hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > NÜZUL SIRASINA GÖRE TEBYîNÜ'L -KUR'AN İŞTE KUR'AN ve VİDEOLARI Hakkı Yılmaz > İniş Sırası ile Sureler > 26.Şems Suresi

 
 
Seçenekler Stil
Alt 27. September 2008, 10:17 PM   #1
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart şems sûresi’ne giriş

26 ŞEMS SURESİ [GÜNEŞ] SURESİ

16 Mart 2017 tarihinde yayınlandı
Şems (Güneş) sûresi. 1. Bölüm.

Kur’ân ın iniş sırasına riayet edilmesi lüzumu.
Mü’min olmadan Müslüman olmak.
Tedebbürün önemi. (Nisa 82 örneği.)
Kasem edilen yedi tane referans, delil neler?
Şems:Kur’ân.
Aydınlık:Mutluluk.
Güneşi takip eden ay (kamer):Peygamber ve mü’minler.
Gündüz:Aydınlanmış toplum.
Gece:Kur’ân ışığından yoksun kalan toplum kesimi.
Sema:Toplumun aydın kesimi. (Bilginler)
Arz:Toplumun cahil kesimi.
Güneş ve parıltısı: Vahiy ve vahyin verdiği aydınlık.
Gündüz güneşi parlatır mı? (Geçmiş ve gelecek zaman kiplerinin doğru anlaşılması.)
Mâ edatı hakkında.
Nefs hakkında. (Bir şeyin öz yapısı)
Nefs ve onu biçimlendiren.(Her nefse kendini koruyacak veya mahvedecek özellikler konmuştır.)
Arzın döşenmesi, (hareket yok, öğrenmek istemiyor)



Şems (Güneş) Sûresi-
2.Bölüm.23 Mart 2017 tarihinde yayınlandı

Nefs nedir?
Kendini koruma iç güdüsü.
Nefsin terbiyesi nasıl olur?
Referansların sonucu: GERÇEK.
Nefsin arındırılması anlamı, Â’lâ 14-17 de de mevcut.
İnsanın arınması ne demek?
İman veŞirkten, nifaktan uzak olunmalı.
Müşriklerin necesliği. (Tevbe 28 örneği.)
İman ve salihatı işlemek ile neceslikten kurtulunur.
Arınık olup olmadığını insan kendi vicdanında bilmeli.
Nefsin örtülmesi ne demek? (Kendini saklamak) (Fecr ve Mâun surelerinden örnekler)
Müslüman pasif olmamalı.
UYARI: Salât eksenli.
Semud kavmi hakkında kısa bilgi.
Dişi devenin özelliği.
Allah’ın devesi olur mu?
Toplumun duyarsızlığının acı sonuçları.
İnciklerin kesilmesi ne anlama geeliyor? (Mecazen, Devlet fabrikaları)
Semud kavminin yöneticisi (Eşka)
İsra 16 ve Enfal 60 örneği)
Şems sûresinin güncel mesajı.


ŞEMS SURESİ’NE GİRİŞ

Şems suresi Mekke’de 26. sırada inmiştir. Adını birinci ayetteki “الشّمس eş-Şems [Güneş]” sözcüğünden alan surenin iniş sırası ile ilgili herhangi bir görüş ayrılığı yoktur. 15 ayetten oluşan sureyi, 14. ayeti iki ayet saymak suretiyle 16 ayet olarak kabul edenler de vardır.
Hatırlanacak olursa, 24. sure olan Abese suresinin 17-32 ayetlerinde dikkatler insanın enfüsî [içsel] yapısına ve afaka [çevreye] çekilmiş, insanın gerek kendi iç ve dış yapısından gerekse çevresindeki varlıklardan ve bu varlıkların fonksiyonlarından yola çıkarak Rabb’e ulaşmasının gerekirliği vurgulanmıştı. Bunca kanıta rağmen bunu yapmayan ve kâfir kalan kişi de yadırganmış idi. Abese suresinden sonra ise Kur’an’ın ve Kur’an’la kurulan ilişkinin yararlarının açıklandığı Kadr suresi âdeta bir parantez gibi araya girmişti.
Şems suresinde tekrar Abese suresindeki konuya dönülmüş ve önce ayetlerin sözcük manaları ile afaktaki [çevredeki] büyük kanıtlara, daha sonra da mucize niteliğindeki enfüsî [içsel] kanıtlara dikkat çekilmiştir. Abese suresinde ortaya konulan esaslar, bir bakıma Şems suresinde bir üst basamaktan tekrar edilmiştir.
Şems suresinde bir dizi kasem ile [yedi kanıt ileri sürülerek] insanın özgür iradesiyle kendisini nasıl kurtarabileceği veya kendisini nasıl mahvedebileceği açıklanmakta, bu ilahi yasaya da o günkü toplumda herkesçe bilinen Semud kavminin geçmişteki cezalandırılması örnek verilmektedir. Böylece insanlara hidayet edilmekte [yol gösterilmekte] ve gerekli uyarı yapılarak inananlar itaate teşvik edilmektedir.
Surede yer alan gerek sesteş ve eşanlamlı sözcükler ve gerekse mecaz, kinaye ve diğer söz sanatları, ayetlerden birbirine benzeyen birçok anlamlar çıkarılmasını mümkün kılmaktadır. Bu durum Şems suresinin “müteşabih” olma özelliğini de ortaya koymaktadır.
Surenin kasem cümlesi niteliğindeki 1-10. ayetleri ile geçmişten örnek veren 11-15. ayetlerinin ayrı birer pasaj oluşturduğu göz önünde tutularak sure iki ayrı grupta tahlil edilmiştir.



26 / ŞEMS [GÜNEŞ] SURESİ

Rahman ve Rahîm Allah Adına

Ayetlerin Meali :

1-10Kur’ân'ı ve onun yaydığı sosyal aydınlığı, Kur’ân'ı izleyen Elçi ve mü’minleri, Kur’ân ışığı ile aydınlanan toplumları, Kur’ân ışığından yoksun kalan toplumları, bilginleri ve bilginleri yücelten bilgileri, kara cahilleri ve kara cahilleri bu hâle getiren ilke ve anlayışları, benliğini bulmuş kimseleri ve benlik bulduran etmenleri –ki O, ona taşkınlık yapma ve kendini koruma içgüdülerini/günah işleme ve “Allah'ın koruması altında olma yeteneklerini ilham etti– kanıt gösteririm ki, benliğini arındıran gerçekten kurtulmuştur. Onu bilerek reddeden de kesinlikle zarara uğramıştır.
11Semûd azgınlığı sebebiyle yalanladı; 12âhirette en mutsuz olacak olanları/liderleri görevi kabul edip gittiği zaman, 13Allah'ın elçisi onlara demişti ki: “14Allah'ın devesine önem verin!” ve “Onun su içmesini, yaşamasını sağlayın!”
15,16Fakat onlar, onu yalanladılar, bunun sonucundan korkmayarak da Allah'ın devesini, inciklerini kesip öldürdüler.
Rableri de günahları dolayısıyla onları değişime yıkıma uğrattı sonra da yerlebir ediverdi.




Ayetlerin Tahlili

Toplu meal:

1-10Kur’ân'ı ve onun yaydığı sosyal aydınlığı, Kur’ân'ı izleyen Elçi ve mü’minleri, Kur’ân ışığı ile aydınlanan toplumları, Kur’ân ışığından yoksun kalan toplumları, bilginleri ve bilginleri yücelten bilgileri, kara cahilleri ve kara cahilleri bu hâle getiren ilke ve anlayışları, benliğini bulmuş kimseleri ve benlik bulduran etmenleri –ki O, ona taşkınlık yapma ve kendini koruma içgüdülerini/günah işleme ve “Allah'ın koruması altında olma yeteneklerini ilham etti– kanıt gösteririm ki, benliğini arındıran gerçekten kurtulmuştur. Onu bilerek reddeden de kesinlikle zarara uğramıştır.


Ayetlerin lafzı manaları itibariyle hakikat anlamları şöyledir: “Güneş’e ve onun parıltısına, onu izlediği zaman Ay’a, ona parlaklık verdiği zaman gündüze, onu sarıp örterken geceye, göğe ve onu yapana, yeryüzüne ve onu yuvarlakça döşeyene, nefse ve onu düzenleyene, verene -ki O, ona fücurunu ve takvasını ilham etti.- ant olsun ki [tüm bunları kanıt gösteririm ki]; onu [nefsi] arındıran gerçekten kurtulmuştur ve onu [nefsi] örten kesinlikle zarara uğramıştır.” Biz, mealde mecaz anlamını gösterdik.

Lâfzî [sözcük] anlamları itibariyle ilmî mucizeler içeren ayetler, mecazî anlamları itibariyle de yaşamsal gerçekleri dile getirmektedir.
Örnek olarak, Ay’ın Güneş’i izlediğine dair ifade, Güneş Sistemi içindeki tüm gök cisimleri gibi Ay’ın da Güneş’in peşinden gittiği gerçeğini ortaya koyan bir ifadedir. Astronomik hesaplamalar, Güneş’in Samanyolu Gökadası’ndaki yaklaşık çembersel nitelikteki yörüngesini 225 milyon yılda tamamladığını göstermektedir. Ay da dolaylı olarak Dünya ile beraber bu uzun yolculukta Güneş’i izlemektedir. Güneş Sistemi ve Samanyolu Gökadası’nın keşfinden sonra bilimsel nitelik kazanan bu bilgi, Kur’an’ın indiği dönem için gerçekten de bir mucizedir. Keza, suredeki “yeryüzünün yuvarlakça döşendiği”ne ilişkin ifade de yine Kur’an’ın indiği dönem için bir mucize niteliğindedir.
Ayetlerden, mecazen de birçok anlam çıkarmak mümkündür. Meselâ:
- Üzerine kasem edilen “الشّمس Güneş”, tüm insanlığı asırlardır aydınlatan ve bundan sonra da aydınlatacak olan Kur’an’dır. “Onun parıltısı” ise Kur’an’ın insanlığa sunduğu mutluluktur.
- “Güneş’i takip eden Ay”dan maksat, Kur’an’a uyan Peygamber ve inananlardır.
- “Gündüz” Kur’an ışığıyla aydınlanmış toplumları, “Gece” ise Kur’an ışığından mahrum kalan cahil toplumları simgelemektedir.
- “Sema”, Kur’an’dan aldığı canla kendini üstün hâle getirmiş kimseler; “Yer” ise Kur’an’dan yararlanmayıp küfür ve fücur batağında yuvarlanıp duran kesimdir.
- “Semayı yapan” Kur’an’dan alınan ve insanı yücelten İslâmî ilkeler, “yeri yapan” ise Kur’an dışı ilkeler ve anlayışlardır.
- “Can ve canı tesviye eden”; insan ve insanı iyi ya da kötü yapan etmenlerdir ki, böyle olduğu arkadan gelen 8. ayetten de anlaşılmaktadır.

1, 2. Ayetler:

Güneş’e ve onun parıltısına,
onu izlediği zaman Ay’a,

Bu ayette, Ay’ın Güneş’i izlediği söylenmek suretiyle yukarıdakilere ek olarak Ay’ın ışığını Güneş’ten aldığı ve Dünya’yı aydınlatma işinde onu izlediği vurgulanmaktadır. Mecazen ise Güneş’in Kur’an olduğu, sunduğu mutluluk reçetesinin parıltısıyla insanlığı aydınlattığı, Ay’ın da Kur’an’ı izleyen, onun aydınlığını yansıtan peygamber ve inananlar olduğu anlaşılabilir.

3, 4. Ayetler:

ona parlaklık verdiği zaman gündüze,
onu sarıp örterken geceye,

Bu iki ayetteki “ها o” zamirlerinin ifade ettiği anlamlar, üzerlerinde biraz daha hassasiyetle durmayı gerektirmektedir. Gündüzün parıldattığının ve gecenin örttüğünün ne olduğuna mantıklı bir cevap aranmalıdır. Bir önceki ayetlerde geçen “o” zamirlerinin mercii olan “Güneş”, cümle akışı içinde bu iki ayetteki zamirlerin de mercii olarak kabul edilerek ayetler “Güneş’i parlattığı zaman gündüze, Güneş’i örttüğü zaman geceye…” şeklinde anlamlandırılmaktadır. Halbuki Güneş’in “gündüz” tarafından parlatılması ve “gece” tarafından sarılıp örtülmesi söz konusu olamaz. Böyle bir anlam mantıklı değildir.
Zemahşeri, cümlenin var olan yapısına makul bir anlam kazandırabilmek için ayetlerdeki zamirlerin “ظلمة zulmet [karanlık]” veya “ الارض arza [yeryüzüne]” raci olabileceğini ileri sürer ve “Her ne kadar bu sözcükler zamirden evvel yer almamış olsalar da bu böyledir demeye getirir. Ayrıca tezini desteklemek üzere klâsik Arap edebî metinlerinden örnekler verir. Ne var ki, bu örnekler yeterince ikna edici olmadığından nakledilmelerine gerek duyulmamıştır.
Biz bu zamirler nedeniyle oluşan sorunun iki yolla çözülebileceği kanısındayız:
Birinci Yol: Ayetteki zamirin bir anlamının bulunmadığı, yani surenin icaz ve edebî yapısından, armonik özelliğinden dolayı ayette yer aldığı kabul edilerek anlamının ihmal edilmesidir. Nitekim Kur’an’da bu duruma uyan, Ahzab suresinin 55. ve Nur suresinin 31. Hakka suresinin 16-20. ayetleri gibi birçok örnek bulmak mümkündür. Bu takdirde ayetlerde tümleç olmaz ve şu şekilde anlamlandırılabilir:

“parlaklık verdiği zaman gündüze,
sarıp örterken geceye,”

İkinci Yol: Bilindiği gibi, bir cümlede üçüncü şahıs zamiri kullanılacağı zaman, bu zamirin merciinin lâfız veya anlam olarak zamirden daha önce geçmiş olması gerekmektedir. Aksi hâlde kast edilen şey anlaşılamaz, cümle anlamsız olur. Bu kural düşünülerek ilk ayette geçen “Güneş”in bu ayetlerdeki zamirlerin mercii olarak kabul edilmesi durumunda ayetlerin anlamının mantıksız olduğu daha önce de ifade edilmişti. Öyleyse bu durumda yapılabilecek tek şey, Abese ile Şems sureleri arasındaki duvarların kaldırılmasıdır. Sureye girişte de belirtildiği gibi, Şems suresi aslında Abese suresinin devamı mahiyetinde olup Kadr suresi adeta bir parantez gibi araya girmiştir. Bu kabule göre 3. ve 4. ayetlerdeki “ ها o” zamirleri, Abese suresinin 26. ayetindeki “ الارض arz [yeryüzü]” sözcüğüne racidir ve bu ayetler şöyle anlamlandırılabilir:

“yeryüzüne parlaklık verdiği zaman gündüze,
yeryüzünü sarıp örterken geceye,”

Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da ayetlerdeki fiillerin farklı zaman kalıplarında oluşudur. 3. ayette geçmiş zaman kalıbı kullanılarak “جلّى cellâ” denilmişken 4. ayetteki [يغشى yağşâ] fiili geniş zaman kalıbında kullanılmıştır. Çoğu kez gözden kaçan bu özellik aslında ince ayrımlı bir anlam ifade etmektedir. Geniş zaman kalıbı kullanılarak elde edilen bu anlam inceliği, gecenin sürekli olduğunu ve olacağını ima etmektedir. Ayetlerin mecazî anlamları ise, sürekli var olacak olanın “gece” sözcüğünün temsil ettiği cehalet, küfür ve şirk olduğunu düşündürmektedir.

5. Ayet:

göğe ve onu yapana,

Bu ve bundan sonraki iki ayeti, “ما ma” ism-i mevsulünün hangi anlama geldiğine göre farklı şekillerde açıklamak mümkündür. Arapça dilbilgisi kurallarına göre, ismi mevsul ve soru edatı olarak, “ma” edatı, cansız varlıklar ve akılsız hayvanlar ve akıllı varlıkların sıfatları için kullanılır. Allah’ın sıfatları için de “ma” edatı kullanılır. Bunun örneklerini geçmiş surelerde görmüş bulunuyoruz.

Birinci açıklama:
Bu bilgiler esas alınarak ayetteki “ ما ma [şey]” sözcüğü ile Allah’ın (Rabb) kastedildiği kabul edilebilir. Bu takdirde Rabbimiz, göğe ve onun yaratıcısı olarak kendisinin gücüne, büyüklüğüne ve eşsizliğine dikkat çekmiş olmaktadır.
İkinci açıklama:
“ما ma [şey]” sözcüğünün akılsız varlıklar için kullanıldığı kabul edilebilir ve anlam buna göre verilebilir. Bu takdirde anlam, Rabbimizin insanoğlundan bütün dikkatini evrene koymuş olduğu düzene çevirmesini istediği şeklinde olur. Çünkü göğün oluşumunu sağlayan, herhangi bir kargaşaya meydan verilmeden, bozulmadan bu oluşumu muhafaza eden fizikî kanunlar, bu oluşumdaki ince hesaplar ve göğün yapısındaki diğer mucizeler dikkatlerin çevrilmesi gereken noktalardır. Evrene konulmuş olan bütün bu kuralların işleyişi Kur’an’da “Sünnetullah” kavramıyla ifade edilmektedir. Sünnetullah’ı kısaca evrenin fiziksel, kimyasal, biyolojik ve toplumsal yasaları olarak tanımlamak da mümkündür.

6. Ayet

yeryüzüne ve onu yuvarlakça döşeyene,

Bu ayet de yine “ما ma” edatının iki anlamına göre:
“Yeryüzüne ve onu her taraftan yayan ve uzatan, canlıların yaşamasına uygun hâle getiren Allah’a [kasem olsun ki]” veya “yeryüzüne ve onu yayan fiziksel, kimyasal ve biyolojik kanunlara, sistemlere [kasem olsun ki]” şeklinde çevrilebilir.
Bu ayetle yeryüzünün oluşumu ve döşenmesi ile ilgili mucize niteliğindeki fiziksel kanunlara işaret edildiği gibi, “طحيها tahâ-hâ” sözcüğü ile de bir başka mucize sergilenmiştir.

طحى Tahâ ve دحى Dehâ

Ayetteki “طحيها tahâ-hâ” sözcüğü, konunun detaylandırıldığı Naziat suresinin 30. ayetinde “دحيها dehâ-hâ” olarak yer almaktadır. Sözcüklerdeki harflerin bazen sertleştirilmesi, bazen de yumuşatılması şeklinde ortaya çıkan bu durum, Türkçede de görülmektedir. Meselâ aslı “temur” olan sözcük günümüzde “demir” olarak yazılmakta ve söylenmekte, “Konya, kara, kabak” sözcükleri de bir çok yörede yumuşatılarak “Gonya, gara, gabak” şeklinde telâffuz edilmektedir. Keza Fatıma ismi de Fadime şeklini almıştır. Dolayısıyla bu ayetteki “tahâ-hâ” sözcüğü ile Naziat suresinin 30. ayetindeki “dehâ-hâ” sözcüğü arasında bu tür bir ilgi vardır. Bundan dolayı her iki sözcük de aynı anlama gelmekte ve ikisi de “yaymak, döşemek” anlamında kullanılmaktadır. Bu ilgi, sözcüklerin anlamları konusunda en sağlam ve en güvenilir kaynak olan Allame İbn-i Menzur’un Lisanü’l-Arab adlı eserinde mevcuttur.

Tahâ

“Ferra şöyle açıklamıştır: ‘طحى Tahâ’ ve ‘دحى Dehâ’ bir ve aynıdır.” Şimr de şöyle demiştir: “طحيها Tahâ-hâ دحيها Dehâ-hâ anlamındadır. ط Ta harfi د De harfinden dönüşmüştür.”
Bu sözcüğün anlamı içerisinde bitkilerin yeryüzüne yapışması ve yayılması anlamı da mevcuttur.
Buradaki mucize, sıradan “yaymak ve döşemek” eylemi için Arapçada “بسط beseta” ve “وسع vessea” sözcükleri varken ayette arzın [yerkürenin] yayılıp döşenmesi için “طحى Tahâ” ve “دحى Dehâ” sözcüklerinin kullanılmış olmasıdır. Çünkü bu sözcükler sıradan ve normal bir yaymayı değil, arzın şekline uygun olan “yuvarlakça yayma”yı ifade etmektedir.

Dehâ

“دحو Dahv sözcüğünün manası “devekuşu yumurtası” anlamı eksenindedir. Bu sözcüğün türevleri “devekuşu yumurtası”, “devekuşunun yumurtasını bıraktığı yer” gibi anlamlar taşımaktadır. Bu sözcüğün türevlerinden olan ‘مدحة midhat’ sözcüğü, Mekkelilerin yuvarlak taşlar ve ceviz ile oynadıkları, bu günkü golf oyununa benzer bir oyunun adıdır. Bir çukur kazılır, kazılan çukura yuvarlak taş veya ceviz düşürülmeye çalışılırdı. Yuvarlak nesneyi çukura düşüren kişi oyunun galibi, düşüremeyen de mağlûbu sayılırdı. Ebi Rafi’ rivayetinde Peygamberimizin torunları Hasan ve Hüseyin’in de bu oyunu oynadıkları anlatılır. دحو Dahv sözcüğünün türevlerinden olan “مداحى medahi” sözcüğü de kursa/yufka gibi yuvarlak taşlara verilen addır.
“Yuvarlakça yaymak, döşemek” anlamındaki sözcüğün yeryüzü için kullanılması, yeryüzünün insanların ve diğer canlıların yaşamasına ve yiyeceklerini sağlamasına elverişli bir şekilde yaratılmış olduğunu ve şeklinin de tam yuvarlak değil, yuvarlakça olduğunu anlatmaktadır. Dünyamızın şeklinin “kutuplardan basık elipsoit [dönel elipsoit]” olduğunun, daha yeni sayılabilecek bir tarihte keşfedildiği hatırlanacak olursa, 14 asır önceden yeryüzünün şekli için “dönel elipsoit”e en benzer yapıdaki devekuşu yumurtasını anlatan bir sözcüğün kullanılması, gerçek ve büyük bir mucizedir.
Şems suresinde az ve öz bir anlatımla ortaya konulan bu konu, iniş sırasına göre 81. sure olan Naziat suresinde şöyle detaylandırılmıştır:

27-33Oluşturuluşça siz mi daha çetinsiniz yoksa gök mü? Göğü, Allah yaptı; boyunu yükseltti, sonra da onu düzene koydu, gecesini kararttı ve ışığın parlaklığını çıkarttı. Ve ondan sonra, sizin ve hayvanlarınız için bir yararlanma olmak üzere yeryüzünü döşedi/ yeryüzünden suyunu ve otlağını çıkardı, dağları da demirledi/sağlam bir şekilde yerleştirdi. (Naziat/ 27-33)


Kur’an’ın indiği dönemde mahiyetlerinin bilinmesi mümkün olmayan bu ayetler, aslında çağımızın bilginlerini muhatap almaktadır.

7, 8. Ayetler:

nefse ve onu düzenleyene, biçim verene;
-ki O, ona fücurunu ve takvasını ilham etti.- ant olsun ki,
[nefse ve ona fücurunu ve takvasını ilham etmek suretiyle onu
düzenleyene ant olsun ki,]

7. ayet de tıpkı 5. ve 6. ayetlerde olduğu gibi, “ma” edatının anlamlarına göre; “Nefse ve onu düzenleyene, düzenlemeye güç yetirene” şeklinde veya “Nefse ve onu düzenleyen şeylere” şeklinde anlamlandırılabilir.
5-7. ayetlerde geçen “ما ma” edatlarının, yukarıda verdiğimiz iki anlamından başka “mastariyye” anlamı da vardır. “ما Ma” edatlarının “mastariyye” anlamı taşıdığı kabul edildiği takdirde 5-7. ayetlerin şu şekilde anlamlandırılmaları da mümkündür:

“göğe ve onun yapılışına,
yeryüzüne ve onun döşenişine,
nefse ve onun düzenlenişine [kasem olsun ki]”

Görüldüğü gibi, 5-7. ayetlerdeki “ma” edatının Allah’ı kasteden anlamı dışında “şey” ve “mastariyye” anlamlarında da kullanılmış olabileceğinin kabulü hâlinde, insanların dikkati Kur’an’ın indiği zamanlarda bilinmeyen fizik, kimya ve astronomi kanunları ile biyolojik ve genetik özelliklere çekilmiş olmaktadır.
8. ayette geçen “الهام ilham” sözcüğünün aslı “bir şeyi yutmak” anlamına gelen “لهم lehm, التهم ilteheme” sözcükleridir. Araplar “الهمته elhemtühü [onu ilham ettim]” ifadesini “ona ulaştırdım” anlamında kullanırlar. Bu kelime sonradan Allah’ın kullarının kalbine attığı [ilka ettiği] şeyler için kullanılır olmuştur. Zira bu ilka ve ulaştırma, içe yerleştirme anlamında yutturma gibidir.
Sözcüğün bu ayette ifade ettiği anlam ise insanın fiziksel ve psikolojik özellikler verilerek şekillendirildiğiyle ilgilidir. Bu anlamda insan, gerek boy-bos, kaş-göz, el-ayak gibi fiziksel özelliklerle, gerekse akıl-fikir, dürtü-içgüdü, iman veya küfrü seçme özgürlüğü sağlayan irade gibi psikolojik özelliklerle donatılmıştır. Bu konuya Abese suresinin son ayetinde değinilmiş ve imanın dışa yansımasının “takva”, küfrün dışa yansımasının da “fücur” olduğu belirtilmişti.
Bu ayetle dikkat çekilen bir başka önemli nokta da, her canlıya kendi yaşamını sürdürebilmesi için yararlı şeyleri arayıp bulma, zararlı şeylerden uzaklaşma yeteneğinin verilmiş olduğudur. Bunun en önemli göstergelerinden biri, uzun bir eğitim süreciyle öğrenilebilecek nice yetinin canlılarda daha doğuştan var olmasıdır. Canlılara bahşedilen bu yeteneğin yaşanan hayatta birçok örneği vardır. Mesela yeni doğan bir canlının annesinin memesini hemen bulabilmesi ve emebilmesi, kaz veya ördek gibi canlıların doğdukları andan itibaren yüzebilmeleri, hayvanların kendilerine yarayan yiyecekleri seçebilmeleri gibi örnekler bunlardan sadece bir kaçıdır.

9, 10. Ayetler:

Onu [nefsini] arındıran gerçekten kurtulmuştur.
Ve onu [nefsini] örten de kesinlikle zarara uğramıştır.

Surenin mesaj ayetleri bu ikisi olup önceki sekiz ayette yapılan kasemler, bu iki ayette verilen yargının önemini belirtmek içindir. Aynı mesajlar daha önce 8. sırada inmiş olan A’lâ suresinin 14. ayetinde de verilmiş, önemine binaen burada da farklı bir üslûpla yinelenmiştir.

Konu dost1 tarafından (12. January 2014 Saat 03:42 PM ) değiştirilmiştir. Sebep: Düzeltmeler yapmak.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
 

Bookmarks

Etiketler
giriş, sûresi’ne, sûresi’ne, şems


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 02:49 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam