hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > DEVLET VE İDARE > Devlet idaresi

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 17. April 2014, 12:59 PM   #1
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart Zamanımızın tağut ve onların aveneleri.

Zamanımıza uyarladığımızda, bizi Anadolu’dan çıkarmak için yurdumuzu işgal eden tağutlar (Rum hükümdarları) kapsamına Avrupa’daki emperyalistler, onlara yardımcı olanlar da A.B.D tâğut’u(Rum hükümdarı)’dır. İkisiyle de dost olunmaması vahiyle haber verilmiştir. Buna rağmen, kim kendisini siyasi, sosyal, ekonomik olarak batıya emanet eder, yasalarını ona yaptırarak meclisine sadece tasdik ettirirse, Avrupa birliği gibi "yemini bânus"(kapitalist) kurumuna girmeye kalkışır, zulmün ve sömürünün bekçiliği için kurulmuş NATO kurumuna bel bağlarsa onlar da zalimlerdendir deniliyor. Zalim olmanın müeyyidesi ise, küfür ve dalalet çukuruna düştüğü halde, halen kendisini doğru yolda zannetmesidir. Buna lanetlenme denilir.

“Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkaranları ve sürülüp-çıkarılmanız için arka çıkanları dost edinmenizden sakındırır. Kim onları VELİ edinirse, artık onlar zalimlerin ta kendileridir. (Mümtehine–9)

Tâğutlaşan ve ona yardakçı olanlar, ilim ve akıl sahibi olmayanlardır. Bunların çoğu atalarını taklid ederek, akıl yerine nakilleri ezberleyerek İmanları taklitten ibaret olanlardır. Bunlar "Aklını kullanmayanların üzerine pislik yağar" ayetinin hükmüne çarptırılmışlar. Çünkü sözün kötüsü, sözün vasatı, sözün güzeli ve sözün en güzeli sıralamasındaki güzelliğe tabi olmazlar. Herkese din öğretmeye kalkarlar. Kurandan ziyade şeyhlerinin marifet ehlinin eserlerini okur ve devamlı konuşurlar. Oysa susup Kur'an’ı dinlemeleri gerekirdi. Zümer suresi 17. ayette mealen şöyle denilmektedir.

“Tâğut'a kulluk etmekten kaçınıp, Allah'a yönelenlere müjde vardır. Kullarımı müjdele”.

İdealistler ancak tâğutu gerçek kimliğiyle tanır. Hak dinin, sözün en mükemmeline uyanların dini olduğunu bilir ve ona göre davranırlar. Bunlar ne geçmişi, ne günü kutsallaştırırlar. Olması gerekeni arzu ederler.

“O kullarımı ki, onlar sözü dinlerler, sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.”(Zümer–17,18)

İşte bunlar şeyhlerinden, gözlerinde büyüttükleri bazılarının ağzının içine bakanlar değil, aksine sözü Allah kitabından okurlar ve yine önceki söz yorumları güzel bile olsa, en güzelini araştırır ona uyarlar. İşte bunlar, Leyl suresinin 5 ve 6. ayetlerinde tanımlanan zenginleşmekten kaçınmak için ihtiyaç fazlasının hepsini vererek korunurlar. Bunun en güzel "sosyo-ekonomi- politik"(Salih amel) olduğunu kabul edip arzu ederse işte onlar Usr(Kapitalizmin dik yokuşu) üzere olan Liberal kapitalizm zulmünden kurtarılır. Yüsra(Ekonominin sol, Kur'an’ın sağcılık dediği, zayıfların karşılıklı yardımlaşması) yoluna konularak dünyada zulümden ve zalim olmanın büyük vebalinden kurtulur, ahiretleri de cennet olur. Tâğutlaşmamak ve tâğut zulmüne maruz kalmamak için en doğru yol ”Yüsra” yoludur; yani ferdii zenginleşmeden(bencilleşmeden) karşılıklı dayanışıp yardımlaşma.

Doğru insan Allah’tan başkasını veli edinmez. Bir de müminlerin birbirini veli edinerek dayanışmalı toplumu kurup onun içinde yaşaması gerekir. Şöyle ki;

“Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe–71)



Dini Allah’tan doğrudan öğrenmeyip de kendine ekonomik, siyasi, sosyal yerli ve yabancı veliler edinen yalancı ve nankörleri Allah doğru yola iletmez. Bunu da yine Zümer suresinin 3. ayetini vererek ortaya koyalım. Çünkü böyleleri tâğutlaşır ve tâğutla müttefik olurlar. Şöyle ki:

“Dikkat et, hâlis din yalnız Allah'ındır. O'nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez.”

Nahl Suresinin 36. ayetinde yine Tâğutlaşmayalım ve onun yoluna girmeyelim diye uyarı vardır. Şöyle ki;

“Andolsun ki biz, "Allah'a kulluk edin ve Tâğut'tan sakının" diye her ümmete bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkâr edenlerin sonu nasıl olmuştur!”(Nahl–36)

Tâğut yolunun, sanayileşmiş olup bol rızka kavuştukları halde bunlardan eşitçe yararlanmayıp, mazlum ve mahrumların aleyhine zenginleşen sanayileşmiş ülkeler olduğunu ve daha da önemlisi, geçmişte gazaba uğratılanların imansızlıklarından değil, adaletsizlik, insafsızlık yapanlar olduğunu da yine Nahl suresinin 112 ayetinden öğreniyoruz. Şöyle ki;

“Allah, bir ülkeyi örnek verdi: Bu ülke güvenli, huzurlu idi; ona rızkı her yerden bol bol gelirdi. Sonra onlar Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah da onlara, yaptıklarından ötürü açlık ve korku sıkıntısını tattırdı.”(Nahl–112)

“Andolsun ki, onlara kendilerinden peygamber geldi de onu yalanladılar. Onlar zulmederlerken azap onları yakalayıverdi”.(Nahl–113)

“Artık, Allah'ın size verdiği rızıktan helâl ve temiz olarak yeyin, eğer yalnız Allah'a ibadet ediyorsanız, onun nimetine şükredin.”(Nahl–114)

Tâğut yolu, gerçekten nimete nankörlük yoludur. İşte örneği: Liberalist-Kapitalist ve emperyalist devletler. Nimete şükür, onun içinden sadece kavam miktarının müktesibe(elde edene) helal olduğu, fazlasının toplumun geri kalanının infak edilerek eşitlenmesi yolunda kullanılmasına aykırı sosyo-ekonomi-politiklerde bulunmaktır(Nahl-71).
Nankörlük, cimrilik yapmamak onu(nimeti) eşitlik kuruluncaya kadar aşağı seviyedekilere vererek bileşik kaplar gibi hep bir hizada olmaktır. Çünkü birilerinin fazla kazanması Allah izniyledir. Zenginliğin yaratıcısı Allah, insan ise onu bir yerden diğer yere nakledendir, zimmete geçirendir. Bunu da yine Nahl suresinin 71. ayetinden öğreniyoruz. Şimdi eşitliğin sağlanacağı seviyeye kadar 'çoktan aza aktarma' mecburiyetinin gerçek zekât, gerçek infak, gerçek sadaka olduğunu kesinlikle ortaya koyan ayeti görelim. Bu ayet aynı zamanda tâğut’un karakteristik vasfı olan nimete nankörlüğün ne anlama geldiğini de tanımlamaktadır. Bu ayet, Nahl suresinin 71. ayetidir.

“Allah kiminize kiminizden daha bol rızık verdi. Bol rızık verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere(Daha alt seviyede olanlara) verip de, bu hususta kendilerini onlara eşit kılmazlar. Durum böyle iken Allah'ın nimetini inkâr mı ediyorlar?”(Nahl–71)

Bu suredeki sözümüzü, yine bu surenin bir başka ayeti olan ve tâğut’luğun bir başka versiyonu “Bâğz” sosyo-ekonomi-politiğine ait zulmün yasaklanıp, adalet yapılmasını emreden ayetiyle bitirelim. Bu ayet Nahl suresinin 90. ayetidir.

“Şu bir gerçek ki, Allah: Adaleti, iyi ve güzel davranmayı(ihsan), yakınlara vermeyi emreder. Tüm pisliklerden/edepsizliklerden, kötülükten, azgınlık, doymazlık ve kıskançlıktan yasaklar. Düşünüp ibret alasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl–90)

Yukarda sayılan bütün kötü nitelikler, başarılı olabilmesi için liberalizmin uhdesinde bulunması gereken niteliklerdir. Demek ki, "bağı" komprador burjuvadan başkası değildir. Çünkü kapitalistlerin övdüğü bu insan, iş bitirici girişimcidir. Şimdi de Maide Suresi 60. ayetinde rabbimiz bize ne dermiş görelim:

“De ki: Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah'ın lânetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve tâğut’a tapanlar çıkardığı kimseler. İşte bunlar, yeri (durumu) daha kötü olan ve doğru yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır.”(Maide–60)

Âlimlerin analiz ve sentez yapmadan üstünkörü açıklamalarla geçiştirdikleri ve kolaycılığa sapıp ayetin arapçasında geçen “Kredi” kavramını sadece "maymun taklitçiliği" olarak geçiştirmeleri, hatta bunu bile açıklamadan, okuyucunun aklına sanki insandan maymun olmuş gibi bir yüzeysel mânâ çağrıştıracak meal ve tefsirleri, elbetteki hakikati arayanlar için can sıkıcı baştan savmalardır. Yine “Hanâzir” kelimesine "domuzlar yapıldılar" gibi içeriksiz anlam vermek de can sıkıcıdır.

Önce maymun diye açıklanan kavramın bir mecaz anlam olduğunu düşünelim. Allah’ın lanetlediği insanlar hakkı bulup adil bir sosyo-ekonomi-politik izleyeceklerine. tâğut yolunu izler ve onu taklit ederler. İster gelenekçi, ister görenekçi olsun bunlar aklı kullanmayan vahi’deki sosyo-ekonomi-politiğe aldırış etmeyenlerdir. Cimriler de bunlardır; kibirliler de. Onun için Allah onları, azgınlığın zirvesine varmış insan ve sistemin zirvedekilerine(tâğut'a) bunları kul köle yapar. Zaten siyasi tercihleri öyle olduğu için, kendileri de tâğutlaşacakları yolundaki boş hayallerinden dolayı Allah onları uyandırmaz. Tıpkı, ulusalcılığın, milliyetçiliğin, devletçiliğin, halkçılığın modası geçti, biz tâğut’a yanaşma olalım, onunla kaynaşalım diyen gelenekçi ve görenekçiler gibi. Kişilik ve kimlik kaybı cezası olarak Allah onları lanetlemiştir. Doru söze kulakları tıkalıdır. "Kredi" kavramının diğer manasına gelirsek:

"Malı toplamak ve kazanmak" ve "Kaptaki sadeyağ, v.s toplayıp biriktirmek"

İşte Allah tarafından lanete uğrayanların karakteristik vasıfları bol dirlikli olmayı hedefleyen, lüks ve refahı gündemlerinde tutan bireylerdir. Böyle yapanlar tâğut olmayı hedeflemişler ve olmuşlardır. İşte eğilimleri böyle olanlara Allah bu eğilimde kendilerini başarılı kılar. Bunlara özenen, ama hak din kültüründen geçmişten kalan zerrelerin etkisiyle edepsizliği, arsız ve yüzsüzlüğü yarım yaptkları için geride kalan taklitçi kesimin payına ise, bu yolun duayenleri tâğunlara kulluk-kölelik, uşaklık yapmak düşer. Sonrada, cehenneme yuvarlar(İsra–18)

Buna ilişkin iki ayet sunmamız yeterlidir. Birincisini Nahl Suresinin 55. ayetinde mealen şöyle denilir:

“Kendilerine verdiklerimizle nankörlük etsinler diye. Hadi zevklenin, nimetlenin; yakında bileceksiniz”( Nahl–55)

Diğer örneği de Isra suresinin 18. ayetinden:

“Peşin isteyene dünyada pişin veririz. Dilediğimize dilediğimiz kadar. Sonra da onu cehenneme süreriz. Yaslanır oraya kovulmuş ve kınanmış olarak”(Isra–18)

Şunu hemen hatırlatalım ki, Bakara suresinin 93. ayeti de, kendilerine misak olarak emredilen müsavat(eşitlik) ve teenni(ihtiyat/sakınma) üzere yaşamak hak yolunu kabul etmeyip, dünyevileşme( eşitliği bozarak ferdi Mülkleşme) yoluna sapanları anlatır. İşte bunu arzu eden insanların bir kısmı zulmetmeyi tam becerebildiklerinden tâğut; böyle olmaya iştahlanıp da, diğerleri kadar kalpleri kılıflı olmayanlar veya oyunun kuralını tam uygulayamayanlar ise zirveye çıkanlara kul köle olup uşaklıkla ve yanaşmalıkla gazaba uğratıldıklarını hem ayetlerden, hem de yaşamdan biliyoruz.

"Eğer yanaşma olursam Tâğut’un bana da 'yok'u bulaşır" diye ona yanaşma olana, kulluk ve kölelikten utanmayan kişiliksiz kimseyi derisine yapışan kene gibi sömürü onu helak eder. Allah’ı veli edinmeyip, öyle görünüp zamanımız Tâgut’u Yahudi ve Hıristiyan’ların güdümündeki uluslararası sermayesinden yüksek faizle toplumlarını borçlandıran hainlerin nasıl uluslararası sermayenin patronlarına “Kredeten” yapıldıklarını görelim. Ve yine Maide suresinde Allah’ın uyarılarını dinlemediklerini görelim, ondan sonra bu ahmakların düştükleri rezalet ve zelilliği görelim. Rabbimizin ikazı cumhuriyetin ilkelerinin eskidiğini, globalleşen batıyla uyum sağlamak gerektiğini savunan ve onları veli edinmeye can atan zamanımız münafıklarına, niçin tâğut’u dost ve hakem yapmamaları gerektiğini ayetlerle açıklar. Bunlardan bir kısmı şöyledir:

“Sizin gönül dostlarınız Allah’tır. Onun Resul’üdür. Bir de rükû eder bir halde namazı kılıp zekâtı(Artanın hepsini) verenlerdir”(Maide–55)

“Ey iman edenler. Yahudileri ve Hıristiyanları veli edinmeyin. Onlar birbirinin velileridir. Sizlerden kimler onları veli edinirse, o, onlardandır. Allah zalimler toplumunu doğruya ve güzele kılavuzlamaz”(Maide–51).

Zamanımızda bazı tarikat şeyleri ve bazı politikacıların kötü bir müşterek kanaatleri var ki, işte onu aynen Kur'an bize çağlar ötesinden haber verir. Hani derler ya A.B.D ve A.B çok güçlüdür, onlarla dost olmak gerekir, başka yapacak bir şey mi var? İşte bunların münafık olduklarını, dindar görünmelerine aldanmamamızı Allah bize haber verir. Şöyle ki;

“Kalplerinde hastalık olanlar(Münafıklar) “Başımıza bir felaket gelmesinden korkuyoruz” diyerek, onların içine daldıklarını(Entegre olduklarını) görürsün. Olabilir ki, Allah, bir fetih yahut katından bir buyruk getirir de bunu yapanlar, benliklerinde sakladıkları şeye pişmanlık duyar hale getirilirler”(Maide–52)

Allah katından gelecek buyruk, hakkı hak ve batılı batıl bilen ve münafıkları kılıklarından değil, amellerinden teşhis edecek basireti kazanmak gereklidir. Bu halkın münafıkları tanımalarını ve onların iş başından uzaklaştırılmalarına vesile olur. Çünkü onlar güya şeriat ister görünürler ama cahiliye hükümleri olan "serbest rekabet", "serbest yer" vahşi kapitalizmini isterler. Buna dair ayetleri de Maide suresinin 50. ayetinden başlayarak verelim. Çünkü onlar güya hak Şeriati ister gibi görünürlerde onun için uyarıcılar(Âlimler) halkı iknaya buradan başlarlar da ondan. Şöyle ki;

“Yoksa onlar (İslâm öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?”(Maide–50)

“(O zaman) iman edenler: "Bunlar mıdır sizinle beraber olduklarına bütün güçleriyle yemin edenler?" diyeceklerdir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir de kaybedenlerden olmuşlardır.”(Maide–53)

Âlimler uyarılarına bu surenin 54. ayetindeki gerçeği de katarak halka anlatırlar ki, din istismarcılarının yerine Allah, riyakâr olmayan hakikati isteyen, vakur ve Allah kuluna yaraşır yüksek ahlaktaki insanlarla bu münafıkların sonunun getirileceğini haber verirler. Şöyle ki:

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir.”(Maide–54)

Devam edecek.
Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (30. March 2016 Saat 06:32 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (19. April 2014)
Alt 18. April 2014, 11:59 AM   #2
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Nedir Tâğutlaşanların yöntemleri ve onların sanatına( Fen, teknoloji, inşaatı ile uyguladıkları sosyo-ekonomi-politiklerine meftun(aptalca tutkun) olan münafıkların hangi yaşam biçimini kerih(kötü) gördüklerini-kınadıklarını bilelim ki, Allah emrini tutup kendilerinde münafıklık olmayacak yeni kuşağın niteliklerini anlayalım. Tâğutlaşanların ve onlara özenenlerin sosyo-ekonomi-politik yöntemleri müsavattan(eşitlikten) nefret eden, mal kazanıp biriktirme üzerine dayanan, dünyayı tercih edenler ve sanki ahirette "mülkten hesaba çekilme"yi kabul etmemiş olanlar gibi yaşayanlardır. Öyle ise onların nefret ettikleri de, eşitlik üzere sosyo-ekonomi-politiktir. Bunun ismi "Mescid el Haram iştirak halinde mülkiyeti üzerine yaşanan, Havra ve Manastır iştirak halinde mülkiyeti üzerine yaşanan Yüsr/eşitlik/sosyalist sistemleridir. İşte ayet bunu bize haber veriyor. Maide suresinin 58. ayetini sunalım.
“Salâvata(Havra-Manastır iştirak halinde mülkiyetine) çağrıldığınızda onu oyun ve eğlence edindiler. Çünkü onlar akıllarını işletmeyen bir topluluktu”(Maide–58)

Bu ayet baştan savma tefsir edildiği için bir nebze düzeltmeye çalıştık. Ama özü budur. Daha geniş bilgi için Maun suresi vardır. Münafıklar seccade namazını kılarlar, ama adaleti ayakta tutacak "havra, manastır, mescid el harâm üzere mülkü iştirak halinde kullanmayı" duymazdan gelerek namazgah edinmeyenler kınanır. Onlar riyakâr olarak, din istimrarcısı olarak tanımlanır. İşte Tâgut yolu olan rekabet etmek, kin ve hased duyarak terakkiyi(ilerlemeyi) körüklemek, zulüm yolu olan "serbest yer ve serbest piyasa ekonomisi"ni benimseyip Salâvat sosyo ekonomi politiğini kerih görürler. Allah’ın kıyamet öncesi oluşturacağı gerçek müminler toplumu, sahtekâr ve din istismarcılarını Allah izniyle işbaşından uzaklaştırır ve itidal ve kavam üzerine yaşamaktan, ünsüz namsız olmaktan, utanmaz, onları tevazularından mülk şehveti duymayanlar olmalarından dolayı kınayanlara aldırmazlar.
İşte, böyle yapanları, dinlerinin eşitlikçi sosyo-ekonomi-politiğinden nefret edip, tâğut’u veli edinerek maddi terakki sağlayacağını düşünenleri Allah lanetlemiş ve Maymun ve domuz diye çevrilen hallere koymuştur. Öyle ise “Karide” kavramının mal kazanıp yığmak anlamını verdikten sonra, tâğut’a özenip ona yanaşmacı olan, salâvat eşitlikçi sosyo ekonomiden kaçanların zilletlerini görelim. Daha sonra bu riyakârların müminlere de inanmış göründüklerini anlatan Maide 61 ve muttakiler kollektivizminden kaçan sözde dindarların tümünün haramzade olduğunu açıklayan 62 ayeti ile âlimleri görevlerini yapmaya davet eden 63. ayetini ortaya koyalım.

Domuz yapma meselesine gelelim. Domuzluk yapmak nasıl olur. Kalp yumuşaklığı olan insan domuzluk yapabilir mi? Yoksa kalbi gılaflılar mıdır domuzluk yapanlar? Acımasız rekabete girenler, vücudunda biriktirdiği yağlar ile semizleşerek tostoparlak olan domuz gibi biriktirip kokutan, ama bir insanın işine yarar diye ona asla vermeyen midir? Hani kapitalist sistem kabzımalları, sebze çokluğu fiyatları düşürür de fakir fukaranın kursağına bir lokma girer diye ödleri patlar da, fazla sebzeyi denize dökerler ya. İşte domuzluk yapanlar öyle katı kalplidirler ki, yiyecekleri bir gece dahi bekletmeyip, bayatlatmayıp derhal muhtaca infak eden “Beyt ehli’nin” zıttına, bina ehli olup Ebnâ-ı Ahrar(materyalist-kapitalist) gibi biriktirip üst üste yığan komprador burjuvalarıdır.

Şimdi bu nitelikleri taşıyan, Allah’ın insanlara verdiği, teknoloji de dâhil bütün imkânlarıyla yeryüzünde aç-açık bir tek insan bırakmamak için kullanılması gerekirken, üretim araçlarının ve teknolojinin şeytani zekâ sahibi iffetsizlerin(Mu'minun:5. ayetinde emredilen, mizanda vezin den artan, yani ihtiyaç miktarı haricinde kalan kazancın tümünün insanların infakı için harcanmasına isyan eden facirler), işte bunların insanlıktan uzak merhametsiz katı kalpliler olduklarını “Galiz” kavramıyla ortaya koyulmuştur.. Ama yine bu Tâğut ve Deccal’ın safsatayı kullandığını, her türlü değerleri istismar ettiğini gözden uzak tutmayalım.

İşte iki insan türü lanetlenmiştir ki kendileri gadr( çoğunluk geçim sıkıntısı çekerken bol dirlik içinde yaşamayı içine sindirilen iffetsizlik) yaptıkları, bu niyeti taşıdıkları, müsavattan(eşitlikten) iğrendikleri için kalpleri mühürlenenlerdir:

a)-Birisi tam şeytanlaşmış olduğundan tâğutlaşır,

b)-Diğeri onun durumuna içi geçer ve Salâvat eşitlik sistemini anlamamazlıktan gelerek, halkında din konusundaki bilgisizliğini kullanarak, Gardrop dinciliğini(Dışardan mümin içerden münafık) öne çıkartarak, Allah ve müminleri aslında terk ederek tâğutla içli dışlı olur. Böylece milletini zillete atar.

İşte Allah bu zalimlerin uyarılmasını bizden ister. Bunun için Maide Suresinin 61.62 ve 63. ayetlerini göndermiştir. İşte onları bize haber vermektedir ki, zamanımızda bunlar, A.B.D.’ci ve A.B.’ci münafıklardır. Allah’ı ve müminleri veli yapmazlar da Tâğut’u veli yapar onları sır dostu yaparak kendi ulusal birliklerinin milli ekonomilerinin altını oyarlar.

“Yanınıza inkârla girip yine inkârla çıktıkları halde size geldiklerinde "inandık" derler. Allah gizlediklerini daha iyi bilmektedir.(Maide–61)

Şimdi de kuran bize bunların kazançlarının helal olmadığını harama düşkün olduklarını bildirir. Çünkü "temizlenme yerinin Mescid el Haram ekonomi politiğinde mülkte iştirak içinde yaşayarak eşitler haline gelmek ve üzerinde zerre kadar insan hakkı taşımamak" Tövbe suresi 108. ayette övüldüğü halde bunlar bundan nefret ederler, Allah da bunların kalplerini kılıflamıştır.

“Onlardan birçoğunun günah, düşmanlık ve haram yemede yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları ne kadar kötüdür!(Maide–62)

Sanat ve teknoloji insanların göz aydınlığı olarak insanlara fazladan sunulmuştur. İlâhi maksad ise, yeryüzünde aç açık insan kalmamasıdır. Ama Komprador burjuvazi onların mülkiyetini elinde tutarak, zaten gelir dengeleri arasında bulunan açıklığı uçurum haline getirmiştir. Oysa "salâvat sosyo ekonomi politiğinde" üretim araçları ve bütün mülk iştirak halinde kullanıldığı için bu zulüm önlenmiştir. Ama bunlar bunu yapmayarak kazançlarını haram haline getirmişlerdir. Aşağıdaki ayet bunu anlatır. Orada suçlanan teknoloji değil, onu şahsileştiren sistemdir. Bu ise liberalist kapitalist sistemdir. Sonuç ise zalim bir emperyalizm.

“Din adamları ve âlimleri onları, günah olan sözleri söylemekten ve haram yemekten menetselerdi ya! Onların sanat/teknoloji olarak ürettikleri ne kötüdür! “(Maide–63)


Şimdi de Yine bu iki yüzlülerin uyarıldıkları halde Kur'an ve onun insan ilişkilerini değil, tâğut durumundaki A.B.D ve Avrupa birliğini hakem yaparak yasalarını dahi onlara yaptıranlara ve bunlar gibilere söylenecek sözler vardır. Medine kriterleri ve onların Mustafa Kemal tarafından yedi ilke halinde Cumhuriyete ilke yapışına karşı durup, Kopenhag kriterlerini alanlara da giden bir sözdür ayetler. Nisa suresi 60. ayette de tâğut haberi ve onlara uyan ikiyüzlüler deşifre edilmiştir.

“Şunları görmedin mi? Kendilerinin, sana indirilene de inandıklarını sanarken, inkâr etmekle emrolundukları tâğut’u aralarında hakem yapmak istiyorlar. Zaten şeytan da onları geri dönülmez bir sapıklıkla sersem hale getirmek istiyor”( Nisa–60).

“Kendilerine, Allah’ın indirdiğine ve resule gelin denince, o ikiyüzlülerin iyice yüz çevirdiklerini görürsün”(Nisa–61)


Tâğut ve Tâğut’luk nitelikleri Kur'an’sal ve sözlüksel kavram ve kapsamıyla orta zekâlı bir insanın dahi günümüzdeki tezahürünü(ortaya çıkmasını) bilip anlayacak kadar bilgi verilmiştir. Bilim ilerlemiş, Tâğut diye tanımlanan(Rum kıralı-emperyalist) ve onun yetkesini temsil ettiği farz edilen ellerinde tuttukları asalarının küre biçimindeki başı-tutamağının (bazan da ABD Başkanının resimlerinde gördüğümüz golf sopasının) temsil ettiği globalleşmeyi dayattığı bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmış, o kadar ki, açıkça globalleşme diye isimlendirilmesinden dahi çekinilmemiştir. İkiyüzlüler ve işbirlikçiler, ısrarla bu gerçeği küreselleşme olarak isimlendirerek, bir kısım da "İsevi Müslümanlar" safsatasıyla milleti Tâğut’a(Rum, batı zalim ve katı kalpli krallığı- emperyalizm) kulluğuna-uşaklığına razı etmek isteyen işbirlikçileri, dinler arası diyalog işbirlikçilerine uyarı da yine tevbe suresinin iki ayeti ile yapılır.

Tâğut katı kalp ve zalim mizaç olup, bunun sistemleşmesi de liberal kapitalizmden başkası değildir. Tâğut’luk katı kalplilik olduğuna göre, bunu gözden kaçırıp inançlar arasında bir kavga varmış da, bunda uzlaşma yapılması gerekiyormuş gibi göstermek safsatacılıktır. Yani tâğutla diyaloga girmek ve buna dinler anası diyalog demek safsatadır. Çünkü Mu'minun: 4 ve 5. ayetler gayet açıktır (4-Ve onlar, zekâtı işleyen/vergiyi veren kimselerdir, 5-Ve onlar, iffetlerini koruyan kimselerdir). Tağutlaşmamak, eğer güç yetiyorsa tâğut zulmüne mani olmak, yoksa en azından ilişkileri asgariye indirmek ve mümkünse kesmektir. Tâğut’luk “Gadretmekle”, zulmetmekle ilgilidir. Tâğut’luk Abraham’lık(Mermer babalığı-kalbi taş gibi katı), İbrâhim(merhamet babalığı, kalbi yumuşak, bütün mazlumlara acıyan…) bazında bir değerlendirmedir. İnancı ne olursa olsun, zalim mi? değil mi? katı kalpli mi? değil mi? İşte budur ölçü.

Tağutluğun batı ülkeleri yönetimleri olduğunu daha önce açıklamıştık. Bunu bilmezden gelip inançlar arasında bir uzlaşmazlık varmış gibi göstermek münafıklıktır. Zaten aklı başında bir müslüman, müslümanlık olmayan inancından dolayı ona savaş açması, sert davranması Kur'an amaçlarından değildir. İnanç konusu, ister vatandaş, ister yabancı olsun Bakara–256/1 hükmü içindedir. Onlarla mücadele, savaş(kıtal değil) ve ilişkilerin kesilmesi uyguladığı sosyo ekonomi politikalarından dolayıdır. Deccal’ı mümin gibi takdim etmek ise Allah’a, Resul’üne ve milletine hıyanettir.

Aşağıda vereceğimiz, tevbe suresinin iki ayetiyle Selam ona yumuşak kalpli İbrahim’in kavmi ve onlardan birisi olan babası ve bunların sosyal ilişkileri mermer babalığı(Taş kalplilik) üzerine olduğundan onlardan ayrılması yolunda Allah'ın emir ve tavsiyesini anlatmaktadır. Çünkü merhametlilere Allah merhamet eder ve onları hidayete eriştirir, merhametli olmayanlara Allah merhamet edici değildir, sende bunda ısrar etme ey merhamet babası demiş oluyor. İbrahim milleti vasfı işte burada ortaya çıkıyor. Yurtta sulh cihanda sulh diyen kâmil insanların milletleşmesi ve karşı tarafta bunun zıttı olan acımasız, katı kalpli bol dirlikli kalpleri gılaflı bir hadarat sistemi. Çünkü zalimin hayata bakışı şöyledir: "ya bastırır ve ezen olursun, ya da adil davranıp ezilenlerden olursun."

Ama yapılması gereken ise, Allah’ı veli ve vekil edinmek ve onun hata olarak görmediği, merhametlilerin, savunmacı milliyetçilerin birbirini veliler edinmesi sistemine dönüp, orada karar kılmaktır-yerleşip orada yaşamaktır(mekin olmaktır). Çünkü verilecek ayetlerde Allah’ın ezeli bir kanunu zikredilecektir. İşte bu doğru bilgilen insanlara ulaştığından bilmemekten doğan mazeretleri kalkacak, Allah gazabının ön şartı yerine gelecektir.

“İbrahim'in babası için bağışlanma dilemesi, yalnızca ona verdiği bir söz dolayısıyla idi. Kendisine, onun gerçekten Allah'a düşman olduğu açıklanınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim, çok duygulu, yumuşak huyluydu.”(Tevbe–114)

“Bir topluluğa Allah, hidayet verdikten sonra, korkup-sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar, onları sapıklığa sürükleyecek değildir. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir.”(Tevbe–115)

Tâğut konusunda verilen örnek ayetler durumu bize yeteri kadar açıklamaktadır.


Hak dinin ve idealist felsefenin de mutabık kaldığı şey, evrensel hukukun ve ahlaki değerlerin en güzelinin uygulamaya konulması ekseninde iddia ve müdafaanın sergilenmesidir.

Hak şeriat, güzel ahlaktan, sıdk’tan, Ensâriyet’ten, îsârdan başkası değildir. Bunun ilk işaretleri ise, Cumhuriyetin beş ilkesindedir. Burada hak din sosyo ekonomi politiği ile örtüşen kriterler varken, on yıllardır bunu aşındırma çabalarına dini kılıf giydirerek çalışmak ve sonunda "Tâgut Kriterlerini" kabul ederek, "Medine Kriterlerine" sırt çevirmek, böylelerinin dayandıkları haklılıkları ihtimalini de sıfıra indirgemiş değil midir?

Öncelikle şunu belirtelim ki, insanları bir arada tutmak sadece damarlarında taşıdıkları ve çok seyrek hatırladıkları kanla olmaz. İnsanlar genleri birbirine benzediği için değil, hayat görüşleri ve hayattan beklentileri nedeni ile bir araya gelirler. Çünkü atalarının kemiklerinin sızlamasından ziyade, midelerinin guruldamasını önemseyerek bir araya gelirler.

Sadece “Biz başka ve üstünüz, öyle ise diğerlerinin haracını yemekten rahatsız olmamıza gerek yoktur”. Veya benim fikrim en ileri fikirdir, onların ki gerici olduğu için, o kültüre yaşam hakkı tanımamakta haklıyım. Veya benim değerlerim hak, onlarınki batıldır, ben bunlara dayatmakla tepeden inmeci olmam gibi, “Tek sözlülük” sayılan değerlendirmelere sapmak, dayatanı kim ve hangi kültür olursa olsun insanlıkla da, İslamlıkla da bağdaşmaz. Değerleri hak yapan şey, yorumcunun hayali niteliğinden değil, onun hakikatle örtüşüp örtüşmemesinden tanınır. Bu ise, adalet, kıst, nısfet, Ensar ve iysarın tümünün bir arada bulunduğu ve gerçekten eşitliği sağlayan ve zulmü önleyen nitelikte mutlu bir toplum oluşturma şartına bağlıdır. Herkes saçını önüne döküp, öncelikle kendisini gözlemlemesi gerekir. Kibre sapıp, şöyle düşünmek sapkınlıktır. “Kaldı ki onlar uygar da değildirler. Biz onları uygarlaştırıyoruz” tezleri insanlık dışıdır.

Avrupalılar siyasi demokrasiyi az kusurlu hale getirebilmişlerdir. Ama kıst gereği, mülkün sosyal ve ekonomik alanda müşterek kullanılma yolunda bir gayret göstermediklerinden, demokrasileri eksik ve göstermeliktir. Yani bir alaca karanlık sürüp gitmektedir. Kavimler kapısında bulunmadıklarından ve yine İspanya (Katalanlar nedeniyle) hariç güçlü bir ikinci etnisite tahrik edilmediğinden, başka etnisiteyi tetiklemediğinden parçalanmaya da yol açmaz. Ta ki, mazlum uluslar uyanıp, sömürüye karşı çıktıklarında azalacak gelirler sonucunda çıkar birliği esasına dayanan bu birlik kısa zamanda çözülecektir. Çünkü mutlak eşitlik içermeyen her sistem, eninde, sonunda çökmeye mahkûmdur. Platon’un dediği gibi köle ile efendi asla dost olamazlar. Sınıflı toplumlar, köle-efendi ilişkisinin yoğun yaşandığı toplumlardır. Onları ayakta tutan dış haraçların bolluğudur.

Zamanımızın köleci toplumu ise liberalizmdir. Güç belli ellerde ve diğerleri onlara boğaz tokluğuna çalışmak ve hizmet etmek zorundadır. Eski tip kölecilik yasalarla kaldırılmışsa da, yeni tipi ihtiyaçlardan dolayı adeta zayıfı gönüllü köleler haline getirmiştir. Çünkü insanların çoğu cahildir, zenginle beraber olursa "yok"u bulaşır diye bir sakat inanca sahiptir.

Oysa varsıl, yoksula ihtiyaç duyar. İşini yaptıracak, ürününü satacak, onmayan ve ölmeyen bir sınıfa ihtiyaçları vardır. Bunun için Platon: Efendiyle köle hiçbir zaman dost olamaz hükmüne varmıştır. Mazlum ve donanımsız bir ülkenin Avrupa’yla sıkı siyasi, ticari, ekonomik ilişkiler kurması da böyle olduğu için, Allah bizi uyarmıştır. Bu uyarılarda dikkatten kaçan en önemli husus ise, onların köleci bir toplum olmalarıdır. Siz isteseniz de aradaki münasebet insani olmaz. Ekonomik sömürü bu şekilde kolaylaşacağı için de sizin zararınızadır. Oysa uzak durup, birbirinin benzeri insanlardan ve birbirinin benzeri toplumlar arasında kurulacak eşitlikçi ilişkiler herkesin faydasınadır.

Ta ki, mazlum uluslar uyanıp, diğerlerini kendi topraklarına dönmeye mecbur ederler ve dıştan bolca gelir aktarımı tükenip, sus payı verilenlerin hissesi düşmeye ve kalkmaya başlayıncaya kadar. Çünkü halkın çoğunluğu bilir ki, Avrupa ulusçuluk mesajı içe değil, dışadır. Zenginlik ve dışardan getirim aktarımı devam ettikçe, çözülme olmaz. Bunun için de, batıda devlet politikası “içerde sulh, dışarı da kıran kırana bir mücadele”yi slagon edinmişlerdir. Zaten çıkar birliği üzerine kurulduğu için, yukarıdan bastırılması gerekmez. Orta-Doğuda devleti idare edenler, akılcılıkla sınırlı kalmayıp, batı değerlerini bastırıp kabul ettirmek gibi faydasından çok zararı olan şeyler için devleti taraflı davranışa odaklıyorsa yanlış olan budur.

Empoze edilecek bir şey aranıyorsa, bu "akılcılığın" ta kendisidir. Birey ancak aklederek kişilik ve kimlik sahibi olur. Kişilik ve kimlik sahibi insan başka tarafta bile olsa, size rakip bile olsa akılını kullanmayan duygularının güdümünde sizin yanınızda olan insandan daha az tehlikelidir. Bu anlamda hiçbir faydası olmayan batının yozlaştırıcı batıl değerlerini topluma kabul ettirmek için, içerde zıtlaşma, dışarıda ise, dostluk ve barış arama şeklinde bastırılması tabi ki amaç dışı ve jakobenliktir. Bu ise, Milli Birlik'in her gün biraz daha yara almasını ve kendini dışlanmış hissedenlerin yabancılarla iş birliği yapmalarını hızlandırmaktadır. Veya zaten işbirlikçilik ve hıyanete kararlı olanların sığınacağı bahaneler yaratılmış olur. Bu yolu seçenler, ister samimi, ister bunu bahane yaparak müstevlilerle (işgalcilerle) iş birliği yapsınlar, en az onlar kadar, onlara bu fırsatı verenler de suçludur. Çünkü yöntem akılcı değildir.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.
"Adalet ve Rahmet sitesinden derlenmiştir".

Konu galipyetkin tarafından (18. November 2019 Saat 03:03 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (19. April 2014)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
aveneleri, onların, tağut, zamanımızın


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 01:58 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam