16. November 2012, 04:11 PM | #1 |
Yeni Üye
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 5
Tesekkür: 13
2 Mesajina 2 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 0 |
Sorularıma cevap arıyorum
Kardeşlerim bir süredir üzerine düşündüğüm ama cevap bulamadığım bir konuyu sizlerle paylaşmak istedim. Umarım siz yardımcı olabilirsiniz.
SAVAŞ VE FETİH VE VERGİ : Müslümanlar kendilerine saldırmamış ihanet etmemiş,rahat bir şekilde ibadet etmelerine izin veren bir ülkeye fetih düzenleyebilirmi. Yani M ülkesi Müslüman G ülkesi gayri müslim. Ve aralarında bir sorun yok ama M ülkesi kalkıp G ülkesinin kapısına dayanıp. Ya müslüman ol yada benim hakimiyetimi kabul edip bana vergi ve asker yolla diyebilir mi ? İslam hak din ise kusursuz din ve Allahın insanlara gönderdiği son din ise zulüm olmadıktan sonra savaşmak gibi bir durum mantıksız değilmi. Yani madem islam yegane kusursuz din öyleyse buyrun gelin anlatın dinizi zaten size karışmıyoruz. Eğerki gerçekten sizin kitabınız ve dininiz hakikat ise zaten islam gönüllere yarleşir diyemez mi G ülkesi. M ülkesi kapısına dayandığında da vatanını savunmak en doğal hakkı değilmidir. Eğer sizi de dinizi kılıç ile hakim kılacak iseniz hristiyanlıktan ne farkı var diyemez mi G ülkesi. CARİYELİK ve KÖLELİK: 1) Bir müslüman köle pazarına gidip cariye veya köle satınalabilirmi ? 2) 4 hanım alınma hakkı olmasına rağmen. Cariyeler ile istendiği zaman cinsel ilişki kurulabilirmi.Öyle ise bu bir sex köleliği değilmidir. Üstelik 4 kadın alma hakkı olmasına rağmen. 3) Cariye ve köleler satın alınamaz. Sadece kazanılan zaferler sonrası alınabilir ise kadın ve çocuklar da savaşa katılmadığna göre müslümanlar kadınları ve çocukları neye dayanarak kendi himayelerine alıyorlar. Yani bir savaşı kazandınız düşmanın kimisi öldü kimisi esri. Haydi bakalım şimdi şehre dalıp savaşla alakası olmayanlarıda esir alalım gibi bir durum mu var? Bu durum vicdana ve insan haklarına aykırı değilmi ? Kendimi karşı tarafın yerine koyduğumda bu çok kötü bir şey gibi geliyor. Yani tamam ben kafirim kılıç kuşanıp seni öldürmeye geldim ama karıma ve çocuğma mal gibi sahip olma nerden çıkıyor. Müslüman olan M ülkesi ile Kafir olan K ülkesi arasın savaş çıktı M ve K orduları Bir ovada karşılaştılar vuruştular savaşı M kazandı. Şehrime gelip savaşla alakası olmayan karımı ve çocuğmu alıp kendi malı yapabilrmi. Öylese Kafir orduları gelip müslümanların kardınlarını ve çocuklarını aldığında bu nasıl kader böyle zulmmü olur cephenin gerisindeki kadının ve çocuğun ne suçu var onlar sizin malınız değildir deme hakkı yok yani amerika geri ıraktan geri çekilirken yanlarında binlerce kadını ve çocuğu alabilir öyle değilmi. Ve müslümanların buna ses çıkarma gibi hakları olamaz. 4)KÖLE Veya Cariye müslüman olursa azad edilirmi? 5)Köle veya Cariyenin kendine hayat kurma imkanı varmdır.(EV,AİLE,İŞ) Bu sorularıma cevap verirseniz sevinirim |
Tenzin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | Miralay (17. November 2012) |
16. November 2012, 06:39 PM | #2 | |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23 |
Alıntı:
Selamun aleykum tenzin kardeşim.. Açıkçası uzun uzadığı bilgi sahibi değildim.Huyum kurusun bilmiyorsam illaki araştırırım sorunun muhatabı bilenler kadar bilmeyenlerde katılmalıki şimdiye kadar kişinin dikkatini celb etmeyen konu hakkında bir fikir sahibi olur..Daha sonra bilenleri okuyacaktır cünki farklı pencereler açılaçak böylece konu hakkında zengin bir bilgiye sahip olacağına inanan bir kardeşinizim.. Evet kardeşim Kuranda diğer hüküm içeren ayetleri yanlış yorumladıkları gibii savaş ayetlerinide yanlış yorumluyorlar.Kurana göre Savaş ne için yapılır savunmak için mi yapılır zulume dur demek içinmi başkalarının topraklarını ele geçirmek içinmi..zayıf bırakılmış, eziyet gören, muhtaç insanları koruma amaçlı kısaca dini savaş, siyasi savaş kurana göre uygun olan nedir.? İslam tarihinde meydana gelen savaşların nedeni siyasi için yapıldığını sebepler sonunçları okuduğumuzda anlıyabiliriz..Allahın bu tür savaşları yasakladığını bakara süresi 190-193 ayetinde Allah cc buyurduğu gibi Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah, aşırı gidenleri sevmez.Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kafirlerin cezası işte böyledir. Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir. (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız) Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur. Bu ayetlerden anlaşıldığı gibi savaş sadece savaşanlara karşı savunmak için yapılır. Savaşın aşırılıktan kaçınmaya inananları davet ediyor.. Savaş sırasında karşı tarafındaki,pes ederse müminlerde kabul eder ve savaşı sonlandırır . Kuranda Müminlerin zulum karşısındaki saldırılara tüm güçleriyle karşılık vermelerini savaşmalarını ister.Kuranda bununla ilgili ayet tevbe süresi 13-15 ayetlerinde Allah cc buyuruyor. Yeminlerini bozan, elçiyi (yurdundan) sürmeye çabalayan ve sizinle ilk defa (savaşa) başlayan bir toplulukla savaşmaz mısınız? Korkuyor musunuz onlardan? Eğer inanıyorsanız, kendisinden korkmanıza Allah daha layıktır. Onlarla çarpışınız. Allah, onları sizin ellerinizle azarlandırsın, hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı size zafer versin, mü’minler topluluğunun göğsünü şifaya kavuştursun. Ve kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. merhametten yapılması gereken Zulum altında yaşayanları koruma amaçlı buna en acı örnek arakanı verebilirim..Mubarek bu ayeti bize okuyor sanki Nisa Suresi, 75 Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahip) gönder, bize katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz? Allahın elçisi Peygamberimizin savaşları fetih içiin değil islamı yaymak içindi.. Diger cevaplarıda bekliyorum tüm kurani kavramları Allah'ın razı oldugu şekilde dogru anlamayı ve dogru bir şekilde kullanmayı nasip etsin duasıyla Allah ilmimizi artırsın
__________________
De ki: “Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam. Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız. Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz. Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.” Kâfirûn Sûresi Konu sevginur tarafından (16. November 2012 Saat 06:45 PM ) değiştirilmiştir. |
|
sevginur Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | Miralay (17. November 2012) |
16. November 2012, 10:44 PM | #3 | |
Super Moderator
Üyelik tarihi: Mar 2012
Mesajlar: 963
Tesekkür: 481
200 Mesajina 303 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23 |
Alıntı:
Birde bu açıdan bakalım... |
|
bartsimpson Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | Miralay (17. November 2012) |
16. November 2012, 10:47 PM | #4 | ||||||
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Aug 2009
Mesajlar: 933
Tesekkür: 110
268 Mesajina 414 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17 |
Alıntı:
sevgili kardeşim, sorularınızı cevaplamaya çalışayım: Alıntı:
İmansızlara; onlar saldırmadıkça, sadece tebliğ edip, uymazlarsa, onlara rabbimizin azabı duyurulacaktır. Rabbimiz peygambere dahi savaş açmak bir tarafa, baskı bile yapmamasını emretmektedir. Helede komşu ülkeler iseler ve aralarında anlaşma yapmışlarsa, anlaşmayı müslümanlar bozamaz, anlaşmaya aykırı hareket edilip saldırılsa dahi müslümanlar haram aylar çıkana kadar yine savaşmaz, ancak haram aylar çıktıktan sonra saldırılar devam ediyorsa, gerekirse en şiddetli şekilde mücadele etmeleri gerekir. (Tövbe-ilk 5 ayetlere bakabilirsiniz.) Alıntı:
Savaşta esir alınan ve takas, fidye, ilim öğretme vb. karşılığında serbest bırakılamayan kimseler olabilir. Bu şekilde özgür kalamayan kimseler, topluma kazandırılmak ve ayakları üzerinde durabilecek aşamaya geldiğinde, maddi olarakta desteklenecek şekilde özgür kılınmak üzere, koruyucu aileler yanına verilirler. Kuranda geçen köle kavramı, işte bu şekilde, koruyucu ailelerin yanına verilen ve hizmetlerinden faydalanılan kişilerin, bu aileler yanıda geçirdikleri süre içindeki isimlendirilmesidir. Toplumda hayatını kazanabilecek aşamaya gelen kimseler, özgürlüklerini istediğinde, kendilerine maddi destek dahi yapılarak özgür bırakılarak toplumun bir ferdi yapılır. Alıntı:
Yukarıda anlattığım şekilde savaşa giren ve esir alınan kadınların, himaye edici aileler yanında geçirdikleri süre için geçerli olmak üzere kuranda "himaye edilenler" şeklinde tanımlanan kadınlar, cariye olarak anılmakta ve klasik cariye anlayışıyla yani alım-satım konusu yapılan kadınların durumu ile karıştırılmaktadır. Cariye! lerle, nikahsız ilişki söz konusu olamaz. Nikahsız ilişki gönüllü olursa, bu iki tarafın zina suçuyla, gönülsüz olursa, zorla ilişkiye giren tecavüz suçuyla (mecbur kalan cariye! suçsuz kabul edilir) yargılanır, ve ona göre ceza verilir. 4 hanım alınma hakkı diye bir hakda yok zaten. Onlar belli özel durumlarda, yetimlerle ilgili bazı şartlarda gözetilerek ortaya çıkan bir düzenleme ile var olabilmektedir. Konumuz olmadığı için daha fazla değinmeye gerek yoktur. Alıntı:
"Savaşa kadınlar katılmadığına" göre demişsiniz... Savaşa kadınlar katılmamamışsa, zaten kadınlar esir de alınamazlar. Ancak, savaşa kadınların katılmadığı teziniz her zaman geçerli değildir. Pekala kadınların katıldığı savaşlar olmuştur, olabilir... (Öreneğin bizim kurtuluş savaşına katılan kadınlarımız gibi başkalarının kadınları da katılmışlardır) Müslümanlar, bir ülkeyle savaşı kazandıklarında, sadece savaşa bizzat giren kadın ve erkekleri, yukarıdaki gibi esir alabilirken, girdikleri ülkenin savaşa katılmayan kadın, erkek ve çocuklarına kendi halkından kimseler gibi davranmak zorundadır. Onların dinlerini dahi yaşamaları için özgür bırakılır. Girilen ülke halkı, bırakın hak gaspına uğramayı, dışarıya karşı müslümanların koruması altına girerler. Müslüman, bu halkında, müslüman halkda olduğu gibi, geçimleri, barınmaları, eğitimleri ve korunmaları için gerekli önlemleri almak zorundadır. Savaş sonrası eşi ölen yada esir düşen ülkenin kadınları, kendileri isterlerse müslüman olmaları halinde müslümanlarla evlenebilirler. Aksi halde onlar müslüman olup istemedikçe, evlilik dahi yapılamaz. Köle ve himaye altındaki kadın (cariye!) ın azad olması için müslüman olmasına gerek yoktur. Onların azad edilebilmesi için, toplumda suç işleyecek duruma düşmeyecek şekilde topluma salınacak aşamaya gelince azad edilirler. Bu gerçekleşene kadar, bunlar koruyucu ailenin birer ferdi gibi muamele görürler. Ancak, bunların hizmetlerinden faydalanılır sadece... Bu kadınlar, başkalarına kiraya verilemez, alım satım konusu yapılamaz, nikahsız ilişkiye zorlanamaz, zorlanırsa bu tecavüz olarak kadın suçsuz olur, ve zorlayan tecavüzden yargılanır, cezalandırılır. Alıntı:
Hem de toplumda başkasına muhtaç olmayacak, suça karışmayacak şekilde maddi yardımda görerek özgürleştirilir ve hem iş hem de aile kurabilecek, o toplumun özgür bireyleri olurlar. selamlarımla, aorskaya Konu aorskaya tarafından (16. November 2012 Saat 10:55 PM ) değiştirilmiştir. |
||||||
16. November 2012, 10:50 PM | #5 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.023
Tesekkür: 3.573
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Selamun Aleykum Değerli Tenzin Kardeşim!
Hakkı Yılmaz Kardeşimin İslamda savaş Makalesini paylaşmak istiyorum. İSLÂM DİNİNDE SAVAŞ Türkçemizdeki “Savaş” sözcüğü, Arapçadaki “ قتالKıtal”, “ جهادcihad” ve “ حرب harb, محاربةmuharebe” sözcüklerinin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Bu sözcüklerin anlamları farklı farklı olduğundan İslam dinindeki “savaş” sözcüğü yanlış anlaşılmaktadır. “ حربHarb” sözcüğü, lügatlerde “ نقيض السلمnakızus silm; olumsuzluklardan uzaklığın karşıtı” diye tanımlanır. (Lisanü’l Arab “ حربhrb” maddesi) Yine lügatlerde noktalı خha (hı) harfiyle yazılan “ خربharb” sözcüğü de “ نقيض العمران Nakızu’l Umran: yapımının karşıtı; yıkım” olarak tanımlanır. (Lisanü’l Arab “ خرب hrb” mad.) Türkçemizdeki “harab, harabe, tahrip” sözcükleri, sözcüğün öz anlamıyla dilimize gelmiş sözcüklerdir. Demek oluyor ki bu iki sözcükte anlam yakınlığı vardır. “Savaş” sözcüğü, “harb”, “muharebe” sözcüklerinin karşılığı olarak değerlendirilmesi doğru değildir; “harb” ve “muharebe” sözcüklerinin asıl anlamında ölme ve öldürme yoktur. “Harb” sözcüğünün, “nakızus silm; olumsuzluklardan uzaklığın karşıtı” anlamını açarsak, bunun “tüm olumlu şeyleri olumsuz hale getirmek” demek olduğu anlaşılır. Burada ifade edilen, sağlam yapıların bozulması, insanların morallerinin bozulmasından tutun da mallarının mülklerinin talan edilmesi, ekinlerinin, meyve ağaçlarının, ormanların imha edilmesi, insanların sakat bırakılması, rencide edilmesi, esir alınması, hapsedilmesi, sakat bırakılması, gibi binlerce olumsuzluğu saymak mümkündür. Bu durumda “ محاربmuharib”, denince “bozum yapacak; bir yeri yakıp yıkacak, bütünlüğünü, sağlamlığını her hangi bir girişimle bozacak, barışı ortadan kaldıracak kişi” anlaşılır. Görüldüğü üzere bunda ölme veya öldürme olması şart değildir. Kur’anda “ ح ر بharb” kökenli sözcükler on bir kez yer alır. Bunlardan dört tanesi “ محرابmihrab”, bir tanesi “ محاريبmehâriyb” bir tanesi “ حاربhârebe”, bir tanesi “ يحاربونyüharibune, dört tanesi de “ حربharb” şeklindedir. Bu sözcüklerin geçtiği âyetlere bakıldığı zaman, bu bozma, yakıp yıkıp harap etme işçinin müşrik ve münafıklara özgü bir eylem olduğu görülecektir. Burada sadece Bakara 279’da Ribacıların (emeksiz, risksiz, yatırımsız para kazananların) Allah ve Elçisi tarafından bozuma, yıkıma uğratılacağı tehdidi yer almaktadır. “ جهادCihad” sözcüğü de Müslümanlar arasında yanlış kabullenilerek “ölme ve öldürme” anlamına çekilmiştir. Biz daha evvel “Cihad’ı” şöyle açıklamıştık: “Cihad”; “Allah tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî ve zihnî kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, yani Kur’an’ı anlama, anlatma, yaşama ve tanıtıp yayma için kuvvet harcamak” demektir ve bu da bilgi, beden ve mal ile yapılır. Bu ibadet münferiden yapıldığı gibi kurumsal olarak da yapılabilir. “ قتالKıtâl” sözcüğü, işteşlik ifade eden bir sözcük kalıbı olup, “kişilerin karşılıklı birbirini öldürmesi anlamındadır. Yani “Mukâtil (savaşa çıkan kimse)”, “ölmeyi ve öldürmeyi göze almış kimse” demektir. Bizim burada üzerinde duracağımız “Savaş” da “ قتالkıtal, مقاتلةmukâtele (öldürme- ölme)” sözcüğünün karşılığı olan gerçek savaştır. Kur’an baştan sona incelendiğinde İslam dininin amacının, insan hayatının değeri ve onun mutluluğu olduğu açıkça görülecektir. Zaten İslam sözcüğünün anlamı da “İnsanları ve toplumları her türlü olumsuzluktan uzaklaştırıp her yönde mükemmele ulaştırmak” demektir. Hatırlanacağı üzere, Rabbimiz mü’minlere daha evvel şu emirleri vermiş Müslümanlar için savaşı emretmemişti. Ve Allah’a çağırıp/yakarıp salihi işleyen ve “Ben Müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır? Ve güzellikle çirkinlik/ iyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel şeyle sav. O zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sımsıcak bir Yakın’dır. (Fussilet; 33, 34) Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerine katılık koyduk. Onlar kelimeyi/sözcüğü yerlerinden/öz anlamlarından değiştirirler. Öğütlendiklerinin önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever. (Maide; 13) Onların söylediklerine/söyleyeceklerine sabret! Ve güzelce ayrıl onlardan. (Müzzemmil; 10) Haydi öğüt ver/ hatırlat; şüphesiz sen sadece bir öğütçüsün/ hatırlatıcısın. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin. (Gaşiye; 21, 22) Ehlikitaptan birçoğu, gerçek kendileri için ortaya konduğu halde, benliklerindeki kıskançlıktan dolayı sizi imanınızdan sonra çevirip kâfir etsinler isterler. Buna rağmen siz, Allah’ın emri gelinceye kadar af ile, hoşgörüyle davranın. Şüphesiz Allah, her şeye en iyi güç yetirendir. (Bakara; 109) Rabbimizin nazarında bir cana kıymak, tüm âleme kıymak mesabesindedir. İşte bunun için Biz, İsrâiloğullarına: “Şüphesiz her kim bir zat veya yeryüzünde bozgunculuk karşılığı olmadan bir zatı öldürürse artık bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir zatın yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur” yazdık (farz kıldık). Ve kesinlikle onlara elçilerimiz açık deliller ile geldiler. Sonra da şüphesiz onların birçoğu yeryüzünde kesinlikle aşırı davranan kimselerdir. (Maide; 32) Rabbimiz, insan hayatına çok büyük önem vermiş ve insan hayatını korumak ve kurtarmak için mümkün olan her şeyi yapmıştır. De ki: “Geliniz, Rabbinizin size neleri tabulaştırdığını; dokunulmaz kıldığını okuyayım: ‘Kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamanızı, Ana babaya iyilik yapmanızı- güzel davranmanızı, Fakirlik endişesiyle / fakirleştiriliriz korkusuyla çocuklarınızı öldürmemenizi, - Sizi ve onları Biz rızklandırıyoruz.- Kötülüklerin açığına ve gizlisine yaklaşmamanızı, Haksız yere, Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmemenizi, -İşte bunlar, aklınızı kullanasınız diye O’nun size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.- Yetimin malına da yaklaşmamanızı, -Yalnız erginlik çağına erişinceye kadar en güzel biçimde yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz.- Ölçüyü, tartıyı hakkaniyetle tastamam yapmanızı, -Biz kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü tutmayız.- Söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa adil olmanızı Ve Allah'a verdiğiniz sözü tastamam tutmanızı.’ -İşte bunlar öğüt alıp düşünesiniz diye Allah’ın size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.-” (En’âm, 151, 152) Ve işte Rahmân'ın kulları, Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmazlar. Allah'ın haram ettiği canı öldürmezler. –Ancak hak ile öldürürler.– ( Furkan; 68) Ve hak ile olmadıkça, Allah'ın haram kıldığı bir kimseyi öldürmeyin. Ve kim haksızlık edilerek öldürülürse, Biz onun yakınlarına bir yetki vermişizdir. O da öldürmede aşırı gitmesin. –Şüphesiz öldürülen/haklarını koruyacak yakınları yardım olunmuştur.– (İsra; 33) Bu, Allah tarafından insan hayatının korunmuş olduğunun, güvence altına alındığının, hiç kimsenin ferdi veya kamu kararıyla, Allah’ın izin verdiği olguların dışında savaş ile herhangi bir insanı öldüremeyeceğinin ilân edilmesidir. Mümin mümini ancak hata ile öldürür, kişi kişiyi bile bile öldüremez. Ve hata dışında bir mü’minin, diğer bir mü’mini öldürmesi söz konusu değildir. Ve kim bir mü’mini, kasıtsız/kaza ile öldürürse, mü’min bir köleyi özgürlüğe kavuşturmalı ve ölenin ailesine/varislerine teslim edilecek bir diyet vermelidir. –Ancak ölünün ailesinin bağışlaması müstesnadır.– Eğer öldürülen, mü’min olmakla beraber size düşman bir toplumdan ise, o zaman öldürenin, mü’min bir köleyi özgür bırakması gerekir. Eğer öldürülen sizinle aralarında antlaşma olan bir toplumdan ise öldürenin, ölenin ailesine diyet vermesi ve mü’min bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması gerekir. Bunlara gücü yetmeyenin de Allah tarafından tövbesinin kabulü için arka arkaya iki ay oruç tutması gerekir. Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır. Ve kim bir mü’mini kasten [bile bile, isteyerek] öldürürse, işte onun cezası, içinde sürekli kalmak üzere cehennemdir. Ve Allah ona gazap etmiş, onu dışlamış, rahmetinden mahrum bırakmış ve onun için çok büyük bir azap hazırlamıştır. (Nisa 92, 93) İki mü’min gurup provoke edilerek savaştırılırsa, diğer Müslümanlar tarafından onlara müdahale edilir. Ve eğer mü’minlerden iki grup birbirleriyle savaştırılırlarsa, hemen onların arasını düzeltin. Şâyet biri ötekinin üzerine saldırırsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Sonra da eğer dönerse aralarında adaletle barış yapın ve hakkaniyetle davranın. Şüphesiz ki Allah, hakkaniyetle davrananları sever. (Hucurât 9) Neden savaş? Durum bu iken ortada çıkarı için, insanları mutsuz eden, toplumu harabeye çevirerek bundan çıkar sağlayan nankör insan tipleri vardır: Soluk soluğa koşanlar, sonra ateş saçanlar, sonra sabahtan baskın yapanlar, derken orada tozu dumana katanlar, sonra bir topluluğun en değerli kaynaklarına, varlıklarına kadar dalanlar kanıttır ki kesinlikle insan, Rabbine karşı çok nankördür, kendisi de buna kesinlikle tanıktır. Şüphesiz o, mal sevgisinden dolayı da kesinlikle çok katıdır. (Âdiyât suresi) Peki, o vurguncu insanlar, kabirlerde olanların diriltilip dışa atıldığı, göğüslerde olanların derlenip toparlandığı zaman, hiç şüphesiz o gün, Rablerinin kendilerine gerçekten haber verici olduğunu bilmezler mi? İşte bu noktada bu muharipleri; toplumu maddi ve manevi açıdan harabeye çevirecek kimseleri defetmek, ortadan kaldırmak gerekecektir. Kısacası yoz sürgünlerin budanması gerekecektir; kıtâl, mukâtele (savaş; ölme- öldürme) zorunlu hale gelecektir. Hacc suresinin 40. âyetindeki “Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yerle bir edilirdi.” ifadesi ile Bakara suresinin 251. âyetindeki “Eğer Allah, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı (bozulur giderdi)” ifadesi, savaşın meşru kılınma nedenlerini açıklamaktadır. Bu konuyu aslında şu ifade ile açıklayarak detaylandırmak durumundayız. Allah, sadece ve sadece Kendisine muhârib olan; Kendisinin koyduğu ilkeleri bozuma uğratmaya; ortadan kaldırarak insanları ve tabiatı harap etmeye yeltenen kimselerden kurtulmak için onlarla savaşılmasını ve bunların yargılama yoluyla idam edilerek öldürülmesini emretmiştir. Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan; bozum yapmaya teşebbüs etmiş olan ve yeryüzünde kargaşa çıkarmaya çalışanların –siz onlar üzerine güçlü olmazdan/onları yakalayıp denetim altına almazdan önce hatalarından dönenler hariç– karşılığı, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama/ arka arkaya kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir aşağılıktır. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. (Maide 33, 34) Burada konu edilen Allah ve elçisine yapılan muharebe, başka âyetlerde “fitne” olarak açıklanmıştır. Fitne, “onların zorladıkları küfre dönmek ve yurttan olmak” demektir. Bu fitnenin, insanı öldürmekten daha şiddetli olduğu vurgulanmıştır. Ve onları nerede yakalarsanız öldürün, çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Ve insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtmeye sürüklemek, öldürmeden daha şiddetlidir. Mescid-i Harâm/dokunulmaz ilâhiyat eğitim merkezi yanında onlar, orada sizinle savaşmadıkça da onlarla savaşmayın. Buna rağmen onlar sizinle savaşırlarsa, hemen onları öldürün. Allah'ın ilâhlığını, rabliğini örtenlerin cezası işte böyledir. (Bakara; 191) O nedenle de Rabbimiz fitne ortadan kalkıncaya kadar mukatele; öldürme ve ölme emri vermiştir. Ve de insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtmeye sürüklemek faaliyeti kalmayıp din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık eğer vazgeçerlerse, düşmanlık, kendi benliklerine haksızlık edenlerden başkasına yoktur. (Bakara; 193) Ve insanları dinden çıkarma faaliyeti kalmayıp din tamamıyla Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık vazgeçerlerse bilinsin ki, şüphesiz Allah, onların yaptıklarını en iyi görendir. (Enfal; 39) İslam’ın savaş gerekçesini sadece “fitne” olarak da açıklayabiliriz. Bunun bir örneğini Kehf suresinde (60- 82. ayetler) görmekteyiz. Rabbimiz, Mûsâ'ya Firavun'u, suda boğup öldürerek İsrâîloğulları'nı Mısır'dan çıkarma görevi verdiğinde, daha evvel işlediği bir cinayetten dolayı duyduğu vicdan azabı nedeniyle Musa bunalıma girmiştir. Bunalımdan kurtulmak için yaptığı seyahatte buluştuğu Bilgin ve kendisine rahmet verilmiş kuldan (adı bildirilmeyen elçiden) Allah'a savaş açanların öldürülmesi gerektiğini; öğrenmiş ve böyle birinin öldürülmesine tanık olmuştur. Savaş kararını kamu otoritesi Allah adına alır. Yoksa herhangi bir Müslüman veya bir grup, İslâm adına istediği zaman savaş ilân edemez, kendi kendine karar verip terör ve intihar saldırısı düzenleyemez. Bilindiği üzere Mekke şartlarında, Müslümanlar devlet düzeyinde organize olmadan mü’minlere savaş izni verilmemiş, savaşla da yükümlü tutulmamışlardır. Belirli kişi ve kuruluşların kendi inanış ve davranışlarına uymayan kişilere hayat hakkı tanımamaları, onları yıpratmak için bir takım gayri insani davranışlara başvurmaları zulümdür, terördür. Ne yazık ki, Kur’an’ın üçte biri, akıl etme, tefekkür, gözlem ve araştırmayı emrederken, bu görevleri ihmal etmiş, sözde Müslümanların, İslâm’ı savunmak için kaba güçten başka yöntemleri kalmamıştır. Meşhur hikâyedir. Cahil çobanın birine Allah’ın varlığını ve birliğini ispat edip edemeyeceği sorulduğunda, göksünü gere gere ispat edebileceği cevabını vermiş. Orada bulunan kimseler, bu cahil çobanın bunu yapamayacağından emin olduklarından, bunu nasıl yapacağını sormuşlar. O da, elindeki sopasını göstermiş. İşte bununla ispat ederim demiş. Bu defa nasıl? Sorusuna da: İnkâr eden kişiye, Allah vardır, birdir dedirtinceye kadar basarım sopayı demiş. İşte bu gün dünyada Müslüman geçinenlerin portresi budur. O nedenle de dünyanın her yerinde Müslüman geçinenler ve gerçek Müslümanlar, kan döken, kargaşa çıkaran, cani ve terörist olarak görülür oldu. Durum bu olmasına rağmen Rabbimiz, özel durumlarda savaşa izin vermekte ve savaşı emretmektedir. Yalnız savaşın hangi şartlarda olacağına dair savaş iznini şöyle vermektedir: Kendilerine savaş açılan kimselere kendileri zulme uğramaları; onlar, başka değil, sırf “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için, haksız yere yurtlarından çıkarılmaları, nedeniyle izin verildi. Ve şüphesiz ki Allah onları zafere ulaştırmaya gücü yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yerle bir edilirdi. Allah, kendisine yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir. (Hacc; 39, 40) Ve sizinle savaşan kimselerle Allah yolunda savaşın; ölün, öldürün. Ve sınırı aşmayın. Şüphesiz Allah, sınırı aşanları sevmez. (Bakara; 190) Dokunulmazlık ayı, haram aya karşılıktır. Ve bütün dokunulmazlıklar/ bağlayıcı hükümler, birbirine karşılıktır. O hâlde kim size saldırdıysa, siz de ona yaptığı saldırının aynıyla saldırın. Ve Allah'ın koruması altına girin. Ve bilin ki Allah, Kendi koruması altına girmiş kişiler ile beraberdir. (Bakara; 194) Ve savaş sizin için hoş olmayan birşey olmasına rağmen, size zorunlu görev olarak verildi. Olabilir ki siz, sizin için hayırlı olan bir şeyden hoşlanmazsınız. Yine olabilir ki, siz, sizin için kötü, zararlı olan bir şeyi seversiniz. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara; 216) Bakara; 190’da “Ve sınırı aşmayın. Şüphesiz Allah, sınırı aşanları sevmez.” buyurarak savaşta özen gösterilecek noktaları da hatırlatmıştır. Âyetteki “sınırı aşmayın…” ifadesi düşman topraklarının yakıp yıkılmasını, henüz savaş nedir bilmeyen masum çocuklara Kadınları yaşlılara, hastalara, felçlilere, körlere, mâbedlere, düşman arazilerindeki meyveli meyvesiz ağaçlara, sebze ve meyvelere, ekinlere, yerleşim birimlerindeki evcil hayvanlara, zarar vermeyi yasaklamıştır. Bunun yanında ele geçen ganimetlere askerlerin el sürmesini, kadınların, kızların iffetlerine dokunmayı, düşmanın savaşamayacak durumdaki yaralı askerlerini öldürmeyi, silahını bırakıp kaçanlarını kovalayıp da arkadan vurmayı, esirlere işkence etmeyi yasaklamıştır. Ayrıca aman dileyenler de koruma altına alınmıştır: Ey iman etmiş kimseler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, hemen iyice araştırın. Ve size selâm veren kimseye, dünya hayatının menfaatini gözeterek, “Sen mü’min değilsin” demeyin. Artık Allah nezdinde çok ganimetler vardır. Önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu. Onun için iyice araştırın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınıza haberdardır. (Nisa; 94) Rasülüllah zamanında yapılan savaşlar, tamamen bu âyetlere uygun olarak, Allah adına; Allaha savaş açmışlara karşı koymak, fitneyi kazımak için yapılmıştır. Örneğin: Bedir savaşı, Medine’deki ikiyüzlüler ile Mekkeli müşriklerin Rasülüllah’ı yok etmek, İslam dinini söndürmek için işbirliği yapmaları nedeniyle yapılmıştır. Uhud savaşı, bedir yenilgisinin öcünü almak isteyenlere karşı bir savunma savaşıdır. Hendek savaşı, Yahudi, münafık ve müşriklerin Müslümanları yok etmek için toplu saldırılarına karşı, kendi yurtlarında, kendi kentlerinde savunmaya yönelik verilen bir savaştır. Mekke’nin fethi de Kureyşin Hudeybiye’de yapılan barış antlaşmasını bozması nedeniyle Müslümanların kendilerini güvene almaları için yapılmıştır. Kimseyi dine sokma veya mal yağmalaması için yapılmamıştır. Konu Tövbe suresinde detaylı olarak verilir. Tebük seferi, Suriyeli Hıristiyanlar, Bizans İmparatoru Heraklius'a bir mektup yazar; Muhammed'in öldüğünü, Müslümanların da kıtlık ve yokluk içinde perişan olduklarını, üzerlerine asker gönderilirse, onları dinden döndürmenin, kendi dinlerine katmanın, gerekirse yok etmenin tam zamanı olduğunu bildirirler. Bunun üzerine Bizans kralı, Müslümanlara karşı 40.000 kişilik bir orduyu yola çıkarır. Bazı Arap kabileleri de Bizanslılarla işbirliği yaparlar. Durum, Medine'ye; Rasûlullâh'a ulaşır. Mü'minler hazırlığa davet edilirler. Kadın-erkek, zengin-fakir herkes imkânları nispetinde katkıya koşar. Tebük seferi de işte böyle savunmaya yönelik bir seferdir. Allah Yolunda Öldürme Bilindiği üzere savaşın öldürmek ve ölmek olmak üzere iki yönü vardır. Öldürme yönünde Rabbimiz, haddin aşılmamasını emrederken bir noktayı daha açıkça ortaya koyuyor. Bu da öldürenlerin konumudur: Artık, onları siz öldürmediniz, lâkin onları Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı. Ve mü’minleri bundan güzel bir bela ile belâlandırmak/ güzelce sınamak içindi. Şüphesiz Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir. (Enfal; 17) Allah, “Artık, onları siz öldürmediniz, lâkin onları Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı” buyurmak suretiyle, öldürmeyi, atmayı Kendisine izafe ederek Müslüman askerlerin "katil", “câni” olarak nitelendirilemeyeceğine işaret etmiştir. Buradan anlaşıldığına göre meşru savaşlarda; Allah’ın öngördüğü ve izin verdiği savaşlarda ve yargı kararlarıyla adam öldürmek, Allah adına yapıldığı için öldüreni suçlu; katil, câni yapmaz. Peygamberimiz ve ondan sonra gelen gerçek Müslüman idarecilerin hiçbiri insanları zorla dine sokmak, ganimet elde etmek için savaş yapmamışlardır. Savaşta kazanılan ganimetler, “enfal (bahşiş, bonus)” olarak nitelenerek gazilere değil kamuya tahsis edilmiştir. Bu, Enfal ve Haşr surelerinde detaylı olarak açıklanmıştır. Bir kimseyi veya bir toplumu zorla dine sokmayı Rabbimiz yasaklamıştır. Herkes fikir ve inanç özgürlüğü tanımıştır. Bu konuya dair Kur’an’da onlarca âyet mevcuttur. Aşağıdaki âyetlerde de görüleceği üzere savaşın amacı Allahın rızasını kazanmak ve fitneyi ortadan kaldırmaktır. Ey iman etmiş kişiler! Önleminizi alın, sonra da onlara karşı ya küçük birlikler hâlinde sefere çıkın veya topluca sefere çıkın. Şüphesiz sizden bir kısmı da kesinlikle ağır davranır. Sonra size bir musibet isabet edince: “Kesinlikle Allah bana lütfetti de onlarla beraber tanık olarak bulunmadım” der. Ve eğer size Allah'tan bir armağan isabet ederse, kesinlikle, sanki sizinle kendisi arasında hiç sevgi yokmuş gibi, şüphesiz: “Ah ne olurdu, onlarla beraber olaydım da çok büyük başarıya erseydim!” diyecektir. O hâlde basit dünya hayatını, âhiret karşılığında satacak kimseler, Allah yolunda savaşsınlar. Her kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, artık Biz ona çok büyük bir ödül vereceğiz. Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri bu halkı kendi benliklerine haksızlık eden kimseler olan memleketten çıkar, nezdinden bize bir koruyucu, yol gösterici yakın, nezdinden iyi bir yardımcı kıl” diyen zayıf düşürülmüş erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz? İman etmiş kimseler, Allah yolunda savaşırlar. Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş kişiler de tâğut yolunda savaşırlar. O hâlde siz şeytanın yakınları, yardımcıları ile savaşın. Şüphesiz şeytanın tuzağı çok zayıftır. (Nisa 71- 76) Mü’minler için ölüp öldürme; savaş değil, caydırıcı güce sahip olmak esastır: Ve siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve savaş atları hazırlayın ki, onlarla, Allah'ın düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı ve Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz, bunlardan aşağı daha başkalarını korkutasınız. Ve Allah yolunda her ne harcarsanız o size eksiksiz ödenir ve siz hakksızlığa uğratılmazsınız. (Enfal; 60) Ey iman etmiş kişiler! Önleminizi alın, sonra da onlara karşı ya küçük birlikler hâlinde sefere çıkınız veya toptan sefere çıkınız. (Nisâ: 71) Ve sen seferde olanların içinde bulunup da onlar için eğitim-öğretim verdiğin zaman içlerinden bir kısmı seninle beraber dikilsinler/eğitime katılsınlar. Silâhlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar, yeterli bilgi alıp ikna olduklarında arka tarafınıza geçsinler. Sonra eğitim-öğretim almamış diğer bir kısmı gelsin seninle beraber eğitim-öğretim yapsınlar ve tedbirlerini ve silâhlarını alsınlar. Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örten kimseler, silâhlarınızdan ve eşyanızdan habersiz durumda olsanız da size ani bir baskın yapsınlar isterler. Eğer size yağmurdan bir eziyet erişir veya hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Tedbirinizi de alın. Şüphesiz Allah, Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini örten kimselere alçaltıcı bir azap hazırlamıştır. (Nisa; 102) Enfal; 60’ta hitap, tüm mü'minlere ve tüm zamanlara yöneltilerek, Siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve savaş atları hazırlayın ki, onlarla, Allah'ın düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı ve Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz, bunlardan aşağı daha başkalarını korkutasınız. Ve Allah yolunda her ne harcarsanız o size eksiksiz ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız buyrulmuş ve böylece mü'minler için askerî strateji belirlenmiştir. Âyette önce, gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin denilerek, her türlü askerî silah ve malzeme tedariki emredilmiş, sonra da savaş atları hazırlayın buyrularak, "savaş atlarına” vurgu yapılmıştır. Malumdur ki Kur'ân'ın indiği dönemde en iyi savaş aracı at idi. O nedenle âyetteki "at" ifadesi, bugün için, savaş uçağı, tank, denizaltı, güdümlü füze, hatta atom bombası gibi en ileri derecedeki savaş silahları anlaşılmalıdır. Âyetteki, Allah'ın düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı ifadesiyle, "müşrikler, Yahudiler ve tüm İslâm düşmanları"; Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz düşmanlar ile de, Tevbe; 101 ve Âl-i Imran; 118. âyetlerin delaletiyle "münafıklar ve uzaklardaki düşmanlar" kastedildiği anlaşılmaktadır. Müslümanlar her türlü teçhizata sahip olup savaşı az kişiyle, az zayiatla atlatmalıdırlar. Bu konu Bakara suresinin 243- 253. âyetlerinde konu edilmiştir. Burada savaşın Davud’un Calut’u öldürüvermesi ile neticeye bağlandığı, zayiat verilmediği nakledilerek Müslümanların da bu yöntemle savaşmalarına işaret edilmiştir. Konu edilen savaşın ayrıntılı açıklaması Kitab-ı Mukaddes’in 1. Samuel, 17: 153 bölümündedir. Kur’an bu bölümü onamaktadır. Buradan da anlaşılacağı üzere savaş, akıl ve eğitim ile kazanılıyor. Akıllı ve eğitimli tek kişi savaşın kaderini değiştirebiliyor. Allah'ın bu pasajda mü'minlere vermek istediği mesaj da budur. Kalabalık ve kaba güce güvenmeyip harp taktikleri geliştirilmeli ve Dâvûd örnek alınmalıdır. Bugün savaşı binlerce kilometreden kontrol eden ve bir tuşa basarak can ve mal zayiatı vermeden zafer elde edenler, kâfirler değil Müslümanlar olmalıydı! Haram; dokunulmaz aylarda ve dokunulmaz bölgede savaş İslam dininin en büyük değerlerinden biri de haram aylarda savaşı yasaklaması ve bunu günahların en büyüğünden saymasıdır. Arap geleneğinde, hac dönemlerinde sağlıklı, güvenli bir ulaşım ve hac yapılabilsin diye dokunulmaz aylar ve dokunulmaz bölge belirlenmişti. Ve bu ayda ve bu bölgede kesinlikle savaş yapılmazdı. Bu âyetlerde bu aylarda ve bu bölgede mü’minlere bir savaş saldırısı söz konusu olursa bu geleneğe bağlı kalmamaları emredilmektedir. O gün çevredeki Arap kabileleri eğitim ve öğretim için Mescidi harama gelirlerdi. Bu âyetlerin bize mesajı ise, kesinlikle eğitim dönemlerinde, eğitim alanlarında okullarda eğitim ve öğretimi aksatacak, eğitim yerlerinin ve yollarının güvenliğini etkileyecek, öğretmen ve öğrencilerin işine engel olacak, öğretmen ve öğrencileri savaşa iştirak ettirtecek tarzda savaş yapılmamasıdır. Ama eğitim sürecinde haram aylarda da müminler saldırıya uğrarlarsa savunmak durumunda olacaklardır. Dokunulmazlık ayı, haram aya karşılıktır. Ve bütün dokunulmazlıklar/ bağlayıcı hükümler, birbirine karşılıktır. O hâlde kim size saldırdıysa, siz de ona yaptığı saldırının aynıyla saldırın. Ve Allah'ın koruması altına girin. Ve bilin ki Allah, Kendi koruması altına girmiş kişiler ile beraberdir. (Bakara; 194) Savaş iç hukuku ile ilgili bir hayli düzenleme de Bakara, Al-i Imran, Nisa, Enfal, Tevbe, Ahzab, Mümtehıne, Muhammed ve Haşr surelerinde ayrıntılı olarak yer almaktadır. İlgilenenlerin adı geçen surelerdeki âyetleri okumaları önerilir. ALLAH YOLUNDA ÖLMEK Allah yolunda ölmek, hem Allah'ın övgüsünü ve büyük kazanımlar elde ettirmektedir. Allah yolunda öldürülenleri de sakın ölüler sanma. Tam tersi onlar diridirler, Allah'ın armağanlarından verdiği şeylerle sevinçli olarak Rableri katında rızıklanmaktadırlar. Arkalarından kendilerine henüz ulaşmayan kimselere, kendileri için hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Onlar, Allah'tan bir nimeti, armağanı ve Allah'ın şüphesiz, mü’minlerin ecrini kaybetmeyeceğini müjdelemek isterler. (Âl-i Imran; 169-171) Ve Allah yolunda öldürülenlere, “Ölüler” demeyin. Aslında onlar diridirler. Fakat siz bilincine ermiyorsunuz. (Bakara; 154) O hâlde basit dünya hayatını, âhiret karşılığında satacak kimseler, Allah yolunda savaşsınlar. Her kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, artık Biz ona çok büyük bir ödül vereceğiz. (Nisa; 74) Artık Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimselerle karşılaştığınız/ savaştığınız zaman, hemen boyunları vuruş …/ölümüne savaşın. Sonra onlara üstün geldiğiniz zaman, hemen bağı sıkı bağlayın/sağlam kararlar alın. Sonra harp; bozum yapma işi ağırlıklarını atıp savaş bitince de onları ya karşılıksız olarak, ya da kurtulmalık karşılığı salıverin. İşte! Eğer Allah dileseydi elbette onları cezalandırıp adaleti sağlardı. Fakat böyle olması, sizi birbirinizle denemek içindir. Allah yolunda öldürülen/öldüren/savaşan kimselere gelince; artık Allah, onların amellerini asla boşa çıkarmaz. Allah onları kılavuzlayacak, durumlarını düzeltecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete girdirecektir. (Muhammed 4-6) Bunun üzerine Rableri onlara karşılık verdi: “Şüphesiz Ben, sizden erkek olsun, kadın olsun –ki hepiniz aynısınızdır– çalışanın amelini kaybetmem. O nedenle, göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, Benim yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve öldürülenler; elbette onlardan kötülüklerini örteceğim ve Allah katından bir sevap olarak, onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Ve Allah, sevabın güzeli Kendi katında olandır.” (Âl-i Imrân; 195) Eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz de, Allah'tan bir bağışlanma ve rahmet, kesinlikle onların topladıklarından daha hayırlıdır. And olsun, ölseniz veya öldürülseniz de kesinlikle Allah'a toplanacaksınız. (Al-i Imran; 157,158) Şüphesiz Allah, tövbe eden, kulluk eden, övgüde bulunan, seyahat eden, Allah'ı birleyen, boyun eğip teslimiyet gösteren, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, kötü olan her şeyden vazgeçiren, Allah'ın hududunu koruyan inananlardan canlarını ve mallarını şüphesiz cenneti onlara verme karşılığında satın almıştır: Onlar, Allah yolunda savaşırlar; sonra öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah'ın Tevrât, İncîl ve Kur’ân'daki gerçek bir vaadidir Ve sözünü, Allah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alış-verişle sevinin. Ve işte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. Ve mü’minlere müjde ver! (Tevbe; 111, 112) Ve Allah yolunda hicret eden, sonra öldürülmüş veya ölmüş olanlar; kesinlikle Allah, onları güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Ve şüphesiz Allah, kesinlikle rızık verenlerin en hayırlısının ta kendisidir. Kesinlikle onları hoşnut olacakları bir yere girdirecektir. Ve şüphesiz Allah, kesinlikle çok iyi bilendir, çok yumuşak davranandır. ( Hacc; 58) Netice, Rabbimizin Kendi yolunda izin verdiği şartlar dışında öldürmek de ölmek de suçtur, Müslümanların yapacağı şeylerden değildir. Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Sevgi,saygı ve muhabbetle. Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay |
16. November 2012, 10:50 PM | #6 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.023
Tesekkür: 3.573
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Selamun Aleykum Değerli Tenzin Kardeşim!
Hakkı Yılmaz Kardeşimin İslamda savaş Makalesini paylaşmak istiyorum. İSLÂM DİNİNDE SAVAŞ Türkçemizdeki “Savaş” sözcüğü, Arapçadaki “ قتالKıtal”, “ جهادcihad” ve “ حرب harb, محاربةmuharebe” sözcüklerinin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Bu sözcüklerin anlamları farklı farklı olduğundan İslam dinindeki “savaş” sözcüğü yanlış anlaşılmaktadır. “ حربHarb” sözcüğü, lügatlerde “ نقيض السلمnakızus silm; olumsuzluklardan uzaklığın karşıtı” diye tanımlanır. (Lisanü’l Arab “ حربhrb” maddesi) Yine lügatlerde noktalı خha (hı) harfiyle yazılan “ خربharb” sözcüğü de “ نقيض العمران Nakızu’l Umran: yapımının karşıtı; yıkım” olarak tanımlanır. (Lisanü’l Arab “ خرب hrb” mad.) Türkçemizdeki “harab, harabe, tahrip” sözcükleri, sözcüğün öz anlamıyla dilimize gelmiş sözcüklerdir. Demek oluyor ki bu iki sözcükte anlam yakınlığı vardır. “Savaş” sözcüğü, “harb”, “muharebe” sözcüklerinin karşılığı olarak değerlendirilmesi doğru değildir; “harb” ve “muharebe” sözcüklerinin asıl anlamında ölme ve öldürme yoktur. “Harb” sözcüğünün, “nakızus silm; olumsuzluklardan uzaklığın karşıtı” anlamını açarsak, bunun “tüm olumlu şeyleri olumsuz hale getirmek” demek olduğu anlaşılır. Burada ifade edilen, sağlam yapıların bozulması, insanların morallerinin bozulmasından tutun da mallarının mülklerinin talan edilmesi, ekinlerinin, meyve ağaçlarının, ormanların imha edilmesi, insanların sakat bırakılması, rencide edilmesi, esir alınması, hapsedilmesi, sakat bırakılması, gibi binlerce olumsuzluğu saymak mümkündür. Bu durumda “ محاربmuharib”, denince “bozum yapacak; bir yeri yakıp yıkacak, bütünlüğünü, sağlamlığını her hangi bir girişimle bozacak, barışı ortadan kaldıracak kişi” anlaşılır. Görüldüğü üzere bunda ölme veya öldürme olması şart değildir. Kur’anda “ ح ر بharb” kökenli sözcükler on bir kez yer alır. Bunlardan dört tanesi “ محرابmihrab”, bir tanesi “ محاريبmehâriyb” bir tanesi “ حاربhârebe”, bir tanesi “ يحاربونyüharibune, dört tanesi de “ حربharb” şeklindedir. Bu sözcüklerin geçtiği âyetlere bakıldığı zaman, bu bozma, yakıp yıkıp harap etme işçinin müşrik ve münafıklara özgü bir eylem olduğu görülecektir. Burada sadece Bakara 279’da Ribacıların (emeksiz, risksiz, yatırımsız para kazananların) Allah ve Elçisi tarafından bozuma, yıkıma uğratılacağı tehdidi yer almaktadır. “ جهادCihad” sözcüğü de Müslümanlar arasında yanlış kabullenilerek “ölme ve öldürme” anlamına çekilmiştir. Biz daha evvel “Cihad’ı” şöyle açıklamıştık: “Cihad”; “Allah tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî ve zihnî kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, yani Kur’an’ı anlama, anlatma, yaşama ve tanıtıp yayma için kuvvet harcamak” demektir ve bu da bilgi, beden ve mal ile yapılır. Bu ibadet münferiden yapıldığı gibi kurumsal olarak da yapılabilir. “ قتالKıtâl” sözcüğü, işteşlik ifade eden bir sözcük kalıbı olup, “kişilerin karşılıklı birbirini öldürmesi anlamındadır. Yani “Mukâtil (savaşa çıkan kimse)”, “ölmeyi ve öldürmeyi göze almış kimse” demektir. Bizim burada üzerinde duracağımız “Savaş” da “ قتالkıtal, مقاتلةmukâtele (öldürme- ölme)” sözcüğünün karşılığı olan gerçek savaştır. Kur’an baştan sona incelendiğinde İslam dininin amacının, insan hayatının değeri ve onun mutluluğu olduğu açıkça görülecektir. Zaten İslam sözcüğünün anlamı da “İnsanları ve toplumları her türlü olumsuzluktan uzaklaştırıp her yönde mükemmele ulaştırmak” demektir. Hatırlanacağı üzere, Rabbimiz mü’minlere daha evvel şu emirleri vermiş Müslümanlar için savaşı emretmemişti. Ve Allah’a çağırıp/yakarıp salihi işleyen ve “Ben Müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır? Ve güzellikle çirkinlik/ iyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel şeyle sav. O zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sımsıcak bir Yakın’dır. (Fussilet; 33, 34) Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerine katılık koyduk. Onlar kelimeyi/sözcüğü yerlerinden/öz anlamlarından değiştirirler. Öğütlendiklerinin önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever. (Maide; 13) Onların söylediklerine/söyleyeceklerine sabret! Ve güzelce ayrıl onlardan. (Müzzemmil; 10) Haydi öğüt ver/ hatırlat; şüphesiz sen sadece bir öğütçüsün/ hatırlatıcısın. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin. (Gaşiye; 21, 22) Ehlikitaptan birçoğu, gerçek kendileri için ortaya konduğu halde, benliklerindeki kıskançlıktan dolayı sizi imanınızdan sonra çevirip kâfir etsinler isterler. Buna rağmen siz, Allah’ın emri gelinceye kadar af ile, hoşgörüyle davranın. Şüphesiz Allah, her şeye en iyi güç yetirendir. (Bakara; 109) Rabbimizin nazarında bir cana kıymak, tüm âleme kıymak mesabesindedir. İşte bunun için Biz, İsrâiloğullarına: “Şüphesiz her kim bir zat veya yeryüzünde bozgunculuk karşılığı olmadan bir zatı öldürürse artık bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir zatın yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur” yazdık (farz kıldık). Ve kesinlikle onlara elçilerimiz açık deliller ile geldiler. Sonra da şüphesiz onların birçoğu yeryüzünde kesinlikle aşırı davranan kimselerdir. (Maide; 32) Rabbimiz, insan hayatına çok büyük önem vermiş ve insan hayatını korumak ve kurtarmak için mümkün olan her şeyi yapmıştır. De ki: “Geliniz, Rabbinizin size neleri tabulaştırdığını; dokunulmaz kıldığını okuyayım: ‘Kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamanızı, Ana babaya iyilik yapmanızı- güzel davranmanızı, Fakirlik endişesiyle / fakirleştiriliriz korkusuyla çocuklarınızı öldürmemenizi, - Sizi ve onları Biz rızklandırıyoruz.- Kötülüklerin açığına ve gizlisine yaklaşmamanızı, Haksız yere, Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmemenizi, -İşte bunlar, aklınızı kullanasınız diye O’nun size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.- Yetimin malına da yaklaşmamanızı, -Yalnız erginlik çağına erişinceye kadar en güzel biçimde yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz.- Ölçüyü, tartıyı hakkaniyetle tastamam yapmanızı, -Biz kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü tutmayız.- Söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa adil olmanızı Ve Allah'a verdiğiniz sözü tastamam tutmanızı.’ -İşte bunlar öğüt alıp düşünesiniz diye Allah’ın size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.-” (En’âm, 151, 152) Ve işte Rahmân'ın kulları, Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmazlar. Allah'ın haram ettiği canı öldürmezler. –Ancak hak ile öldürürler.– ( Furkan; 68) Ve hak ile olmadıkça, Allah'ın haram kıldığı bir kimseyi öldürmeyin. Ve kim haksızlık edilerek öldürülürse, Biz onun yakınlarına bir yetki vermişizdir. O da öldürmede aşırı gitmesin. –Şüphesiz öldürülen/haklarını koruyacak yakınları yardım olunmuştur.– (İsra; 33) Bu, Allah tarafından insan hayatının korunmuş olduğunun, güvence altına alındığının, hiç kimsenin ferdi veya kamu kararıyla, Allah’ın izin verdiği olguların dışında savaş ile herhangi bir insanı öldüremeyeceğinin ilân edilmesidir. Mümin mümini ancak hata ile öldürür, kişi kişiyi bile bile öldüremez. Ve hata dışında bir mü’minin, diğer bir mü’mini öldürmesi söz konusu değildir. Ve kim bir mü’mini, kasıtsız/kaza ile öldürürse, mü’min bir köleyi özgürlüğe kavuşturmalı ve ölenin ailesine/varislerine teslim edilecek bir diyet vermelidir. –Ancak ölünün ailesinin bağışlaması müstesnadır.– Eğer öldürülen, mü’min olmakla beraber size düşman bir toplumdan ise, o zaman öldürenin, mü’min bir köleyi özgür bırakması gerekir. Eğer öldürülen sizinle aralarında antlaşma olan bir toplumdan ise öldürenin, ölenin ailesine diyet vermesi ve mü’min bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması gerekir. Bunlara gücü yetmeyenin de Allah tarafından tövbesinin kabulü için arka arkaya iki ay oruç tutması gerekir. Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır. Ve kim bir mü’mini kasten [bile bile, isteyerek] öldürürse, işte onun cezası, içinde sürekli kalmak üzere cehennemdir. Ve Allah ona gazap etmiş, onu dışlamış, rahmetinden mahrum bırakmış ve onun için çok büyük bir azap hazırlamıştır. (Nisa 92, 93) İki mü’min gurup provoke edilerek savaştırılırsa, diğer Müslümanlar tarafından onlara müdahale edilir. Ve eğer mü’minlerden iki grup birbirleriyle savaştırılırlarsa, hemen onların arasını düzeltin. Şâyet biri ötekinin üzerine saldırırsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Sonra da eğer dönerse aralarında adaletle barış yapın ve hakkaniyetle davranın. Şüphesiz ki Allah, hakkaniyetle davrananları sever. (Hucurât 9) Neden savaş? Durum bu iken ortada çıkarı için, insanları mutsuz eden, toplumu harabeye çevirerek bundan çıkar sağlayan nankör insan tipleri vardır: Soluk soluğa koşanlar, sonra ateş saçanlar, sonra sabahtan baskın yapanlar, derken orada tozu dumana katanlar, sonra bir topluluğun en değerli kaynaklarına, varlıklarına kadar dalanlar kanıttır ki kesinlikle insan, Rabbine karşı çok nankördür, kendisi de buna kesinlikle tanıktır. Şüphesiz o, mal sevgisinden dolayı da kesinlikle çok katıdır. (Âdiyât suresi) Peki, o vurguncu insanlar, kabirlerde olanların diriltilip dışa atıldığı, göğüslerde olanların derlenip toparlandığı zaman, hiç şüphesiz o gün, Rablerinin kendilerine gerçekten haber verici olduğunu bilmezler mi? İşte bu noktada bu muharipleri; toplumu maddi ve manevi açıdan harabeye çevirecek kimseleri defetmek, ortadan kaldırmak gerekecektir. Kısacası yoz sürgünlerin budanması gerekecektir; kıtâl, mukâtele (savaş; ölme- öldürme) zorunlu hale gelecektir. Hacc suresinin 40. âyetindeki “Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yerle bir edilirdi.” ifadesi ile Bakara suresinin 251. âyetindeki “Eğer Allah, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı (bozulur giderdi)” ifadesi, savaşın meşru kılınma nedenlerini açıklamaktadır. Bu konuyu aslında şu ifade ile açıklayarak detaylandırmak durumundayız. Allah, sadece ve sadece Kendisine muhârib olan; Kendisinin koyduğu ilkeleri bozuma uğratmaya; ortadan kaldırarak insanları ve tabiatı harap etmeye yeltenen kimselerden kurtulmak için onlarla savaşılmasını ve bunların yargılama yoluyla idam edilerek öldürülmesini emretmiştir. Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan; bozum yapmaya teşebbüs etmiş olan ve yeryüzünde kargaşa çıkarmaya çalışanların –siz onlar üzerine güçlü olmazdan/onları yakalayıp denetim altına almazdan önce hatalarından dönenler hariç– karşılığı, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama/ arka arkaya kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir aşağılıktır. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. (Maide 33, 34) Burada konu edilen Allah ve elçisine yapılan muharebe, başka âyetlerde “fitne” olarak açıklanmıştır. Fitne, “onların zorladıkları küfre dönmek ve yurttan olmak” demektir. Bu fitnenin, insanı öldürmekten daha şiddetli olduğu vurgulanmıştır. Ve onları nerede yakalarsanız öldürün, çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Ve insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtmeye sürüklemek, öldürmeden daha şiddetlidir. Mescid-i Harâm/dokunulmaz ilâhiyat eğitim merkezi yanında onlar, orada sizinle savaşmadıkça da onlarla savaşmayın. Buna rağmen onlar sizinle savaşırlarsa, hemen onları öldürün. Allah'ın ilâhlığını, rabliğini örtenlerin cezası işte böyledir. (Bakara; 191) O nedenle de Rabbimiz fitne ortadan kalkıncaya kadar mukatele; öldürme ve ölme emri vermiştir. Ve de insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtmeye sürüklemek faaliyeti kalmayıp din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık eğer vazgeçerlerse, düşmanlık, kendi benliklerine haksızlık edenlerden başkasına yoktur. (Bakara; 193) Ve insanları dinden çıkarma faaliyeti kalmayıp din tamamıyla Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık vazgeçerlerse bilinsin ki, şüphesiz Allah, onların yaptıklarını en iyi görendir. (Enfal; 39) İslam’ın savaş gerekçesini sadece “fitne” olarak da açıklayabiliriz. Bunun bir örneğini Kehf suresinde (60- 82. ayetler) görmekteyiz. Rabbimiz, Mûsâ'ya Firavun'u, suda boğup öldürerek İsrâîloğulları'nı Mısır'dan çıkarma görevi verdiğinde, daha evvel işlediği bir cinayetten dolayı duyduğu vicdan azabı nedeniyle Musa bunalıma girmiştir. Bunalımdan kurtulmak için yaptığı seyahatte buluştuğu Bilgin ve kendisine rahmet verilmiş kuldan (adı bildirilmeyen elçiden) Allah'a savaş açanların öldürülmesi gerektiğini; öğrenmiş ve böyle birinin öldürülmesine tanık olmuştur. Savaş kararını kamu otoritesi Allah adına alır. Yoksa herhangi bir Müslüman veya bir grup, İslâm adına istediği zaman savaş ilân edemez, kendi kendine karar verip terör ve intihar saldırısı düzenleyemez. Bilindiği üzere Mekke şartlarında, Müslümanlar devlet düzeyinde organize olmadan mü’minlere savaş izni verilmemiş, savaşla da yükümlü tutulmamışlardır. Belirli kişi ve kuruluşların kendi inanış ve davranışlarına uymayan kişilere hayat hakkı tanımamaları, onları yıpratmak için bir takım gayri insani davranışlara başvurmaları zulümdür, terördür. Ne yazık ki, Kur’an’ın üçte biri, akıl etme, tefekkür, gözlem ve araştırmayı emrederken, bu görevleri ihmal etmiş, sözde Müslümanların, İslâm’ı savunmak için kaba güçten başka yöntemleri kalmamıştır. Meşhur hikâyedir. Cahil çobanın birine Allah’ın varlığını ve birliğini ispat edip edemeyeceği sorulduğunda, göksünü gere gere ispat edebileceği cevabını vermiş. Orada bulunan kimseler, bu cahil çobanın bunu yapamayacağından emin olduklarından, bunu nasıl yapacağını sormuşlar. O da, elindeki sopasını göstermiş. İşte bununla ispat ederim demiş. Bu defa nasıl? Sorusuna da: İnkâr eden kişiye, Allah vardır, birdir dedirtinceye kadar basarım sopayı demiş. İşte bu gün dünyada Müslüman geçinenlerin portresi budur. O nedenle de dünyanın her yerinde Müslüman geçinenler ve gerçek Müslümanlar, kan döken, kargaşa çıkaran, cani ve terörist olarak görülür oldu. Durum bu olmasına rağmen Rabbimiz, özel durumlarda savaşa izin vermekte ve savaşı emretmektedir. Yalnız savaşın hangi şartlarda olacağına dair savaş iznini şöyle vermektedir: Kendilerine savaş açılan kimselere kendileri zulme uğramaları; onlar, başka değil, sırf “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için, haksız yere yurtlarından çıkarılmaları, nedeniyle izin verildi. Ve şüphesiz ki Allah onları zafere ulaştırmaya gücü yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yerle bir edilirdi. Allah, kendisine yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir. (Hacc; 39, 40) Ve sizinle savaşan kimselerle Allah yolunda savaşın; ölün, öldürün. Ve sınırı aşmayın. Şüphesiz Allah, sınırı aşanları sevmez. (Bakara; 190) Dokunulmazlık ayı, haram aya karşılıktır. Ve bütün dokunulmazlıklar/ bağlayıcı hükümler, birbirine karşılıktır. O hâlde kim size saldırdıysa, siz de ona yaptığı saldırının aynıyla saldırın. Ve Allah'ın koruması altına girin. Ve bilin ki Allah, Kendi koruması altına girmiş kişiler ile beraberdir. (Bakara; 194) Ve savaş sizin için hoş olmayan birşey olmasına rağmen, size zorunlu görev olarak verildi. Olabilir ki siz, sizin için hayırlı olan bir şeyden hoşlanmazsınız. Yine olabilir ki, siz, sizin için kötü, zararlı olan bir şeyi seversiniz. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara; 216) Bakara; 190’da “Ve sınırı aşmayın. Şüphesiz Allah, sınırı aşanları sevmez.” buyurarak savaşta özen gösterilecek noktaları da hatırlatmıştır. Âyetteki “sınırı aşmayın…” ifadesi düşman topraklarının yakıp yıkılmasını, henüz savaş nedir bilmeyen masum çocuklara Kadınları yaşlılara, hastalara, felçlilere, körlere, mâbedlere, düşman arazilerindeki meyveli meyvesiz ağaçlara, sebze ve meyvelere, ekinlere, yerleşim birimlerindeki evcil hayvanlara, zarar vermeyi yasaklamıştır. Bunun yanında ele geçen ganimetlere askerlerin el sürmesini, kadınların, kızların iffetlerine dokunmayı, düşmanın savaşamayacak durumdaki yaralı askerlerini öldürmeyi, silahını bırakıp kaçanlarını kovalayıp da arkadan vurmayı, esirlere işkence etmeyi yasaklamıştır. Ayrıca aman dileyenler de koruma altına alınmıştır: Ey iman etmiş kimseler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, hemen iyice araştırın. Ve size selâm veren kimseye, dünya hayatının menfaatini gözeterek, “Sen mü’min değilsin” demeyin. Artık Allah nezdinde çok ganimetler vardır. Önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu. Onun için iyice araştırın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınıza haberdardır. (Nisa; 94) Rasülüllah zamanında yapılan savaşlar, tamamen bu âyetlere uygun olarak, Allah adına; Allaha savaş açmışlara karşı koymak, fitneyi kazımak için yapılmıştır. Örneğin: Bedir savaşı, Medine’deki ikiyüzlüler ile Mekkeli müşriklerin Rasülüllah’ı yok etmek, İslam dinini söndürmek için işbirliği yapmaları nedeniyle yapılmıştır. Uhud savaşı, bedir yenilgisinin öcünü almak isteyenlere karşı bir savunma savaşıdır. Hendek savaşı, Yahudi, münafık ve müşriklerin Müslümanları yok etmek için toplu saldırılarına karşı, kendi yurtlarında, kendi kentlerinde savunmaya yönelik verilen bir savaştır. Mekke’nin fethi de Kureyşin Hudeybiye’de yapılan barış antlaşmasını bozması nedeniyle Müslümanların kendilerini güvene almaları için yapılmıştır. Kimseyi dine sokma veya mal yağmalaması için yapılmamıştır. Konu Tövbe suresinde detaylı olarak verilir. Tebük seferi, Suriyeli Hıristiyanlar, Bizans İmparatoru Heraklius'a bir mektup yazar; Muhammed'in öldüğünü, Müslümanların da kıtlık ve yokluk içinde perişan olduklarını, üzerlerine asker gönderilirse, onları dinden döndürmenin, kendi dinlerine katmanın, gerekirse yok etmenin tam zamanı olduğunu bildirirler. Bunun üzerine Bizans kralı, Müslümanlara karşı 40.000 kişilik bir orduyu yola çıkarır. Bazı Arap kabileleri de Bizanslılarla işbirliği yaparlar. Durum, Medine'ye; Rasûlullâh'a ulaşır. Mü'minler hazırlığa davet edilirler. Kadın-erkek, zengin-fakir herkes imkânları nispetinde katkıya koşar. Tebük seferi de işte böyle savunmaya yönelik bir seferdir. Allah Yolunda Öldürme Bilindiği üzere savaşın öldürmek ve ölmek olmak üzere iki yönü vardır. Öldürme yönünde Rabbimiz, haddin aşılmamasını emrederken bir noktayı daha açıkça ortaya koyuyor. Bu da öldürenlerin konumudur: Artık, onları siz öldürmediniz, lâkin onları Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı. Ve mü’minleri bundan güzel bir bela ile belâlandırmak/ güzelce sınamak içindi. Şüphesiz Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir. (Enfal; 17) Allah, “Artık, onları siz öldürmediniz, lâkin onları Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı” buyurmak suretiyle, öldürmeyi, atmayı Kendisine izafe ederek Müslüman askerlerin "katil", “câni” olarak nitelendirilemeyeceğine işaret etmiştir. Buradan anlaşıldığına göre meşru savaşlarda; Allah’ın öngördüğü ve izin verdiği savaşlarda ve yargı kararlarıyla adam öldürmek, Allah adına yapıldığı için öldüreni suçlu; katil, câni yapmaz. Peygamberimiz ve ondan sonra gelen gerçek Müslüman idarecilerin hiçbiri insanları zorla dine sokmak, ganimet elde etmek için savaş yapmamışlardır. Savaşta kazanılan ganimetler, “enfal (bahşiş, bonus)” olarak nitelenerek gazilere değil kamuya tahsis edilmiştir. Bu, Enfal ve Haşr surelerinde detaylı olarak açıklanmıştır. Bir kimseyi veya bir toplumu zorla dine sokmayı Rabbimiz yasaklamıştır. Herkes fikir ve inanç özgürlüğü tanımıştır. Bu konuya dair Kur’an’da onlarca âyet mevcuttur. Aşağıdaki âyetlerde de görüleceği üzere savaşın amacı Allahın rızasını kazanmak ve fitneyi ortadan kaldırmaktır. Ey iman etmiş kişiler! Önleminizi alın, sonra da onlara karşı ya küçük birlikler hâlinde sefere çıkın veya topluca sefere çıkın. Şüphesiz sizden bir kısmı da kesinlikle ağır davranır. Sonra size bir musibet isabet edince: “Kesinlikle Allah bana lütfetti de onlarla beraber tanık olarak bulunmadım” der. Ve eğer size Allah'tan bir armağan isabet ederse, kesinlikle, sanki sizinle kendisi arasında hiç sevgi yokmuş gibi, şüphesiz: “Ah ne olurdu, onlarla beraber olaydım da çok büyük başarıya erseydim!” diyecektir. O hâlde basit dünya hayatını, âhiret karşılığında satacak kimseler, Allah yolunda savaşsınlar. Her kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, artık Biz ona çok büyük bir ödül vereceğiz. Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri bu halkı kendi benliklerine haksızlık eden kimseler olan memleketten çıkar, nezdinden bize bir koruyucu, yol gösterici yakın, nezdinden iyi bir yardımcı kıl” diyen zayıf düşürülmüş erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz? İman etmiş kimseler, Allah yolunda savaşırlar. Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş kişiler de tâğut yolunda savaşırlar. O hâlde siz şeytanın yakınları, yardımcıları ile savaşın. Şüphesiz şeytanın tuzağı çok zayıftır. (Nisa 71- 76) Mü’minler için ölüp öldürme; savaş değil, caydırıcı güce sahip olmak esastır: Ve siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve savaş atları hazırlayın ki, onlarla, Allah'ın düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı ve Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz, bunlardan aşağı daha başkalarını korkutasınız. Ve Allah yolunda her ne harcarsanız o size eksiksiz ödenir ve siz hakksızlığa uğratılmazsınız. (Enfal; 60) Ey iman etmiş kişiler! Önleminizi alın, sonra da onlara karşı ya küçük birlikler hâlinde sefere çıkınız veya toptan sefere çıkınız. (Nisâ: 71) Ve sen seferde olanların içinde bulunup da onlar için eğitim-öğretim verdiğin zaman içlerinden bir kısmı seninle beraber dikilsinler/eğitime katılsınlar. Silâhlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar, yeterli bilgi alıp ikna olduklarında arka tarafınıza geçsinler. Sonra eğitim-öğretim almamış diğer bir kısmı gelsin seninle beraber eğitim-öğretim yapsınlar ve tedbirlerini ve silâhlarını alsınlar. Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örten kimseler, silâhlarınızdan ve eşyanızdan habersiz durumda olsanız da size ani bir baskın yapsınlar isterler. Eğer size yağmurdan bir eziyet erişir veya hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Tedbirinizi de alın. Şüphesiz Allah, Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini örten kimselere alçaltıcı bir azap hazırlamıştır. (Nisa; 102) Enfal; 60’ta hitap, tüm mü'minlere ve tüm zamanlara yöneltilerek, Siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve savaş atları hazırlayın ki, onlarla, Allah'ın düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı ve Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz, bunlardan aşağı daha başkalarını korkutasınız. Ve Allah yolunda her ne harcarsanız o size eksiksiz ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız buyrulmuş ve böylece mü'minler için askerî strateji belirlenmiştir. Âyette önce, gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin denilerek, her türlü askerî silah ve malzeme tedariki emredilmiş, sonra da savaş atları hazırlayın buyrularak, "savaş atlarına” vurgu yapılmıştır. Malumdur ki Kur'ân'ın indiği dönemde en iyi savaş aracı at idi. O nedenle âyetteki "at" ifadesi, bugün için, savaş uçağı, tank, denizaltı, güdümlü füze, hatta atom bombası gibi en ileri derecedeki savaş silahları anlaşılmalıdır. Âyetteki, Allah'ın düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı ifadesiyle, "müşrikler, Yahudiler ve tüm İslâm düşmanları"; Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz düşmanlar ile de, Tevbe; 101 ve Âl-i Imran; 118. âyetlerin delaletiyle "münafıklar ve uzaklardaki düşmanlar" kastedildiği anlaşılmaktadır. Müslümanlar her türlü teçhizata sahip olup savaşı az kişiyle, az zayiatla atlatmalıdırlar. Bu konu Bakara suresinin 243- 253. âyetlerinde konu edilmiştir. Burada savaşın Davud’un Calut’u öldürüvermesi ile neticeye bağlandığı, zayiat verilmediği nakledilerek Müslümanların da bu yöntemle savaşmalarına işaret edilmiştir. Konu edilen savaşın ayrıntılı açıklaması Kitab-ı Mukaddes’in 1. Samuel, 17: 153 bölümündedir. Kur’an bu bölümü onamaktadır. Buradan da anlaşılacağı üzere savaş, akıl ve eğitim ile kazanılıyor. Akıllı ve eğitimli tek kişi savaşın kaderini değiştirebiliyor. Allah'ın bu pasajda mü'minlere vermek istediği mesaj da budur. Kalabalık ve kaba güce güvenmeyip harp taktikleri geliştirilmeli ve Dâvûd örnek alınmalıdır. Bugün savaşı binlerce kilometreden kontrol eden ve bir tuşa basarak can ve mal zayiatı vermeden zafer elde edenler, kâfirler değil Müslümanlar olmalıydı! Haram; dokunulmaz aylarda ve dokunulmaz bölgede savaş İslam dininin en büyük değerlerinden biri de haram aylarda savaşı yasaklaması ve bunu günahların en büyüğünden saymasıdır. Arap geleneğinde, hac dönemlerinde sağlıklı, güvenli bir ulaşım ve hac yapılabilsin diye dokunulmaz aylar ve dokunulmaz bölge belirlenmişti. Ve bu ayda ve bu bölgede kesinlikle savaş yapılmazdı. Bu âyetlerde bu aylarda ve bu bölgede mü’minlere bir savaş saldırısı söz konusu olursa bu geleneğe bağlı kalmamaları emredilmektedir. O gün çevredeki Arap kabileleri eğitim ve öğretim için Mescidi harama gelirlerdi. Bu âyetlerin bize mesajı ise, kesinlikle eğitim dönemlerinde, eğitim alanlarında okullarda eğitim ve öğretimi aksatacak, eğitim yerlerinin ve yollarının güvenliğini etkileyecek, öğretmen ve öğrencilerin işine engel olacak, öğretmen ve öğrencileri savaşa iştirak ettirtecek tarzda savaş yapılmamasıdır. Ama eğitim sürecinde haram aylarda da müminler saldırıya uğrarlarsa savunmak durumunda olacaklardır. Dokunulmazlık ayı, haram aya karşılıktır. Ve bütün dokunulmazlıklar/ bağlayıcı hükümler, birbirine karşılıktır. O hâlde kim size saldırdıysa, siz de ona yaptığı saldırının aynıyla saldırın. Ve Allah'ın koruması altına girin. Ve bilin ki Allah, Kendi koruması altına girmiş kişiler ile beraberdir. (Bakara; 194) Savaş iç hukuku ile ilgili bir hayli düzenleme de Bakara, Al-i Imran, Nisa, Enfal, Tevbe, Ahzab, Mümtehıne, Muhammed ve Haşr surelerinde ayrıntılı olarak yer almaktadır. İlgilenenlerin adı geçen surelerdeki âyetleri okumaları önerilir. ALLAH YOLUNDA ÖLMEK Allah yolunda ölmek, hem Allah'ın övgüsünü ve büyük kazanımlar elde ettirmektedir. Allah yolunda öldürülenleri de sakın ölüler sanma. Tam tersi onlar diridirler, Allah'ın armağanlarından verdiği şeylerle sevinçli olarak Rableri katında rızıklanmaktadırlar. Arkalarından kendilerine henüz ulaşmayan kimselere, kendileri için hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Onlar, Allah'tan bir nimeti, armağanı ve Allah'ın şüphesiz, mü’minlerin ecrini kaybetmeyeceğini müjdelemek isterler. (Âl-i Imran; 169-171) Ve Allah yolunda öldürülenlere, “Ölüler” demeyin. Aslında onlar diridirler. Fakat siz bilincine ermiyorsunuz. (Bakara; 154) O hâlde basit dünya hayatını, âhiret karşılığında satacak kimseler, Allah yolunda savaşsınlar. Her kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, artık Biz ona çok büyük bir ödül vereceğiz. (Nisa; 74) Artık Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimselerle karşılaştığınız/ savaştığınız zaman, hemen boyunları vuruş …/ölümüne savaşın. Sonra onlara üstün geldiğiniz zaman, hemen bağı sıkı bağlayın/sağlam kararlar alın. Sonra harp; bozum yapma işi ağırlıklarını atıp savaş bitince de onları ya karşılıksız olarak, ya da kurtulmalık karşılığı salıverin. İşte! Eğer Allah dileseydi elbette onları cezalandırıp adaleti sağlardı. Fakat böyle olması, sizi birbirinizle denemek içindir. Allah yolunda öldürülen/öldüren/savaşan kimselere gelince; artık Allah, onların amellerini asla boşa çıkarmaz. Allah onları kılavuzlayacak, durumlarını düzeltecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete girdirecektir. (Muhammed 4-6) Bunun üzerine Rableri onlara karşılık verdi: “Şüphesiz Ben, sizden erkek olsun, kadın olsun –ki hepiniz aynısınızdır– çalışanın amelini kaybetmem. O nedenle, göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, Benim yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve öldürülenler; elbette onlardan kötülüklerini örteceğim ve Allah katından bir sevap olarak, onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Ve Allah, sevabın güzeli Kendi katında olandır.” (Âl-i Imrân; 195) Eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz de, Allah'tan bir bağışlanma ve rahmet, kesinlikle onların topladıklarından daha hayırlıdır. And olsun, ölseniz veya öldürülseniz de kesinlikle Allah'a toplanacaksınız. (Al-i Imran; 157,158) Şüphesiz Allah, tövbe eden, kulluk eden, övgüde bulunan, seyahat eden, Allah'ı birleyen, boyun eğip teslimiyet gösteren, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, kötü olan her şeyden vazgeçiren, Allah'ın hududunu koruyan inananlardan canlarını ve mallarını şüphesiz cenneti onlara verme karşılığında satın almıştır: Onlar, Allah yolunda savaşırlar; sonra öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah'ın Tevrât, İncîl ve Kur’ân'daki gerçek bir vaadidir Ve sözünü, Allah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alış-verişle sevinin. Ve işte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. Ve mü’minlere müjde ver! (Tevbe; 111, 112) Ve Allah yolunda hicret eden, sonra öldürülmüş veya ölmüş olanlar; kesinlikle Allah, onları güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Ve şüphesiz Allah, kesinlikle rızık verenlerin en hayırlısının ta kendisidir. Kesinlikle onları hoşnut olacakları bir yere girdirecektir. Ve şüphesiz Allah, kesinlikle çok iyi bilendir, çok yumuşak davranandır. ( Hacc; 58) Netice, Rabbimizin Kendi yolunda izin verdiği şartlar dışında öldürmek de ölmek de suçtur, Müslümanların yapacağı şeylerden değildir. Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Sevgi,saygı ve muhabbetle. Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay |
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | Miralay (17. November 2012) |
16. November 2012, 10:55 PM | #7 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.023
Tesekkür: 3.573
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Selamun Aleykum! Değerli Tenzin Kardeşim!
Hakkı Yılmaz Kardeşimin "KÖLELİK ve İSLAMİYET" ile ilgili makalesini sizlerle paylaşmak istedim. Köle, "hukukî, iktisadî ve sosyal bakımlardan hür insanlardan farklı ve aşağı statüde kabul edilen kimse" demektir. Köle, inanç ve ibadet yönünden özgür olmasına rağmen medenî; yurttaşlık hakları yönünden tam özgür değildir. Mal mesabesinde olup, alınır, satılır ve mirasa kalır. Köleliğin Tarihçesi: Köleliğin tarihi çok eski zamanlara dayanmaktadır. "İnsanlık kadar eskidir" dense yeridir. Zira dinî metinlere göre kölelik uygulaması tarih öncesi zamanlara kadar gitmektedir. Dinî metinlerin dışında, karanlık döneme ait ne bilgi ne de efsane olmadığı için, bu konuda başvurulacak yegâne kaynak dinî metinler olmaktadır. Eldeki Kitab-ı Mukaddes'te, Nuh peygamberin oğullarından birinin köleleştirildiği yer almaktadır. Tekvin 9. Bab; 20-27. cümleler: 20 Nuh çiftçiydi, ilk bağı o dikti. 21 Şarap içip sarhoş oldu, çadırının içinde çırılçıplak uzandı. 22 Kenan'ın babası olan Ham babasının çıplak olduğunu görünce dışarı çıkıp iki kardeşine anlattı. 23 Sam'la Yafet bir giysi alıp omuzlarına attılar, geri geri yürüyerek çıplak babalarını örttüler. Babalarını çıplak görmemek için yüzlerini öbür yana çevirdiler. 24 Nuh ayılınca küçük oğlunun ne yaptığını anlayarak, 25 şöyle dedi: "Kenan'a lânet olsun, köleler kölesi olsun kardeşlerine. 26 Övgüler olsun Sam'ın Tanrısı RAB'be, Kenan Sam'a kul olsun. 27 Tanrı Yafet'e bolluk versin, Sam'ın çadırlarında yaşasın, Kenan Yafet'e kul olsun." Yine Kitab-ı Mukaddes'ten anlaşıldığına göre, o dönemlerde insan kendisini satarak köleleştirebiliyor, borcunu ödemeden ölen kişinin, borcu ödeyecek terekesi yoksa, alacaklılar vârislerini köleleştirebiliyor, hatta kişi, öz kızını köle olarak satabiliyormuş. Levililer 25. Bab; 39. cümle: 39 Aranızda yaşayan bir kardeşin yoksullaşır, kendini köle olarak sana satarsa, onu bir köle gibi çalıştırmayacaksın. II.Krallar 4. Bab; 1-7. cümleler: 1 Bir gün, peygamber topluluğundan bir adamın karısı gidip Elişa'ya şöyle yakardı: "Efendim, kocam öldü! Bildiğin gibi RAB'be tapınırdı. Şimdi bir alacaklısı geldi, iki oğlumu benden alıp köle olarak götürmek istiyor." 2 Elişa, "Senin için ne yapsam?" diye karşılık verdi, "Söyle bana, evinde neler var?" Kadın, "Azıcık zeytinyağı dışında, kulunun evinde hiçbir şey yok" dedi. 3 Elişa, "Bütün komşularına git, ne kadar boş kapları varsa iste" dedi, 4 "Sonra oğullarınla birlikte eve git. Kapıyı üzerinize kapayın ve bütün kapları yağla doldurun. Doldurduklarınızı bir kenara koyun." 5 Kadın oradan ayrılıp oğullarıyla birlikte evine gitti, kapıyı kapadı. Oğullarının getirdiği kapları doldurmaya başladı. 6 Bütün kaplar dolunca oğullarından birine, "Bana bir kap daha getir" dedi. Oğlu, "Başka kap kalmadı" diye karşılık verdi. O zaman zeytinyağının akışı durdu. 7 Kadın gidip durumu Tanrı adamı Elişa'ya bildirdi. Elişa, "Git, zeytinyağını sat, borcunu öde" dedi, "Kalan parayla da oğullarınla birlikte yaşamını sürdür." Çıkış 21. Bab; 7. cümle: 7 Eğer bir adam kızını cariye olarak satarsa, kız erkek köleler gibi özgür bırakılmayacak. Yine Kitab-ı Mukaddes'ten öğrendiğimize göre Mısır'da hırsızlar da yakalandıklarında köleleştiriliyorlardı. Tekvin, 44. Bab; 8-13. cümleler: 8 "Torbalarımızın ağzında bulduğumuz paraları Kenan ülkesinden sana geri getirdik. Nasıl efendinin evinden altın ya da gümüş çalarız? 9 Kullarından birinde çıkarsa öldürülsün, geri kalanlar efendimin kölesi olsun." 10 Kâhya, "Peki, dediğiniz gibi olsun" dedi, "Kimde çıkarsa kölem olacak, geri kalanlar suçsuz sayılacak." 11 Hemen torbalarını indirip açtılar. 12 Kâhya büyükten küçüğe doğru hepsinin torbasını aradı. Kâse Benyamin'in torbasında çıktı. 13 Kardeşleri üzüntüden giysilerini yırttılar. Sonra torbalarını eşeklerine yükleyip kente geri döndüler. Bu madde Kur'an tarafından da doğrulanmaktadır: Yusuf; 75: Dediler ki: "Onun cezası, kimin yükünde çıkarsa, o kendisi onun cezasıdır (o, köle olarak alıkonur). Biz zalimlere işte böyle ceza veririz." Tarihten öğrendiğimize göre savaş esirlerinin köleleştirilmesinden başka, değişik kavimlerden, çocuk kaçırmak suretiyle de halk köleleştiriliyordu. O nedenle Uzakdoğu'da, Ortadoğu'da Mısır'da Yunan ve Roma'da çok sayıda köle bulunmaktaydı. Müslümanlık ve kölelik: İslâm'ın ortaya çıktığı dönemde, Arap Yarımadası'nda ve Hicaz yöresinde kölelik oldukça yaygındı. Kölelerin çoğunluğunu, Afrikalı siyahîler teşkil etmekte idi. Nitekim Peygamber'in müezzini Bilâl-ı Habeşî de bunlardan biriydi. Kaynağı tam olarak bilinmemekle birlikte bu köleler, Eski Yunan ve Roma'daki köleler gibi, ya ele geçirenler tarafından satılmış ve el değiştire değiştire Mekke'ye kadar getirilmiş esirler veya kıtlıklar yüzünden aileleri tarafından satılmış çocuklardı. Diğer taraftan, Arap Yarımadası'na başka beldelerden getirilen köleler de vardı. Meselâ; İkrime b. Ebî Cehl'in kölesi ile Ezrak b. Ukbe es-Sekafi ve Suheyb-i Rûmî, Rum kökenli kölelerdi. Ancak Suheyb, kendisinin aslen Arap olduğunu ve bir savaş sonucu Rumlara esir düştüğünü söylemiştir. Selmân-ı Fârisî İranlı idi. Kaçırılarak Yahudilere satılmış, Müslüman olmak için Medine'ye kadar gelmişti. Peygamber hürriyetine kavuşması için Selmân'a para yardımında bulunmuştur. Peygamber'in sonraları azat edip, evlatlık edindiği Zeyd b. Hârise ise Arap kölelerden idi. İşte Kur'an böyle bir zamanda ve ortamda indi ve böyle bir karanlığı aydınlattı. Kölelikle ilgili ilk ayet, peygamberimiz henüz Mekke'de iken inen Beled suresinin içinde yer aldı ve mümin-kâfir ayrımı yapmadan, köleleri özgürlüğe kavuşturmayı, cennete girebilmenin yollarından biri saydı. Böylece de herkesi buna özendirdi: Beled; 11-13: Fakat o, Akabe'ye (o sarp yokuşa) saldırmadı. Ve Akabe'nin (o sarp yokuşun) ne olduğunu sana ne bildirdi? Köle azat etmektir, Bakara; 177: Yüzlerinizi doğuya ya da batıya çevirmeniz "birr" değildir. Ama "birr", Allah'a, "ahir güne / son gün"e, meleklere, Kitap'a, peygamberlere inanmak; sahip olduklarından akrabalara, yetimlere, yoksullara, yolcuya ve dilenenlere ve boyundurukları çözmeye (hürriyeti olmayanların hürriyetlerine kavuşmaları için), Allah sevgisi için vermek ve namazı kılmak, zekâtı vermektir. Ve sözleştiklerinde, sözlerini tastamam yerine getirenler, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte içtenlikli olanlar bunlardır. İşte bunlar takvalıların ta kendisidir. Ayrıca Kur'an, henüz hürriyetlerine kavuşmamış, köle olarak yaşayanlara da hürlere yakın bir statü vererek onlara iyi davranılmasını hükme bağlamış, böylece onların hürriyetlerine kavuşuncaya kadar iyi şartlarda yaşamalarını sağlamıştır: Nisa; 36: Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ve de anaya-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, akraba olan komşulara, yakın komşulara, yanında bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, sağ ellerinizin sahip olduklarına (sahip olduğunuz kölelere) iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez. Bakara; 221: Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikâhlamayın. Bir müşrik kadın, sizin hoşunuza gitse bile, iman etmiş olan bir cariye kesinlikle ondan daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de mümin kadınları nikâh ettirmeyin. Bir müşrik, sizin hoşunuza gitse bile, mümin bir köle elbette ondan daha hayırlıdır. Onlar sizi ateşe davet ederler, Allah ise, kendi izniyle cennete ve mağfirete davet ediyor ve ayetlerini insanlara açıklıyor. Umulur ki onlar öğüt alırlar. Nisa; 25: Ve sizden her kim hür mümin kadınları nikâh edecek bir zenginliğe gücü yetmiyorsa, ona da ellerinizin altındaki mümin cariyelerinizden efendilerinin rızası ile nikâhlamak var. ....... ???Bu ayeti en iyi şekilde uygulan peygamberimizin, "kölelere, "oğlum, kızım" deyin. Sakın onlara kaba davranmayın" öğüdü de dikkat çekicidir. Kur'an, peygamberimiz Medine'de iken 3. sırada inen Âl-i Imran suresinde de köle edinmeyi, peygamberimize ve sıradan tüm insanlara (sadece Müslümanlara değil, tüm beşere) yasaklamıştır: Âl-i Imran; 79: Allah'ın kendisine kitap, hüküm (yasamayı yürütmek) ve peygamberlik verdiği hiçbir beşer için (İnsanlardan hiçbir kimse için), insanlara: "Allah'ın astlarından bana kul / köle olun." demek yakışmaz. Fakat: "Öğrettiğiniz ve ders aldığınız (okuduğunuz) kitap gereğince Rabb'e içtenlikli kullar olunuz" (demesi yaraşır). Dikkat edilirse ayette HİÇ BİR BEŞERİN, bu kendisine kitap, yasa ve peygamberlik verilmiş birisi de olsa, kesinlikle kimseye "BANA KUL-KÖLE OL!" deyemeyeceği bildirilmiştir. Yani HİÇ KİMSE, köleliğin lâfını bile edemeyeceğine göre, bunu kesinlikle pratik hayatta da UYGULAYAMAZ. Bu konuda, kendisine bir çok ayrıcalık tanınmış olan peygamber bile böyle bir uygulama yapamazsa, sıradan insanlar nasıl köle edinebilir!!! Mesajı genel ve evrensel olan bu ayet, bulunduğu pasaj içerisinde ehli kitabın sapıklıklarını yeren ayetlerden birisidir. Bu sebeple Müslümanlar genellikle burada "peygamberlik verilmiş bir kişi de olsa" tabirinden İsa peygamberi anlarlar ve olayı kendilerine hiç yaklaştırmazlar. Daha sonra Kur'an, Müslümanların ve Müslüman olmayanların elinde bulunan kölelerin özgürlüğe kavuşturulması ve köleliğin insanlık tarihinden tasfiyesi için, kefaret borçlarına karşı köle azat etmeyi yasalaştırmıştır: 1) Hataen öldürmede köle azat etme: Nisa; 92: Ve hata dışında bir mümin, diğer bir mümini öldüremez. Ve kim bir mümini hataen öldürürse, mümin bir köleyi özgürlüğe kavuşturmalı ve ölenin ailesine (vârislerine) teslim edilecek bir diyet vermelidir. -Ancak ölünün ailesinin bağışlaması müstesnadır.- Eğer öldürülen, mümin olmakla beraber size düşman bir kavimden ise, o zaman, öldürenin (mümin-kâfir ayırımı yapmadan ) bir köleyi özgür bırakması gerekir. Eğer öldürülen sizinle aralarında antlaşma olan bir kavimden ise, öldürenin, ölenin ailesine diyet vermesi ve mümin bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması gerekir. Bunlara gücü yetmeyenin de Allah tarafından tövbesinin kabulü için arka arkaya iki ay oruç tutması gerekir. Allah, Alimdir (her şeyi bilendir), Hakimdir (yasa koyandır). 2) Yemin bozmada köle azatetme: Maide; 89: Allah sizi, yeminlerinizdeki boş şeyler ile muaheze etmez (sorumlu tutmaz, hesaba çekmez). Fakat yeminleri bağladığınızla (bile bile ettiğiniz yeminlerle muaheze eder (sorumlu tutar, hesaba çeker). Bu nedenle onun (bozulan yeminin) keffareti (cezası), ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on yoksulu yedirmek veya giydirmek yahut da bir köleyi hürriyete kavuşturmaktır. Verecek bir şey bulamayan kimse için de üç gün oruç tutmaktır. İşte bu, yemin ettiğiniz zaman yeminlerinizi bozmanın cezasıdır. Yeminlerinizi koruyun. İşte Allah âyetlerini size böyle açıklar ki, şükredesiniz. 3) Zıhar hâlinde köle azat etme: Mücadele; 3: Ve kadınlardan "zıhar" ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin, birbiriyle temastan (ilişkiden) evvel bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. İşte siz bununla öğütleniyorsunuz (size öğütlenen, yapmanız gereken işte budur). Allah, yaptıklarınızdan çok iyi haberi olandır. 4) Yetimlere bakmakla yükümlü kadınlarla evlenme kampanyasında kampanyaya katılmayan kimselerin cariyeleriyle evlenmeleri ve böylece cariyelerin özgürleştirilmesi: Nisa; 3: Ve eğer ki yetimleriniz konusunda adaleti koruyamayacağınızdan korktuysanız; o takdirde sizin için hoş (helal, uygun) olan, yetimlerin kadınlarından ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikâhlayın. Şayet o takdirde de adaleti gözetemeyeceğinizden korktuysanız, bir tanesini nikâhlayın. Ya da sahibi bulunduğunuz cariyenizi nikâhlayın. Bu haksızlığa sapmamanız için en uygunudur. 5) Kölelerin kurtarılmalıklarının devlet bütçesinden karşılanması ve bu suretle kölelerin özgürleştirilmesi: Tövbe; 60: Kesinlikle, Allah tarafından bir fariza (taksim / zorunlu görev) olarak; sadakalar (kamunun gelirleri) ancak, fakirler, miskinler (yoksullar, işsizler) o iş üzerine çalışan görevliler (kamu görevlileri), müellefe-i kulûb (kalbleri İslâm'a ısındırılacaklar), boyunduruktakiler (özgürlüğü olmayan köleler), ağır borç altındakiler, Allah yolundakiler (askerler, öğrenci ve öğretmenler), yolda kalmışlar içindir. Allah her şeyi en iyi bilendir ve yasa koyandır sahibidir. Bu maddelerin dışında insan hakları, Akrabalık hakları çerçevesinde "Mükatebe (Sözleşme)" yoluyla azad, mecburi azad, kanuni azad, ölüme bağlı azad, doğuma bağlı azad gibi yollarla da toplumda kölenin kalmaması yolunda ilkeler oluşturmuştur. İslâm dini köleliği kesin olarak yasaklamıştır. Yüce Allah'ın talimatı gereği Müslüman olan veya olmayan hiç kimse, yol ve yöntemi ne olursa olsun köle edinemez.. Rabbimizin kölelikle ilgili emri budur. Ama fıkıh kitaplarında gördüğümüze göre; "İslâm dini, savaş esirlerinin dışında köle edinmeyi yasaklamıştır. İslâm'da köleliğin tek kaynağı savaştır." fetvası ortaya çıkarılmakta ve esirlerin köleleştirilmesi, öldürülmelerinin, hayatlarının alternatifi olarak kabul edilmektedir. Yani, savaş esirlerinin köleleştirilmesine izin vererek İslâm'ın, hayatı ölüme tercih ettiği ileri sürülmektedir. Allah'a rağmen, devletin bir kimseye, öldürme, serbest bırakma veya köleleştirme yetkisi veren bu fetvalara gerekçe olarak ise; tek taraflı olarak Müslümanların esirlerini köleleştirmeyip serbest bırakmaları hâlinde, kuvvetler arasındaki dengenin bozulacağı gösterilmiştir. Serbest bırakılan esirin Müslümanların alicenaplığı karşısında takınacağı olumlu tavır ise hiç dikkate alınmamıştır. Bu fetvaların ana malzemesi her zamanki gibi rivayetler olmakla birlikte, bir de ek olarak her sözcüğü gayet net olan bir muhkem ayet, bu malzemelere eklenmek istenmektedir. Konuya malzeme yapılmak istenen ayet şudur: Muhammed; 4: Savaşta inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman hemen boyunlarını vurun (onları öldürün). Sonra onlara üstün geldiğiniz zaman bağı sıkı bağlayın (cephe gerisindekileri esir alın). Sonra harp ağırlıklarını atıp, savaş bitince de onları ya KARŞILIKSIZ OLARAK, ya da fidye ile salıverin. İşte! (Allah'ın emri budur.) Eğer Allah dileseydi onlardan elbette intikam alırdı (onları cezalandırıp adaleti sağlardı). Fakat (böyle olması) sizi birbirinizle denemek içindir. Allah yolunda öldürülenlere/ öldürenlere/ savaşanlara gelince, Allah onların amellerini asla boşa çıkarmaz. Görüldüğü üzere bu ayette esirlerin öldürülmesi diye bir hüküm söz konusu değildir. Bazıları, ayetteki "mennen (karşılıksız olarak)" ifadesini değişik yorumlara tabi tutmuş ve bu "karşılıksız serbest bırakma" ilkesini; - esaret müddetince esire iyi davranılması, - öldürme veya müebbet hapse mahkûm etme yerine onu köle yaparak Müslümanların hizmetine verme, - cizye alarak (senelik devlet vergisi koyarak) İslâm devletinin vatandaşı (zımmi) yapılması, - karşılık alınmadan serbest bırakılması, olarak açıklamıştır. Ayette geçen "Fidye karşılığı salıverme" ilkesi de yine bu kimselerce; - bir takım özel hizmetler yaptırdıktan sonra serbest bırakma, - maddî karşılık alarak serbest bırakma, - düşman eline düşmüş Müslümanlarla takas etme, olarak açıklanmıştır. Her akıllı insan bilir ki, yukarıda gösterdiğimiz dört madden ilk üçünü, "menn (karşılıksız olarak)" ile açıklamak ve bundan "Öldürme veya müebbet hapse mahkûm etme yerine onu köle yaparak Müslümanların hizmetine verme" anlamı çıkarmak mümkün değildir. Savaş hukuku ile ayrıntılı açıklamalar Tövbe, Enfal ve Muhammed suresinde mevcuttur. İnşallah savaş hukuku konusuna ve bu ayetin kimler tarafından ve nasıl çarpıtıldığına orada değineceğiz. Görüldüğü gibi İslâm, köleliği tüm insanlık için uygun bulmamış, gerek kendi içlerindeki, gerekse dünyanın her tarafındaki kölelerin özgürleştirilme işini, karşılığında cennet vadederek Müslümanlara görev olarak vermiş ve bunu değişik yollarla, hatta devlet bütçesinden ayrılacak parayla bile yapılmasını emretmiştir. Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Sevgi,saygı ve muhabbetle. Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay |
16. November 2012, 11:00 PM | #8 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Aug 2009
Mesajlar: 933
Tesekkür: 110
268 Mesajina 414 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17 |
|
16. November 2012, 11:24 PM | #9 | |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Apr 2012
Bulunduğu yer: earth
Mesajlar: 433
Tesekkür: 229
167 Mesajina 302 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23 |
Alıntı:
__________________
(FOR RAVEN) |
|
khaos Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | dost1 (16. November 2012) |
16. November 2012, 11:34 PM | #10 | |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Aug 2009
Mesajlar: 933
Tesekkür: 110
268 Mesajina 414 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17 |
Alıntı:
Sayın H.Yılmaz'ın alıntıladığınız yazısında katılmadığım hususlar vardır. 1- Köle; dinine dokunulmaz, ama; alım, satım konusu yapılabilir diyerek islamda tarif edilen kölelik tanımına ters düşmüştür. İslam, alım satım konusu yapılabilen köleliği hiç bir şekilde zaten kabul etmez. Ancak, savaşta esir alınan kimselerden, fidye, takas, ilim öğretme, tekrar savaşacak durumda görmeme vb. gibi sebeplerle özgürleştirilemeyen kimseler; hapis vb. şekilde yaşatılmak yerine, içinde bulunduğu topluma kazandırılmak amacıyla koruyucu aileler yanına hizmetleri karşılığında faydalanmak üzere verilirler. Daha sonra, bir şekilde özgürlüğünü kazanma imkanı bulamayan ve koruyucu aile yanında bulunan bu kimse, topluma karışabilecek, ayakları üzerinde durabilecek aşamaya geldiğinde, eğer mükabele yani göstermelik bir bedelle serbest kalmayı isterse, özgür bırakılır. Ancak, yine ayakları üstünde durabilecek, suça karışmayacak bir şekilde özgürce yaşayabileceğine inanılırsa, maddi yardımda da bulunularak, özgrleştirilir. İşte, koruyucu aile yanında geçen sürede, bu kimseye verilen isim köle olmaktadır. Kuranın köle dediği bu kimselerin durumu, pazarlarda alım satım konusu yapılan köle ile karıştırılmamalıdır. 2- Ama, sayın Yılmaz, hem kölenin alım satım konusu olabileceğinde, hem de savaş esiri dahi olarakta olsa, hiç bir şekilde köle (köleyi alım satım yapılabilir kabul ettiğinden olsa gerek) edinilmeyeceğinde hata yapmaktadır. Kuranda; savaş esiri olan kimseleri anlatır şekilde köle ve yine aynı durumdaki kadınları (himaye edilen kadın) diğer deyimle hatalı olarak cariye! deyimleri ile bu kimseler hakkında açıklamalar mevcuttur. Aksi olsaydı, örneğin kısas cezasıyla ilgili olarak; bakara 178.ayette "hüre hür, köleye köle, kadına kadın..." deyimleri geçmemeliydi. Yine Cariye!lerin durumunu anlatan ayetlerde aynı şekilde cariye! deyimleri olmamalıydı. 3- Savaş sonrasında, hiç bir şekilde esir alınmaması zaten mantıklı da olmaz. Her ne kadar, sayın Yılmaz, bu konuda; özgür bırakılan esirin, bunun karşılığında minnet göstergesi olarak, tehlikeli olmayacağını düşünüyorsa da, özgür kalmasına rağmen, hala kinle organize olup yeniden saldırmayacağının garantisi olamaz. Bu nedenle, müslümanlar bu konuda da gafil olmamalı, tedbiri elden bırakmamalı, emin olmadan esiri serbest bırakmamalıdır diye düşünüyorum. selamlar, aorskaya Konu aorskaya tarafından (16. November 2012 Saat 11:40 PM ) değiştirilmiştir. |
|
aorskaya Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | Miralay (17. November 2012) |
Bookmarks |
Etiketler |
arıyorum, cevap, sorularıma |
|
|