan, Zeynep’i Medine’ye göndermesi hususunda söz almayı da unutmadı. Ebu’l-As, gerek karısının davranışından, gerekse muazzez kayınpederinin alakasından çok duygulanmıştı. Sözünde durdu ve Mekke’ye döndüğünde Zeynep’e istediği an, babasının yanına, Medine’ye gidebileceğini söyledi. Zaten, Allah Resûlü de, Ebu’l-As’ın hemen ardından Zeyd b. Hârise ve iki arkadaşını, Zeynep’i getirmeleri için Mekke’ye doğru yola çıkarmıştı. Zeynep hazırlanmaya başladı. Durumu fark eden Ebu Süfyan’ın karısı Hind, Zeynep’i vazgeçirmek için seferber oldu, fakat Zeynep ona ümit verici bir tavır içine girmedi. Nihayet, Zeyd b. Hârise Mekke’ye ulaştı ve hazırlanan Zeynep’i alarak yola çıktılar. Ne var ki, Hind yapacağını yapmış, Mekkelileri kandırmıştı. Yolcular Mekke’den henüz birkaç kilometre ayrılmışlardı ki bir grup putperestin saldırısına uğradılar. Zeynep karşı koymak istediyse de Hebbâr adlı bir Mekkelinin darbesiyle devesinden düşürüldü ve karnında taşımakta olduğu çocuğunu kaybetti. İlave edelim ki, Zeynep’in o düşüş sırasında geçirdiği sarsıntı ve tutulduğu rahatsızlık, birkaç yıl sonra onun ölümüne yol açacaktır. Gerisin geri Mekke’ye döner Zeynep. Ebu Süfyan, karısı Hind’in sebep olduğu bu facianın, yüzüne çaldığı lekeyi temizlemek için olacak, Zeynep’i hazırladı ve bir plan üzre Mekke’den kaçırmaya muvaffak oldu. Hind ise, Muhammed Mustafa ve kızı Zeynep’i sevindirecek bu olaydan duyduğu ıstırap ve nefreti, Mekke sokaklarında şiirler söyleyerek dile getirdi. Zeynep, Medine’de Peygamber babasının yanında mutlu ve huzurlu oturmaya başladı. Hicretin 6. yılındadır ki Zeynep’in hayatında değişiklik yapan şu olay meydana geldi: Ebu’l-As, bir ticaret kervanının başında Medine civarından geçerken, harp halinde bulundukları Müslüman cengâverlerin hücumuna uğradı. Kervan mallarına Müslümanlarca el koyuldu. Ebu’l-As canın kurtarmakla kalmadı, bir yolunu bulup Medine’ye girdi ve Zeynep’le buluşmayı başardı. Zeynep, henüz nikâhında bulunduğu bu adamı emânına almakla beraber ona yabancı bir erkek muamelesi yapmayı da ihmal etmedi. Hz. Peygamber, Z eynep’in verdiği emânı kabul etti, fakat kızına şu emri vermekte de gecikmedi: “Kızım, Allah, Müslüman kadınların müşrik erkeklerle temasını yasaklamıştır. Nikâhlın da olsa, Ebu’l-As’a yaklaşma.” Bütün bunlardan sonra Resûlullah, ashabına hitap ederek buyurdu ki: “Sizler el koyduğunuz kervan mallarının sahibisiniz. O mallar, sizin en tabii hakkınız olan ganimetlerdir. Ancak ben rica edersem kendi rızanızla o malları eski sahibine verme cömertliğini gösterir misiniz? Onlar da hepsi bir ağızdan “memnuniyetle” diye cevap verdiler ve kervan mallarından ellerine geçen her şeyi Allah Elçisi’nin önüne yığdılar. İbn Hişâm, olayın bu noktasında şunu da kaydediyor: “Eline bu kervandan kırık bir kova geçmiş olan bile onu getirip iade etti.” Mallar ortaya yığıldı ve Ebu’l-As’a, mallarıyla birlikte Mekke’ye dönmekte serbest olduğu bildirildi. Tam bu noktada Ebu’l-As, yaradılışında gerçek bir temizliğin yatmakta olduğunu belgeleyen şu davranışı gösterdi: Ashaba hitaben dedi ki: “Sizler benim bütün mallarımı getirip bana teslim ettiniz, hür olduğumu da bildirdiniz. Artık rahatça gidebilirim. Hiçbir maddî kaybım da yok. Fakat ben böyle yapmıyor, işte huzurunuzda Kelime-i Şehadet getirerek Müslümlanlığımı ilan ediyorum. Bunu az önce yapsaydım, malları almak için bir bahane olarak düşünülebilirdi ve beni küçük düşürürdü.” Bu konuşma herkesi ve özellikle Zeynep’i çok memnun etti. Hz. Peygamber kızını derhal çağırıp şu emri verdi: “Artık yeni nikâh merasimine lüzum kalmadan, kocana teslim olabilirsin.” Ebu’l-As kervan mallarını teslim için Mekke’ye girdiğinde haberi duymuş olan müşrikler: “Sen şimdi bize mallarımızı vermemeye kalkarsın!” diye konuşmaya başladılar. Ebu’l-As onlara şöyle dedi: “Korkmayın, Müslümanlığımı emanete hıyanetle başlatacak değilim.” Ve malları sahiplerine teslim etti. (İbn Hişâm, 1/253-259; İbn Sa’d, 8/30-36) Ebu’l-As’ın, Hz. Zeynep’e çok derin bir sevgi ve saygıyla bağlı olduğu anlaşılıyor. Ayrı kaldıkları süre boyunca hep Zeynep’i anmış, onun aşk ve hatırasını mukaddes bir emanet gibi saklamıştır. Kaynaklar, asil bir tüccar olan Ebu’l-As’ın, ticarî yolculuklarında hanımı Zeynep için içli hasret şiirleri terennüm ettiğini, fakat karısının “Emin” diye ün yapmış bir baba yanında bulunması sebebiyle de huzur içinde olduğunu ifadeden geri kalmamışlardır. Nihayet, bu temiz yaradılışlı insan, sabrının ve sadakatinin mükâfatını görerek hem eşine hem de İslam’a kavuştu. (İbn Seyyidinnâs, Uyûnu’l-Eser, 2/290)
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar... Konu EVVAB_İNSAN tarafından (10. October 2008 Saat 10:26 AM ) değiştirilmiştir. |
1. October 2008, 06:51 AM | #3 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17 |
PEYGAMBER KIZI RUKIYYE
Hz. Peygamber’in ikinci kızıdır. Hayatı hakkında bilgilerimiz çok azdır. Rukıyye, önce, Ebu Leheb’in oğlu ile, ondan ayrıldıktan sonra da yine zengin bir zat olan Osman b. Affan ile evlenmişti. Bu evliliklerden ilkinin, İslam’dan önceki devirde olduğu kuşkusuzdur. İslam’ın gelişi üzerine Peygamber’in kızını boşaması kendisine teklif edildiğinde Ebu Leheb’in oğlu Utbe hiç tereddüt etmeden Rukıyye’yi boşamış ve kendisine vaat edilen putperest hanımla evlenmişti. PEYGAMBER KIZI ÜMMÜ GÜLSÜM Hz. Peygamber’in üçüncü kızıdır. Diğer kardeşleri gibi o da Hatîce Anne’den dünyaya gelmiştir. Ümmü Gülsüm de ablası Rukıyye gibi, İslam’dan önce, Ebu Leheb’in evine gelin gitmişti. Kocası, Ebu Leheb’in bir diğer oğlu olan Uteybe idi. İ slam’ın gelişi üzerine, kayınpeder Ebu Leheb ve karısı Ümmü Cemil oğullarına yeni dinin peygamberinin kızını evlerinde tutamayacaklarını söylediler ve Uteybe, tıpkı kardeşi Utbe gibi, karısını boşadı. Hicrî 3 yılında Osman b. Affan’ın eşi olan Peygamber kızı Rukıyye öldü ve Osman, Ümmü Gülsüm’ü nikâhladı. Ümmü Gülsüm çocuk doğurmadı ve h. 9’da öldü. (Ümmü Gülsüm için bk. İbn Esîr; Üsd, 7/384) (ASRISAADET’İN BÜYÜK KADINLARI” PROF. DR. YAŞAR NURİ ÖZTÜRK)
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar... Konu EVVAB_İNSAN tarafından (10. October 2008 Saat 10:23 AM ) değiştirilmiştir. |
13. October 2008, 08:58 AM | #4 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 785
Tesekkür: 1.340
366 Mesajina 989 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17 |
HZ. FATIMA
Hz. Fâtıma, Hicret’ten 11 yıl önce, Cemaziyelahir’in 20. gününde, Mekke’de dünyaya gelmişlerdir. Hz. Fâtıma; Hz.Peygamber’in, Hz.Hatice’tül Kübra’dan doğan ikisi erkek, dördü kız olan çocuklarından, hayatta kalan tek kızlarıdır. Diğer evlâtları, kendi zamanlarında genç yaşlarda âhiret âlemine göç etmişlerdir. Bu nedenle Hz.Peygamber’in nesli, Hz.Fâtıma’tüz Zehrâ’dan yürümüştür. Hz.Peygamber’de bu konu da şöyle buyurmuşlardır: “Gerçekten de Allah her Peygamber’in soyunu o Peygamber’den yürüttü; benim soyumu ise Ebû Tâlib oğlu Ali’den izhâr etti” Hz.Fâtıma’nın künyeleri; Ümm’ül Hasan, Ümm’ül Hüseyin ve Ümm’ül Muhsin’dir. Mübarek lâkabları ise; Sıddıyka (Gerçekleyen, özü-sözü tam gerçek olan), Mübâreke (Kutlanmış, kutlu olmuş), Tâhire (Tertemiz), Zekiyye (Arınmış), Râdıyye (Allah’tan râzı olmuş), Mardıyye (Allah râzılığını kazanmış), Muhaddise (Allah ilhâmiyle söz söyleyen), Betül (Arınmış), Zehrâ (Parıl parıl parlayan), Seyyide (Kadri yüce ve ulu) ve Meryem’ül Kübra’dır (Ulu Meryem). Hz.Fâtıma söz ve söyleyiş bakımından, Hz.Resûl-ü Ekrem’e pek benzerlerdi. Hadîs kitapları, Hz.Peygamber’in; “Fâtıma bendendir, onu kızdıran, beni kızdırmıştır.”, “O, benim kızımdır; vücudumdan bir parçadır; onu inciten beni incitmiştir.” buyurduklarını yazarlar. Hz.Resûlullah’a, en çok kimi severlerdi diye sorduklarında; ”Fâtıma’yı” derdi. Erkeklerden kimi severlerdi sorusuna da; “Ali’yi” diye cevap verirdi. Hz.Hatice’tül Kübra, Hz.Muhammed’in Peygamberliğinin 10. yılında, Hicretten 2 yıl önce (Milâdi 620) Mekke-i Mükerreme’de Hak’ka kavuşmuştur. Esasen büyük ruhlu yaratılmış olan Hz.Fâtıma’tüz Zehrâ, Hz.Peygamber’e, âdeta koruyucu bir melek kesilmişti. Bu yüzden de Hz.Muhammed, Hz.Fâtıma’ya; “Ümmi Ebîhâ”(Babasının anası) lâkabını vermişlerdi. Hz.Peygamber’in sevgili kızları Hz.Fâtıma’yı almak, bu şerefe ulaşmak isteyenler çoktu; fakat Hz.Resûl-ü Ekrem, her isteyene, Allah’ın emrini beklediklerini söylüyorlardı. Hz.Ali’de Hz.Fâtıma’yı istemeyi kurmakta; fakat bunu, bir türlü açamamaktaydı. Nihayet sahâbenin teşvikiyle durumu Hz.Resûlullah’a arzetti. Hz.Resûl, bu isteği ilâhi emre uygun bulup Hz.Fâtıma’ya konuyu açtılar. Hz.Fâtıma, utançlarından hiçbir söz söylemediler. Hz.Fâtıma’nın sükûtunu ikrâr sayan Hz.Resûl-ü Ekrem, bu durum üzerine nikâh hutbesini ve akid sigasını, ashâbın topluluğunda okudular, evlilik hazırlıklarına başladılar. Hz.Muhammed daha sonra sevgili kızı Hz.Fâtıma’tüz Zehrâ’yı, Hz.Ali’nin evlerine, gösterişsiz bir düğün alayıyla, fakat ilâhi bir sevinçle gönderdiler. Kendileri de gidip her ikisine hayır duâ da bulundular; böylece nûr nûra kavuştu. Hz.Fâtıma’nın, Hz.Ali ile Hicret’in 2. yılının son ayı olan Zilhicce ayında olan bu evliliklerinden; Hz.İmâm Hasan, Hz.İmâm Hüseyin ile doğmadan düşen ve adı Hz.Peygamber tarafından konulan Muhsin ile Zeyneb ve Ümmü Gülsüm dünyaya gelmişlerdir. Bu evlilik için Hz.Peygamber şöyle demiştir: “Ey Fâtıma, seni ilim bakımından en yüksek, ahlâk bakımından en ileri, Müslümanlığı kabul bakımından en önde gelen biriyle evlendirdim.” Hz.Fâtıma’nın tüm yaşamı zorluklarla, güçlüklerle doludur. Çocukluğu İslâmiyetin ilk yıllarına rastlar. Hz.Fâtımâ’nın İslâm Peygamberi’nin kızı oluşu ve Hz.Ali gibi yüksek erdemlerle dolu bir insanın eşi oluşu, gerekse İslâmiyetin doğuşu ve gelişmesine en yakından şahit oluşu, kendisine derin bir kavrama ve sezme yeteneği ile anlayış kazandırmıştır. Hz.Fâtıma da, güçlüklerle dolu zor bir yaşam sürdüren insanlara özge, bir zeka ve kavrayış vardı. Hz.Muhammed; “Ali olmasaydı” buyurmuşlardı; “Fatıma’ya lâyık bir eş bulunamazdı.” Hz.Peygamber, Hz.Fâtıma hakkında: “Hz.Fâtıma’nın cennet kadınlarının, inanan kadınların, Muhammed ümmetinden olan kadınların, yani bütün kadınların en üstünü ve ulusu olduğunu“ bildirmişlerdir ki; bu husustaki hadîsleri, bütün hadîs, ricâl sahipleri tarafından tefsir edilmiş ve tarih kitaplarında yazılmıştır. Hz.Fâtıma’tüz Zehrâ, anneleri Hz.Hatice’tül Kübra’dan kalan mirası, tamamıyla İslâm uğruna Hz.Peygamber’e vermişler ve bu uğurda harcamışlardır. Kendileri de bütün hayatı boyunca geçim sıkıntılarına tahammül etmişlerdir. Hz.Muhammed’in Hak’ka kavuşmasından sonra, Hz.Fâtıma’nın hiçbir zaman gülmediği ve gönlünden hiçbir sûretle üzüntüsünün gitmediği bir gerçektir. O kadar ki, bir gün Medine halkı ağlayıp inlemelerinden teessür duyarak dediler ki; -Ey Resûlullah’ın kızı, ya gündüz ağla gece dinlen, ya gece ağla gündüz acıya dayan. Böylece halk biraz rahat yüzü görsün. Hz.Fâtıma, halkın ricâsını kabul etti. Geceleri ağladı, gündüzleri sabır dağı ile yüreğini dağlayıp tahammül gösterdi. Hz.Peygamber’in, Hak’ka kavuşmasından hemen sonra yaşanılan ve gelişen olaylar Hz.Ali ve Hz.Fâtıma için bir o kadar da üzüntü kaynağı olmuştur. Daha Hz.Peygamber’in naaşı yıkanmadan halîfelik kavgalarının başlaması, Hz.Ali’ye vasiyyet edilmiş olan halîfeliğin, çeşitli hile ve aldatmalarla nasıl alınacağının hesaplarının yapılmış olması, yüreklerinden hiçbir zaman dünyevi ihtirâslarını çıkartmayan insanların, bu kadar çabuk arsızlaşmaları, her ikisini de derin bir üzüntüye boğmuştu. Nitekim kendi aralarında toplanıp, halîfe seçtikleri Ebû Bekir; halîfeliğini kuvvetlendirdikten hemen sonra, Hz.Peygamber’in sağlığında iken kızı Hz.Fâtıma’ya ve “Ehl-i Beyt”e vermiş olduğu Fedek hurmalığından, Hz.Fâtıma’nın adamlarını çıkartmış ve araziyi beyt’ül-mâl (devlet malı) adına zabdetmişti. Hz.Peygamber Fedek Hurmalığını; Kur’ân-ı Kerîm’deki âyetlerde belirtilen emir üzerine, en yakını olan kızı Hz.Fâtıma’tüz Zehrâ’ya vermişlerdi. Burası Hayber fethinde, kendi hisselerine düşmüştü. Bu konudaki âyetler de şunlardır: “Hısımlara (akrabalara), yoksullara, yolda kalmışlara, haklarını ver, malını ulu orta saçıp dağıtma.” (İsrâ 26. âyet) “Hısıma (akrabaya), yoksula, yolcuya haklarını ver, bu hâl Allah’ı hoşnut etmek isteyenler için daha iyidir, umduklarına erenler de onlardır.” (Rûm 38. âyet) Hz.Fâtıma, Fedek hurmalığının hasılatını yoksullara verirdi. Hz.Fâtıma’nın Ebû Bekir’e müraacatları; Hz.Ali, Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin ile Ümmü Eymen’in şahitliklerinin kabul edilmeyişi, hadîs ve tarih kitaplarının yazdıklarından anlaşılmaktadır. Hz.Fâtıma, Fedek hurmalığının zabtı dolayısıyla Mescid-i Nebevî’ye gelmişler, orada pek dokunaklı, pek beliğ bir hutbe îrâd buyurmuşlardı: “Önce Allah’a hamd-ü senâ, Resûl’üne ve «Ehl-i Beyt»ine salât-ü selâmdan, Allah’ın lûtuflarını, nimetlerini bildirip, Resûl’ünün ve «Ehl-i Beyt»inin fazîletlerini beyân buyurduktan sonra İslâmın esaslarını, imânın, namazın, zekâtın, orucun, ihlâsın, haccın, adâletin, imâmetin, cihâdın, sabrın, ma’rufu buyurmanın, münkeri nehyetmenin , anaya-babaya itâatta bulunup onları gözetmenin, yakınlarla buluşup onları korumanın, kıssâsın, nezre ve vefâda bulunmanın, ölçeği, teraziyi doğru tartmanın, farzların ve haramların teşri’i hikmetlerini açıkladıktan sonra” şöyle devam etmişlerdi: “Bilin ki ben Fâtıma’yım; babam Muhammed. Ne söylüyorsam yanlış değil; ne yapıyorsam yersiz değil. Muhammed’i üstün tutuyorsanız, onu tanıyorsanız, bilmeniz gerek ki; O sizin kadınlarınızın babası değil, benim babamdır; sizin erkeklerinizin değil, benim amcamın oğlunun kardeşidir. Putları o kırdı; küfrün, şirkin sergerdelerini o yüz üstü serdi. Sonunda toplum bozguna uğradı; ardını dönüp kaçtı. Gece, sabahtan sıyrılıp gizlendi, âlem aydınlandı; Hak ve hidâyet, zulmetten kurtuldu, ışıyıp göründü; âlemi ışıttı. Din önderi söze geldi; yol kesenlerin dilleri kesildi; sustular; şeytanlar lâl oldular, sözden kaldılar; nifaka uyanlar, helâk olup gittiler; küfrün, azgınlığın düğümleri çözüldü; siz de ibâdetten, oruçtan karınları aç, yüzleri ak olanlarla beraber ihlâs sözünü söyler oldunuz.” Hastalıklarında, kendilerini ziyarete gelen kadınlara hitabeleri de belâgate bir numunedir. Onun da bir kısım çevirisini sunuyoruz: “Dünyadan usanarak sabahı ettim; adamlarınızdan, erkeklerinizden ikrâh ederek bugüne yettim. Sınadım da attım, uzaklaştırdım kendimden onları; denedim de vazgeçtim onlardan, kötü buldum onları. Ne de çirkin şeydir kılıcın keskin yüzünün gedilmesi; gerçekten sonra olmayacak oyuna gidilmesi; mızrakların kırılması; yanlış düşüncelere sapılması; insanın, hevâ ve hevese kapılması. Gel de kulak ver, dinle: Yaşadıkça zaman, sana ne şaşılacak şeyler gösterecek; şaşmak istersen, onların sözleridir ancak seni şaşırtacak, ömrüme yemin ederim ki bu yaptığınız işler gebedîr; bekleyin bırakacağı anı; sonra da tutun tâze kanla, zehirle, öldüren sitemle dopdolu kâseyi, o kâsedeki kanı. «Allah’ın azap hakkındaki fermanı gelince işler doğrulukla biter (doğrular kurtulur, doğru olmayanlar azâba duçar olurlar), bâtıla sülûk edenler (bâtıl yolunu tutanlar), işte o zaman ziyana uğrayacaklar.» ( Mü’min 78. âyet) Sonra gelenler ise, işi önce kurup düzenlerin ne yaptıklarını, sonunda anlarlar, bilirler. Bundan böyle rahatça oturun, tam inançla fitneyi bekleyin durun. Müjde olsun size; kesip biçen kılıç geliyor; zâlimlerin her yanı kaplayan hükümleri yürüyor. Hakkınızı çarpıp almadalar; toplumunuzu darma-dağan etmedeler. Size son pişmanlık gelip çatar; nice olur hâliniz o zaman ki şimdi görmedikleriniz meydana çıkar. «Nûh dedi ki: Ey kavmim! Ne dersiniz? Rabbim tarafından açık bir mucizem olsa, tarafından bana bir de nübüvvet ihsân etse, bu husus ise size kapalı kalsa siz onu istemediğiniz halde ben sizi ona zorlayabilir miyim? » (Hûd 28. âyet) Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a, onun salâvatı, Peygamberlerin sonuncusu, gönderilenlerin ulusu Muhammed’e.”Hz.Fâtıma’tüz Zehrâ, “Ehl-i Beyt”ten gelen rivâyetlere göre; Hz.Peygamber’in Hak’ka kavuşmalarından 6 ay sonra, Hicret’in 11.yılı (Milâdi 632) Cemaziyelahir ayının 13. gününde Hak’ka kavuşmuş ve bu fânî dünyadan ebedî âlem olan âhiret yurduna göç etmişlerdir. Hz.Fâtıma, Hak’ka vuslat ettiklerinde 22 yaşında idi. Hastalıklarında kendilerini ziyarete gelen, Ebû Bekir ve Ömer’e dargınlıklarını bildirmişler ve Hz.Ali’ye, cenazelerini gizlice defnetmelerini vasiyyet buyurmuşlardır. Hz.Ali de, kendilerini geceleyin defnederek vasiyyetlerini yerine getirmişlerdir. Defnedildikleri yer Medine’deki Baki Mezarlığı’dır. En doğrusunu Allah bilir. Ziya Baba Vakfı sitesinden alıntıdır. |
Bookmarks |
Etiketler |
kızları, peygamber’in |
|
|