hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > Şirk ve Müşrikler

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 21. August 2012, 09:45 PM   #121
aorskaya
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Aug 2009
Mesajlar: 933
Tesekkür: 110
268 Mesajina 414 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
aorskaya will become famous soon enoughaorskaya will become famous soon enough
Standart

Alıntı:
bartsimpson Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Devletin dini olmaz.

Kuran (yani din) insanı muhatap alır. (hemde akıl sahibi olan insanı) Kurumları değil...
Kurum denilenler, zaten insanlardan oluşmaktadır. Kurum dinden muaf olan ayrı bir yaratık değildir. Bu nedenle, insanlar kadar, kurumlarda kurana uygun olmak zorundadır.

Kuran kurumları muhatap almazsa, kurumlar kurana aykırı hükümler koyabilir. Halbuki bu durumda da; "müslümanlardan olan emir sahipleri olamazlar ve müslümanların onlara uyması beklenemez."

İşte bu nedenle, islam devletinde hem kurum yönetimi, hem de yönetilen halk kurana tabi olmalıdır.


Alıntı:
bartsimpson Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
"Din devlet yönetiminin başındaki insanları muhatap olarak alıyorsa" birey olarak ve konum olarak dini emirlerin dışında davranmalarını onlardan nasıl bekleyebiliriz.

Aklen ve vicdanen hem kendilerini, hemde başında bulundukları toplumu dini emir ve yasaklar doğrultusunda yönetmekle ve yönlendirmekle mükellef değiller midir?

Referansları ne olacak?

Anayasaları ne olacak?

Bu iş biraz karışık gibi...
Din yönetiminin, dini emirlerin dışında davranmalarını neden beklemek gereksinki? Tam aksine, yönetimden dinin emirlerine uyulması beklenir. Bunda size göre hangi sakınca vardır?

İslamın emirlerini insanlar uygularken gerekli olurken, yönetim uygularsa hangi sakıncalar olacağını sanıyorsunuz? Burada bir mantık hatasına düştüğünüz, çelişki yaşadığınız durum mevcuttur.

Referansları kuran olacak, anayasa kuran olacak, hiç bir şekilde karışık durum yoktur. Sizin anlayamadığınızı kısım neresi ise, net olarak belirtirseniz, onun üzerine yoğunlaşabiliriz.

SONUÇ: Ne demokrasi, ne de laiklik islamla bağdaşmaz. Demokrasi ve laikliğin tanımlarını tam olarak hatırlarsak hemen anlayabiliriz.

Ne hakkın hükmüne rağmen halkın seçiminin geçerliği olacağı demokrasi, nede yönetimide kapsayan dinin emirlerine karşılık, yönetimi din dışı bırakan laiklik islamla bağdaşmaz.

Alıntı:
bartsimpson Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Acaba Ömer'in şu kıssasını biraz irdelesek mi? Ne dersiniz?

Müslümanlardan birisi akşam vakti Halife Ömer'e bir konu danışmaya gelir.
- Ya Ömer sana bir sorum olacak.
- Devlet konusu mu ? Kişisel bir konu mu?
- Kişisel.
- Dur o zaman...
der ve kalkıp masadaki lambayı söndürür, başka bir mumu yakar.
- Hayırdır Ömer niye böyle yaptın?
- Lambadaki gaz devlet parası ile alınmıştır. Mum ise benim paramla...
Rivayetlerin delil olma kuvveti olmadığını düşündüğümden, rivayetlere göre konuşmasamda, sizin verdiğiniz rivayete de cevabımı vereyim.

Hz. Ömer'in kişisel görüşmeleri için, devletin, yani kamunun, yani halkın ekonomisini kullanmaması, Hz. Ömer'in hakka olan saygısını gösterir. Bunun, laik yada demokratlıkla ilgisi yoktur. Siz, bu ilgiyi nasıl kurabildiniz anlamak zordur.

Çünkü, hangi toplumda olursa olsun, kişisel eylemlerin maliyetine başkalarını ortak etmek, yada onlara ödetmek ahlaki değildir.

Hatta, bu dinsiz devletlerde bile suç konusunu oluşturur.


saygılarımla...
aorskaya
aorskaya isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 23. August 2012, 07:32 PM   #122
hiiic
Uzman Üye
 
hiiic - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
hiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud of
Standart

aorskaya...

şeriat denince aklına cami (ki putperest inancıdır) ve namaz (orjinali budizmden geçmiş namastedir) geldiğini bildiğim için fazla detaylandırmayacağım.


Allahın Kuranda bahsettiği şeriat insanları iyi insan olmaya götüren, onları temizleyen bir takım mantıklı tavsiye ve emirlerdir.
Bunu en güzel yapanlar ise sizin kafir diye adlandırdığı avrupa devletleridir. İnsan haklarına saygı duymayı hatta insanların düşüncelerine bile saydı duymayan, eleştirilemez olarak adlandırdığınız yapı şeriat meriat değil, iblisinizin size telkin ettiği saçma sapan bir uygulamadır.


bakın bakalım laik TC bir şeriat ülkesimiymiş yoksa Allaha savaş mı açmış; yoksa sizin şeriat algınız mı hastalıklıymış
Kim size; verilen selamı daha iyisiyle almanızı engelliyor?
Kim sadaka vermenizi, devlet kurumlarına zekat (vergi) vermenizi engelliyor?
kim bilimsel araştırmalarınızın (OKU, İkra) önünü kesiyor?
kim akraba ziyaretini, kim iyi ve güzel söz söylemekten sizi men ediyor.??
kim sizi kumardan uzak durmanızdan men ediyor? yoksa size zorla içki içiren mi var?
kim ana babanıza isyan etmemenizin önüne geçiyor?
kim bu şeriatları engelliyor?

gerçekten sizin aradığınız şeriatın ALlahın emriyle bir alakası olmadığı gibi emin olun gelmesini istediğiniz şey yarısı putperest uydurması olan bir BELA dır. ona bulaşan her ülkenin her devletin her milletin Allah belasını vermiştir. İnanmazsanız dünyaya bakın. Çünkü sizin şeriat sandığınız şeyde eleştiri ve düşünce yasak. Allahın emrinde ise din ve Kuran bile eleştirilmeye açık durumda, bu kitapd çelişkiler bulurdunuz diyerek kitabın çelişkili olup olmadığını düşünmeye sevk ediyor.

DÜşünmeye davet ediyorum..

Konu hiiic tarafından (23. August 2012 Saat 07:38 PM ) değiştirilmiştir.
hiiic isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 24. August 2012, 01:24 PM   #123
aorskaya
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Aug 2009
Mesajlar: 933
Tesekkür: 110
268 Mesajina 414 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
aorskaya will become famous soon enoughaorskaya will become famous soon enough
Standart

Alıntı:
hiiic Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
aorskaya...
şeriat denince aklına cami (ki putperest inancıdır) ve namaz (orjinali budizmden geçmiş namastedir) geldiğini bildiğim için fazla detaylandırmayacağım.
Selamlar,

Şeriat denince, benim aklıma neler geldiğini bilecek kadar kahinlik yada gaybi bilgi donanımın mı var sevgili kardeşim?

Kafanızdaki yazıları göremediğinizde, insanları kategorize etmeyi, sınıflandırmayı ve bu yöntemle onlar üzerinde baskı kurarak, baskın çıkmaya çalışma huyunuzu terk edin lütfen.

Şimdi, “buyurun detaylandırın lütfen” desem, kişisel kavga ortamı yaratmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. Bundan böyle lütfen, sadece konulara ilişkin görüşlerimizi yazalım.

Alıntı:
hiiic Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Allahın Kuranda bahsettiği şeriat insanları iyi insan olmaya götüren, onları temizleyen bir takım mantıklı tavsiye ve emirlerdir.
Bunu en güzel yapanlar ise sizin kafir diye adlandırdığı avrupa devletleridir. İnsan haklarına saygı duymayı hatta insanların düşüncelerine bile saydı duymayan, eleştirilemez olarak adlandırdığınız yapı şeriat meriat değil, iblisinizin size telkin ettiği saçma sapan bir uygulamadır.
A- İyi insan nedir, insanların temizlenmesi nedir, bunların islama göre tanımlarını dikkate alarakmı bunları söylüyorsunuz, yoksa iyilik ve temizlik konusunda dinin tanımına dikkat etmeyip, insanların bildiği anlamda iyi ve temizliğimi anlıyorsunuz?

Kurandaki iyilik ve temizlikten bahsettiğinize göre, kurandaki iyi şeylerin ne olduğunu ve temizliğin ne olduğunu iyi bilmek gerekir.

1- Kurandaki iyi şeyler, Allah yolunda, Allah’ı razı etmek için yapılan şeylerdir. Allah’ın rızasını gözetmeden veya onun rızasından önce insanların rızası, iyiliği için yapılan şeyler değildir.

2- Kurandaki temizlik ise sadece insanlar için iyi şeyler düşünmek ve ona göre yaşamak değildir. Kurandaki temizlik, Rabbimizin haram ve helal tayin ettiklerine göre ve onun belirlediği yasak ve serbestilere uyarak yaşamaktır.

3- Bunların becerilebilmesi için ne gereklidir? Sadece kuranı anlamak ve ona göre yaşamak… başka hiçbir şeye gerek yoktur.

4- Kuran terk edilerek, insanlara hayatınızı adayarak yaşamanız dahil, hesap gününde kabul edilmezsiniz. (Sanırım daha fazla anlatmama gerek yoktur.)


B- “…onları temizleyen bir takım mantıklı tavsiye ve emirlerdir. Bunu en güzel yapanlar ise sizin kafir diye adlandırdığı avrupa devletleridir.” Demişsiniz.

Demek insanları en iyiye ve en temize götüren Avrupa devletleridir öylemi?
Biraz tarihin derinliklerine inmeye ne dersiniz?

Sizin, çok medeni bulduğunuz bu Avrupa ülkeleri; illümünati, tapınak şövalyeleri, haçlı seferleri, engizisyon şeklindeki dini uygulamaları ile Köleleştirme ve sömürgeye bağlama gibi şeyleri yapmamışlarmıdır?

Bunlar içinde hala yabancıların 2.sınıf insan olarak kabul edildiklerini siz bilmiyormusunuz? AB gibi bir organizasyona dahi alacakları milletlerde aradıkları değerleri hatırlayabilirmisiniz?

Bu konuda, bir üyemizin “armagedon savaşını kim başlatacak” başlıklı bir yazısından alıntı ile sizin Avrupa ülkelerindeki gerçeği görmenizi biraz daha kolaylaştıralım:

ALINTI:
Avrupalı bir İspanyol Yahudi’si olan Kolomb’un 1492 yılında Amerika Kıtası’na ayak bastığında, bu kıtada 27 milyon Kızılderili bulunduğu tahmin edilmektedir. 1892 yılında ise bu sayı 1.5 milyona inmiştir. Kuzey Amerika’da yaşayan Kızılderililerin %95′i yok edilmişti. 1519 yılında İspanyol Cortez’in Meksika’ya ayak basmasıyla, 12 milyon olan yerli nüfus 1600 yıllarında 1 milyona indi. İngiltere’nin 1788-1938 yılları arasında Avusturalya’yı sömürgeleştirmesi esnasında 750 bin olan yerli halk Aborjinler’den 31 bin kişi sağ kalabildi. Amerika, Virjinya’da 1681 yılında 2 bin Zenci köle varken 1850′lerde Amerika’daki Zenci köle sayısı 4 milyonu aşmıştı. 16. yüzyılla 19. yüzyılın ortalarına kadar, sadece Brezilya’ya getirilen Zenci köle sayısı 3,5 milyonu aşmıştı. Toplam 15 milyon Zenci köleleştirilerek Amerika Kıtası’na götürülmüştü. Kölelerin can kayıpları da düşünüldüğünde Afrika’dan koparılan Zenci sayısı 25 milyonu buluyordu. Bu rakam o tarihteki dünya nüfusu göz önüne alındığında korkunç bir rakamdır. Milyonlarca can ailelerinden koparılarak alınmış demektir. Afrika Kıtası’nın nüfus dağılımı alt üst olmuş, Kongo gibi bir çok krallıklar yıkılmış, Benin Körfezi’ne kıyısı olan bölgeler terkedilmişti. Evet batılı rakamlar böyleydi. Ya Afrikalı rakamlar? Cezayirli Ahmet Bin Bela şunları söylüyor “1492 ile 1800 yılları arasında 100 milyon Afrikalı öldürülmüştür “. Bu tarihlerde İngiltere’nin nüfusu 3 milyon, İspanya’nın nüfusu ise 11 milyondur. Fransız sosyolog Prof. Dr. Roger Garaudy ise şunları söylüyor: 10 ile 20 milyon arasındaki zenciyi köle yapıp Amerika’ya götürmek için Avrupalılar, Afrika’da 100 zenciyi öldürdüler. Daha fazla bilgi için EK-8‘e bakınız.
********
1946-1955 yılları arasında Fransızlar Vietnamlıların bağımsızlık hareketini bastırmak için soykırıma girişti. Bir milyondan fazla Vietnamlıyı katletti. Fransızlar 1800 lü yılların başlarından itibaren Cezayir’e yerleşmeye başladılar. 1960′ta ölü sayısı bir milyonu aşmış 8 bin köy, yangın bombalarıyla yok edilmişti. 2 milyona yakın Cezayirli verimsizleşen topraklarını terk etmek zorunda kaldı. 2.5 milyon Cezayirli Fransız askerleri kontrolündeki toplama kampı şeklindeki bölgelere konuldu.
ALINTI: http://www.hanifler.com/showthread.php?p=4710#post4710

C- “İnsan haklarına saygı duymayı hatta insanların düşüncelerine bile saydı duymayan,…” diye devam etmişsiniz.

Ben kuran şeriatından bahsediyorum, siz bunu bırakıp, zamanımızdaki yanlış pratiklerden hareketle, başka şeriatlardan bahsediyorsunuz.

Kuran; “dinde zorlama yoktur” derken ve her yaşam biçimi de din kabul edilirken (kafirun suresi), insanlara bundan daha iyi saygımı duyulabilir, insanlara bundan daha iyi özgürlükmü sağlanabilir ki?
Siz, bunun üzerinde iyice düşünürseniz, kuran şeriatını baştacı yapmanız gerektiğini görürsünüz.


Alıntı:
hiiic Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
bakın bakalım laik TC bir şeriat ülkesimiymiş yoksa Allaha savaş mı açmış; yoksa sizin şeriat algınız mı hastalıklıymış
Kim size; verilen selamı daha iyisiyle almanızı engelliyor?
Kim sadaka vermenizi, devlet kurumlarına zekat (vergi) vermenizi engelliyor?
kim bilimsel araştırmalarınızın (OKU, İkra) önünü kesiyor?
kim akraba ziyaretini, kim iyi ve güzel söz söylemekten sizi men ediyor.??
kim sizi kumardan uzak durmanızdan men ediyor? yoksa size zorla içki içiren mi var?
kim ana babanıza isyan etmemenizin önüne geçiyor?
kim bu şeriatları engelliyor?
Siz, tağutların, bütünüyle islamı yok etmeye, Müslümana savaş açmaya yanaşmayacağını, aksi halde Müslümanların daha bilinçlki ve kuvvetle bir araya geleceklerini bildiğini bilmiyormusunuz?

Tağutlar, yani şeytan dostları, kendilerine islam alimi denen zalimleri satın alarak, bunlar vasıtasıyla Müslümanlara islamın şartını 5 kabul ettirir. Sonra bunların dokunulmadan yaşanmasına dikkat eder. Müslümanlar dini bu 5 şarttan ibaret sanarak yaşamaya devam ettikçe herkes mutlu yaşar gider.

Ama, “La ilahe” nin anlamını düşünnmeye başlayan Müslümanlar ortaya çıkar. İşte bu defa bunlarla karşılaşınca da; “diyanet, ilahiyat gibi yerlerde mevkilenen kimseleri ortaya sürerek, Sizin namazınıza, orucunuza, zekatınıza karışanmı var, hacca bile organizyonlar yapılıyor, okullarda din dersi öğretiliyor, siz provakatörsünüz, irticacısınız” diyerek yok etmeye çalışır.

Bu nedenle yukarıda yazdıklarınız gerekli ama yeterli değildir sevgili kardeşim.


Şimdi ben size sorayım:

1- Kamusal alan saçmalığı icat ederek, türbanlı kadınların buralara girmesini engelleyenleri tağut kabul etmiyorsunuz?

2- Ölünce şehit diye törenler düzenleyerek, timsah gözyaşları döken silahlı kuvvetler yetkililerinin, aynı yerde yer alan ve namaz kıldığı, eşi türbanlı olduğu için irticacı diyerek ordudan atmasını, geleceklerini karartmasını, erlik görevini yapan oğlunun yemin törenine katılmak isteyen annesini başı kapalı olarak törene almamasını, orduevlerine sokulmamasını tağutluk olarak göremiyormusunuz?

3- Allah yolunda ölenlere verilen bir unvan olan şehitliği, arabanın devrilmesiyle ölen askerler için, adi bir kavgayı ayırmaya çalışan polisin ölümü için, masa başında ölen bir gazeteci için (örneği siz çoğaltabilirsiniz) de kullanabilmesini tağutluk olarak görmüyormusun?


Alıntı:
hiiic Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
gerçekten sizin aradığınız şeriatın ALlahın emriyle bir alakası olmadığı gibi emin olun gelmesini istediğiniz şey yarısı putperest uydurması olan bir BELA dır. ona bulaşan her ülkenin her devletin her milletin Allah belasını vermiştir. İnanmazsanız dünyaya bakın. Çünkü sizin şeriat sandığınız şeyde eleştiri ve düşünce yasak. Allahın emrinde ise din ve Kuran bile eleştirilmeye açık durumda, bu kitapd çelişkiler bulurdunuz diyerek kitabın çelişkili olup olmadığını düşünmeye sevk ediyor.

DÜşünmeye davet ediyorum..
A- Size,

1- gerçek şeriatın kuran hükümleri olduğunu, zamanımızda şeriat adına çeşitli ülkelerde yapılan uygulamaların şeriat olmadığını,

2- kuran şeriatının oluşması içinde; Müslümanların hepsinin yada büyük çoğunluğunun, islamın tek kaynağı olarak kuranı kabul etmeleri, rivayetler dini yaşamayı reddetmeleri gerektiğini,

3- ayrıca yalnız kuran kaynak kabul edildiğinde de yine kuranı semboller, bulmacalar kitabı görenlerden kurtarmak gerektiğini

tekrar detaylı olarak anlatmama gerek yoktur.

Kuran şeriatı yerine, rivayetlerin uygulamalarına şeriat denilirse tabiki Allah belalarını verir.

B- sizin şeriat sandığınız şeyde eleştiri ve düşünce yasak. Demişsiniz.

Önce benim şeriat sandığım şey yok, şeriat bildiği tek şey vardır, o da kuranın toplumsal hükümlerinin uygulanmasıdır.

Kuranda ise, hemen her yerde “akıl etmezmisiniz, düşünmezmisiniz, öğüt almazmısınız” dendiğini bildiğinize göre sanırım artık gerçek şeriata itiraz edeceğiniz bir şey kalmamıştır!

Saygılarımla…
aorskaya
aorskaya isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 24. August 2012, 03:11 PM   #124
hiiic
Uzman Üye
 
hiiic - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
hiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud of
Standart

Alıntı:
Şeriat denince, benim aklıma neler geldiğini bilecek kadar kahinlik yada gaybi bilgi donanımın mı var sevgili kardeşim?
Şuan içinde bulunduğumuz sistemi beğenmeyip yerine şeriat isterük diyenlerin hepsi aynı fikirdeler... ister inan ister inanma ama bu böyle.. Kuran hakkında gerçekten bilgi sahibi kimseler laik sistemin Allahın emri ve evrendeki mutlak kanunu olduğunu bilirler. Evrendeki mutlak kanun diyorum çünkü Allah bile laiktir. Hiç bir kimseye müslüman hatta peygamber olduğu için kayırma yapmaz, can herkezde aynı yanar, vitamin herkese aynı yararı sağlar.

Alıntı:
Demek insanları en iyiye ve en temize götüren Avrupa devletleridir öylemi?
Biraz tarihin derinliklerine inmeye ne dersiniz?
Bunu gerçekten düşünerek mi yazdın?


Alıntı:
1- Kamusal alan saçmalığı icat ederek, türbanlı kadınların buralara girmesini engelleyenleri tağut kabul etmiyorsunuz?
O türbanlılar yüzünden üniversiteye giremiyorduk, hergün ellerinde pankartla birilerini kafir ilan ediyorlardı. Türban yasaklandı sıkıntı bitti. İşte lap laik bir çözüm. Allahın türban konusunda ne emrettiğini bile bilmeyen kulaktan dolmacıların bilim yuvzlarında bakteri gibi gelişmelerine fırsat verilmemeli.

Ayrıca orası üniverstie, orası bilim yuvası... Ebabil kuşlarının düşmana taş attığına inanan, sopayla deniz yarıldığına inanan, balık karnında peygamber yaşadığına inananların orada işi ne? bilime ne katkı sağlayabilecekler ki bu hurafeciler?
İşte bakın, şeriatcı kafanız sizin olaylara abjektif bakmanızı dahi engelledi, hatanın siz türbanlılarda olduğunu dahi kabul edemiyorsunuz.

Alıntı:
2- Ölünce şehit diye törenler düzenleyerek, timsah gözyaşları döken silahlı kuvvetler yetkililerinin, aynı yerde yer alan ve namaz kıldığı, eşi türbanlı olduğu için irticacı diyerek ordudan atmasını, geleceklerini karartmasını, erlik görevini yapan oğlunun yemin törenine katılmak isteyen annesini başı kapalı olarak törene almamasını, orduevlerine sokulmamasını tağutluk olarak göremiyormusunuz?
yine olayın sebeplerini araştırdığınızda, Ülkeye enfazla zararı verenin, dindarların peşi sıra koyun gibi giden düşüncesizler oldupunu anlayacaksın. Bunu hakaret gibi algılama ama, Allah aklını çalıştırmayanın yeryüzündeki en aşağılık hayvan olduğunu bildiriyor. Aklını kullanmadan bir hocanın yada sürekli Allahı dini kullanarak siyaset yapanların peşi sıra düşünmeden gidenlere en aşağılık hayvan deme hakkı bende yok ama o ayete dayanarak ve güvenerek bu sürüye KOYUn diyorum. Haksız olup olmadığımı mahşerden önce bu dünya hayatında da göreceksiniz zaten.


Alıntı:
3- Allah yolunda ölenlere verilen bir unvan olan şehitliği, arabanın devrilmesiyle ölen askerler için, adi bir kavgayı ayırmaya çalışan polisin ölümü için, masa başında ölen bir gazeteci için (örneği siz çoğaltabilirsiniz) de kullanabilmesini tağutluk olarak görmüyormusun?
Allah yolu dediğini yol hangidi? uzaya çıkan görünmeyen bir yol mu? Arkadaşım hala anlayamadınız galiba ki daha yazmayacağım. Allah yolu halkın milletin yoludur. Milletine hizmet amacıyla yola çıkan herkim o yolda ölür yada öldürülürse şehittir. Ne pis ve sadece kendi zihniyetinizdekilere çalışan bir anlayışınız var. Bu anlayış islama hakarettir. Onun evrensel değerlerine hakarettir.
Size göre Allah yolunda ölmek için al eline taşı israil askerinin karşısında öl tamam o zaman şehtsin. ALLAH YOLU dediğini yolun ne olduğunu, kime hizmet ettiğini dahi anlayamamışsınız. İşte bu asıl ulümdür, daha anlamadan şeriatcı kesilmek kadar büyük zulüm var mıdır?
ALlah yolu halka hizmet yoludur. O hizmet o mücadele, gerek savaş alaında gerek okulda, gerek hastahanede gerekse tarlada yapılır. Oralara şeriatcıyız diye girip batıl hurafelerini sokacak kişileri türbanlı diye kayırıyor onların pisliğini görmezden geliyorsanız bu da sizin Adaletsizliğinizdir.

Alıntı:
1- gerçek şeriatın kuran hükümleri olduğunu, zamanımızda şeriat adına çeşitli ülkelerde yapılan uygulamaların şeriat olmadığını,
çünkü şeriatcıların bahsettiği şeriat sadece siyasi bir araçtır. öyle bir ülke olamaz, bir tane şeriat ülkesi olamaz. Çünkü göremediğiniz ye şu;

Şeriat ülkesi LAİK olmak zorundadır. Demokratik olmak zorundadır.
Siz bu 2 önemli ilkeyi kafirlik diye adlandırarak nasıl bir şeriat ülkesi kurmayı planlıyorsunuz ki? sizinki de laf olsun ...
Parmağın gösterdiğini bırakıp parmakla uğraşmaktır. Kuran okumak adı altında arapçasından hatim etmek hatta o okuduğundan medet ummak ne ise sizin şeriat algınız da aynısıdır.

...
Müzakere birbiriyle bağlantılı konularda devam ediyor. Siz de birşeyler öğreniyorsunuz bende. Fikirlerinizi paylaşmaya devam edin.
Ama sizden tek istiramım, yazıdıklarımı bir bütün halinde düşünün. Bu yazıyı bir sistem halinde yazma çabalıyorum. En başta yazdığım ile en sonda yazdığım arasındaki kuvvetli bağlantıları görmeniz için emek harcıyorum. Bence okurken değil, bütün yazıyı okuyo bitirdikten sonra cevap yazın. Çünkü en başta okurken sorabileceğiniz soruların cevabını ilerleyen paragraflarda göreceksiniz...

Konu hiiic tarafından (24. August 2012 Saat 03:13 PM ) değiştirilmiştir.
hiiic isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
hiiic Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
arnavut (29. August 2012)
Alt 24. August 2012, 05:27 PM   #125
ates demir
Guest
 
Mesajlar: n/a
Standart

Alıntı:
Hiç bir kimseye müslüman hatta peygamber olduğu için kayırma yapmaz, can herkezde aynı yanar, vitamin herkese aynı yararı sağlar.
.
Emin misiniz? Eger eminseniz o halde bana vahyetmeyen ve beni dogru yola iletmeyen ancak sectigi nebilerine vahyeden ve onlari dogru yola ileten bir Allah adil olabilir mi?
Olunce maazeretim hazir: Allah im bana da vahyetseydin ben de dogru yolda olanlardan olurdum. Bu gercek degil? Gercek ne?
  Alıntı ile Cevapla
Alt 24. August 2012, 11:56 PM   #126
hiiic
Uzman Üye
 
hiiic - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
hiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud of
Standart

Alıntı:
Emin misiniz? Eger eminseniz o halde bana vahyetmeyen ve beni dogru yola iletmeyen ancak sectigi nebilerine vahyeden ve onlari dogru yola ileten bir Allah adil olabilir mi?
Olunce maazeretim hazir: Allah im bana da vahyetseydin ben de dogru yolda olanlardan olurdum. Bu gercek degil? Gercek ne?
bana şu ayeti hatırlattın
Müddessir 52
Daha doğrusu onlardan her biri, kendisine, (önünde) açılmış sahifeler (ilahi vahiy) verilmesini istiyor.



Yani bu söze gelene kadar mahşer günü ortaya sürebileceğiniz çok daha fazla sebep var.
Mesela; neden beni daha zengin ve varlıklı yapmadın? ROckefellere değilde bana hükümranlık verseydin şüphesiz ben dünyaya barış getirmek için çabalardım ve petrolü için savaşlar çıkarmazdım, deme hakkı daha mantıklı...

Sevgili Ates,
Allah insanlara amelleri gereği hidayet eder. Hiç kimse hak etmediği bir hidayeti alamaz. Ancak rabbin rahmetinin gadabından fazla olması sebebiyle her zaman insan hidayete daha kolay ulaşır. Her insan kolay ulaşır.

EĞer peygamberler amelleri gereği peygamberlikle yakışmayan işler yapsa, Allah onların peygamberliklerini siler, ve bundan kimsenin haberi bile olmaz. Nice peygamberler kavimlerini, milletlerini uyarmak için gelmişlerdir.

Peki size peygamberlik gelmiş olsaydı, acaba hidayet alacağım derken hep hidayetten çıkma olasınılığınız var mıydı?
Belki peygamberlik algınız klasik geleneksel hurafe İslamla karışabilir, ama unutmayın, peygamberlerden kimileri; isyan etmişler, Allahın emrine karşı gelmişler, Allahı test edip denemeye kalkmışlar, Zinaya meyletmişler, Ağmayı küçümsemişler, doğru bildiklerini gizleyip az kalsın zengin kimselere gönül vermişler v.s. Bunların hepsi Kuranda yazar, ve eğer günahlarından tevbe etmeselerdi halleri ne olacaktı?
hiiic isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 25. August 2012, 09:50 AM   #127
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Bir siteden alıntıladığım bir yazı sunuyorum. Değerlendirmenize...(İleri safhalarda laikliğin ilk çıkışı, kavramsal ve kurumsal laik, lirik laik ile epik laik, Türkiye'de laiklik ve uygulanması hakkında bazı bilgi kırıntıları ile bazı alıntılar da yapmayı tasarlamaktayım.)
******************


Laiklik

Bu başlık altında yazılanlar birçokları tarafından yadırganacaktır. Bu, “din” dendiğinde beynimizde oluşan algı nedeniyledir. Bu algı çocukluğumuzdan beri biriktirdiklerimiz ile şekillenmiştir. Ancak konuya Kur’an bağlamında bakarsak şimdi anlatacaklarımızı daha rahat analiz edebiliriz.


Din

Din sözcüğü, “deyn” sözcüğünden türemiştir ve ilk anlamı “borç” demektir. Sahip olduğumuz farklı yetenekler, toplumsal statüler, güç, bilgi, akıl, sevgi ya da şefkat birer nimettir. Yeryüzü sofrasından edindiğimiz mal ve para birer nimettir. Tüm bu nimetler dolayısıyla fazlalıklı hale gelir borç altına gireriz. Bu hayatta yapılması gereken de bu nimetlerin karşılığını ödemektir/şükretmektir. Herkesin bir diğerine göre fazlalığı mutlaka vardır. Mal ve para yönünden fazlalıklı olan bunu diğerleri ile paylaşarak borcunu ödeyebilir, bilgi yönünden fazlalıklı olan bunu toplum yararına kullanabilir. Yetenekli bir mimar insanlar için yaşanabilir mekanlar yapabilir. Sevgi sahibi bir anne çocuklarından başka diğer çocuklara da bu sevgiyi ulaştırabilir. Herkes, sahip olduğu fazlalıkları bir diğerine karşılık beklemeden aktararak nimetlerin karşılığı öder/şükreder ise borcunu da ifa etmiş olur.

Bugün çokça anlaşıldığı şekli ile din, Allah ile kul arasında görülmektedir. Allah ile kul arasında olan din değil, imandır.

Herkesin kendisine ait bir yaşam şekli vardır. Kişi bu yaşam şekline göre, hayatta önüne çıkan olaylarda çeşitli davranışlar sergiler. Aç bir hayvanı doyurur ya da umursamaz; bir yetime kucak açar, bir öksüzün başını okşar ya da hiç oralı olmaz; bilgiyi yaygınlaştırmaya çalışır ya da insanların cahil kalmasına sessiz kalır; yoksula destek olur ya da kafasını bile çevirip bakmaz; ülkedeki gelir dağılımını düzeltmek için çalışır ya da gelir dağılımındaki dengesizliği daha da derinleştirir v.s. Bireysel anlamda, insanın hayatı boyunca sürdürdüğü yaşam ve bu yaşamı oluşturan bütün eylemleri ya da eylemsizlikleri o kişinin dinidir. Din bizzat yaşamın kendisidir; kişinin yaşam şeklidir. Dine verilen yaşam şekli anlamını en açık şekli ile Maun Suresi’nde görebiliriz.

Dîni yalanlayan şu kimseyi gördün mü? İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse. Bu nedenle, şu namaz kılanların/şu destekçilerin vay haline! Onlar namazlarından/destek verişlerinden gafildirler, onlar, gösteriş yaparlar, ve mâûnu vermezler. (Maun Suresi)

Toplumsal düzen anlamında din ise, bireylerin yaşam şekillerinin kurallaşarak, yasalaşarak, ilkeleşerek toplumsal düzene yansımasıdır. Kur’an “din” kelimesini toplumsal bazda yasa, sistem, düzen anlamında kullanır. Bir toplumsal düzene din denilebilmesi için, o düzenin Allah tarafından kurulmuş olmasının ya da insanlar tarafından kurulmuş olmasının önemi yoktur. İster Allah tarafından kurulmuş olsun, ister insanlar tarafından kurulmuş her türlü toplum düzeni dindir.

Kapitalist düzeni kuran insanların yaşam şekilleri vardır. Kapitalist düzeni kuran ve bu düzene itaat eden insanlar bu sistemden memnundur ki yaşam şekilleri ilkeleşerek, kapitalist düşünceyi ve düzeni oluşturmuştur. Yine sosyalist düzen de bunu kuran ve bu sistemde yaşamaktan mutlu olan insanların yaşam şekillerini yansıtmaktadır. Bu anlamda her iki düzen de dindir. Adı başka başka olan ve burada sayamadığımız ama bir toplumsal düzeni tarif eden bütün sistemler dindir. Toplumsal düzeni tarif eden “din” kelimesi ile bugün kullanılan “düzen” ya da “sistem” kelimelerinin bir farkı yoktur. Burada sadece terminoloji farkı vardır.

Kur’an’ın üzerini örtme çabaları neticesinde bir çok kelimenin olduğu gibi “din” kelimesinin anlamı da saptırılmıştır. Ancak Kur’an’ın kendi tefsirini kendi yapan, kendi kendisini açıklayan yapısı ve dil bilginlerinin çalışmaları sayesinde anlamı saptırılan kelimelerin gerçek anlamları bir bir ortaya çıkmaktadır. Aşağıdaki ayet bugün geleneksel anlamda dine verilen anlamın doğru olmadığını göstermektedir:

Bunun üzerine o [Yûsuf], kardeşinin kabından önce onların kaplarını aramaya başladı. Sonra onu [su kabını] kardeşinin kabının içinden çıkardı. İşte Yûsuf'a Biz böyle bir oyun öğrettik. Melikin dininde [ülkenin yasalarında], kardeşini alıkoymasına imkân yoktu. –Ancak Allah dilerse o başka. Biz dilediğimiz kişileri derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde bir daha iyi bilen vardır.– (Yusuf, 56)

Yusuf kıssası Kur’an’da uzunca anlatılan bir kıssadır. Kıssaya göre, Yusuf, kardeşlerinin onu bir kuyuya atmasından yıllar sonra, ülkede yönetici olmuştur. İhanette bulunan kardeşler küçük kardeşleriyle beraber, Yusuf’un yönetici olduğu ülkenin depolarından erzak almaya gelmişlerdir. Erzak almaya gelen kardeşler Yusuf’u tanımamıştır. Yusuf küçük kardeşini yanına almak istemektedir. Ayet, “Melikin dininde kardeşini alıkoymasına imkan yoktu” der. Burada bugün, dine verilen anlamdan farklı bir anlatım vardır ve din, ülkeye egemen olan yasalar anlamında kullanılmaktadır. Ülke yasaları, ülkede yaşayan insanların yaşam şekillerinin kurallaşmış, ilkeleşmiş halleridir ve ayetteki bu kullanım, bugün dine yüklenen anlamın yanlış olduğunu ortaya koymaktadır.

“Millet” kelimesinin kullanılışı ile “din” kelimesinin kullanılışı arasında da yakın bir bağ vardır. Kur’an toplumsal düzene hakim kurallar, yasalar, ilkeler doğrultusunda bir toplumun –istisnalar hariç- top yekün sürdürdüğü yaşam şeklini/dini “millet” kelimesi ile karşılamaktadır.

millet sözcüğü aslında yol, sünnet demektir… Ancak sözcük tek başına değil de …izafetli olarak "onun milleti [onun dini]", "İbrahim'in milleti [İbrâhîm'in dini]" şeklinde kullanılır.[1]

Bugün de millet isimleri bize o milletin nasıl yaşadığı konusunda az çok bilgi verir. “İranlı” kelimesini duyduğumuzda -bireysel istisnalar hariç- millet olarak İranlıların yaşam şekilleri gözümüzde canlanır. Yine, “Afgan” dendiği vakit Afganların nasıl yaşadıkları ne tür bir yaşam şekilleri olduğunu az çok biliriz. Aşağıdaki ayetlerde dikkat edilecek husus, toplumsal yaşam şeklinin/dinin “millet” kelimesi ile karşılanmasıdır.

Ve İbrâhîm'in milletinden, kendini bilmezden başka kim yüz çevirir? Ve Biz onu dünyada seçkin birisi yaptık. Hiç şüphesiz o, âhirette de iyilerden biridir. (Bakara, 130)

Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki:"Ey Şu'ayb! Ya seni ve seninle beraber inananları kentimizden muhakkak çıkarırız, ya da bizim milletimize dönersiniz!" (Şu'ayb da) dedi ki:"İstemesek de mi! Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin milletinize dönersek, kesinlikle Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah'ın dilemesi hariç ona [sizin milletinize] geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir… (Araf, 88-89)

Şüphesiz onlar [şehir halkı], sizin üzerinize galip gelirlerse sizi taşlayarak öldürürler veya sizi kendi milletlerine döndürürler. O zaman da siz, ebedi olarak, asla kurtuluşa eremezsiniz." (Kehf, 19-20)

Ve Allah uğrunda gerektiği gibi cihat edin. O, sizi o seçti ve dinde; babanız İbrâhîm'in milletinde sizin için bir zorluk kılmadı. O, daha önce ve işte bunda [Kur'ân'da], elçinin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, sizi "Müslümanlar" olarak isimledi… (Hacc, 78)

Yukarıdaki ayetlerde kullanılan “millet” kelimesi, bir milletin toplumsal anlamda kendisine tayin ettiği yaşam şeklini/dinini tarif etmektedir.

İsimleri ne olursa olsun yeryüzünde iki din mevcuttur. Bunlardan biri bozguncuların tabi olduğu düzen/din, bir diğeri de düzelticilerin tabi olduğu düzen/din. Tarihin her döneminde bozguncular ve düzelticiler karşı karşıya gelmiştir.

Ve Firavun: "Bırakın beni, öldüreyim Mûsâ'yı, o da Rabbini çağırsın. Şüphesiz ben onun, sizin dininizi değiştirmesinden veyahut yeryüzünde kargaşa çıkarmasından korkuyorum" dedi. (Mümin, 26)

Musa ile Firavun arasındaki egemenlik/hakimiyet mücadelesi yukarıda anlatılmıştı. Firavun, ülkesinde yaşayan insanları, kendisine çalışan köleler yapmış, onların emeklerini sömürmüş ve bu sayede zenginliğine zenginlik katmıştır. Firavun’un kurduğu toplumsal düzende, insanlar kendisine itaat etmekte, kendisine çalışmaktadır. Çocukları keserek öldüren, toplu kıyımlar yapan Firavun, Musa’yı Mısır ülkesinde bozgunculuk çıkarmakla suçlamaktadır. Ayette yer alan “sizin dininizi değiştirmesinden veyahut yeryüzünde kargaşa çıkarmasından korkuyorum” cümlesinde “din”, toplumsal düzen karşılığında kullanılmaktadır.

Fil Suresinin inmesine sebep olan olayda, Habeşistan valisi Ebrehe ve ordusunun bir boran/tayfun ile Allah'ın gazabına uğraması üzerine, Mekkeliler on yıl kadar putlarını bir kenara bırakmışlar, Tek Allah'a ibadet etmişlerdi. Risalet döneminde de Muhammed'e uymamaları için bir sebep yoktu. Muhammed onlara hiç duymadıkları bir şeyi söylemiyordu. Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarına neden olup yüzlerce insanın ölmesine sebep olacaklarına, putlarını bir kenara itip Allah'ın birliğini kabul edebilirlerdi. Canları ve malları Muhammed’in orduları karşısında tehlikede iken en azından iman etmiş gibi gözükebilirlerdi. Ancak Mekkeliler, Muhammed’in getirdiği sistemin/dinin, kurmuş oldukları düzenin kendilerine işleyen çarklarını kıracağını anlamıştı. Bu sistem/din Mekkeliler’in yüzyıllardır sürdürdüğü egemenliğine son verecekti. Kabe’nin ziyaretçilerinden elde edilen yüksek turizm gelirleri ellerinden gidecek, barış ve huzur ortamının sağlanması ile kervan ticaretinden elde edecekleri gelirler yok olacak, sadece kendilerine işleyen ekonomik düzenleri alt-üst olacaktı. Ya yurtlarında herkes gibi yaşamak ya da yurtlarından ayrılmak zorunda kalacaklardı. Mekkelilerin o dönemde söyledikleri şuydu:

Ve "Biz seninle beraber doğru yola uyarsak, yurdumuzdan atılırız" dediler. Biz onları, Kendi katımızdan bir rızk olarak, her şeyin ürünlerinin toplanıp getirildiği, güvenli, haram [dokunulmaz] bir yere [Mekke'ye] yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler. (Kasas, 57)

“Doğru yola uyarsak yurdumuzdan atılırız” ifadesi, Mekkelilerin doğru yolu bildiklerini ama uymadıklarını göstermektedir. Mekkeliler kısaca; “doğru yola uyarsak yurttaki hakimiyetimiz, düzenimiz son bulur, yurttan çıkmak zorunda kalırız” demektedir. Bu da Mekkelilerin bozguncu yaşam şeklini/dinini terkederek düzeltici bir yaşam şekli/din edinmek suretiyle ekonomik güç ve egemenliklerini terk etmek istemediklerini göstermektedir.


İslam-Müslüman

Din, bireysel anlamda İslam’dır.

“İman edip salihat işlemek” Kur’an’da 57 yerde bu kalıpta geçmektedir. İman + Salihatı işlemek/Düzelticilik yapmak = İslam’dır. Bu, İslam’ın Kur’an’daki pratik anlamıdır. İslam’ın bu tanımında yer alan iman, bireye yönelik bir anlatımdır. Bir devletin imanı olmayacağı gibi bir toplumun da topyekün imanından bahsedilemez. Şimdi Hucurat 17 ve Enam 125’e bakalım:

Onlar İslam’a girdikleri için sana minnet veriyorlar. De ki: “İslam’a girmeniz üzerine bana minnet vermeyin. Bilakis, eğer doğru kimseler iseniz, sizi imana erdirdiği için Allah size minnet verir. (Hucurat, 17)

Ve sonra, Allah, kimi doğru yola iletmek isterse, İslâm için onun göğsünü açar. Kimi de saptırmak isterse göğsünü öyle sıkar ki, o, göğe yükseliyormuş gibi olur. İşte böyle, Allah, ricsi [pisliği; zarar, azap veren şeyleri] iman etmeyenlerin üzerine kılar [bırakır, atar]. (Enam, 125)

“İslam”ın imanı da içine alan bireye yönelik anlamı tüm Kur’an kapsamından çıkarabileceği gibi yukarıdaki ayetlerden de bu husus açıkça anlaşılmaktadır.

Din toplumsal düzen anlamında Müslimlik’tir. Müslimlik toplumsal düzene yönelik bir anlatımdır ve bugünkü kapitalizm, sosyalizm gibi sistemlerin karşıtı bir sistemdir. (sosyalizmle ifade edilmek istenen materyalist komünizm olmalı.G.Y.)

Bugün Müslüman olana İslam, İslam olana Müslüman denmektedir. Oysa ki Kur’an “İslam” ve “Müslim/Müslüman” kelimelerini eş anlamlı olarak kullanmaz. Müslim, Kur’an’da yer alan düzeltici ilkelere tabi toplumun bireyidir. Müslim olmak, İslam olmak/mümin olmak yönünde atılan bir adımdır. İslam olmak, zaman ve sabır gerektirir. Bu sebeple elçiler bozguncu toplumlara delillerle gelmişler, müslim olmanın/düzeltici olmanın Allah tarafından tayin edildiğini belirtip, toplumlarının müslim/düzeltici olmalarını istemişlerdir. Hz.Muhammed peygamber olduktan sonra onun peygamber olduğu haberi Medine’ye de ulaşmıştır. O sırada Medine’de Evs ve Hazreç kabileleri arasında husumet vardır ve kan dökülmektedir; huzursuz ve bozuk bir toplumsal yapı hakimdir. Bu şartlar altında bir grup Medine’li Mekke’ye gelmiş peygamber ile görüşmüş ve Kur’an’ı dinlemişlerdir. Toplumlarına döndükten sonra da dinledikleri Kur’an’ı toplumlarına anlatmışlar ve son olarak aşağıdaki sözleri söylemişlerdir.

Ve gerçekten biz [bize gelince, bizim durumumuz ise]; Müslümanlar bizdendir, zâlimler de bizdendir. Ama kimler teslim olduysa [Müslüman olduysa], işte onlar reşâdı [doğruya, güzele, iyiye, gerçeğe gitmeyi] arayanlardır. Ama zâlimlere gelince, onlar da cehennem için odun olmuşlardır." (Cinn, 14-15)

“Ve gerçekten bizim durumumuz ise; Müslümanlar bizdendir, zalimler de bizdendir”. Bu cümle toplumsal yapının çatısıdır. Düzeltici olanlar da olmayanlar da bizdendir, demektir. “Ama kimler Müslüman olduysa, işte onlar doğruya, güzele, iyiye, gerçeğe gitmeyi arayanlardır”. Burada müslim olanların, İslam olmak yolunda ilerledikleri, adım attıkları söylenmektedir.

Biz Kur’an’dan biliyoruz ki dileyen iman eder dileyen iman etmez. İmtihanın da ana konusu olması itibariyle Kur’an imana karışmaz ve insanı serbest bırakır.

Bedevi Araplardan, geri bırakılmış olanlara de ki: Siz yakında çok kuvvetli bir topluma karşı çağırılacaksınız; onlarla savaşırsınız veya onlar, müslüman olurlar. Artık, eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir ödül verir. Ama önceden yan çizdiğiniz gibi yine yan çizecek olursanız sizi acıklı bir azap ile azaplandırır. (Fetih, 16)

“Onlarla savaşırsınız veya onlar, müslüman olurlar” ifadesi imansızları imana getirin demek değildir. Burada bozguncu bir toplumla karşı karşıya gelineceği onların düzeltici/müslim olmaya çağrılmaları, bozgunculukta diretirlerse savaş yoluna gidilmesi istenmektedir. Süleyman’da Sebe Melikesi’ni Müslimliğe davet etmiştir.

O [Süleyman’ın mektubunu alan Sebe’ melikesi]: “Ey ileri gelenler! Şüphesiz ki bana kesinlikle çok saygın / şerefli bir mektup bırakıldı. Şüphesiz ki o [mektup], Süleyman’dandır ve ‘Bana karşı büyüklük taslamayın, teslimiyet göstererek / Müslüman olarak bana gelin!’ diye yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden, engin merhamet sahibi Allah adınadır” dedi. (Neml, 29-31)

Aşağıdaki ayette iman etmiş olanlar ve Müslim olarak İslam olma yolunda adım atanlar ayrı ayrı zikredilmiştir.

De ki: “İman etmiş kimseleri güçlendirip kökleştirmek / tutundurmak için ve Müslümanlara bir müjde ve kılavuz olmak üzere, senin Rabbinden ona, Allah’ın birçok can katan âyeti hakk ile inmiştir. (Nahl, 102)

Aşağıdaki ayette de Müslim olduktan sonra iman konusunda hata edenler konu edilmiştir.

Ve O (Allah) size: “Doğal güçleri ve peygamberleri Rabbler edinmenizi emretmez. Siz müslim olduktan sonra, size küfrü emreder mi?! (Ali İmran, 80)

Aşağıdaki ayet de İslam olmanın bir süreç olduğunu anlatmaktadır.

Hayır, aksine kim iyileştiren, güzelleştiren biri olarak kendisini Allah için islâmlaştırırsa, işte onun, Rabbi katında ecri vardır. Onlara hiçbir korku da yoktur ve onlar üzülmezler de. (Bakara, 112)

Aşağıdaki ayette de orjinali “eslemna” olan kelime Müslim olmak demektir.

Bedevi araplar, “İnandık!” dediler. De ki: “Siz İnanmadınız, ama ‘eslemna; sağlamlaştırdık; kendimizi sağlama aldık!’ deyin; iman henüz kalplerinize girmedi. Ve eğer Allah’a ve elçisine itaat ederseniz, O, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi size eksiltmez.” Gerçekten Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir! (Hucurat, 14)

Toparlayacak olursak, İslam imanı da içine alan bireye yönelik bir anlatım, Müslim ise toplumsal düzene yönelik bir anlatımdır. Bireyin o topluma aidiyetini belirtmek için kullanılmıştır.

Akıl işletilmedikten sonra ayetlerin Kur’an’da yazıyor olmasının bir faydasının olmadığını ve aklını işleten insanların Kur’an okumamış olsalar dahi bu ayetleri öğrenebileceklerini belirtmiştik. Atatürk, yüksek azmi ve çalışması sayesinde toplumsal düzene hakim sosyolojik ve ekonomik yasaları öğrenmiştir. Biz bugün Kur’an çalışmalarımız sayesinde altı ilkenin de Kur’an’da mevcut olduğunu tespit ettik. Kitapta anlatılan altı ilke de Müslimliğe ait ilkelerdir. Kitabın bundan sonraki bölümünde altı ilkeden Müslimlik ilkeleri olarak bahsedeceğiz.


Müslimlikte Devlet-Birey İlişkisi

Şimdi Müslimliğe ait ilkeler ile yönetilen bir devlette, devletin bireye yaklaşımını görelim:

Halk bireylerden oluşur. Sınırları belirli bir toprak parçasında/yurtta egemen halkın, yönetim için oluşturdukları tüzel kişiliğe devlet denir. Tüzel kişiliğin insandan ayrı bir şahsiyeti vardır. Ayrı bir şahsiyet olan tüzel kişilik, içinden çıktığı toplumun yaşam şekillerine uygun ilkelerle (düzeltici ya da bozguncu ilkelerle) ve organlar vasıtasile yönetilir. Tüzel kişiliğin/devletin inancı olamayacağı için, vatandaşlara karşı yansız davranmakla yükümlüdür. Tüzel kişilik/devlet nazarında, tüm vatandaşlara eşit muamele edilir ve her bir vatandaşın yaşam şeklini/dinini yaşaması, hak ve özgürlüklerini kullanması için çaba sarfedilir. Tüzel kişiliği/devleti yönetenler, bireysel imanlarını işlerine karıştırmazlar; yaşam şekillerini halka dayatmazlar, dayatamazlar. Bireysel imanlarının gerekleri var ise bunu gizli yaparlar. Tüzel kişilik adına iş yapma bilinci ile her vatandaşa eşit mesafede dururlar.

Atalar dini mensupları,[2] ilkeler üzerinden değil, bireysel imanları ve yaşam şekilleri üzerinden yönetim sergilemektedir. Tüzel kişilik/devlet ancak ilkeler ile yönetilir. Toplumsal düzenlerin baskıcı olmaları (totaliter olmaları) bu sistemlerde yönetime hakim olanların bireysel imanlarını halka dayatmalarındandır. Bireysel olan ve kişi dışında kimseyi bağlamayan imanın ve buna bağlı bireysel yaşam şeklinin topluma dayatılması bu imana sahip olmayanları baskıya maruz bırakır ki işte baskıcı rejim ya da çokça kullanıldığı şekli ile faşizm budur. Bireyi özgür kılan, iman ve yaşam şekillerinin dayatılmadığı bir ortamda, kendi imanını ve yaşam şeklini özgür iradesiyle belirleyip yaşaması ve toplumsal düzende bizzat sahip olduğu hak, özgürlüklerdir. İlkesel yönetim şeklini ıskalayan atalar dini mensupları, sadece kendilerini bağlayan bireysel imanlarını ve yaşam şekillerini devlette geçerli kılmaktadır. Kendi yaşam şekillerini devlete ve ülkeye hakim kılmaya çalışan yönetimler, tarihin her döneminde zulümlere neden olmuştur. Özgürlükler ancak ilkelere dayalı bir yönetim ile yaşanabilir. Müslimlikte devlet birey içindir. Sadece hatırlatma yapması istenen Peygamberden dahi, “sen onların üzerinde zorlayıcı değilsin” (Kaf, 45) denerek ilkesel bir yönetim sergilemesi istenmektedir.

Bireyin imanı ve dini ile toplumsal düzenin dinini/sistemini birbirinden ayırmak gerekir. Kur’an, bozgunculara karşı düzeltici bir toplumsal düzen kurulması ve bu düzenin ayakta tutulması açısından taraftır. Kur’an’ın taraf olması; düzeltici bir toplumsal düzen kurulması, yaşatılması ve ayakta tutulması ile ilgilidir. Düzeltici sistem kurulduktan sonra, kurulan düzende yaşayan bireylerin yaşam şekilleri, toplumsal düzene yönelik tehdit ve saldırı niteliği almadığı sürece, bireyler kendi yaşam şekillerini yaşarlar. Amaç düzelticilik çerçevesinde bir barış ve dirlik düzeni kurmak, daha sonra da yaşam şekillerinin özgürce yaşanabilmesi için kurulan bu düzeni hiçbir yaşam şekline teslim etmemektir. Şimdi Kur’an’ın bireylerin yaşam şekillerine yaklaşımını görelim:

Ve de ki: "O hak [gerçek], Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin."… (Kehf, 29)

De ki, "Dinimi yalnız kendisine arındırarak Allah'a kulluk ediyorum. Buna rağmen siz, O'nun astlarından dilediğinize kulluk yapınız." (Zümer, 14-15)

Şüphesiz Biz bu kitabı sana, insanlar için hak ile indirdik. O halde kim doğru yolu bulduysa artık kendi lehinedir. Kim de saptıysa artık o, sırf kendi aleyhine olarak sapar. Ve sen onların üzerine vekîl değilsin. (Zümer, 41)

Oysa Rabbin dileseydi elbette yeryüzündekilerin hepsi topluca inanırdı. Artık, inananlar olmaları için, insanları sen mi zorlayacaksın? (Yunus, 99)

De ki: "Ey insanlar! Rabbinizden, elbette, size hakk gelmiştir. Artık doğru yola giren, ancak kendisi için girmiştir ve gerçekten, sapan da, kendi zararına sapmıştır. Ve ben, sizin üzerinize vekil [sizi ayakta tutan; sizden sorumlu biri] değilim." (Yunus, 108)

Dinde zorlama/tiksindirme yoktur… (Bakara, 256)

Doğrusu Biz insanı karışık bir nutfeden yarattık. Onu imtihan edeceğiz; bu nedenle onu işitici, görücü yaptık. Kuşkusuz Biz ona yolu gösterdik; ister şükredici olsun, ister nankör. (İnsan, 2-3)

Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir. (Kafirun, 6)

O sizi yaratandır. Kiminiz kafirdir, kiminiz mümin. Allah yaptıklarınızı görmektedir de. (Tegabün, 2)

Laiklik, farklı yaşam şekillerine sahip insanların bir arada yaşamalarını sağlar. Kişilerin farklı yaşam şekillerine tanınan bu müsamaha özgürlüktür. Bu özgürlük, toplumsal düzenin çatısıdır. Bu çatı altında farklı yaşam şekillerine sahip insanların nasıl davranmaları gerektiği aşağıdaki ayetlerde özetlenmiştir.

Ve Rahman’ın kulları öyle kimselerdir ki onlar, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine lâf attığı zaman “Selâm!” derler. (Furkan, 63)

Ve onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve “Bizim işlerimiz yalnızca bizim için, sizin işleriniz de yalnızca sizin içindir. Size selâm olsun! Biz cahilleri aramıyoruz” derler. (Kasas, 55)

Bir yurtta çeşitli faklılıklara sahip (dil, din, renk, soy v.s farkı) iki grup karşı karşıya gelirse bunların yapması gereken karşılıklı olarak birbirlerinin yaşam şekillerine müdahale etmemek ve bu farklılıkları sivrileştirip yurtta bozgun çıkarmamaktır. Barış ve huzur ortamında yaşamak ancak sistemin sunduğu özgürlük çatısı altındaki gurup ya da kişilerin birbirlerinin yaşam şekillerine müdahale etmemesi ile mümkündür. Aksi durum karmaşa, kavga ve kaosa neden olur. Bugünkü kapitalist yapının “özgürlük!” ve “demokrasi!” anlayışı karmaşa ve kavgaya neden olmaktadır. Kapitalist düzenin bireysel özgürlük dediği, parası olanların arzu ve isteklerini tatmin etmesinden ibarettir; ki her istediğini yapmak özgürlük değil, kaostur. Bireylerin isteklerine göre hareket ettiği yerde, bireysel arzu ve istekler çatışır ve bir kaos ortaya çıkar. Kur’an bize istediğimiz herşeyi yapmamızı değil, arzu ve isteklerimize gem vurup aklımızı işletmemizi öğütler. Kur’an’ın resmini çizdiği özgürlük, ancak Kur’an’ın emrettiği toplumsal düzenin ayağa dikilmesi ile hayata geçer. Bireysel özgürlüğün tüm toplumun özgürleşmesinden geçtiği bilinmelidir.

Laiklik, halka özgür ve kişisel seçimlerine dayanarak yaşama imkanı sunduğundan vazgeçilmezdir. Ve kişilere özgür bir irade ile seçme hakkı vermek, imtihanın da olmaz ise olmaz kuralıdır. Laiklik, devletin yaşam şekilleri karşısındaki tarafsızlığının adı olduğu gibi, inanç ve fikir sahipleri açısından da bu özgürlüklerin bir teminatıdır.

Tekrarlayacak olursak:

Din, bir duygu değildir.

Din, vicdanlarda değildir.

Din, bozguncu olmak ya da düzeltici olmaktır.

Din, bireysel anlamda bireylerin yaşam şekilleri, toplumsal anlamda bu yaşam şekillerinin ilkeleşerek toplumsal düzene yansımasıdır. Kur’an, bozgunculara karşı düzeltici bir toplumsal düzen kurulması ve bu düzenin ayakta tutulması açısından taraftır; vatandaşlarının kendi yaşam şekillerini yaşamaları açısından tarafsızdır. Laiklik, düzelticilerin bozgunculara galip gelmesi ile ülkede sistemi kurduktan sonra, toplumsal düzene yönelik tehdit ve saldırı niteliği almadığı sürece, sisteme inanmayanların ve istemeyenlerin de yaşam şekillerini teminat altına alan bir ilkedir. Hiç kimseye kurulan sistemi yıkmak için özgürlük verilemez. Bu; sistemi kuranların sistemi kuruş amaçlarına taban tabana zıt olduğundan kapitalist ve sosyalist toplumlar dahil her toplumsal düzende işleyen bir kuraldır.


[1] Hakkı Yılmaz, a.g.e cilt 1, sf. 324

[2] Atalar dini demekle, atalarının izlerini takip eden, onlardan gördükleri yaşam şekillerini sorgusuz sualsiz kabul edenleri kastediyoruz. Türkiye baznda bakarsak; bugün Allah ile aldatanlar/aldatılanlar olduğu gibi Atatürk ile aldatanlar/aldatılanlar da vardır. Bu iki kesimin yaşam şekilleri arasında bir fark yoktur. Her iki kesim de biriktirmeci ve istiflemecidir. Ve atalarından gelen dini yaşamaktadır. Kendisini “din!” içinde gören kesim biriktirmeciliğe istiflemeciliğe ek olarak “din!” adı altında atalarından intikal eden bir yaşam daha sürmektedir.(Müslümanlar sitesindan)
********************

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (15. March 2013 Saat 06:12 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
bartsimpson (26. August 2012)
Alt 25. August 2012, 11:57 AM   #128
aorskaya
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Aug 2009
Mesajlar: 933
Tesekkür: 110
268 Mesajina 414 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
aorskaya will become famous soon enoughaorskaya will become famous soon enough
Standart

Alıntı:
hiiic Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
...
Müzakere birbiriyle bağlantılı konularda devam ediyor. Siz de birşeyler öğreniyorsunuz bende. Fikirlerinizi paylaşmaya devam edin.

Ama sizden tek istiramım, yazıdıklarımı bir bütün halinde düşünün.

Bu yazıyı bir sistem halinde yazma çabalıyorum. En başta yazdığım ile en sonda yazdığım arasındaki kuvvetli bağlantıları görmeniz için emek harcıyorum.

Bence okurken değil, bütün yazıyı okuyo bitirdikten sonra cevap yazın. Çünkü en başta okurken sorabileceğiniz soruların cevabını ilerleyen paragraflarda göreceksiniz...
Sevgili kardeşim,
Yazıların bir bütün halinde değerlendirilmesi halinde konunun daha iyi anlaşılacağını, konunun çok daha iyi oturacağını kabul ediyorum.

Bu kısımda yürütülen laiklik üzerine tartışma ve görüş beyanlarının daha iyi anlaşılabilmesi için, laiklikle ilgili yazışmaları; (laikliğin tanımı, laikliğin islamla ilgisi olup olmadığı, varsa ne yönde ve ne kadar olduğu, laiklik hangi durumlarda tercih edilmeli, hangi durumlarda terk edilmeli sorularını daha ilk yazıda cevapladığını düşündüğüm);

"Laiklik müslümanlıkla bağdaşmaz. Ancak kuran müslümanı olmadıkça gerekliliktir." başlığına (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2864)
taşımanın daha doğru olacağını düşündüğümden cevaplarımı oradan vereceğim.

Saygılarımla...
aorskaya
aorskaya isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 25. August 2012, 08:17 PM   #129
ates demir
Guest
 
Mesajlar: n/a
Standart

Alıntı:
hiiic Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
bana şu ayeti hatırlattın
Müddessir 52
Daha doğrusu onlardan her biri, kendisine, (önünde) açılmış sahifeler (ilahi vahiy) verilmesini istiyor.


Eksik olmuş sayın hiiic
Müddessir 53:
1. kellâ : hayır
2. bel : bilâkis
3. lâ yuhâfûne : korkmuyorlar
4. el âhireten : ahiret
Müddessir 54:
1. kellâ : hayır
2. inne-hu : gerçekten o
3. tezkiretun : bir zikir, öğüt
Müddessir 55:
1. fe : artık
2. men : kim
3. şâe : diledi
4. zekere-hu : onu zikretti
Müddessir 56:
1. ve mâ yezkurûne : ve zikredemez
2. illâ : den başkası
3. en yeşâe allâhu : Allah'ın dilemesi
4. huve : o
5. ehlu : ehil, sahip
6. et takvâ : takva
7. ve ehlu : ve ehil, sahip
8. el magfireti : mağfiret

Ayrıca 52. ayetteki neşredilmiş sayfalardan anladığınız nedir? İmriin den anladığınız nedir?
Sorularla gidelim biraz:
Kurana muhatab olamamış 15. yüzyıl kızılderilisinin akıbeti nasıl olacak?
Yada Arapça bilmeyen milyarların?
Boşyere gelmişler boşyere yaşamışlar mı?
Hayır.
Allah herkese şahdamarından da yakın hatırlatırım.
Tamam yakın ama öylece ne yapıyor sadece beni mi izliyor?
Ben kim? Sen kim? Biz kimiz? Neden bilmek ve öğrenmek zorundayız? Neyi bilmek ve öğrenmek zorundayız? Adem bilmek için yedi meyveyi. Meyve bilgiydi.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 25. August 2012, 08:34 PM   #130
ates demir
Guest
 
Mesajlar: n/a
Standart

Allah Musa nın annesine vahyediyor.
Allah balarısına vahyediyor.
Allah nebilerine vahyediyor.
Bize de onlara uyun diyor.
Bağışlayın ama siz la ilahe yi anlamamışsınız.
Nebi işte bununla mücadele etti.
  Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
akidedir, akidesi, laiklik, şeytani


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 11:49 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam