24. August 2014, 03:08 PM | #1 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
Allah'ı Tesbih'te Samimi Olanlar İstiğfarla Kalmaz
ALLAH’I TESBİH’DE SAMİMİ OLANLAR İSTİĞFARLA KALMAZ.
(Konu tablosundaki yazı ("Vahiyle bildirilen hak şeriat" yazısı), daha evvel yazılmiş olduğundan, yeni yazdığım tekrarlanmış yazı silinmiş fakat başlık öyle kalmıştır; silmeyi başaramadım. Özür dilerim. O yazı yerine de her ne kadar konu aynılığı yoksa da bu yazıyı yazmayı uygun buldum. Faydalanacağınızı umaraım. Saygılarımla) Hak dine bir güruh ruhuyla girmek ve başkalarını bir güruh gibi dâhil etmek makbul olan şey değildir. Hak dine dâhil olanlar Allah varlığına kendi varlığını tereddütsüz bırakabilenlerdir. Hatalardan bağışlanmayı dilemek ve geçen hakları iade ederek yepyeni bir yola girerek kul haklarından korunarak yaşamak ise tövbedir. Bunun içindir ki harim(ortaklık) statüsünde temizlenileceğini ve temiz kalınacağını ismi tövbe olan surenin 108. ayetinde verilmiştir Kuran'da. İşte "tesbihde samimi olanlar" hak iadesini ve temizlenmeyi sevenler ve bunun için özel mülkleşmekten dönenlerdir. İşte bunlara "Beyt ehli", tesbihin gereğini yapmayanlara ve hâlâ şahsen mülkleşerek içindeki korkuyu atmaya çalışanlara da "Bina ehli" denilir. Bu konuyu tevbe suresinin diyalektik analizini yaparken ayrıca detaylandıracağız. Şimdi bu konuya fevç(Güruh) halinde dine insan dâhil etmenin dini yozlaştırmaktan başka işe yaramayacağını, insanların büyük bir özenle özel mülkleşmeye ihtiyaç duyamayacak gerçek tesbihe kavuşacağı bilgi ve yöntemi edindirmek gerekliliği vesilesiyle biraz değineceğiz. Allah, İbrahim gibi teslim olmuş bir insanı dahi, tesbih konusunda eğitirken, kâfir de olsa, bunu başkasının rızkına el uzatmamayı, dolaylı olarak yasakladığı bakara suresinin 124. ayetinde İbrahim’in imtihan edildiği açıkladıktan sonra,126 ayette müminin Allah’ın El Rezzak olduğunu idrak da gafil olmamasını çok güzel anlatır. Onun Allah’a iman edip, âbidliğini(kulu olmayı)) bir kere kabul ettikten sonra, O'na teslim olması, O'nu veli edinmesi ve O'nun varlığına kendi varlığını teslim etmesi gerektiği çok güzel açıklanır. İşte burada tespih hatırlatılıyor ve tanımlanıyor: "Allah'ın öğütlerine uy, onun sosyo ekonomi politiğini uygula, gerisini düşünme, kendini Allah’ın emin ellerine bırak", kuralı hatırlatılmaktadır. Zaten Kureyş suresi de bu emre uyarak evin avlusunda değil de Beyt içinde veya Beyt içinde geçerli olan ekonomi politiği uygula ve bana güven denmektedir. Tespih olgusuna tersinden bakıldığında ise, kendini Allah dışında bir kişinin, bir sınıfın ellerine veya mülkleşmenin verdiği güvenceye bırakmadır ki, bu şirktir. Yine kendini servetine, maddi gücüne, güç vasıtalarına güvenerek, agniyalaşmak(zenginleşmek-tüccarlaşmak), O’nun Beytine yönelerek “emin ellerine” bırakmamak, ona güvenmemek anlamı vardır ki bu ikinci durum da putperestliktir. Allah’ı diğer fani güvenceler gibi görmeyip, O’nu, onların tümüne yeğlemeyenler güruh gözlüğüyle bakanlardır. Allah’ı, Vadinden her zaman dönen Aristokratlardan ve onların egoizminden arınmış bilmek ve sonsuz güven duymak, ondaki niteliklere (isimlere) hayran kalmak ve böyle bir yüce erdem sahibinin "Var"lığına inanmak ve onun bilincinde bulunmaktan kıvanç duymak, onu tenzih etmektir gerçek tesbih. İşte tespih’in “Tenzih anlamı” budur. Rabbi ile öğünmekle ilişkilidir. İnsanlar Allah’ı övebilirler ama onunla öğünenler sadece hikmetten nasipli Ulul Elbab’dır(akıllı kişilerdir.) Allah’ı hakkı ile tespih etme bilincine varmak ve buna uygun davranmak, ihtiraslardan vazgeçmektir. Hırslı ve atılgan insanlar gibi düşünüp veya kendisini sahipsiz zan ettiği için panikleyerek materyalistlerin(madde bağımlılarının) şu yanlış düşüncesine kapılmak tespih etmemektir. Onların; özgürleşmek ve kölelikten kurtulmak için; "saldır, alanını genişlet, ez ve köleleştir; yoksa başkası seni köle eder" dünya görüşünü ret etmektir. Aristokratlar buna inanır ve böyle yaparak güven içinde hissederler kendilerini. Mümin ise, bundan kurtulmanın yolunun başkalarını köleleştirmek ve müstevli olmaktan değil, Allah’a hakkı ile abid(kul) olmaktan geçtiğini bilir ve öyle yapar. Allah’ın zatının ve onun sözlerinin başkalarının tutulmayan Vaatleri gibi olmadığını bilir ve Allah’ı veli edinir. Bir de böyle düşünen ve bu anlamda Allah’ı tespih eden ve “Allah bize yeter, O bizim velimizdir” diyen insanları karşılıklı veli edinilerek Ensar toplumunu kurar. Ensar ve İysarın övüldüğü Haşr suresi, Allah sınırlarının belirtilmesi anlamına gelen “Hadid” suresi "Allah'ı tesbih" diye başlamaz mı? Bu sebepsiz midir? Tesbihde samimi mümin, Aristokrasi ve onun günümüzde ki uygulaması olan Liberalist-kapitalist ve bu anlamda muhafazakârlığı ret eder. Çünkü Muhafazakârlık "çoban-sürü" zihinsel alt yapısının korunması üzerine yapılanmaktır. Allah dışında veliler edinmek, patronlar, ağalar vs, aristokratlar tarafından güdülmeye razı olmak ve/veya insanları gütmeye kalkışmaktır. İnsanı muhafaza için Allah yetmez, bize korucular lazımdır diyenlerin yolu ve Batı’nın muhafaza etmeye çalıştığı yoldur. İşte Allah’ı hakkı ile tespih edenler ve etmeyenler ayırımı bu ölçülerledir. Çünkü Allah Müminin gerçekten de velisidir. Kaldı ki Allah rızıklandırma konusunda mahlûkat arasında ayrım yapmamayı kendi üzerine yazmıştır; bu Allah vaadidir. Hal böyle ise, kâfiri dahi rızıklandırmayı, ama nimete nankörlükten dolayı Ahirette yargılamayı kendisine prensip edinmişse, Müminin geçim darlığı endişesi ile müstevlileşmesine(yayılarak etki altına almasına) gerek var mıdır? Müminin istilasının Allah’ın vaadi olan kâfire gidecek rızka mani olmak olmaz mı? Allah Manevi fetih ister. Allah’ı tespih edenler, yani Ensar ve iysar üzere yaşayanların yolunun açılmasını ister. Bu ise, Sebt anlayışından vazgeçmek, onun yerine hidayet(doğru yol) kavramı ile ilgili olan “sakin olmak(ikâmet etmek)” ve “sebat” kavramının içeriğine sadık kalma yolunun izlenmesini bilmek ve yerine getirmektir. Bu ise, müstevli(işgâlci/gernişlemeci) olmaya son vermektir. Tarihte Yahudilerin hatalı yolu ise, müstevliliğe(işgalciliğe) devam etmek, göstermelik kabilinden haftada bir gün rızık kaynaklarından vaz geçmek ve yedi senede bir üretim sahası olan tarla ve benzeri yerlerden boş olmaktır. Güya onlar haftada/7 günde bir gün ve yedi senede bir sene dinlenirken mesela tarlasını ekip biçmesi için bir sene muhtaçlara bırakacaklar ve onlar da çalışıp nafakalarını kazanacaklar ve böylece tarla sahipleri de nafaka mükellefiyetinden kurtulacaklar. Oysa bu şeyler göstermelik birer istismar yollarıdır. Bu uygulama “istismardan/sömürüden vazgeçme) kavramını karşılamadığı gibi, sakin olmayı(toprağına/evine bağlı yaşamayı/gezginci olmamayı), küstahlık ve atılganlıktan vazgeçmeyi yaşam biçimi yapmak anlamına gelmez. İbrahim Peygamber'in sınava çekildiği imtihanda mescidi'l haram-manastır- havra yaşam biçimine uyarak emin bir şekilde yaşayacaklar için, selam ona İbrahim Peygamber’in dahi endişe duyması (Bakara:129), insandaki zaafı göstermektedir. Ama Rabbi onu kırmadan eğitir. Bu öğüt "İncil"lerin bazısında da vardır. İsa verdiği misalde hayvanları ve kuşları dahi rızıklandıran Allah, İnsanı ve bilhassa mümini niçin rızıklandırmasın diyerek, teslim ve tespihin imanda gerekliliğini anlatır. Bunu da, bir günlük rızıktan fazlasını isteyenlere söyler. Yani söz, servet ve sermaye biriktirenleri bundan vazgeçirmek içindir. Çünkü bu tutum, yoldan çıkarma/azdırmadır. Tövbenin kabulü için, “Kifayet edenle(yeteri kadarla) yetinmek” gerekir. Bu ise, fazlalıkların elden çıkartılarak, hak sahiplerine hemen ödenmesi ve bunun hayat tarzı yapılarak hayatın sürdürülmesi, ömrün doldurulmasıdır ki bunun teknik ismi ise tövbedir. Tövbe ancak, Mescid El haram yaşam biçimi içinde devam ettirilebilir. Kureyş süresi bunun açık delilidir. Çünkü o iman ve yaşam biçimi "kurtulma"dır. Büyük kurtuluş budur. Çünkü mülkte iştirak halinde yardımlaşma geçerlidir. O sistemin ne aristokratı, ne de onlara kölelik yapanı ve ne de onları rableştireni (Efendileştirenleri) vardır. Maddi fetihler sonrası çeşitli dinlerdekilere göz yumulacak şey, ancak inanç ve bunun tapınakta mabuda sunulması özel alanındadır. Din (İnsani ilişkiler açısından ödenmesi gereken borç) kamusal alandır ve burada anti-aristokratik, anti-oligarşik, anti-liberalist ve anti-kapitalist bir yaşam sürülmesi anlamına gelir. Maun suresi bunu bize çok iyi anlatır. Din alanı homojen olmalıdır. Yani sosyal hukuk devleti topluma yeni dahil olanların kültür ve dinine uymuyor diye ondan ve onlardan asla vazgeçilemez. Tolerans gösterilecek alan, İnanç ve ayin alanıdır ve bunlardan dönülmesi/vazgeçilmesi için ısrar edilmeyecek olan alandır. Doğrular bıkmadan, usanmadan telkin edilir, ama zor kullanılmaz. Osmanlı ve öncesi “Müslüman” devletlerde ne böyle bir ayırım, ne de böyle bir uygulama vardı. Rüşvet olarak fazladan vergi alınıp, bu dahi o toplumun sömürdüğü kendi fakirlerine verilmesi gerekirken, çoğu kez Müslüman devletin aristokratları arasında lüks yaşam ve zenginleme için kullanılmakta idi. "Nasr süresinde" Allah, maddi fethin, manevi fethe nasıl çevrileceğini ve çevrilmesi zorunluluğunu bize iki kavramla anlatır. Bunlardan birisi istiğfar diğeri tövbedir. Buna uyulduğunda ise, Rabbi “Hamd ile tespih” etmiş olacağınızı haber verir. İnsanlar ister tek tek, isterse sürüler (güruh) halinde dine dâhil olsunlar, oldukları gibi bırakılmazlar. Onlara istiğfar ve tövbenin ne olduğu öğretilir ve "sosyo ekonomi politik" durumlarını buna göre ıslah etmeleri sağlanır. Bunun yapılmaması ise, hem dinden dönme(Ödenmesi gereken borcu ödememe), hem de nimete nankörlüktür. Bunun için, "Hamd ile tespih", nasıl bir teslimiyettir, onu bilmek gerekir. "Hamd ile tespih" etmiş sayılmak için, öncelikle şek ve şirkin gizli ve açığından sakınmak, istiğfar ve tövbe yapmak gerekli ise bunun içeriği nedir bilmek gerekir. Cümlede “Bil Hamdi” geçtiğine göre, tespihin Hamd ihtiva etmesi gerekir. Hamd Allah’a layıkıyla şükretmektir. Öncelikle nimete nankör olmamak gerekir. Nimet ise, sadece maddi ihtiyaçları karşılayan şeylerden ibaret olmayıp, insanın yaratılışı, akıl sahibi kılınması, hidayete ermiş kılınması ve vücut tamamiyeti v.s tümü nimettir. İnsanın, Allah’la hak-hukuk konusunda ödeşmesi mümkün değildir. Hem insana nimet olarak verilmiş olanlardan ve insan olarak yaratılmış olmaktan doğan borcunu ödemek, bir şeyler vererek mümkün değildir; hem de kime kimin benliği, varlığı ile bir şey ödeyecektir. Kendinin olan bir şeyi yok ki, onunla ödesin. Allah verecek, o da ona ödeyecektir. Onun için Allah’a olan borçluluk veya suçluluk ona bir şey vererek ödenmez. Hem Allah buna muhtaç değildir. Hem de insanın Allah’ın ona verdiğinin dışında bir şeyi yoktur ki versin. Onun için Allah’tan mağfiret, yani kusurlarını örtmesi istenir. İnsanla insan arasındaki hukukta ise, karşılıklı borç ödeme ve helâlaşma vardır. İnsanın, insandan mağfiret istemesi söz konusu değildir. Belki affına sığınabilir. Afla, mağfiret bu bakımdan farklı şeylerdir. Hem nitelikleri hem de tarafları açısından farklı şeylerdir. Allah övülmeye en layık olandır. Allah’la övünmek ise, Allah’ı övmenin veya hamdın en güzel şeklidir. Buna ancak hidayete erdirilenler ulaştırılırlar. Allah’ı ile bir insanın kıvanç duyması, gerçekten "Hamd ile tespih"in en güzelidir. Öyle ise tespih nedir sorusunun cevabına gelmiş bulunmaktayız. Bu kavramın özü suda yüzmektir. Bu anamı ile suyun yüzünde kalabilmek, batmamak anlamını içermektedir. Bunun yanında suyu kayık, sandal gibi bir vasıta ile geçmemek anlamı da vardır. Kayık ve kürek kullanmak ise, çevgen kullanmak gibidir. Gemisini kurtaran kaptan misali, bütün güç artırıcı vasıtaları ve hatta insanları kullanarak kendisine istikbal yapmaktır. Diğer taraftan, toplumdan uzaklaşıp genişlemek, hatta uzak yerlere gitmek gibi sosyal dayanışmadan uzak, işgalcilik gibi bir yönü de vardır. Gerek karada, gerekse denizde uzak gitmek (işgal etmek-fethetmek) hep bu kavramla ilişkilidir. Böyle bir işgalci tavır içinde bulunmamak tespih kavramı ile ilişkilidir. Bunu yine sözlükten anlıyoruz.Bunun için kullanılan terim" Enli kilim"dir. Bu kavram, enine genişlemeyi ifade eder. Her işgalci enine genişleyendir; yani "dikine"den ziyade, ufki ve yatay bir istikamette. Böylece de diğer insanların mekânlarını daraltmakta, onları adeta preslemektedir. Zaten bu tip insanların kötü mizacı SEBT kavramı ile açıklanmaktadır. Çünkü "Sebt" kavramı, içerik açısından bir kurnazlık taşımaktadır. Sakin olmak elbetteki iyidir. Ama bu yatıp uyumak anlamına gelmez. İtidal içinde bulunma anlamını buna yüklemek gerekir. Yahudiler hidayetle ilgili ve Yahudi kavramının da oluşmasına neden olan “Sakin” olmak, zıpırlığı ve geçim için sağa sola koşmayı terk edip, bir yerde yerleşerek, Ensar ve iysar içinde yaşamak anlamını istismar etmişlerdir. Kavramda bulunan hediyeleşmek(karşılıklı yardımlaşmak) anlamını da cimrice yerine getirmişlerdir. Her türlü melaneti(kötülüğü) işleyip, hak din sosyo ekonomi politiğine karşıt bir geçim ve yaşam yolu izlemeye devam edip, cumartesi günü dinlenme günü olarak ona mana vermişlerdir. Bunun için de bakınız, "Sebt" kavramı, arsızlık ve yüzsüzlüğü, “atılgan”lığı ifade için de nasıl kullanılagelmiştir. İsrail oğullarına hidayet için emredilen şey, “enine genişlemeye” son vermeleri idi. Çünkü Müstevlilik(işgalcilik) zulümdür. Zulüm ise başkalarına gölge etmektir. Genişleyerek onları sıkıştırmak, hareket alanlarını kısıtlamaktır. Onun için Diyojen “ Gölge etme başka ihsan istemem demiştir”. Yine gölgesi geniş ağaç ile dalları az, gölgesi çok az ve gökyüzüne doğru uzanan ağaç ile çınar gibi dalları yana uzanmış, çok dallı ve yoğun gölgeli ağacı burada mukayese edebiliriz. Bu ise bize “El Müzemmil” suresinin 7. ayetini hakkı ile anlamamızı sağlar. Bu ayette Resulullah’a gece istirahatı dışında kalan, (Kur'an'dan) rızık arama ve yaşam sürme konusunda emri iyi anlamasını tavsiye eden bir ayettir. Resulullah bu ayeti, bir insan için hududu çizilmiş olan yaşamında, elbette ki bazı İsrail oğulları gibi istismara açık bir şekilde anlayacak değildi. Ama kendisinden sonra gelecek ümmete bir uyarı idi bu. Ama onlar boy olarak uzama yerine, maalesef enine genişlemeyi, işgalci olmayı tercih ettiler. Tıpkı enli kilimler gibi, çok geniş alan kaplamak, istila etmek, alan kavgası, alan hâkimiyeti ve tahakküm yolunu tuttular. Çünkü eğer çok dallı ve dalları çınar ağacı gibi değilse boy yönünde(dikine) uzayan, etrafına gölge yapmaz; çubuk gibi uzar gider. En azından enine genişlemekten daha az zararlıdır ve bunun mecaz anlamı ise manevi yükselmedir; hayırda yarışmadır. Enli olmaya çalışanlar ülke fetheder, zenginleşme peşinde koşar ve çevreye zulüm gölgesi yayarken, "boyuna uzayanlar", kâmil olmayı tercih ederler ve hayırda yarışırlar. Terakkileri/ilerlemeleri de başkalarına gölge etmez. İşte bunun tek yolu Aristokrasi ve benzerlerine son verip, mülkte iştirak içinde bulunarak yardımlaşmaktır. Böylece Aristokrata, “Sürüyü besleyeceğim, öyle ise müstevli olmam gerekir” kozunu vermemiş oluruz. Her gün daha çok semirme imkânı bulamayan mele ise, erir gider. İnsanlar da bu çok dallı ve koyu ve geniş gölgeli ağaçtan kurtulurlar. Işıktan ve güneşten daha çok istifade eden küçük bitkiler gelişip uzamak imkânı bulurlar. Büyük, geniş ve gölgesi çok ağacın (kodamanların) gölgesinden(zulmümden) kurtulmuş olur. Onun için mezkûr ayete dikkatli bakarak en uygun anlamı vermek gerekir. Birinci derecede anlamı “Enli kilim gibi “ olmamak, yani enine genişleyerek ve bu amaçla fetihler yaparak ve sadece bu amaca yönelerek insanları dar bir alana sıkıştırmama emridir. Nasıl enli kilim yolluktan farklı olarak serildiği şeyi “istila” ederse, anlatılmak istenen budur. Savaş ve istilalarla İslam’a kazandırılanlar "güruh" vaziyetinde İslam milletine katılanlardfır. Güruh halinde girenler İslam olmamış, sadece teslim olmuşlardır. Yani iman kalplerine yerleşip, Âlemlerin Rabbinin güzel ahlakını, adil ve rahim olduğunu hulûsi kalple idrak edip hayran kalarak ona teslim şeklinde bir ideale sahip olması İslam’ın hakiki şartıdır. Oysa istila ve işgallerle Müslüman edilenlerde böyle bir yüksek idrak ve Allah’a hayran kalarak varlığını onun varlığının üzerine kendisini boşluğa bırakan insanın sonsuz güveniyle(Tesbih budur) bırakma değil, kendisini kılıçlara ve ezici istila gücüne bırakma vardır. Bu ayet "bu şekilde teslim olanları tesbih üzere teslim yolunda kemale erdir" emrini içermektedir. Kâfir ve zalim oldukları dönemde işledikleri günahtan mağfiret dilesin, bununla da kalmayarak tevbe etsinler mesajı ayetlerin siyak ve sibakına daha uygun düşer. Çünkü mağfiret pişman olarak af dilemek, tevbe ise bencillikten dönüp, Muhsinlik üzere yeni bir sosyo ekonomi politik üzere yeniden hayata başlamaktır. Bu arada üzerinde bulunan kul haklarını iade ederek arınmak ve bir daha kul hakkı geçmeyecek bir sosyal siteme dönmek gereklidir. Niçin "bina ehline" bencil liberalist anlamında Farmason dendiğini, bunun aksine Beyt’i tercih eden pozitif Zühd ehline(Beyt ehline) Muhsin dendiğini anladığımızda bu ayete yakışan mânânın, güruhun güruh olarak bırakılmamasını Resule önerdiğini daha iyi anlamış olacağız. Adalet ve Rahmet sitesinden Saygılarımla. Galip Yetkin. Konu galipyetkin tarafından (7. December 2016 Saat 10:02 AM ) değiştirilmiştir. |
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | khaos (1. September 2014) |
Bookmarks |
Etiketler |
bildirilen, hak, vahiyle, şeriat |
|
|