hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > İman ve mü’minler > İman

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 27. March 2016, 04:22 PM   #1
Anadolu
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Mar 2016
Mesajlar: 112
Tesekkür: 14
29 Mesajina 34 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 19
Anadolu has much to be proud ofAnadolu has much to be proud ofAnadolu has much to be proud ofAnadolu has much to be proud ofAnadolu has much to be proud ofAnadolu has much to be proud ofAnadolu has much to be proud ofAnadolu has much to be proud of
Standart İslam Allah ile Kul Arasındadır!

Kur’an’ın bütün bir toplumu iman çerçevesinde toplamaya çalıştığından bahsedilemez. İman edenler olacağı gibi farklı iman edenler ya da iman etmeyenler olacağı açıktır. Böylesine açık bir gerçek karşısında Allah’ın bütün toplumu ya da devleti iman dairesinde toplamaya çalıştığını söylemek Allah’a akılsızlık izafe etmek olur. Kur’an ana amacın ahiret hayatı için çalışmak olduğunu söyler. Ancak inanmayaların ya da farklı inanların olacağı gerçeği karşısında tüm insanların huzur ve mutluluk içinde yaşayacağı bir sistemi/MÜSLİMLİĞİ tarif eder.

Şimdi “İslam neden Allah ile kul arasındadır?” sorusunu cevaplamaya çalışalım:

Kişi bebeklikten ve çocukluktan itibaren parça parça öğrenir. Anne, baba, arkadaşlar, öğretmenler, televizyon gibi çeşitli kaynaklardan sorduğu her soruya bir karşılık alır. Bu aldığı yanıtlar erişkin olan çocukta bir dünya görüşü meydana getirir. Ancak bu dünya görüşü çocuğun kendisine ait değildir. Çocukluktan beri çeşitli kaynaklardan gelen parça parça fikirlerin bir araya gelmesiyle oluşan bir dünya görüşüdür. Belli bir noktadan sonra kişi kendisinde oluşan bu fikirleri sorgulamak ve aklını işletmek gereği duyar ya da bu gereği duymalıdır. Çocukluktan beri kişide oluşan fikirler bir yün yumağı gibi karmakarışıktır ve her insan da birbirinden farklı yapısı ve geçmişten getirdikleri ile kendisine özgüdür. Bu sebeple bu yumağın neresinden ne şekilde tutulacağını ve kişiyi ne şekilde doğru yola çıkaracağını bir tek Rabb/eğiten, öğreten olan Allah bilir. Bu sürece müdahele etmeye kalkışmak, Rabbliğe soyunmak demektir, şirktir (Ki bugün topluma hakim ilahiyat, tasavvuf, tarikat, cemaat anlayışı Rabbliğe soyunmuş durumdadır).

Bu anlamda her insanın kendine özgü yapısı (çocukluktan getirdiği fikri yapısı, arzu ve istekleri, bildikleri-bilmedikleri, inandıkları-zannları, mizaç özellikleri, psikolojik özellikleri ile karmakarışık yapısı) İslam’ı doğal olarak Allah ile kul arasında bir münasebet haline getirmektedir. Allah ile kul arasındaki münasebete kimse dahil olamaz, etki edemez.

Yaratılan herşey kesin çizgilerle birbirinden ayrılmıştır. Bireye ait olan bireye aittir, toplumsal düzene yansıtılamaz. İman, dolayısıyla İslam Allah ile kul arasında ise, İslam diyerek devlet kurulamaz, kanunlar yapılamaz. O halde geleneksel dinin İslam diyerek devlet kurmak, kanunlar yapmak istemesi imanlarını toplumsal düzene karıştırmalarından başka bir şey değildir. Ki bu da faşist düzenlere neden olur.

Konu Anadolu tarafından (27. March 2016 Saat 05:22 PM ) değiştirilmiştir.
Anadolu isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 27. March 2016, 11:25 PM   #2
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun aleyküm değerli kardeşlerim,

İslam dininin salt bir inançlar manzumesi olmayıp, Rabbimiz rahmeti gereği toplumu ve bireyleri, bencil, zalim, nankör, ümitsiz, sevinç delisi, kendini beğenmiş, cimri, kafa tutan, tahammülsüz, aceleci, sabırsız, şehvetperest, cahil ve servet düşkünü insanların eline bırakmayıp insanların yemelerinden içmelerine, kazanmalarından harcamalarına, giyim kuşamlarına, evlenmelerine- boşanmalarına dair bir takım ilkeler koyduğu gibi, insanlığı insanın eline bırakmamış insanlığa adalet ve barışı getirmek, kargaşayı ortadan kaldırmak; anlamsız hayatı anlamlı, hoş bir hale getirmek için de ilkeler koymuştur. İnsanlığın siyasal yönü de bu ilkeler çerçevesindedir. Yani siyasî yönetim ve yönetilme de İslam dininin müdahale ettiği alanlardandır.

Konunun doğru anlaşılması, “Din” ve “İslâm dini” tanımlarının doğru tanınmasına bağlıdır.
Din, "toplum nizamı, yaşam kurallarının bütünü, yani şeriat" demektir. Bu sözcük ile kastedilen düzen, sadece Allah'ın koyduğu ilkeleri kapsayan Hakk Düzen'den ibaret olmayıp insanlar tarafından kurulan beşeri düzenleri de kapsar. Bu anlamda din, “ister Hakk ister bâtıl olsun, ister Allah ister insanlar tarafından kurulmuş olsun, her türlü toplum nizamı, yaşam kurallarının bütünü” demektir.

Kurallarını Allah'ın koyduğu Hakk Dîn Kur'ân'da; "Allah'a ait din, e'd-Dînü'l-Hanif, e'd-Dînü'l-Kayyim, Muhlisine lehü'd-Dîn, E'd-Dînü'l-Hâlis ve İslâm adlarıyla yer almıştır.


Kelâm bilginleri "Hakk Din"î şöyle tarif etmişlerdir:
Hakk Dîn, “Yüce Allah'ın kullarını hakka ulaştırmak üzere peygamberleri aracılığı ile akıl sahibi insanlara tebliğ ettiği, onları kendi iradeleriyle dünya ve âhiret mutluluğuna kavuşturan sistem, Allah'ın koyduğu hükümler”dir.
Hakk Din ile diğer beşeri dinler, yasama ve yürütme açısından birbirlerinden farklıdırlar, birbirinden ayrıdırlar; birleşemezler, kesişemezler, bir sentez oluşturamazlar. Zaten birleşmemeli ve kesişmemelidirler.

Hakk Dîn'in Allah tarafından belirlenmiş, siyasî, iktisadî, hukukî ana ilkeleri vardır. Doğal olarak beşerî dinlerin de bu konularda ilkeleri vardır. Bu noktada Müslüman kendi dinini, Müslüman olmayan da kendi dinini/düzenini yaşamalıdır. Kimse bir diğerininkine karışmamalıdır. Fitne olmadığı sürece Müslüman, Müslüman olmayana zor kullanmamalıdır. Müslüman da İslâm'ın ilkelerinin tamamını kabullenmeli, saf dinine yapay dinlerin ilkelerinden karıştırmamalıdır. Hak Din'deki herhangi bir ilkenin yerine yapay dinlerden bir ilke benimsenmesi, Rabbimizin Bakara; 85’deki beyanı gereği, kâfirliktir. Herkesin mertçe, sonucuna katlanmak kaydıyla mümin veya kâfir olma özgürlüğü vardır.

İslâm dini “İSLÂM” NE DEMEKTİR?
الإسلام [islâm] sözcüğü, س ل م [silm] kökünden türemiş if‘âl kalıbında mastar bir sözcük olup isim ve mastar olarak kullanılır. Silm sözcüğü, “berâet/uzak tutma; korkudan, kuşkudan, beladan, huzursuzluktan, mutsuzluktan, kavgadan savaştan, ağrıdan, sızıdan, maddî ve manevî sıkıntılardan, zayıflıktan çürüklükten… tüm olumsuzluklardan uzak olma” demektir. Bu sözcük, sâlim, selâm, teslim, islâm vs. sözcüklerinin de köküdür. Sözcüğün “islâm” kalıbı, “sağlamlaştırma” [dertten, tasadan, korkudan, mutsuzluktan, kavgadan, savaştan ve benzeri olumsuz şeylerden uzaklaştırma] demektir. Öyleyse İslâm dini de, “insanları sağlamlaştıran din [dert, tasa, savaş, zayıflık, manevî hastalık, mutsuzluk ve benzeri şeylerden uzaklaştırıp sağlama, güvenceye alan ilkeler bütünü] demektir.
Dinin ilkeleri Kur’an’da “Hikmet” olarak ifade edilmiştir. Hikmet de “zulüm ve fesadı engellemek; adaleti sağlamak için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler” demektir. Ki İslam dinin ilkeleridir.

Müslüman ne demektir?
Bu sözcüğün anlamı ise “Kendini, toplumunu dertten, tasadan, korkudan, mutsuzluktan, kavgadan, savaştan ve benzeri tüm olumsuz şeylerden uzaklaştıran kimse” demektir.
Bu anlama göre Müslüman sürekli faaliyet halinde bulunan, pasiflikten uzak kimsedir.
Bir Müslüman için bu tanımlar bir mihenk taşı; kalite kontrol malzemesi olmalıdır. Din adına duyduğu her şeyi bu ölçüler ile sağlama yapmalıdır. Bu tanımlar çerçevesine girmeyen uygulamaların Hak din ile ilgisinin olmadığını bilmelidir.
Müslümanlar, kurdukları devleti Sadaka [Zekât (vergi), infak] ve diğer kamu gelirleriyle ayakta tutarlar.

Ey iman etmiş kişiler! Elçi ile fısıldaşacağınız [başbaşa konuşacağınız, özel hizmet alacağınız] zaman, bu fısıldaşmanızdan önce hemen bir sadaka veriniz. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Böyle olmasına rağmen eğer birşey bulamazsanız, artık şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.
Başbaşa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten korktunuz mu? İşte, yapmadınız. Ve Allah, sizin bilinçle hatadan dönüşünüzü kabul etti. Artık salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma kurumları oluşturun, ayakta tutun], zekâtı/verginizi verin, Allah'a ve Elçisi'ne itaat edin. Ve Allah, yaptıklarınıza en çok haberi olandır. (Mücadele/ 12, 13)

Ve yüzlerce zekât ve infak ayetleri dikkate alınmalıdır.

Kur’an’a baktığımızda İbrahim peygamberden itibaren Rabbimizin sosyal, siyasal ilkeleri koyduğu Müslümanların da özgür bir vatan edinerek ve devletleşerek İslâm’ı yaşamaya çalıştıkları görülür. Sosyal devlet olmanın ana şiarı olan Salât’ın İbrahim peygambere (İbrahim/35- 41), İsa peygambere (Meryem/33-35, 36), Musa peygambere (Ta Ha/ 11-15, Yunus/ 87), İshak ve Ya’kub peygambere (Enbiya/ 72, 73) Zekeriyya peygambere (Al-i Imran/ 39), İsmail peygambere (Meryem/55), Lokman’a (Lokman/ 13, 16- 19), Şuayb peygambere (Hud/87), israiloğullarına (Bakara/ 83), tüm insanlığa (Nur/56, Rum/31, 32, Bakara/ 110) ile olmazsa olmaz bir görev olarak verilmiştir. Salih peygamber- Semud kavmi kıssalarında konu edilen “Allah’ın devesi” de “salât”tır.

Gerçek iman, salâtın ikamesi ve zekâtın verilmesi gerçek dinin temelidir.

Oysa ki onlara sadece, dini yalnız Allah için arındıran kişiler hâlinde sadece Allah'a kulluk etmeleri, salâtı ikame etmeleri [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma kurumları oluşturmaları, ayakta tutmaları], zekâtı/vergiyi vermeleri emredilmişti. Ve işte bu, doğru/eksiksiz/aşınmaz dindir. (Beyyine/5)

Rasülüllah, Mekke’den Medine hicret ettikten sonra Medine’de Rabbimiz Müslümanların kıblesini nasihat ve uyarı boyutundan çıkarıp devlet organizasyonuna yükseltmiştir. Böylece Müslümanlar, O güne kadar nazil olmuş İslâm dini esaslarına dayalı bir devleti Medine’de oluşturdular. O günkü mevcut İslâm ilkelerine dayalı ilk İslâmî anayasa hazırlandı ve yürürlüğe kondu. Daha sonra Rabbimizden birçok ilke daha geldi ve İslam dini tamamlandı. Dolayısıyla İslam devleti ana ilkeleri de tamamlandı. Medine şehri sınırları da Müslümanların ülkesi oldu.

İslâm dini, her zaman ve yer için uygulanabilecek özellikteki ilkeler içerir. O nedenle, devlet, devlet yapısına yönelik olan ve diğer tüm ilkeler her zaman uygulanabilir ilkelerdir. İslâm dininde, devlet işleri ve din işleri diye bir iş ayırımı yoktur. Devlet işlerinin tümü, A’dan z’ye hepsi din işleridir.

Konumuz olan merkezi otorite (Manevî kişiliği ve belirli bir anayasal düzeni olan egemenlik sahibi, sınırları belli bir ülkeye sahip, bir hükümete ve ortak kanunlara bağlı teşkilatlı millet veya milletler topluluğunu meydana getiren siyâsi teşekkül”), Kur’an’da “temkîn ” ifadesiyle yer alır.

Kendilerine savaş açılan kimselere, kendileri haksızlığa uğramaları; onlar, başka değil sırf “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle savaşmalarına izin verildi.

Ve şüphesiz ki Allah, onları zafere ulaştırmaya en iyi gücü yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yerle bir edilirdi.
Allah, Kendisine yardım edenlere –kendilerini yurtlandırıp/özgür vatan sahibi yapıp güçlendirirsek salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma kurumları oluşturan, ayakta tutan], zekâtı/vergilerini veren, örfe uygun/herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden ve vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeylerden alıkoyan kimselere– kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, çok güçlüdür, mutlak galiptir. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir. (Hacc 39-41)

Ve Allah, sizlerden iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış olan kimselere, kendilerinden öncekileri başkalarının yerine getirdiği gibi, yeryüzünde onları da başkalarının yerine geçireceğini, onlar için beğenip seçtiği dini onlar için kesinlikle tutunduracağını; yurtlandırıp özgür vatan sahibi yapacağını ve korkularından sonra, onları kesinlikle güvene değiştireceğini vaat etti. Onlar Bana kulluk ederler, Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Bundan sonra da kim Benim ilâhlığımı ve rabliğimi örterse/inanmazsa, artık işte onlar, yoldan çıkanların ta kendileridir. (Nûr, 55)

Müslümanların İslâm dini ilkelerini yaşayabilmeleri bağımsız, özgür bir ülke; vatan sahibi olmalarına bağlıdır. Müslümanların ülkelerini savunmaları zorunlu bir görevdir. Müslümanlar, yurtlarına; ülkelerine göz diken, onları yurtlarından çıkarmak, onları vatansız hale getirmek isteyenlere karşı savaşmak zorundadırlar.
Kendilerine savaş açılan kimselere, kendileri haksızlığa uğramaları; onlar, başka değil sırf “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından/vatanlarından çıkarılmaları nedeniyle savaşmalarına izin verildi. …… (Hacc/ 39-41)

Yeminlerini bozan, Elçi'yi yurdundan çıkarmaya azmeden ve üstelik ilk önce size karşı savaşa kendileri başlayan bir toplumla savaşmaz mısınız? Yoksa onlara saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti mi duyuyorsunuz? Artık, eğer mü’min iseniz, Allah, Kendisine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymaya daha layık olandır.
Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın ve onları rezil-rüsva etsin. Sizi de, onlara karşı muzaffer kılsın ve mü’min bir toplumun göğüslerine şifa versin, göğüslerinin kinini gidersin. Allah dilediğinin tevbesini de kabul eder. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. (Tevbe/ 13, 14)

Allah, Müslümanların müstaz’aflığına; başkasının hâkimiyetinde yaşayarak dinlerini doğru dürüst yaşayamamalarına izin vermez:

Kesinlikle görevli güçlerin, kendilerine haksızlık ederlerken, geçmişte yaptıklarını ve yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırdıkları şu kimselerin durumuna gelince; görevli güçler, “Ne işte idiniz?” derler. Onlar: “Biz yeryüzünde güçsüzleştirilmiş kimselerdik” derler. Görevli güçler: “Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi, siz orada hicret etseydiniz ya?” derler. Artık, –erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan göçe güç yetiremeyen, kılavuzlandıkları doğru yolu bulamayan kimseler hariç– işte bunların varacakları yer cehennemdir. Ve o ne kötü gidiş yeridir! (Nisa 97, 98)

Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı kendi benliklerine haksızlık eden kimseler olan bu memleketten çıkar, nezdinden bize bir koruyucu, yol gösterici yakın, nezdinden iyi bir yardımcı kıl” diyen zayıf düşürülmüş erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?
İman etmiş kimseler, Allah yolunda savaşırlar. Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş kişiler de tâğut yolunda savaşırlar. O hâlde siz şeytanın yakınları, yardımcıları ile savaşın. Şüphesiz şeytanın tuzağı çok zayıftır. (Nisa 75, 76)

Bu âyetler ışığında, Müslümanların devleti için “Müminlerin İslâm'a göre teşkilatlandıkları, İslâm dini ilkeleri çerçevesinde oluşturdukları, yeryüzünde (her yerinde veya herhangi bir bölgede) İslâm'ı bütünüyle yaşamak üzere kurdukları organizasyon”dur denilebilir. Ve Müslümanlar bu organizasyonu gerçekleştirmek zorundadırlar. Ama devlet, İslâm’ın bir gayesi değil, İslâm dinin eksiksiz uygulanması ve özgürce yaşanması için bir araçtır. “İslâm devleti” diye bir tanım olmaz, “Müslümanların devleti” olur.

Müslümanlar, devletlerini “Hâkimiyet, mülk, Allah’ındır” esasına göre kurarlar. Devletin oluşumunda ırk, renk, kabile, soy, sosyal sınıf etkin olmaz.

Ve zindana o'nunla birlikte iki delikanlı girdi. Onlardan birisi: “Şüphesiz ben, kendimi şarap sıkarken gördüm” dedi. Öteki de: “Şüphesiz ben başımın üstünde ekmek taşıdığımı, kuşların da ondan yediğini gördüm. Bize bunun te’vîlini haber ver. Şüphesiz biz seni iyilik/güzellik üretenlerden görüyoruz” dedi.
Yûsuf: “Size yiyecek olarak verilecek bir yemek gelmeden önce onun te’vîlini size bildiririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir. Şüphesiz ben Allah'a inanmayan bir toplumun –ki onlar âhireti örtenlerin; inanmayanların ta kendileridir– dinini, yaşam tarzını terk ettim. Ve atalarım İbrâhîm, İshâk ve Ya‘kûb'un dinine, yaşam ilkesine uydum. Bizim, Allah'a hiçbir şeyi ortak tutmamız olmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara bir armağanıdır. Velâkin insanların çoğu kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödemiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı birçok rabbler mi daha hayırlı, yoksa her şeye hâkim ve galip olan bir tek Allah mı? Sizin, O'nun astlarından o taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka birşey değildir. Bunlara tapmanız konusuna Allah hiçbir delil indirmiş değildir. Hüküm ancak Allah'a aittir: O, size, Kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte bu dosdoğru/koruyan dindir. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. (Yusuf 36- 40)

Kesin olarak, inanmamakla emrolundukları tâğutu aralarında hakem yapmak isteyerek kendilerinin, sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri süren şu kişileri görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Şeytan da onları uzak/geri dönülmez bir sapıklıkla sapıttırmak istiyor. (Nisa/ 60)

Şüphesiz sana bağlılık yemini eden şu kimseler, gerçekte Allah'a bağlılık yemini etmektedirler. Allah'ın gücü; nimetleri, yardımları onların güçlerinin; yardımlarının, hizmetlerinin üzerindedir. O nedenle kim sözünden dönerse, artık sadece kendisi aleyhine olmak üzere dönmüştür. Kim de Allah'a verdiği söze vefa gösterirse, Allah ona hemen büyük bir ödül verecektir. (Fetih/ 10)

Kaynak: Kur'an ışığında Siyasetname

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Bilgi (15. April 2016)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
allah, arasındadır, ile, kul, İslam


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 11:59 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam