hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > Peygamberlere İman > Kuran'da adı geçen Peygamberler > Yunus Peygamber

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 11. October 2008, 09:29 PM   #1
PİLOT
Uzman Üye
 
PİLOT - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: BURSA
Mesajlar: 228
Tesekkür: 17
40 Mesajina 62 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
PİLOT is on a distinguished road
Cool Hz. YÛNUS (a.s)

Hz. YÛNUS (a.s)

Adı Kur'ân'da geçen peygamberlerden biri.

Soyu, Bünyamin vasıtasıyla Ya'kûb (a.s)'a ve onun vasıtasıyla de İbrâhim (a.s)'a dayanmaktadır. Bazı alimlerin naklettiğine göre, İsa (a.s) annesinin adıyla İsa b. Meryem diye anıldığı gibi, Yûnus (a.s) da annesinin adıyla Yûnus b. Matta diye anılmaktadır. (İbn Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, Beyrut 1957, I, 55). Buhârî'nin verdiği bilgiye göre ise, bu görüş yanlıştır. Aslında Matta, Yûnus (a.s)'ın annesinin değil, babasının adıdır. Yani Yûnus (a.s), Yûnûs b. Matta diye anılınca, babasının adıyla anılmış olur (ez-Zebîdî, Sahihi Buhârî Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhî, trc: Kamil Miras, Ankara, 1971, IX, 152).

Yûnus (a.s)'ın Ya'kub (a.s)'ın torunlarından olduğu, Kur'ân'da şöyle haber veriliştir:

"Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. Nitekim İbrâhim'e, İsmail'e, İshâk'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Harûn'a, Süleyman'a da vahyetmiş ve Davud'a da Zebûr'u vermiştik" (en-Nisâ, 4/163).

Bu âyette ifâde edildiği gibi İsâ (a.s), Eyyûb (a.s), Harun (a.s) ve Süleyman (a.s)'da Yunus (a.s) ile aynı soydan, Yakub (a.s)'ın torunlarındandırlar.

Yûnus (a.s)'ın nüfusu yüz bini aşkın bir şehrin halkına uyarıcı ve tevhide çağrıcı bir peygamber olarak gönderildiği, Kur'ân'da şöyle geçmektedir:

"Ve onu yüz bin insana, ya da daha fazla olanlara peygamber gönderdik" (es-Saffat, 37/147).

O'nun peygamber olarak gönderildiği bu yerin Ninova şehri olduğu nakledilmiştir. Ninova şehri, Dicle nehrinin kıyısında, şimdiki Musul'un yerinde bulunmaktaydı. Bu beldenin insanları küfrün içinde bulunuyorlardı ve putlara tapmakta idiler. Yûnus (a.s) onları küfürden ve putperestlikten nehyetmek bir de onlara, küfürlerinden dolayı tevbe etmelerini, Yüce Allah'ın varlığına ve birbirine inanmalarını emretmek üzere gönderilmişti (ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Kahire, t.y., V, 126; et-Taberî, Tarih, Mısır 1326, II, 42).

Yûnus (a.s)'ın adı, Kur'ân'ın çeşitli yerlerinde geçmekle berâber, Kur'ân'daki sûrelerden birine isim olarak verilmiştir. Kur'an'ın onuncu sûresinin adı, Yûnus sûresidir.

Yûnus (a.s) milletini otuz üç yıl Allah'a imân etmeye, küfürden kurtulmaya davet etti, tebliğde bulundu ve peygamberlik vazifesini yerine getirdi. Ancak sadece iki kişi ona imân etti (İbn Esir, el-Kâmil, Beyrut 1965, I, 360; Sahihi Buhâri ve Tecridi Sarih Tercümesi, IX, 152).

Milletinin bu şekilde küfürde direnmesi ve imâna gelmemesi, Yûnus (a.s)'ın zoruna gitti. Yüce Allah onun bu kızgınlığını ve bunun neticesinde milletini terketmeye kalkışmasını şöyle haber vermiştir:

"Zünnûn (Yûnus)'a gelince, o, öf keli bir halde geçip gitmişti. Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihâyet karanlıklar içinde; "Senden başka hiç bir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye niyaz etti." (el-Enbiyâ, 21/87).

Bu âyette Yûnus (a.s)'dan Zünnûn diye bahsedilmiştir. Zünnûn, balık sahibi demektir. Kur'ân'ın başka bir yerinde de, Yûnus (a.s) bu lakabla anılmıştır:

"Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani, o dertli dertli Rabbine niyaz etmişti" (el-Kalem, 68/48).

Hem bu âyette hem de yukarıdaki âyette Yûnus (a.s)'ın sabretmemesine, Allah'ın emri olmadan milletini terketmeye kalkışmasına işâret edilmiştir. Onun bu hali üzerine, Yüce Allah şöyle buyurmuştu:

"O halde, peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret" (el-Ahkâf, 46/35).

Allah'ın müsaadesi olmadan Yûnus (a.s)'ın ayrılmaya kalkışması, iyi netice vermemişti. Ninova'dan ayrılmak için bir gemiye binmişti. Geminin batmaya yüz tutması üzerine, hafiflemesi için yolculardan birinin suya atılması gerekti. Kimin suya atılacağını tesbit için kur'a çekildi ve kur'a Yûnus (a.s)'a isâbet etti. Bu durum kur'ân'da şöyle haber verilmiştir:

"Gemide onlarla karşılıklı Kur'a çektiler de yenilenlerden oldu" (es-Saffat, 37/141).

İşin daha acısı, Yûnus (a.s) denize atıldıktan sonra bir balık onu yutmuştu. Yüce Allah Kur'ân'da onun bu durumunu şöyle haber vermiştir:

"Yûnus, (Rabbinden izinsiz olarak kavminden ayrıldığı için) kendisi kötülüklerken, onu bir balık yuttu" (es-Saffat, 37/142).

Burada Yûnus (a.s) hatasını anlamış ve nefsini kınamaya başlamıştı. Balığın karnındaki karanlıklarda:

"Senden başka ilâh yoktur. Sen eksikliklerden uzaksın, yücesin. Ben zalimlerden oldum!" (el-Enbiyâ, 21/87) diye dua etmeye ve Allah'a yalvarmaya başladı. Bu şekilde imân ve inançla Allah'a sığınması neticesinde, Yüce Allah onu affetmişti (el-Maverdî, en-Nuketu ve'l-Uyûnu, Beyrut 1992, III, 465 vd). Yûnus (a.s)'ın duasının kabul edildiği ve Allah tarafından bağışlandığı, Kur'ân'da şöyle dile getirilmiştir:

"Biz de onun duasını kabul ettik ve onu tasadan kurtardık. İşte biz, insanları böyle kurtarırız" (el-Enbiyâ, 21/88).

"Eğer tesbih edenlerden olmasaydı, (insanların) yeniden diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı" (es-Saffat, 37/143, 144).

Gücü her şeye yeten Yüce Allah, balığın karnındaki Yûnus (a.s)'ı öldürmedi. Bir süre sonra balık onu ağzı ile sahile bırakmıştı. Onun kurtuluş ve daha sonraki hafi, Kur'ân'da şöyle haber verilmiştir:

"(Ama balığın karnında bizi andı, tesbih etti), biz de onu hasta bir halde ağaçsız, boş bir yere attık ve üzerine (gölge yapması için) kabak türünden bir ağaç bitirdik" (es-Saffat, 37/145, 146).

Yûnus (a.s)'ın Allah tarafından affedilmesi ve büyük bir tehlikeden kurtarılması, Kur'ân'ın başka bir yerinde dile getirilmiştir:

"Sen Rabb'inin hükmüne sabret, balık sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o, sıkıntıdan yutkunarak (Allah'a) seslenmişti. Eğer Rabb'inden ona bir nimet yetişmeseydi, yerilerek çıplak bir yere atılırdı. Fakat (böyle olmadı), Rabb'i onun duasını kabul etti de onu salihlerden kıldı" (el-Kalem, 68/8, 49, 50).

Yûnus (a.s)'ı bu sıkıntılardan kurtaran Yüce Allah, onun milletine de neticede hidâyeti nasib etti. Onlar da sonunda Allah'a imân edip tevhid'e sarıldılar. Onların tevbe edip hakka dönüşlerini ifâde eden âyetin meâli şöyledir:

"İnandılar, biz de onları bir süreye kadar geçindirdik" (es-Saffat, 37/148).

Yûnus (a.s)'ın milletinin bu şekilde tevbe etmeleri, küfürden dönüp Allah'a inanmaları, Allah tarafından övülmüş, methedilmiştir:

"Keşke (azabı gördükten sonra) inanıp da, inanması kendisine fayda veren bir memleket olsaydı! (Azabı gördükten sonra inanmak, hiç bir memlekete yarar sağlamamıştır). Yalnız Yûnus'un kavmi, (azab henüz inmeden önce) inanınca, dünya hayatında onlardan rezillik azabını kaldırmış ve onları bir süre daha yaşatmıştık" (Yûnus, 10/98).

Yûnus (a.s)'ın faziletli bir insan olduğu, Yüce Allah tarafından şöyle haber verilmiştir:

"İsmâil, el-Yesa', Yunus ve Lut'a da (yol gösterdik). Hepsi iyilerden idiler" (el-En'âm, 6/86).

Hz. Muhammed (s.a.v) de onu şöyle övmüştür:

"Her kim ben Yûnus b. Mattâ'dan hayırlıyım derse, yalan söylemiştir" (Buhârî, Tefsiru süre 6, 4).

Yûnus (a.s) da, diğer peygamberler gibi, insanları küfrün şerrinden nehyetmiş ve Allah'a imân etmeye davet etmiştir. İnanan insanlar için, onun hayatından alınacak çeşitli ibretler vardır.
__________________
aydemir.
PİLOT isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 8. August 2010, 12:15 AM   #2
hiiic
Uzman Üye
 
hiiic - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
hiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud of
Standart

Yunus balığı zaten insan kadar birşey, o balığın Yunus peygamberi yuttuğunu sanmıyorum.
Ağzında belki saatlerce cebelleşmiş, kurtulmak için sabr göstermiştir ama onu kurtaran işlediği günaha tevbe eden o yakıcı pişmanlığı ve Allahın byüklüğüne teslim olarak yardım istemesidir.
Ne kadar süre balıkla mücadele ettiğini bilmiyorum ama o gece içerisinde Yunus peygamberi yutamayan balığın onu bir adaparçasına yada daha güvenli bir yere çıkardığını yada sahile bıraktığını sanıyorum. sonuçta balık da yorulmuştur, belki bu balık yunus değil katil balina tarzı ağzı daha büyük yada o devirde yaşayan nesli tükenmiş daha büyük bir yunus cinsi olabilir,,,,,,,

Geçmişde denizcilerin fırtınaya yakalandıklarında gemide uğursuz birisinin olduğuna ve onu denize atarlarsa kurutulacaklarına dair inançları vardı,,, kocaman gemi 1 kişinin yada 10larca kişinin denize atlamasıyla fırtınadan kurtulmaz, bu olay uğursuzun tespit edilip atılmasıyla alakalı bir konu olsa gerek.
Nice insanlar bu inanç yüzünden denizin dibini boylamıştır.
------------------------------------------------------

Sonuç; insan kendisi için kötü olanı seçse, nankörlük etse, kendine zulmetse, güvenli bir yerden uzaklaşıp zorla kışkırtılmış bir yunusun ağzına düşse bile (kişinin kendisine yaptığını kimse yapmıyor, ne işin var senin okyanusda), Allah her zaman affedicidir. Her şeye gücü yetendir. Günah işlemiş dahi olsak, tevbe edip salih amel işleyerek salihlerden olabiliriz, çok b,yük sıkıntılardan rabbin dilemesiyle kurtulabiliriz, yeterki günahımızı bilip tevbe edelim ve samimi olalım... Yunusun diş izlerini kaba yerlerimizde saymadan önce tevbe edelim, Çünkü yerine göre peygamber bile hata yapabilir, biz de öyle...
hiiic isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
hiiic Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Barış (8. August 2010)
Alt 8. August 2010, 12:30 AM   #3
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Hiiç Kardeşim

Alıntı:
hiiic Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Yunus balığı zaten insan kadar birşey, o balığın Yunus peygamberi yuttuğunu sanmıyorum.
Ağzında belki saatlerce cebelleşmiş, kurtulmak için sabr göstermiştir ama onu kurtaran işlediği günaha tevbe eden o yakıcı pişmanlığı ve Allahın byüklüğüne teslim olarak yardım istemesidir.
Ne kadar süre balıkla mücadele ettiğini bilmiyorum ama o gece içerisinde Yunus peygamberi yutamayan balığın onu bir adaparçasına yada daha güvenli bir yere çıkardığını yada sahile bıraktığını sanıyorum. sonuçta balık da yorulmuştur, belki bu balık yunus değil katil balina tarzı ağzı daha büyük yada o devirde yaşayan nesli tükenmiş daha büyük bir yunus cinsi olabilir,,,,,,,

Geçmişde denizcilerin fırtınaya yakalandıklarında gemide uğursuz birisinin olduğuna ve onu denize atarlarsa kurutulacaklarına dair inançları vardı,,, kocaman gemi 1 kişinin yada 10larca kişinin denize atlamasıyla fırtınadan kurtulmaz, bu olay uğursuzun tespit edilip atılmasıyla alakalı bir konu olsa gerek.
Nice insanlar bu inanç yüzünden denizin dibini boylamıştır.
------------------------------------------------------

Sonuç; insan kendisi için kötü olanı seçse, nankörlük etse, kendine zulmetse, güvenli bir yerden uzaklaşıp zorla kışkırtılmış bir yunusun ağzına düşse bile (kişinin kendisine yaptığını kimse yapmıyor, ne işin var senin okyanusda), Allah her zaman affedicidir. Her şeye gücü yetendir. Günah işlemiş dahi olsak, tevbe edip salih amel işleyerek salihlerden olabiliriz, çok b,yük sıkıntılardan rabbin dilemesiyle kurtulabiliriz, yeterki günahımızı bilip tevbe edelim ve samimi olalım... Yunusun diş izlerini kaba yerlerimizde saymadan önce tevbe edelim, Çünkü yerine göre peygamber bile hata yapabilir, biz de öyle...
Hut ile ilgili yapılan bir çalışmayı paylaşırsam konunun anlaşılacağını düşünüyorum.

“ حوت Hut” sözcüğü, dil bilimcilerinin bir kısmına göre “balık”, bir kısmına göre de “büyük balık” demektir. Bu anlamıyla sözcük, tatlı ve tuzlu sularda yaşayan soğukkanlı omurgalıların genel adı olmakla beraber, eski çağlardan beri bilinen burçlar kuşağındaki bir takımyıldızın adı olarak da kullanılmaktadır.
Ancak Kur’an’ı doğru anlamak için sözcüklerin teamüldeki kullanımını değil, gerçek anlamlarını bilmek gerekmektedir.
Bu sözcüğün kökü olan “حوت hvt”, Arap dilinde “hut” ve “havt” olmak üzere iki türlü okunur. Bu okunuşlara göre ortaya çıkan iki sözcüğün Bedeviler arasındaki kullanımı ise şu anlamlara gelmektedir:
“Hut” sözcüğünün geçtiği eski şiirlerden biri “Ve Sahip lâ hayre fi şebabihi / Hûten, izâ mâ zâdenâ / …” şeklindedir. Sözcük bu mısrada “ağır ağır da yutsa, çabuk çabuk da yutsa, kendisine kâfi gelmeyen [doymayan, doyma duygusu olmayan]” anlamında kullanılmıştır.
“Havt” sözcüğü ise “kuşun suyun çevresinde veya vahşî hayvanın bir şeyin çevresinde dönüp durması, oradan ayrılmaması” anlamındadır. Buna da İslâm öncesi ve sonrası dönemden birçok örnek mevcuttur. (Lisanü’l-Arab; c:2, s:644)
Bu temel açıklamadan anlaşıldığına göre, “hut” sözcüğü aslında doyma hissi olmadığı ve doyduğunu bilmediği için balıklara yakıştırılmış bir sıfattır, balık demek değildir. Nitekim herkesin bildiği gibi, sularda yaşayan balığın esas adı “semek”tir. Balıklarda doyma hissinin olmaması, yemelerine ara verme sebebinin doymaları değil de tıkanmaları olması bugün artık bilimsel bir bilgidir. Balıkların bu özelliklerini bilmeyen amatör akvaryumcuların, günlük ihtiyacın üzerinde yemleme yaptıkları takdirde çatlayarak ölen balıklarla karşılaştıkları, günlük hayata yansımış bir gerçektir. Balık oburluğunun balık cinsleri itibariyle gösterdiği özellikler ise Su Ürünleri Fakültelerinin araştırma raporlarına da girmiş durumdadır.
Buna göre, “hut” ve “havt” sözcüklerinin anlamlarını “hırs, doyumsuzluk” olarak ifade etmek mümkündür.

“Hut” sözcüğünün Kur’an’da yer aldığı pasajlardaki anlatım dikkate alındığında, sözcüğün daima “sebebiyet mecaz-ı mürseli” şeklinde kullanıldığı görülmektedir. Yani, sebep olan “hırs ve doyumsuzluk” zikredilmekte fakat hırsın insanda sebep olduğu “bunalım ve karamsarlık” kastedilmektedir.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Barış (8. August 2010), hiiic (8. August 2010)
Alt 1. March 2011, 06:56 AM   #4
Miralay
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: May 2010
Mesajlar: 568
Tesekkür: 4.080
276 Mesajina 635 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
Miralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud of
Standart

http://kuraninkaybolanyorumlari.blogcu.com

Sitesinden alıntıdır.


HAZRETİ YUNUS ve NİNOVA TOPLUMU


Hazreti Yunus peygamberimiz Kur’an’da, Yunus: 10/98, Enbiyâ: 21/87-88, Saffat: 37/143148, Kalem: 68/48-50 sûrelerinde anlatılmaktadır. Kur’an, Hz. Yunus peygamberin yaşadığı yerin ve kavmini ismini açıklamamaktadır. Hz. Yunus kıssasını daha iyi anlamak için, M.Ö. tarihî ve Tevrat bilgilerine ihtiyaç vardır.
ÖNCE KUR’AN’DAN ÖĞRENELİM:

(1) O Yunus’u da an, hani o gücümüzün kendisine ulaşamayacağını sanarak, izinsiz öfkeyle çıkıp gitmişti. (2) Yunus’da şüphesiz elçilerimizden biriydi. Kaçak bir köle gibi, yüklü bir gemiye binip kaçmıştı. Sonra gemide kur’a çekilmiş, Yunus kura’da kaybedenlerden olmuştu. Sonra onu denize attılar ve denizde büyük balık tarafından yutulmuştu, çünkü kınananlardan biriydi. Fakat sonra düştüğü bunalımın derin karanlığın içinde: “Senden başka ilâh yok! Sınırsız kudret ve yüceliğinle Sen her şeyin üstündesin, doğrusu ben gerçekten büyük bir haksızlık yaptım!” Diye seslenmişti. Eğer o, en derin bunalım anlarında bile, Allah’ın sınırsız şanını yüceltenlerden olmasaydı, herkesin yeniden dirileceği günü kadar o balığın karnında kalmış olacaktı. (3) Bunun üzerine, Biz de onun bu yakarışına karşılık vermiş onu düştüğü bunalımdan, sıkıntıdan kurtarmıştık. İnananları Biz işte böyle kurtarırız.

(4) Fakat Biz, onu manevî çöküntü ve iç huzursuzluğu içinde ıssız bir kıyıya çıkarttık ve Yunus’un üzerinde -gölge olsun diye- çorak toprakta yetişen bir bodur fidan yeşerttik. Onu bir kez daha kendi halkına, yüz bin veya daha fazla kişiye gönderdik. Onlar bu defa ona inandılar, bunun üzerine Biz, verilen süre zarfında onlara mutlu bir hayat yaşattık. (5) Durum buysa, Rabb’inin hükmüne sabrederek razı ol, kızıp ta nefsine uyduktan sonra, üzüntü içinde pişmanlık duyan büyük balık sahibi gibi olma, hatırla: Rabb’inin rahmeti onu kuşatmamış olsaydı, aşağılanmış şekilde, zillet içinde ıssız bir sahile atılırdı. Fakat Rabb’in onu alıp dürüst ve erdemliler arasına bıraktı.

(6) Çünkü ne yazık ki, Yunus Toplumu’ndan başka, bütün bireyleriyle topyekûn imana erişen ve böylece imanın vereceği huzur ve güvenliği tadan herhangi bir cemaat henüz çıkmadı. Yunus’un soydaşları inandıkları zaman, dünya hayatında sürüklenebilecekleri alçalmanın, bayağılaşmanın yol açacağı acıyı ve sıkıntıyı onlardan uzaklaştırdık ve belli bir süre varlıklarını sürdürmeleri için kendilerine fırsat verdik.

Kur’an: 1) 21/87, 2) 37/139-144, 3) 21/88, 4) 37/145-148, 5) 68/48-50, 6) 10/98

TEVRAT’TAN ÖĞRENELİM:

RAB bir gün Amittay oğlu Yunus'a, "Kalk, Ninova'ya, o büyük kente git ve halkı uyar" diye seslendi, "Çünkü kötülükleri önüme kadar yükseldi." Ne var ki, Yunus RAB'bin huzurundan Tarşiş'e kaçmaya kalkıştı. Yafa'ya inip Tarşiş'e giden bir gemi buldu. Ücretini ödeyip gemiye bindi, RAB'den uzaklaşmak için Tarşiş'e doğru yola çıktı. Yolda RAB şiddetli bir rüzgâr gönderdi denize. Öyle bir fırtına koptu ki, gemi neredeyse parçalanacaktı. Gemiciler korkuya kapıldı, her biri kendi ilahına yalvarmaya başladı. Gemiyi hafifletmek için yükleri denize attılar. Yunus ise teknenin ambarına inmiş, yatıp derin bir uykuya dalmıştı. Gemi kaptanı Yunus'un yanına gidip, "Hey! Nasıl uyursun sen? Kalk, tanrına yalvar, belki halimizi görür de yok olmayız." Dedi.

Sonra denizciler birbirlerine, "Gelin, kura çekelim" dediler, "Bakalım, bu bela kimin yüzünden başımıza geldi." Kura çektiler, kura Yunus'a düştü.

Bunun üzerine Yunus'a, "Söyle bize!" dediler, "Bu bela kimin yüzünden başımıza geldi? Ne iş yapıyorsun sen, nereden geliyorsun, nerelisin, hangi halka mensupsun?"

Yunus, "İbrani'yim" diye karşılık verdi, "Denizi ve karayı yaratan Göklerin Tanrısı RAB'be taparım."

Denizciler bu yanıt karşısında dehşete düştüler. "Neden yaptın bunu?" diye sordular. Yunus'un RAB'den uzaklaşmak için kaçtığını biliyorlardı. Daha önce onlara anlatmıştı. Deniz gittikçe kuduruyordu. Yunus'a, "Denizin dinmesi için sana ne yapalım?" diye sordular. Yunus, "Beni kaldırıp denize atın" (Bu intihardır, hiçbir Resul buna tevessül etmez.) diye yanıtladı, "O zaman sular durulur. Çünkü biliyorum, bu şiddetli fırtınaya benim yüzümden yakalandınız."

Denizciler karaya dönmek için küreklere asıldılar, ama başaramadılar. Çünkü deniz gittikçe kuduruyordu. RAB'be seslenerek, "Ya RAB, yalvarıyoruz" dediler, "Bu adamın canı yüzünden yok olmayalım. Suçsuz bir adamın ölümünden bizi sorumlu tutma. Çünkü sen kendi istediğini yaptın, ya RAB." Sonra Yunus'u kaldırıp denize attılar, kuduran deniz sakinleşti. Bu olaydan ötürü denizciler RAB'den öyle korktular ki, O'na kurbanlar sundular, adaklar adadılar.

Bu arada RAB Yunus'u yutacak büyük bir balık sağladı. Yunus üç gün üç gece bu balığın karnında kaldı. Yunus balığın karnından Tanrısı RAB'be şöyle dua etti: "Ya RAB, sıkıntı içinde sana yakardım, Yanıtladın beni. Yardım istedim ölüler diyarının bağrından, Kulak verdin sesime. Beni engine, denizin ta dibine fırlattın. Sular sardı çevremi. Azgın dalgalar geçti üzerimden. 'Huzurundan kovuldum' dedim, 'Yine de göreceğim kutsal tapınağını.' Sular boğacak kadar kuşattı beni, Çevremi enginler sardı, Yosunlar dolaştı başıma. Dağların köklerine kadar battım, Dünya sonsuza dek sürgülendi arkamdan; Ama ya RAB, Tanrım, Canımı sen kurtardın çukurdan. Soluğum tükenince seni andım, ya RAB, Duam sana, kutsal tapınağına erişti. Değersiz putlara tapanlar, Vefasızlık etmiş olurlar. Ama şükranla kurban sunacağım sana, Adağımı yerine getireceğim. Kurtuluş senden gelir, ya RAB!" RAB balığa buyruk verdi ve balık Yunus'u karaya kustu.

TARİHTEN ÖĞRENELİM:

Milâttan önceki yıllarda Musul bölgesinin de içinde bulunduğu “Mezopotamya” üzerinde çok önemli uygarlıklar kurulduğu bilinmektedir. Bunların en önemlileri “Asur” ve “Babil” uygarlıklarıdır.

Asur Devleti’nin merkezi olan Ninova; Dicle nehrinin karşısında ve doğu yönünde, Musul’un yanı başındadır. Ninova şehrini kuran Ninova veya Ninos. Ninova; Asurluların hükümdarı olup 52 sene hükümran olmuştur. Asur Devleti yaklaşık 1300 yıl varlığını sürdürmüştür.

Asurlulardan sonra Babil Devleti’nin bölgeye tamamıyla hâkim olduğu görülmektedir. Fakat Babil’in hâkimiyeti Pers tecavüzleri karşısında uzun sürmemiş ve Musul-Kerkük bölgesi Perslilerin eline geçtikten sonra buraya çok kalabalık şekilde Pers nüfusu iskân ettirilmiştir.

İskender’in işgaline de marûz kalan Musul bölgesi ahalisi, Hıristiyanlığın ortaya çıkışından sonra bu dine yöneldi. Hıristiyanlığın nüfuz etmiş olduğu Musul, II. yüzyılın başından itibaren Asurluların dinî merkezi olan Ninova’nın yerini aldı. Hz. Yunus bu zamanda ve bu şehirde yaşadı.

YORUM

Tarihî bilgiden de, M.Ö. 200 yıllara kadar hüküm süren Asur Devleti’nin dinî merkezinin Ninova olduğunu öğreniyoruz. Ninova’nın, Mezopotamya topraklarında Dicle nehri kıyısında denizden çok uzak olan Musul yakınlarında bir yer olduğunu öğrenmekteyiz.

Tevrat, Hz. Yunus’un çok kötü ve adaletsiz bir sosyal hayat yaşanan Ninova şehrine gönderildiğini fakat Hz. Yunus’un bu görevden kaçtığını öğrenmekteyiz.

Kur’an, Hz. Yunus’un ne zaman ve nerede ilâhî emirleri tebliğ etmekle görevlendirildiği açıklamamaktadır. Hz. Yunus, kendisine ve tebliğ ettiği ilâhî emirlere inanmayan toplumun karşı koymasına sabretmeyerek, bıkkınlık içinde görevini ve toplumunu terk ederek kaçtığını öğrenmekteyiz.

Kur’an, Hz. Yunus’un görevini ve görev yerini terk ederek kaçmasının büyük bir hata olduğunu açıklıyor. Fakat nereye kaçtığı ve bindiği geminin nereye gittiği hakkında bilgi vermemektedir.

Tevrat ise, Hz. Yunus’un görevini ve görev yerini terk ederek, Ninova’dan Akdeniz kıyısındaki Yafa’ya kaçmasının büyük bir hata olduğunu ve Tarsus’a giden bir gemiye bindiğini açıklamaktadır.

Kur’an ve Tevrat’ın açıklamalarından anlıyoruz ki, Hz. Yunus görevini terk ederek kaçıyor ve bir gemiye biniyor. Gemide ve denizde olumsuzluklara, tehlikelere marûz kaldıkların da batıl bir geleneğe inanan gemiciler, aralarındaki uğursuz insanı çektikleri kur’a ile tespit ediyorlar. Bundan sonra ki açıklamalar tamamen mecazîdir.

Ticaret gemilerinde çalışanların en çok korktukları husus, fırtına ve korsanlardır. Gemileri soyan korsanlara denizciler ve toplum “Büyük balık küçük balıkları yutar.” Değimine uygun mecazî anlamla “Büyük balık” deyimini deniz korsanları için kullanmaktaydılar.

Hz. Yunus’un bindiği geminin önü korsanlar tarafından kesilince, gemiciler, korsanlara memnun olacakları eşya, yiyecek, giyecek ve gemilerde köle olarak kürek çekecek insan vererek, gemilerinin talan edilmesini önlüyorlardı. Gemiciler genellikle aralarından kimi korsanlara vereceklerini kur’a ile tespit ediyorlardı ve bu sefer de kur’a Hz. Yunus’a çıktı. Fakat Tevrat’a göre Hz. Yunus gönüllü olarak kendisinin korsanlara atılmasını talep etmiş. Kur’an ve Tevrat bilgilerine göre, Hz. Yunus korsan gemisinin karnında uzun süreler, belki birkaç sene kürek mahkûmu hapsinde kaldı ve devamlı tövbe ederek, Allah’tan af edilmesine dua etti. Allah’ın takdir ettiği kadar kürek mahkûmluğu yaptı, fizikî olarak da çok güçsüz düştüğünden korsanların işine yaramadığından ıssız bir kıyıya atıldı.

Hz. Yunus’un tövbesini kabul eden Allah, çok güçsüz hâlde olan Hz. Yunus’un kuvvetlenmesi için besleyecek ve kötü hava koşullarından koruyacak insanları ona yönlendirdi. Böylece eski gücüne ulaşan Hz. Yunus tekrar kavminin gitti, kavmi de Hz. Yunus’a ve tebliğ ettiği ilâhi mesajlara inanarak yaşamaya başladılar. Allah’da Hz. Yunus’un kavminden, alçaltıcı eza ve cefaları uzaklaştırarak, adalet içinde mutlu yaşamalarını nasip etti.

Kur’an’daki resullerin kıssaları, tarihi bilgiler olarak anlatıldığından, okuyanlara günlük ve gelecek yaşantıları için yardım etmemektedir. Kıssalar kıyâmet gününe kadar güncel ve tazedirler. Çünkü Kur’an inananların tüm sorunlarını kıyâmete kadar çözen, rahmet, mutluluk veren ve kolaylıklar sağlayan hayat kaynağıdır. Hz. Yunus kıssasından, resullerin Allah’ın izni olmadan kavmini terk edemeyeceğini, hicret yapamayacağını öğrenmekteyiz. İşlenen suç ne kadar ağır olursa olsun, tüm duygularla pişman olarak yapılan tövbeyi Allah’ın kabul ettiğini öğrenmiş bulunuyoruz.

İnandıklarını iddia edenlerin, 1400 seneden beri kaçtıkları görevlerini yapmak için Hz. Yunus gibi tövbe ederek, bir an evvel görevlerinin başına dönmelidirler. Unutanlara hatırlatmak ve kaçanlarla yarın ahrette Allah’ın huzurunda hesaplaşmak için yorumlanan bu kıssa, inşallah hayırlara vesile olur.

Sözün doğrusuna ve en güzeline uyanlara selâmlar olsun.



Turan GÖZLEVELİ
Miralay isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Miralay Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Derin Düşünce (1. March 2011), hiiic (4. March 2011)
Alt 2. March 2011, 01:22 PM   #5
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!

Yunus Peygamber gemiye binmemiştir ve denize atılarak balık yutmamıştır.
Konuyu bütünüyle görmek için yapılan bir çalışmayı sizlerle paylaşmak istiyorum.

YÛNUS PEYGAMBERİ ve HÛT'UN YUTMASI:

Hût sözcüğü, dil bilimcilerinin bir kısmına göre "balık", bir kısmına göre de "büyük balık" demektir. Bu anlamıyla sözcük, tatlı ve tuzlu sularda yaşayan soğukkanlı omurgalıların genel adı olmakla beraber, eski çağlardan beri bilinen burçlar kuşağındaki bir takımyıldızın adı olarak da kullanılmaktadır.
Ancak Kur'ân'ı doğru anlamak için sözcüklerin teamüldeki kullanımını değil, gerçek anlamlarını bilmek gerekmektedir.
Hut sözcüğünün geçtiği eski şiirlerden biri Ve Sahip lâ hayre fi şebabihi Hûten, izâ mâ zâdenâ ... şeklindedir.
Sözcük bu mısrada "ağır ağır da yutsa, çabuk çabuk da yutsa, kendisine kâfi gelmeyen[doymayan, doyma duygusu olmayan]" anlamında kullanılmıştır.

Bu temel açıklamadan anlaşıldığına göre, hût sözcüğü aslında doyma hissi olmadığı ve doyduğunu bilmediği için balıklara yakıştırılmış bir sıfattır, balık demek değildir.

Nitekim herkesin bildiği gibi, sularda yaşayan balığın esas adı "semek"tir. Balıklarda doyma hissinin olmaması, yemelerine ara verme sebebinin doymaları değil de tıkanmaları olması bugün artık bilimsel bir bilgidir.

Balıkların bu özelliklerini bilmeyen amatör akvaryumcuların, günlük ihtiyacın üzerinde yemleme yaptıkları takdirde çatlayarak ölen balıklarla karşılaştıkları, günlük hayata yansımış bir gerçektir.

Balık oburluğunun balık cinsleri itibariyle gösterdiği özellikler ise Su Ürünleri Fakültelerinin araştırma raporlarına da girmiş durumdadır.

Buna göre, hût ve havt sözcüklerinin anlamlarını "hırs, doyumsuzluk" olarak ifade etmek mümkündür.

Hût sözcüğünün Kur'ân'da yer aldığı pasajlardaki anlatım dikkate alındığında, sözcüğün daima "sebebiyet mecaz-ı mürseli" şeklinde kullanıldığı görülmektedir. Yani, sebep olan "hırs ve doyumsuzluk" zikredilmekte fakat hırsın insanda sebep olduğu "bunalım ve karamsarlık" kastedilmektedir.

Kur'ân'ın anlatım özellikleri ve Âyet çeşitleri dikkate alındığında, bazı sözcüklerin mecaz anlamlarda kullanıldığı, dolayısıyla da Yûnus peygamber ile ilgili ifadelerin müteşâbih olduğu anlaşılmaktadır:

1- Kalem Sûresinin 48. Âyetindeki makzum sözcüğü aslında "boğazın tıkanması, sıkıntıdan nefes alamamak" demektir.

Sözcüğün bu anlamı Türkçeye "nefes nefese, soluk soluğa, havasızlıktan boğulacak hâlde" deyimleriyle çevrilebilir. Ancak bu nefes darlığı, içinde bulunulan dertten, sıkıntıdan, ıstıraptan da kaynaklanabilir. Nitekim Yûnus peygamberle ilgili diğer Âyetler göz önüne alındığında, bu nefes darlığının sözcüğün hakikat anlamına uygun olarak havasızlıktan değil, sıkıntıdan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

2- Enbiyâ Sûresinin 87. Âyetindeki Yûnus peygamberin "karanlıklar içinde" olduğu bildirilmiştir. Buradaki karanlık da yine sözcüğün hakikat anlamına uygun olan "ışıksızlık" değil, zihinsel bunalımdır. Bunu anlamak için Bakara Sûresinin 257. Âyetine bakmak gerekir:

(Bakara: 257) Allah, iman sahiplerinin Velî'sidir [yol gösteren, yardım eden, koruyan yakınıdır]; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfre sapanlara gelince, onların yakın kimseleri tâğûttur ki, kendilerini nurdan karanlığa çıkarır. Bunlar cehennem halkıdır. Orada sürekli kalacaklar onlar.

Görüldüğü gibi, ne Yüce Allah karanlıkta kalanları kurtarmak için onlara ışık tutacağını söylemekte, ne de Tağut, saptırdıklarını ışıklarını söndürmek suretiyle karanlığa sürüklemektedir. Dolayısıyla nûr "manevî aydınlık, mutluluk; karanlık da zihinsel karanlık, bunalım" anlamına gelmektedir.

3- Enbiyâ Sûresinin 88. Âyetindeki Rabbimiz Yûnus peygamberi "ğamm"dan kurtardığını bildirmektedir. Ğamm sözcüğü ve türevleri hakikat manasında "bulut" demektir. Fakat sözcük mecâzen "keder, üzüntü, sıkıntı, bunalım, karanlık" anlamlarında da kullanılır.

Nitekim Türkçeye de bu anlamıyla geçmiştir. Dolayısıyla ğamm sözcüğü bu Âyette Yûnus peygamberin buluttan kurtarıldığını değil, üzüntüden, sıkıntıdan kurtarıldığını ifade etmektedir.

4- Sâffât Sûresinin 142. Âyetindeki onu hut yutmuştu ifadesi, Yûnus peygamberle ilgili diğer Âyetler göz önüne alındığında, Yûnus peygamberin üzüntüye boğulduğu, sıkıntıya düştüğü, bunalıma girdiği anlamına gelmektedir.

Yûnus peygamberin dopdolu [yükünü tamı tamına almış] bir gemiye doğru kaçtığı [gittiği] hatırlanacak olursa, dopdolu olması sebebiyle gemiye binememesi onu üzmüş, bunalıma düşürmüş olmalıdır.

Gerek hût sözcüğünün esas anlamı, gerekse Yûnus peygamber ile ilgili ifadelerin müteşâbih olması, Yûnus peygamber ile ilgili Âyetlerdeki hut sözcüğünün "balık" anlamında kullanılmadığını göstermektedir.

Buradan hareketle denilebilir ki, Kehf Sûresinin 61–63. Âyetlerinde geçen Mûsâ peygamberin hût' u da Yûnus peygamberin hût 'u gibi balık değil, düşmüş olduğu bunalımdır, karamsarlıktır.

Üzerinde durulması gereken bir başka nokta da 141. Âyette geçen ساهم - sâheme ve المدحضين - müdhadîyn sözcükleridir. Genellikle Âyet Sonra o, kura çekti ve kaybedenlerden oldu şeklinde meallendirilmiştir. Oysa biz bu iki sözcüğün konumuz olan Âyete alışılmışın dışında bir anlam kazandırdığı kanaatindeyiz. Bu nedenle her iki sözcüğü de daha yakından inceleyeceğiz:

ساهم - SÂHEME:
Bu sözcüğün kökü سهم - sehm sözcüğüdür. Sehme , bazen "nasip, haz" anlamında kullanılsa da, sözcüğün esas anlamı "ok"; kumarda, kur'a çekiminde kullanılan ok demektir. Sözcük "yüzün değişmesi[hastalıktan, can sıkıntısından, mahcubiyetten sararması, kızarması]" anlamında da kullanılır.

Konumuz olan Sâheme ise, aynı kök fiilin Mufaale kalıbından gelen bir sözcüktür. Mufaale kalıbı fiile "müşâreket [işteşlik]" anlamı kazandırdığından, Sâheme fiili de bu kalıpta "ok çekişti" anlamına gelmektedir.

141. Âyete bu anlam gözetilerek bakıldığında, Yûnus peygamberin bindiği gemide birileri ile tartıştığı [karşılıklı okları çekiştikleri] ya da Yûnus peygamberin kendi kendisiyle mücadele edişi, aklı ile hissi arasındaki oklaşması, kavgası anlatılmak istenmiştir. Zaten 145. Âyette o sakim iken [fikir sancısı çeker iken]" ifadesi yer almaktadır. Müşâreket her zaman çokluk arasında olmayıp tek kişide de olabilir. Yûnus peygamber kendi kendine yapmış olduğu fikir jimnastiği de işteşlik içeren bir eylemdir.

المدحضين - MÜDHADÎYN:
Bu sözcüğün kökü دحض - d-h-d fiili olup "kaygan bir mahalden ayağı kaydı" demektir. Konumuz olan müdhadîyn sözcüğü bu fiilin if'al kalıbından gelmiştir ve anlamı "ayağın kaydırılması" demektir. Sözcük atın, devenin ayağının kayması anlamında kullanıldığı gibi, kişinin tezi için ileri sürdüğü delillerin iptal edilmesi, işe yaramaması anlamında da kullanılır.

Buna göre, konumuz olan sözcüğün anlamı da "ayağı kaydırılmışlardan, delili iptal edilmiş, tezi çürütülmüş olanlardan" demektir.

Sözcük, konumuz olan Âyetten başka şu Âyetlerde de kullanılmıştır:

(Kehf: 56) Ve Biz, Elçileri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Küfretmiş olan kişiler de hakkı bâtılla iptal etmek [ortadan kaldırmak] için mücadele ediyorlar. Ve onlar, Âyetlerimizi ve korkutuldukları şeyleri alaya aldılar.

(Mü'min: 5) Onlardan önce Nûh kavmi ve onlardan sonraki bir takım hizipler yalanladı. Her ümmet, kendi elçilerini yakalamak için teşebbüste bulundu; kendisiyle hakkı bâtılla gidermek için mücadele ettiler. Ben de onları yakalayıverdim. İşte, azabım nasıl oldu?

(Şûrâ:16) Ve kendisine icabet edildikten sonra Allah hakkında tartışanlar; onların kanıtları Rableri katında iptal edilmiştir. Ve onların üzerinde bir gazap vardır, çetin azap da onlar içindir.

Artık anlaşılmış olmalı ki, Yûnus peygamber ne kura çekmiş, ne de kurada kaybetmiştir. O, kaçış sebeplerinin gerekçelerinin geçerli olmadığını anlamıştır. Ya da birileri ona bunu anlatmıştır.

KAÇMAK-HİCRET:
Âyette Yûnus peygamberin kaçtığı, hem de sahibinden kaçan bir köle gibi kaçtığı anlatılmaktadır. Bunun açık anlamı "görevden kaçmak"tır. Hicret ise üstlenilen görevi, görevi verenin izni veya emri ile bir başka yerde sürdürmeye gitmektir. Peygamberimiz Mekke'den ayrılırken görevden değil Mekkelilerden kaçıyordu. Amacı üstlendiği görevi başka ortamlarda devam ettirmekti. Bu nedenledir ki, peygamberimizin hicreti hem emirle olmuş, hem de hicret edenler övgüye mazhar olmuşlardır. Peygamberimizin hicreti ile Yûnus peygamberin kaçışı arasındaki temel fark budur.

(Müzzemmil: 10) Onların söylediklerine/söyleyeceklerine sabret! Ve güzelce ayrıl onlardan.

(Bakara: 218) Şüphesiz ki iman eden kimseler, hicret eden kimseler ve Allah yolunda gayret gösteren kimseler, Allah'ın rahmetini umarlar. Ve Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

(Âl-i İmrân: 195) Bunun üzerine Rableri onlara karşılık verdi: "Şüphesiz Ben, sizden erkek olsun, kadın olsun –Ki bazınız bazınızdandır– [hepiniz aynısınızdır] çalışanın amelini zayi etmem. Binaen aleyh göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, Benim yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve öldürülenler; elbette onlardan kötülüklerini örteceğim ve Allah katından bir sevap olarak, onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Ve Allah, sevabın güzeli Kendi katında olandır.

Saffat Sûresinin 145. Âyetindeki Sonra Biz, o hasta iken [fikir sancısı çekerken]... ifadesinden, Yûnus peygamberin de İbrâhîm peygamber gibi bir hayli fikir işkencesi, zihinsel çile çektiği anlaşılmaktadır.

Sâffât Sûresinin 142–145. Âyetlerinden anlaşılan durum şudur:

"Yûnus peygamber Allah'a tövbe edip yakarmış, Allah da onu içinde bulunduğu karanlıklardan, bunalımdan kurtarmıştır. Yûnus peygamber daha sonra kavmine gitmiş, onları tekrar Allah'a çağırmıştır. Kavmi de bu kez çağrısına kulak vermiş, yüz bini aşkın nüfusuyla Yûnus peygambere iman etmiştir."
Kaynak:İşte Kur'an

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet ediniz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
Anonymous (4. March 2011), kamer (3. March 2011), Miralay (3. March 2011)
Alt 3. March 2011, 11:33 AM   #6
Derin Düşünce
Uzman Üye
 
Derin Düşünce - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2011
Bulunduğu yer: Bursa
Mesajlar: 120
Tesekkür: 413
79 Mesajina 268 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
Derin Düşünce has much to be proud ofDerin Düşünce has much to be proud ofDerin Düşünce has much to be proud ofDerin Düşünce has much to be proud ofDerin Düşünce has much to be proud ofDerin Düşünce has much to be proud ofDerin Düşünce has much to be proud ofDerin Düşünce has much to be proud of
Standart

Sanırım asıl soru şu? Kitap nicin, daha basit ve yalın bir ifade tarzı kullanılmadı? Neden Yunus peygamber hırsından ve doyumsuzlugundan dolayı kacmak istedi de, yaptıgı yanlıstan dolayı, dustugu sıkıntı icinde karanlıklara gark oldu. Üzüntü ve zihinsel bunalım dan sonra tevbe etti. Sonra onu affettik ve selamete cıkardık, tovbesini kabul ettik. Oda tovbesine sadık kalıp irsadına devam etti demek yerine, bu ve buna benzer misalleri, kişiyi konunun aslından cok uzaklara goturecek sekilde dillendirmistir? Bundaki sır nedir? Neden yahudisinden hristiyanına ve dahi muslumanına kadar insanların yanlıs bir anlam uzerinde ittifak etmesine sebeb olacak bir yontem kullanıldı?
__________________
Rabbim! ilmimizi, anlayışımızı, imanımızi ve sıdk üzere yakinimizi çoğalt! Rabbim! gerçeğe erdirdikten sonra kalplerimizi o gerçekten saptırma; bize indinden rahmet bağışla; kesinlikle sen sonsuz bağışlarda bulunansın. Rabbim! Dünyada ve ahirette sen bizim velimizsin. Bizim canımızi müslüman olarak al ve bizi iyilere kat. Rabbim! Ayrılığa düştükleri şeyler konusunda kulların arasında en iyi sen hükmedersin. Rabbimiz bizi, suan üzerinde bulundugumuzdan daha doğru olana ulaştır.

Konu Derin Düşünce tarafından (3. March 2011 Saat 11:37 AM ) değiştirilmiştir.
Derin Düşünce isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Derin Düşünce Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Anonymous (4. March 2011), hiiic (4. March 2011)
Alt 3. March 2011, 04:26 PM   #7
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum Değerli Derindüşünce Kardeşim!

Her dilin kendine özgü anlatım özellikleri vardır. Bunlar "Edebi sanat" olarak adlandırılırlar. Edebiyat derslerinde bunların örnekleri bolca gösterilir.

Kur'ân da Arap dili ve edebiyatına uygun olarak inmiş ve onların teşbih, istiare vb. beyan üslûplarında takip ettikleri yöntemleri takip etmiştir. Bu nedenledir ki klasik kaynaklarda Kur'ân teşbihleri işlenirken bol bol cahiliye şiirlerinden örnekler kullanılmıştır.

Kur'an'da insanlar yanlış üzerinde birleşecek şekilde dil kullanılmamıştır. Bütün sorun metne sadakat ve Arabiyyen özelliğine dikkat edilip edilmediği ile ilgilidir.Meallerde görülen en büyük sorun da budur. Aynı sorun ne yazık ki tefsirlerde de vardır. Tefsirlerin çoğunluğu "rivayet tefsiridir".Tefsirler okunduğunda büyük çoğunluğunda metne ve Arabiyyen özelliğinine sadık kalınmadığı bunların gözönünde bile bulundurulmadığı ve rivayete göre anlamlandırıldığı görülür.


Buraya
bakar mısınız?

Değerli Kardeşim!
Rabbımız,Nisa 82. âyette, "Efela yetedebberunel Kur'an ve lev kâne min ındi ğayrıllahi levecedu fiyhıhtilafen kesiyra"

Hâlâ Kur’ân'ı gereği gibi düşünmezler mi? Eğer ki o, Allah'tan başkası tarafından olsaydı, kesinlikle onun içinde birçok karışıklıklar bulurlardı ifadesiyle, ikiyüzlülerin Kur’ân'ı tetkik etmeleri, Kur’ân'dan yola çıkarak gerçeği görmeleri istenmektedir. Zira Kur’ân'da fizik, kimya, biyoloji ve astroloji gibi bilim dallarına ait bilgiler verilmesine rağmen onda bir kusur ve çelişki yoktur, bulunmamıştır, bulunamamıştır ve bulunamayacaktır. Eğer bu kitap Allah'tan başkası tarafından oluşturulsaydı, içinde mutlaka bir kusur ve çelişki olurdu. Bu hacimdeki bir kitabın, kusursuz ve çelişkiden âri olarak meydana getirilmesi beşer gücünün üstündedir:

Peki, onlar, Kur’ân'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde kilitleri mi var? (Muhammed/24)

(Bu,) temiz akıl sahipleri onun âyetlerini düşünsünler ve öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz bereketli bir kitaptır. (Sâd/29)

Kur’ân'ın mucize olduğu hususu, birçok yerde zikredilmiştir:

İşte bu kitap; kendisinde hiç kuşku yoktur, ğaybda iman eden, salâtı ikâme eden, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak eden, sana indirilene ve senden önce indirilene iman eden muttakiler –ki bunlar, âhirete de kesinlikle inanırlar– için bir kılavuzdur. (Bakara/2-4)

Kendisinde şüphe olmayan bu kitabın indirilişi, âlemlerin Rabbindendir. (Secde/2)

Ve andolsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir Kur’ân [okuma] olarak; takvâlı davransınlar diye bu Kur’ân'da insanlar için her türlüsünden örnek verdik. (Zümer/27-28)

Hamd [tüm övgüler], katından şiddetli azaba karşı uyarmak, sâlihâtı işleyen mü’minlere, şüphesiz kendileri için, içinde sürekli kalıcılar olarak güzel bir mükâfât bulunduğunu müjdelemek ve, “Allah çocuk edindi” diyenleri uyarmak için kuluna, gözetici olarak, kendisi için hiç bir pürüz kılmadığı Kitab'ı indiren Allah içindir. (Kehf/1-4)




Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 4 Kisi:
Anonymous (4. March 2011), Derin Düşünce (4. March 2011), hiiic (4. March 2011), Miralay (3. March 2011)
Alt 4. March 2011, 07:17 AM   #8
Derin Düşünce
Uzman Üye
 
Derin Düşünce - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2011
Bulunduğu yer: Bursa
Mesajlar: 120
Tesekkür: 413
79 Mesajina 268 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
Derin Düşünce has much to be proud ofDerin Düşünce has much to be proud ofDerin Düşünce has much to be proud ofDerin Düşünce has much to be proud ofDerin Düşünce has much to be proud ofDerin Düşünce has much to be proud ofDerin Düşünce has much to be proud ofDerin Düşünce has much to be proud of
Standart

Eyvallah dost1. Bu soruları bir amac uzere sordugumu bilmenizi istiyorum. ^^

Hanifmuslimin vaazettigi konuyu okuduk kabul ettik. Arapca belagatında tesbih sanatının kullanıldıgını, tesbihlerin neden, nicin kullanıldıgını, kuranın bu sanatı ne sekilde icra ettigi konusundaki izahatlar tatminkar idi. Ancak devamında su soruyu sormam icab eder. Tevrat ve incilde de yunus kıssası anlatılır. Ve dikkat ederseniz konunun izahatındaki farkları bir kenera bıraktıgımızda, balık hikayesi neredeyse Kuranla ortusur. Diğer kutsal metinlerde de Yunusun, bir balıgın karnında bir sure gecirdiginden bahseder. Peki tevrat ve incilin kullandıgı dillerde de aynı sekilde tesbih sanatı mı mevcuttur. Oradaki misallerde yontem aynı mıdır, nasıl anlamalı ve degerlendirmeliyiz?

Selam ve dua ile.
__________________
Rabbim! ilmimizi, anlayışımızı, imanımızi ve sıdk üzere yakinimizi çoğalt! Rabbim! gerçeğe erdirdikten sonra kalplerimizi o gerçekten saptırma; bize indinden rahmet bağışla; kesinlikle sen sonsuz bağışlarda bulunansın. Rabbim! Dünyada ve ahirette sen bizim velimizsin. Bizim canımızi müslüman olarak al ve bizi iyilere kat. Rabbim! Ayrılığa düştükleri şeyler konusunda kulların arasında en iyi sen hükmedersin. Rabbimiz bizi, suan üzerinde bulundugumuzdan daha doğru olana ulaştır.

Konu Derin Düşünce tarafından (4. March 2011 Saat 07:39 AM ) değiştirilmiştir.
Derin Düşünce isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Derin Düşünce Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
Anonymous (4. March 2011), hiiic (4. March 2011), Miralay (4. March 2011)
Alt 4. March 2011, 02:59 PM   #9
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Derin Düşünce Kardeşim!

Alıntı:
Derin Düşünce Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Eyvallah dost1. Bu soruları bir amac uzere sordugumu bilmenizi istiyorum. ^^

Bu soruları sorma amacınızı açık olarak bildirirseniz mutlu oluruz.

Alıntı:
Derin Düşünce Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Hanifmuslimin vaazettigi konuyu okuduk kabul ettik. Arapca belagatında tesbih sanatının kullanıldıgını, tesbihlerin neden, nicin kullanıldıgını, kuranın bu sanatı ne sekilde icra ettigi konusundaki izahatlar tatminkar idi.
Allah, yazan kardeşimizden de sizden de razı olsun.

Alıntı:
Derin Düşünce Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Ancak devamında su soruyu sormam icab eder. Tevrat ve incilde de yunus kıssası anlatılır. Ve dikkat ederseniz konunun izahatındaki farkları bir kenera bıraktıgımızda, balık hikayesi neredeyse Kuranla ortusur.
Örtüşüp örtüşmediğine bakalım inşaAllah.

KİTABI MUKADDESDE YÛNUS:

YÛNUS RABB'DEN KAÇIYOR:
RABB bir gün Amittay oğlu Yûnus'a, "Kalk, Ninova'ya, o büyük kente git ve halkı uyar" diye seslendi, "Çünkü kötülükleri önüme kadar yükseldi." Ne var ki, Yûnus RABB'in huzurundan Tarşiş'e kaçmaya kalkıştı. Yafa'ya inip Tarşiş'e giden bir gemi buldu. Ücretini ödeyip gemiye bindi, RABB'den uzaklaşmak için Tarşiş'e doğru yola çıktı. Yolda RABB şiddetli bir rüzgâr gönderdi denize. Öyle bir fırtına koptu ki, gemi neredeyse parçalanacaktı. Gemiciler korkuya kapıldı, her biri kendi ilahına yalvarmaya başladı. Gemiyi hafifletmek için yükleri denize attılar. Yûnus ise teknenin ambarına inmiş, yatıp derin bir uykuya dalmıştı. Gemi kaptanı Yûnus'un yanına gidip, "Hey! Nasıl uyursun sen?" dedi, "Kalk, tanrına yalvar, belki halimizi görür de yok olmayız." Sonra denizciler birbirlerine, "Gelin, kur'a çekelim" dediler, "Bakalım, bu bela kimin yüzünden başımıza geldi." Kur'a çektiler, kur'a Yûnus'a düştü. Bunun üzerine Yûnus'a, "Söyle bize!" dediler, "Bu bela kimin yüzünden başımıza geldi? Ne iş yapıyorsun sen, nereden geliyorsun, nerelisin, hangi halka mensupsun?" Yûnus, "İbrani'yim" diye karşılık verdi, "Denizi ve karayı yaratan göklerin Tanrısı RABB'be taparım." Denizciler bu yanıt karşısında dehşete düştüler. "Neden yaptın bunu?" diye sordular. Yûnus'un RABB'en uzaklaşmak için kaçtığını biliyorlardı. Daha önce onlara anlatmıştı. Deniz gittikçe kuduruyordu. Yûnus'a, "Denizin dinmesi için sana ne yapalım?" diye sordular. - Yûnus, "Beni kaldırıp denize atın" diye yanıt verdi, "O zaman sular durulur. Çünkü biliyorum, bu şiddetli fırtınaya benim yüzümden yakalandınız." Denizciler karaya dönmek için küreklere asıldılar, ama başaramadılar. Çünkü deniz gittikçe kuduruyordu. RABB'e seslenerek, "Ya RABB, yalvarıyoruz" dediler, "Bu adamın canı yüzünden yok olmayalım. Suçsuz bir adamın ölümünden bizi sorumlu tutma. Çünkü sen kendi istediğini yaptın, ya RABB." Sonra Yûnus'u kaldırıp denize attılar, kuduran deniz sakinleşti. Bu olaydan ötürü denizciler RABB'en öyle korktular ki, O'na kurbanlar sundular, adaklar adadılar. Bu arada RABB Yûnus'u yutacak büyük bir balık sağladı. Yûnus üç gün üç gece bu balığın karnında kaldı. ( Kitab-ı Mukaddes, Yûnus, 1:1-17 )

YÛNUS'UN DUASI

Yûnus balığın karnından Tanrısı RABB'e şöyle dua etti: "Ya RABB, sıkıntı içinde sana yakardım, yanıt verdin bana. Yardım istedim ölüler diyarının bağrından, kulak verdin sesime. Beni engine, denizin ta dibine fırlattın. Sular sardı çevremi. Azgın dalgalar geçti üzerimden. 'Huzurundan kovuldum' dedim, 'Yine de bakacağım kutsal tapınağına.' Sular boğacak kadar kuşattı beni, çevremi enginler sardı, yosunlar dolaştı başıma. Dağların köklerine kadar battım, Dünya sonsuza dek sürgülendi arkamdan. Ama ya RABB, Tanrım, canımı sen kurtardın çukurdan. Soluğum tükenince seni andım, ya RABB, duam sana, kutsal tapınağına erişti. Değersiz putlara tapanlar, nankörlük etmiş olurlar. Ama şükranla kurban sunacağım sana, adağımı yerine getireceğim. Kurtuluş senden gelir, ya RABB!" RABB balığa buyruk verdi ve balık Yûnus'u karaya kustu. (Kitab-ı Mukaddes, Yûnus, 2:1-10)

YÛNUS RABB'E BAĞLILIK GÖSTERİYOR.
RABB Yûnus'a ikinci kez şöyle seslendi: "Kalk, Ninova'ya, o büyük kente git ve sana söyleyeceklerimi halka bildir." Yûnus RABB'in sözü uyarınca kalkıp Ninova'ya gitti. Ninova öyle büyük bir kentti ki, ancak üç günde dolaşılabilirdi. Yûnus kente girip dolaşmaya başladı. Bir gün geçince, "Kırk gün sonra Ninova yıkılacak!" diye ilan etti. Ninova halkı Tanrı'ya inandı. Oruç ilan ederek büyüğünden küçüğüne hepsi çula sarındı. Ninova Kralı olanları duyunca, tahtından kalkıp kaftanını çıkardı; çula sarınarak küle oturdu. Ardından Ninova'da şu buyruğu yayımladı: "Kral ve soyluların buyruğudur: Hiçbir insan ya da hayvan -ister sığır, ister davar olsun- ağzına bir şey koymayacak, otlamayacak, içmeyecek. Bütün insanlar ve hayvanlar çula sarınsın. Herkes var gücüyle Tanrı'ya yakararak kötü yoldan, zorbalıktan vazgeçsin. Belki o zaman Tanrı fikrini değiştirip bize acır, kızgın öfkesinden döner de yok olmayız." Tanrı Ninovalıların yaptıklarını, kötü yoldan döndüklerini görünce, onlara acıdı, yapacağını söylediği kötülükten vazgeçti. (Kitab-ı Mukaddes, Yûnus, 3:1-10 )

YÛNUS TANRI'NIN ACIMASINI YADIRGIYOR

Yûnus buna çok gücenip öfkelendi. RABB'e şöyle dua etti: "Ah, ya RABB, ben daha ülkemdeyken böyle olacağını söylemedim mi? Bu yüzden Tarşiş'e kaçmaya kalkıştım. Biliyordum, sen lütfeden, acıyan, tez öfkelenmeyen, sevgisi engin, yapacağı kötülükten vazgeçen bir Tanrısın. Ya RABB, lütfen şimdi canımı al. Çünkü benim için ölmek yaşamaktan iyidir." RABB, "Ne hakla öfkeleniyorsun?" diye karşılık verdi. Yûnus kentten çıktı, kentin doğusundaki bir yerde durdu. Kendisine bir çardak yaptı, gölgesinde oturup kentin başına neler geleceğini görmek için beklemeye başladı. RABB Tanrı Yûnus'un üzerine gölge salacak, sıkıntısını giderecek bir keneotu sağladı. Yûnus buna çok sevindi. Ama ertesi gün şafak sökerken, Tanrı'nın sağladığı bir bitki kurdu keneotunu kemirip kuruttu. Güneş doğunca Tanrı yakıcı bir doğu rüzgârı estirdi. Yûnus başına vuran güneşten bayılmak üzereydi. Ölümü dileyerek, "Benim için ölmek yaşamaktan iyidir" dedi. Ama Tanrı, "Keneotu yüzünden öfkelenmeye hakkın var mı?" dedi. Yûnus, "Elbette hakkım var, ölesiye öfkeliyim" diye karşılık verdi. RABB, "Keneotu bir gecede çıktı ve bir gecede yok oldu" dedi, "Sen emek vermediğin, büyütmediğin bir keneotuna acıyorsun da, ben Ninova'ya, o koca kente acımayayım mı? O kentte sağını solundan ayırt edemeyen yüz yirmi bini aşkın insan, çok sayıda hayvan var." (Kitab-ı Mukaddes, Yûnus, 4:1-11)

Tevrât'ta yukarıdaki gibi yer alan Yûnus peygamberin hikâyesi, Kur’ân' ile yetinmeyen bazı Müslümanlar tarafından maalesef aşağıdaki şekilde bir ansiklopedik bilgi hâline getirilmiştir:

Geçmiş zamanlar Asurlular diye bir kavim vardı. Bu kavim Ninova şehrinde yaşardı. Ninova o vakitler en büyük şehirlerden biriydi. Hz. Yûnus da Allah tarafından bu kavme peygamber olarak gönderildi. Hz. Yûnus peygamber olduğu zaman 30 yaşındaydı. Ninova halkı ticaret ile uğraşan zengin bir ahaliydi. Bu zenginlik halkın gözünü kamaştırıp doğru yoldan ayrılmalarına neden oldu. Artık putlara tapıyorlardı. Ahreti düşünmez olmuşlardı. Hz. Yûnus Ninovalıları Allah yoluna davet etti. Hz. Yûnus'a çokça küfürler edildi. Ancak O, yılmadan, yorulmadan, sabırla tam 33 sene boyunca herkesi doğru yola çağırdı. Allah'ın emri ile belli zaman sonra başlarına bir felaket geleceğini anlattı. Hz. Yûnus'un söylediklerine inananlar da inanmayanlar da olmuştu. Hz Yûnus Allah'tan izin almadan kavminden ayrıldı. Felaket günü yaklaşıyor, herkes Hz. Yûnus'u arıyordu. Fakat kimse bulamıyordu. Hz. Yûnus Dicle kıyısında bir gemiye bindi. Kendisi ile birlikte gemiye binen başkaları da olmuştu. Denize açıldılar. Bu arada Ninova çok hareketliydi. Çünkü Hz. Yûnus'un söylediği gün gelip çatmıştı. Gündüz aniden güneş yok oldu. Her taraf karanlığa büründü. Etrafta çok korkunç sesler vardı. Herkes birbirine Hz. Yûnus'u soruyordu. Şehirdeki putları kırdılar. Allah'a dualar ettiler, yalvardılar. Allah duaları kabul etti. Beklenen felaketi yaratmadı.Hz. Yûnus ise gemideydi. Nasıl olduysa gemi gitmiyordu. Üstelik hiçbir sebebi de yoktu. Gemi batmak üzereydi. Aralarında bir karar aldılar. Kur'a çekilecek ve bir kişi gemiden atılacaktı. Kur'a çekildi. Hz. Yûnus çıktı. Kur'ayı yenilediler, tekrar Hz. Yûnus çıktı. Hz. Yûnus kalktı ve gömleğini çıkardı. Allah'ın izni olmaksızın kavminden ayrılmıştı. Bu hatası hiç aklından çıkmıyordu. Gün batımında Allah'a tövbe ederek kendini engin sulara attı.Yaptığı tövbeyi Yüce Allah kabul etti. Hz. Yûnus'u kurtarması için büyük bir balık gönderdi. Hz. Yûnus denizin sularına gömüldüğünde, balık Hz. Yûnus'u yuttu, Hz. Yûnus'u karnında muhafaza etti. Daha sonra kıyıya geldiğinde Hz. Yûnus'u kıyıya bırakıp uzaklaştı. Hz. Yûnus çok yorgundu, yürüyemiyordu. Sürünerek kumsala doğru ilerledi. Çevreye bakındı. Böcekleri ve zararlı hayvanları gördü. Oraya yığılıvermişti. Çok yakıcı bir güneş vardı. Yüce Allah bir bitki yarattı. Bu bitkinin adı Yaktin idi. Yaktin çok çabuk büyüdü. Hz. Yûnus'u güneşten ve böceklerden korudu. Artık Hz. Yûnus kendine gelmişti. Fakat nerede olduğunu biliyordu. Yola koyulmak için hazırlıklar yaptı. Sonra yola çıktı. Çok uzun bir yolculuktan sonra Ninova'ya vardı. Hz. Yûnus nihayet kavminin yanına varmıştı. Ninova'da Hz. Yûnus büyük bir sevgi ve saygıyla karşılandı, Hz. Yûnus gördü ki putlar yok olmuş, kavmi yalnız ve yalnız Yüce Allah'a ibadet ediyordu. Ninovalılar, doğru yolu bulmuştu. Hz, Yûnus çok sevindi. Gördükleri onu çok etkilemişti. Şükretti. Hz. Yûnus uzun yıllar kavmi ile beraber Allah'a ibadet ederek yaşadı. Ölümünün yaklaştığı zaman Ninova'dan ayrıldı. Kimse nereye gittiğini bilmiyordu. Daha sonra bilinmeyen bir tarihte, bilinmeyen bir yerde öldü. Hz. Yûnus'un Asurlulardan ayrı kalması ile beraber, kavim yeniden dinden uzaklaştılar. Bunun üzerine Allah Ninova şehrini düşmanların işgaline izin verdi. Böylece Asurlular devleti yıkıldı.
Bunlardan başka, yaşının 1.000'in üstünde olduğu, 950 sene peygamberlik yaptığı gibi Yûnus peygamberle ilgili üretilmiş daha birçok Kur’ân dışı senaryo mevcuttur. Biz bu örneklerin sayısını arttırmakta yarar görmemekle beraber, bu hikâyelerdeki tutarsızlıkları görmezden gelmek de istemiyoruz.

Meselâ coğrafî bilgiler ve o günün teknolojik seviyesi dikkate alınarak düşünüldüğünde, Tevrât'ta Yûnus peygamberin kaçma teşebbüsüyle ilgili olarak anlatılanların gerçek olması mümkün görünmemektedir. Çünkü Tevrât'ta geçen Ninova, Yafa ve Tarşiş ile ilgili coğrafî ve tarihî bilgiler şöyledir:

Ninova: Asur krallığının başkenti. Dicle'nin sol kıyısında, ırmağın Hoser ile birleştiği yerde… (M. Laorusse c:9, s:362)

Yafa: İsrâil devletinde şehir. Tel Aviv'in varoşu. Akdeniz'e hâkim yüksek bir burunda. Sayfiye yeri … (M. Laorusse c:12, s:686)

Tarşiş: Esk coğ. Tartessos ülkesinin adlarından biri. Endülüs bölgesine o sırada Tartessos (Tharsis) ülkesi adı veriliyordu … (M. Laorusse c:11, s:911-913)

Bazı eserlerde "Tarşiş" sözcüğü "Tarsus" olarak değiştirilse bile Tevrât'taki sözcük "Tarşiş"tir. Bu bilgilere göre Yûnus peygamberin gemisinin Doğu Akdeniz'de bir liman kenti olan Yafa'dan kalkıp Akdeniz'i bir uçtan bir uca geçerek İspanya'ya kadar gidebilecek bir gemi olması gerekmektedir ki, o çağlardaki gemilerin bu kadar uzun bir yolculuğu yapabilmesi imkânsızdır.
Yûnus peygamberin Tevrât'ta anlatılan hikâyesindeki bir başka mantıksız olay da, bir insanı bir bütün olarak yutabilecek bir balığın mevcudiyeti ve o insanın bu balığın karnında üç gün süreyle kalmasıdır. Bir insanı parçalamadan yutabilecek bir balık hayal edilse bile sindirim sistemi çalışmayan bir balık düşünülemez. Kaldı ki, böyle bir balığın var olamayacağı konusunda Kur’ân'da da bir işaret vardır. Şöyle ki; Sâffât Sûresi’nin 143, 144. Âyetlerinde , -eğer tespih edenlerden olmasaydı- Yûnus peygamberin diriliş gününe kadar balığın karnında kalacak olduğunu bildirmektedir. Yani, sözcüklerin hakikat manaları ile değerlendirilmesi durumunda, Âyetten bu balığın Yûnus peygamberi karnında taşıyarak kıyamet gününe kadar yaşayacağı anlamı çıkar ki, böyle bir şey mümkün değildir. Kur’ân mantıksız, akıl dışı bir husus içermediğine göre, Yûnus peygamberin balık tarafından yutulması, olsa olsa bir kinayedir.

Bu mantıksızlıklar bir yana, Tevrât'ta Yûnus peygamber hakkında yazanlar ve bunlara dayanarak uydurulan hikâyeler Kur’ân ile de uyuşmamaktadır:

Yûnus peygamberin kaçışı Kur’ân'da ibak sözcüğü ile ifade edilmiştir. Bu sözcük, "Kölenin efendisinden kaçışı" demek olup -Tevrât'taki gibi- "Rabbin önünden kaçmak" anlamına gelmez.
Zaten Kalem Sûresi’nin 50. ve Sâffât Sûresi’nin 147, 148. Âyetlerine göre

Elçilik görevi Yûnus peygambere bu kaçmaya çalışma macerasından sonra verilmiştir.

Kur’ân Yûnus peygamberin dopdolu bir gemiye doğru kaçtığını bildirmektedir. Yani, Yûnus peygamber gemiye doğru kaçmış ama ona binmemiştir.

Çünkü Âyetteki ifadede yaklaştırma edatı olan ila harf-i cerri kullanılmıştır. Eğer zarfiyyet edatı olan fi harf-i cerri kullanılsa idi, bundan Yûnus peygamberin dopdolu gemiye bindiği ve dopdolu gemide kaçtığı anlaşılırdı.

Yolculuk esnasında geminin fırtınaya yakalanması ve Yûnus peygamberin denize atılması gibi olaylar ise Kur’ân'da hiç yer almamaktadır.

Yûnus peygamberin Kur’ân dışı hikâyesindeki akıl dışı olayları mu’cize kabul ederek Allah'ın kudretinin bunları yapmaya yeteceğini ileri sürmek, bize göre yanlıştır. Çünkü Yûnus peygamber kıssası gibi kıssaların Kur’ân'da yer alma sebebi, Rabbimizin bir güç gösterisi veya muktedir olduğu mu’cizelerin beyanı değildir. Ayrıca bu olaylar bir mu’cize de değildir. Mu’cize olabilmesi için söz konusu olayların bir peygamber tarafından, getirdiği mesajın doğruluğunu ispat etmek üzere ve herkesin gözleri önünde yapılmış olması gerekir.

Şüphesiz ki Yüce Allah her şeye kadirdir. Fakat buradaki konu Rabbimizin kudreti değil, Yûnus peygamber hakkında anlatılanların gerçekten meydana gelip gelmediğidir. Yani burada şu soruya cevap aranmalıdır:

Acaba, Sâffât 143–144. Âyetlerinde sözü edilen olay, sözcüklerin hakikat manaları doğrultusunda gerçekten meydana gelmiş midir, yoksa bu sözcükler Âyetlerde mecaz anlamda mı kullanılmıştır?

Kur’ân'ın anlatım özellikleri ve Âyet çeşitleri dikkate alındığında, bazı sözcüklerin mecaz anlamlarda kullanıldığı, dolayısıyla da Yûnus peygamber ile ilgili ifadelerin Müteşâbih olduğu anlaşılmaktadır:

1- Kalem Sûresi’nin 48. Âyetindeki makzum sözcüğü aslında "boğazın tıkanması, sıkıntıdan nefes alamamak" demektir. Sözcüğün bu anlamı Türkçeye "nefes nefese", "soluk soluğa", "havasızlıktan boğulacak hâlde" deyimleriyle çevrilebilir. Ancak bu nefes darlığı, içinde bulunulan dertten, sıkıntıdan, ıstıraptan da kaynaklanabilir. Nitekim Yûnus peygamberle ilgili diğer Âyetler göz önüne alındığında, bu nefes darlığının sözcüğün hakikat anlamına uygun olarak havasızlıktan değil, sıkıntıdan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

2- Enbiyâ Sûresi’nin 87. Âyetinde Yûnus peygamberin karanlıklar içinde olduğu bildirilmiştir. Buradaki karanlık da yine sözcüğün hakikat anlamına uygun olan "ışıksızlık" değil, zihinsel bunalımdır. Bunu anlamak için Bakara Sûresi’nin 257. Âyetine bakmak gerekir:
(Bakara: 257) Allah, iman sahiplerinin Velî'sidir; [yol gösteren, yardım eden, koruyan yakınıdır] onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfre sapanlara gelince, onların Yakın Kimseleri tağuttur ki, kendilerini Nûrdan karanlığa çıkarır. Bunlar cehennem halkıdır. Orada sürekli kalacaklar onlar.
Görüldüğü gibi ne Yüce Allah karanlıkta kalanları kurtarmak için onlara ışık tutacağını söylemekte, ne de tağut saptırdıklarını ışıklarını söndürmek suretiyle karanlığa sürüklemektedir. Dolayısıyla Nur "manevî aydınlık, mutluluk"; karanlık da "zihinsel karanlık, bunalım" anlamına gelmektedir.

3- Enbiyâ Sûresi’nin 88. Âyetinde Rabbimiz Yûnus peygamberi ğamm’dan kurtardığını bildirmektedir. Ğamm sözcüğü ve türevleri hakikat manasında "bulut" demektir. Fakat sözcük mecazen "keder, üzüntü, sıkıntı, bunalım, karanlık" anlamlarında da kullanılır. Nitekim Türkçeye de bu anlamıyla geçmiştir. Dolayısıyla ğamm sözcüğü bu Âyette Yûnus peygamberin buluttan kurtarıldığını değil, üzüntüden, sıkıntıdan kurtarıldığını ifade etmektedir.

4- Sâffât Sûresi’nin 142. Âyetindeki o’nu Hût yutmuştu ifadesi, Yûnus peygamberle ilgili diğer Âyetler göz önüne alındığında Yûnus peygamberin üzüntüye boğulduğu, sıkıntıya düştüğü, bunalıma girdiği anlamına gelmektedir. Yûnus peygamberin dopdolu [yükünü tamı tamına almış] bir gemiye doğru kaçtığı [gittiği] hatırlanacak olursa, dopdolu olması sebebiyle gemiye binememesi onu üzmüş, bunalıma düşürmüş olmalıdır. Çünkü Yûnus peygamber, gemiye binmek isteyen birçok yolcu arasında, kimin gemiye bineceğini belirlemek için çekilen kur'ada kaybetmiş, gemiye binip kaçamamış, bu yüzden de üzülmüş, sıkılmış ve bunalmıştır. Yûnus peygamberin -eğer tespih edenlerden olmasaydı- diriliş gününe kadar balığın karnında kalacak olduğunun bildirilmesi ise Yûnus peygamberin sıkıntısının, bunalımının uzun süreceğinden kinayedir.
Gerek حوت - hût sözcüğünün esas anlamı, gerekse Yûnus peygamber ile ilgili ifadelerin Müteşâbih olması, Yûnus peygamber ile ilgili Âyetlerdeki hût sözcüğünün "balık" anlamında kullanılmadığını göstermektedir. Buradan hareketle denilebilir ki, Kehf Sûresi’nin 61.-63. Âyetlerinde geçen Mûsâ peygamberin hût’u da Yûnus peygamberin hût’u gibi balık değil, düşmüş olduğu bunalımdır, karamsarlıktır.

A’raf ;163. Âyette de İsrâîloğullarının aç gözlülüğünün ifade edildiği yönündeki görüşümüzün gerekçesi açıklığa kavuşmuş olmaktadır. Çünkü artık "sebt" yapıldığında gelen "Hût"ların balık olmadığı anlaşılmış, bu "Hût"ların doymazlık sebebiyle oluşan karamsarlık, bunalım olduğu ortaya çıkmıştır. Buna göre, 163. Âyette geçen "sebt" yapılan günde "Hût"ların akın akın geldiğine ve "sebt" yapılmadığında gelmediğine dair ifadeden şu anlam çıkmaktadır:
İsrâîloğulları "sebt"e uydukları zaman iş yapıp para kazanmadıkları için çileden çıkıyorlar, aşırı derecede sıkıntıya, karamsarlığa, bunalıma düşüyorlardı. Yani, sebt günü İsrâîloğullarının bunalımları, sıkıntıları artıyordu. "Sebt"e uymadıkları takdirde ise çalışıp kazanç sağladıkları için doymazlıktan kaynaklanan o sıkıntıya düşmüyorlardı.

Hût sözcüğünün Araf;163. Âyette "balık" anlamında kullanılmadığının bir başka göstergesi de Âyetteki hîtânühüm [onların Hût’ları] ifadesi ile hût’ların kavme izafe edilmesidir. Gerçekte ise balıklar denize aittirler ve kavme ait olmaları söz konusu olamaz.
Bu bilgiler ışığı altında 163. Âyetten anlaşılan şudur:
Allah'ın kendilerine Haftada bir gün sebt yapacaksınız; dünya işleriyle uğraşmayacaksınız, ibadet edeceksiniz dediği İsrâîloğulları, sebte uydukları zaman iş yapıp para kazanmadıkları için çileden çıkıyorlar, aşırı derecede sıkıntıya, karamsarlığa, bunalıma düşüyorlardı. Yani, sebt günü İsrâîloğullarının bunalımları, sıkıntıları artıyordu.

Değerli Kardeşim!

Kitabı Mukaddesde anlatılanları gördük. İslamı kaynaklarda anlatılanlara da bakalım mı?

Taberî'nin rivâyetine göre, Ebu Hureyre şöyle demiştir:
Resûlullah (sav) buyurdu ki: " Şanı yüce Allah, Yunus'u balığın karnında hapsetmeyi murat edince, balığa onu al, fakat etini çizme, kemiğini kırma, diye vahyetti. Balık onu aldı, sonra karnında olduğu halde denizdeki yerine kadar indirdi. Denizin dibine ulaşınca, Yûnus bir ses işitti. Kendi kendisine:

Acaba bu ne? diye sordu. Şanı yüce Allah balığın karnında olduğu halde ona:

Bu denizdeki canlıların tesbihidir, diye vahyetti. Bunun üzerine o da balığın karnında olduğu halde tesbih etti. Melekler de onun tesbihini işittiklerinde:

Rabbimiz, biz alışılmadık bir yerde zayıf bir ses duyuyoruz, dediler. Yüce Allah şöyle buyurdu:

Bu benim kulum Yunus'tur. Bana karşı geldi. Ben de onu denizde balığın karnında hapsettim. Melekler: Her gün ve her gece kendisinin sâlih ameli sana yükselen o sâlih kul mu, diye sordular. Yüce Allah: Evet diye buyurdu. O vakit ona şefaatte bulundular, Yüce Allah da balığa buyurduğu gibi onu " hasta olduğu halde" kıyıya bırakmasını emretti. Yüce Allah'ın kendisini nitelendirdiği hastalığı da, balığın onu sahile et ve kemiği yaratılmış, yeni doğmuş küçük bir çocuk gibi bırakması idi."

Rivayet edildiğine göre, balık, gemi ile birlikte başını yukarı doğru kaldırarak yol alıyor ve nefes alıyordu. Yûnus da bu arada tesbih getiriyordu. Karaya varıncaya kadar balık o gemiden ayrılmadı. Sağlam bir şekilde onu dışarı bıraktı. Onda hiçbir değişiklik olmamıştı. Bunun üzerine Müslüman oldular. Bunu da Zemahşerî Tefsir'inde zikretmiş bulunuyor.

İbnu'l - Arabî de dedi ki: Bana arkadaşlarımızdan birçok kişi İmamu'l - Haremeyn Ebu'l - Mealî Abdu'l - Melik b. Abdillah b. Yûsuf el-Cüveynî'den şöyle dediğini haber vermişlerdir: Ona 'Yaratıcı herhangi bir cihette midir?' diye sorulmuş. 'Hayır, O bundan yüce ve münezzehdir' diye cevap vermiş. Ona: Buna delil nedir, diye sormuşlar. O da şöyle demiş:
Buna delil Peygamber (sav)'ın: " Benim Yûnus b. Metta'dan daha faziletli olduğumu söylemeyiniz hadisidir. Ona: Bu rivâyette delil olacak taraf nedir, diye sorulunca, şöyle demiş: Bu açıklamayı benim şu misafirim 1000 dinar alıp onunla bir borcunu ödeyinceye kadar yapmayacağım, dedi. Bunun üzerine iki kişi kalkıp: Bu 1000 dinarı ödemeyi biz üzerimize alıyoruz, dediler. el-Cüveynî: Hayır, iki kişi buna kefil olmasın. Çünkü bu ona ağır gelir, dedi. Birileri: Onu ödemeyi ben üzerime alıyorum, dedi. Bunun üzerine el-Cüveynî şöyle cevap verdi: Yûnus b. Metta kendisini denize attı ve balık onu yuttu. Denizin dibinde üç karanlık içine gömüldü ve " Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Şüphesiz ki ben zâlimlerden oldum" diye –Yüce Allah'ın haber verdiği şekilde– seslendi. Muhammed (s.a) ise yeşil Refref'in üzerine oturup onunla meleklerin kalem cızırtılarını işiteceği noktaya kadar yukarılara ulaşıp Rabbi onunla söyleşip vahyettiği şeyleri ona vahyettiği sırada, denizin karanlıklarındaki balığın karnında Yüce Allah'a Yûnus'tan daha yakın değildi. (Kurtubi; el-Camiu li Ahkami'l - Kur'ân)

KURA ÇEKİMİ ve YÛNUS'UN KENDİSİNİ DENİZE ATMASI:
Taberî'nin naklettiğine göre, Yûnus (a.s) gemiye bindiği vakit, gemi şiddetli bir fırtınaya tutuldu. Gemidekiler: Bu sizden birinizin günahı sebebiyledir, dedi. Yûnus bu günahı işleyenin kendisi olduğunu bilerek: Bu benim günahım sebebiyledir, haydi beni denize atınız, dedi. Onlar ise kura çekmeden böyle bir teklifi kabul etmediler. " Kura çekmişti de kaybedenlerden olmuştu."
Bunun üzerine onlara: Ben bu işin benim günahım sebebiyle olduğunu size söylemiştim, dedi. Ancak onlar yine onu ikinci defa kura çekmeden atmayı kabul etmediler. İkinci kurada da o yenilenlerden oldu. Fakat üçüncü bir defa daha kura çekmeden onu denize atmayı kabul etmediler. Üçüncü kurada da yenilenlerden oldu. Bunu görünce kendisini denize attı. Bu iş gece karanlığında olmuştu, onu balık yutmuştu.
Rivâyet edildiğine göre, o, gemiye yüzünü örterek binmiş ve uzakça olmayan bir yerde uyumaya çekilmişti. Tam bu esnada esen şiddetli bir rüzgâr neredeyse gemiyi batıracaktı. Gemidekiler bir araya gelip dua ettiler ve 'Şu uyuyan adamı da uyandırın, o da bizimle birlikte dua etsin' dediler. Onlarla birlikte Allah'a dua etti ve fırtına dindi. Arkasından Yûnus tekrar yerine dönüp uykuya daldı. Bir rüzgâr daha esti, nerdeyse gemi suda batacaktı. Yine onu uyandırdılar, Allah'a dua ettiler ve rüzgâr dindi.
Onlar bu halde iken oldukça büyük bir balık onlara doğru başını kaldırdı ve gemiyi yutmak istedi. Bunun üzerine Yûnus onlara: Arkadaşlar bu benden dolayı oluyor. Beni denize atacak olursanız, siz yolunuza devam edersiniz; rüzgâr da, sizi korkutan tehlikeler de biter. Onlar: Kura çekmeden seni atmayız, dediler. Kura kime çıkarsa, onu denize atarız. Derken kura çektiler ve kura Yûnus'a çıktı. Arkadaşlar beni atınız, benden dolayı bu işler başınıza geliyor, dediyse de onlar: Hayır, bir defa daha kura çekmeden bu işi yapmayız, dediler. Yine kura çektiler ve yine kura Yûnus'a çıktı. Onlara: Arkadaşlar beni denize atınız, benden dolayı bu işler başınıza geliyor, dedi. İşte Yüce Allah'ın: " Kura çekmişti de kaybedenlerden olmuştu" , yani 'kura ona çıkmıştı' buyruğu bunu anlatmaktadır. Bunun üzerine Yûnus'u alıp geminin baş taraflarına denize atmak üzere götürdüler. Baktılar ki balık ağzını açmış bekliyor. Bu sefer geminin öbür kıyısına onu getirdiler, yine balığı gördüler. Öbür tarafa onu götürdüler, yine balığın ağzını açmış beklediğini gördüler. Yûnus bu durumu görünce, o kendi kendisini attı ve balık da onu yakaladı. Yüce Allah balığa: "Ben onu sana rızık olarak vermedim. Senin karnını onun için bir kap kıldım," diye vahyetti. Balığın karnında kırk gün kaldı. " O bakımdan karanlıklar içerisinde: " Senden başka ilâh yoktur, Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zulmedenlerden oldum" diye seslenmişti. Biz de duasını kabul edip kendisini gamdan kurtarmıştık. Biz müminleri işte böyle kurtarırız." (Enbiyâ Sûresinin 87–88. Âyetleri) (Kurtubi; el-Camiu li Ahkami'l - Kur'ân)

KUR'ANIN KENDİSİNE ÇIKMASI:
İbn Abbas, Yûnus (a.s)'un kıssasıyla alâkalı olarak şunları anlatmıştır. " O, kavmiyle birlikte Filistin'de oturuyordu. Derken, bir kral onlarla savaştı, onlardan dokuz buçuk kabile esir aldı. Sonraları geriye sadece iki buçuk kabile kaldı. Hâlbuki Allah Teâlâ, İsrâîloğullarına, " Düşmanınız sizi esir alır veya başınıza bir musibet gelirse, bana dua edin, kabul edeyim" diye vahy etmişti. Onlar, bunu unutup da esir düşünce, Allah Teâlâ bir müddet sonra, İsrâîloğullarının peygamberlerinden birisine, " Falanca kavmin kralına git ve ona İsrâîloğullarına bir elçi [peygamber] göndermesini söyle" diye vahyetti. Derken bu kral da, kuvvetinden ve emin bir zat oluşundan dolayı Yûnus (a.s)'u seçti. Yûnus (a.s) da, " Allah bunu sana emretti" deyince, kral, " Hayır, ben, emin ve kuvvetli birisini göndermekle emrolundum. Sen ise, işte tam bu vasıftasın" dedi. Bunun üzerine Yûnus (a.s), " İsrâîloğulları içinde, benden daha kuvvetlileri var. O halde ne diye onları göndermiyorsun?" dedi. Kral onda ısrar edince, Yûnus (a.s) öfkelendi, çekip gitti. Derken, Rum Denizi [Akdeniz]'e geldi ve orada dopdolu bir gemi gördü. Derken, gemidekiler onu da gemiye aldılar. Gemi, denizin ortasına gelince, neredeyse batacak oldu. Bunun üzerine gemiciler, " İçinizde günahkâr ve asi var. Eğer böyle olmasaydı, herhangi bir fırtına ve apaçık bir sebep olmaksızın, böyle bir manzara gemide olmazdı!" dediler. Tüccarlar da, " Bizim başımıza böylesi şeyler gelmiştir; binaenaleyh, biz böyle bir şeyle karşılaştığımızda kur'a çekeriz. Kur'a kime isabet ederse, onu, suya atar boğardık. Çünkü tek bir kimsenin boğulması, herkesin ve her şeyin suya gark olmasından daha hayırlıdır" dediler. Derken, kur'a Yûnus (a.s)'a çıktı. Bunun üzerine tüccarlar, " Günah işlemeye biz, Allah'ın nebisinden daha uygunuz" dediler. Bu işi ikinci, üçüncü kez tekrarladılar. Ama her defasında da kur'a Yûnus (a.s)'a çıktı. Bunun üzerine Yûnus (a.s) " Durun, bu günahkâr benim" dedi, bir örtüye bürünerek kendisini denize attı.
Derken o balık onu yuttu. Allah Teâlâ da o balığa, " Onun kemiklerini kırma ve mafsallarını birbirinden koparma!" diye vahyetti. Derken bu balık, onu, önce Mısır'daki Nil nehrine, daha sonra Fars denizine, oradan el-Betâik Denizi'ne, derken Dicle'ye götürüp, derken onun yüzüne çıkararak, Nusaybin topraklarında düz ve geniş bir yere attı. Hz. Yûnus (a.s) bu sırada, üzerinde tüyü ve deri bulunmayan yolunmuş bir civciv gibiydi. Derken Allah, onun üzerine " Yaktın" ağacı bitirdi. O, hem bunun gölgesinden yararlanıyor, hem de, güçlenip kuvvetleninceye kadar onun mahsulünden istifade ediyordu. Daha sonra o toprak, ağacı yedi bitirdi. Derken, kökünden yere devrildi. Yûnus (a.s), buna son derece üzüldü. Bunun üzerine, " Ya Rabbi, bu ağacın altında güneşten ve rüzgârdan korunuyor, onun ürününden yiyordum. Şimdi ise bu ağaç yere devrildi" deyince ona, " Yûnus! Sen, bir anda biten ve bir anda kökünden koparak yere yıkılan ağaca üzüldün, bu kadar kederlendin ama yüz bine ve daha fazlası insana üzülmedin. Onları bırakıp gittin. Onlara git!" denildi." Olayın hakikatini en iyi bilen Allah'tır. (Râzî; el Mefatihu'l - Gayb)

Kitabı Mukaddesde anlatılanlar nasıl da hadis olarak bizlere anlatılmış...

Alıntı:
Derin Düşünce Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Diğer kutsal metinlerde de Yunusun, bir balıgın karnında bir sure gecirdiginden bahseder.
Diğer kutsal metinlerde de dediğiniz kutsal metinler hangileridir? Belirtirseniz onlara da bakarız inşaallah.

Alıntı:
Derin Düşünce Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Peki tevrat ve incilin kullandıgı dillerde de aynı sekilde tesbih sanatı mı mevcuttur. Oradaki misallerde yontem aynı mıdır, nasıl anlamalı ve degerlendirmeliyiz?
Değerli Kardeşim!

Edebi sanatlar tüm diller için de geçerlidir. Ne yazık ki, Kur'an meallerinde metne sadakat gösterilmeyip dilin özellikleri gözönünde bulundurulmadığı için bu türden sorunlarla karşılaşmaktayız.

Buraya ve buraya bakar mısınız?

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 4 Kisi:
Anonymous (8. March 2011), Derin Düşünce (4. March 2011), hiiic (4. March 2011), Miralay (4. March 2011)
Alt 8. March 2011, 02:48 PM   #10
Derin Düşünce
Uzman Üye
 
Derin Düşünce - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2011
Bulunduğu yer: Bursa
Mesajlar: 120
Tesekkür: 413
79 Mesajina 268 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
Derin Düşünce has much to be proud ofDerin Düşünce has much to be proud ofDerin Düşünce has much to be proud ofDerin Düşünce has much to be proud ofDerin Düşünce has much to be proud ofDerin Düşünce has much to be proud ofDerin Düşünce has much to be proud ofDerin Düşünce has much to be proud of
Standart

Eyvallah Azizim;

Oyleyse su soylemimiz dogru olur mu? Kissalar ve mucizeler gercekten vuku bulmus mudur yada bizzat anlatıldıgı gibi mi vaki olmustur, sorusuna verilecek cevap soyle olabilir mi? Evet! Bu mumkundur, ancak vuku bulmus mudur, buldu ise ne sekilde vuku bulmusdur, biz bunu her halukarda Rabbimize havale ederiz. Biz tefekkur etmeli, akletmeli, anlama gayreti icinde olmalıyız. Bizce aslolan, kuranda anlatilan bu kissalardan ve mucizelerden cikarilacak mesaj ve gayelerdir. Bizim uzerimize bizzat taalluk eden, bizi ilgilendiren asil is budur. Vakilik bizi bizzat ilgilendirmez. Bu kissalar ve mucizelerde anlatilan meseler nasil olursa olsun, nihayetinde cikaracagimiz mesaj ve gaye asla degismeyecektir. Kurandan; her asir ve millet kendi mesajini kendisi cikaracaktir.

Bunu saglayabilmek icinde, Kurani anlamaya calismali ve mukayeseli okumalar yapmaliyiz. Tek alimin soylemlerine takilip taasuba kapilmadan, kim ne söylüyor, kim hangi veriyi ortaya koyuyor kulak kesilmeliyiz. Ne dersiniz?

Selam ve dua
__________________
Rabbim! ilmimizi, anlayışımızı, imanımızi ve sıdk üzere yakinimizi çoğalt! Rabbim! gerçeğe erdirdikten sonra kalplerimizi o gerçekten saptırma; bize indinden rahmet bağışla; kesinlikle sen sonsuz bağışlarda bulunansın. Rabbim! Dünyada ve ahirette sen bizim velimizsin. Bizim canımızi müslüman olarak al ve bizi iyilere kat. Rabbim! Ayrılığa düştükleri şeyler konusunda kulların arasında en iyi sen hükmedersin. Rabbimiz bizi, suan üzerinde bulundugumuzdan daha doğru olana ulaştır.

Konu Derin Düşünce tarafından (8. March 2011 Saat 02:59 PM ) değiştirilmiştir.
Derin Düşünce isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Derin Düşünce Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Anonymous (8. March 2011), Miralay (8. March 2011)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
balık sahibi, hz.lut, ninova, yunus, yunus a.s., zünnün


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 12:16 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam