hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > Şirk ve Müşrikler > Müşrik

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 27. May 2012, 07:55 PM   #1
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart MÜŞRİK-Değişik bir bakış.

Salât vazifesinin yerine getirilmesi namaz anlamında secde etmekle bitmez. Namazın dosdoğru kılınması için Salavât şartının da yerine getirilmesi gerekir. Yani Havra havarileri gibi kavam miktarını aşmadan, maişeti aşmayan ve ücret niteliğinde bulunmayan karşılığa razı olarak yaşamaktır.

Ya Mescid el Haram üzere boyun eğilerek mülkte iştirak üzere olunup zekât kaynakta kesilecektir. Ya da, arazide komşu(Leyli kalma şartı kaldırılmış) Beyt ehli olarak fakat Beyt toplumu ve binası dışında serbest olarak çalışarak kazancından ve her artma sonrası kavam miktarını aşan kısım kamuya iade edilecektir. Çünkü Allah eşitliği şeriat(Mizan), mizanın veznini de Kavam(Bir insanın geçimine yeten miktar) yapmıştır.

Kuran’da kıssaları anlatılan Selam onlara Şuayb ve hatta Salih kıssalarına basiretle bakmayanlar mizan ve vezni inkâr ederek tuhaf bir şeriat uydurmuşlardır. Yani sadece selam Ona Zekeriya’yı öldüren ve selam ona İsa’yı öldürmeye kalkışan Yahudiler hep bol kazançla mesrur veya şâd olanlardır. Bunun için bunlara Mülkperest Putperestler denir. Kalp katılığı ve bunu bir deyimle anlatan eski ahitte sıkça geçen sert enselilik gibi kavramlar, adalet ve rahmetten uzak, katı kalpliliğin ifadesi için kullanılan kavramlardır. Bu özellik ise, ekseriye Kuran’da Mütrefler ve meleler için kullanılmaktadır. Çünkü bütün peygamberlere direnenler, bu aristokratlar veya kodamanlar sınıfı olmuştur. Direnme sebepleri ise, tamamen sosyo ekonomiktir. Sınıflı toplumdan taviz vermemek ve insanları kendilerine uşaklar yapmaktır. Eşitlikten nefret eden köleci toplum tepkileridir. Şirklerinin ve putperestliklerinin altında yatan sebep budur. Onların kâfirliklerinin büyük bir kısmı nimeti saklayıp, gömüp biriktirdikleri ve böylece nimete nankörlük ettikleri içindir.

Kalbin gılaflı olması Kuranın başka ayetlerinde de geçmesine rağmen, Fusullet süresinden misali verelim. Fusullet süresinin 3. ayetinde, bilgi ile donatılmış bir toplum için Kur'an'ın detaylandırılmış olduğunu belirtikten sonra, çok önemli bir hususu vurgular 4. ayette. Onun detayının hem uyarma ( İnzar) ve hem de, muştulayıcı ( Müjdeleyici) olduğu belirtilir.

Müjdenin gerekçeli ve detaylı izahı buradadır. Kuran önceki kitapları hem kapsamına almış ve hem de onları en küçük detaylarına kadar açıklamıştır. Bunu anlayabilmeniz için geriye kalan şey “Bilgiyle donatılmış olmanızdır”.Kalbi sünnetsizler buraya davet etseniz de asla girmeyeceklerdir. Çünkü onlar adaleti, eşitliği sevmedikleri gibi, kalplerinde rahmetten eser yoktur. Onlar insanları değil, kendilerini, bir de canım cicim diyecekleri karşı cinsi severler. Merhametsiz oldukları için, bu kitaptan nasipleri yoktur. Yoksa kitap ilimle donatılmış, cahil cühela olmayan herkese binlerce bilgi verir. Onu, doğru ve yanlışı ayıracak hale getirir, hem de Muhsinlikle coşturur ve onu bambaşka bir insan yapar. Yeter ki içine adalet ve merhamete yatkın bur sünnetli kalp bulunsun. İlimle donatılmış olsun.

Yine kitap odur ki,inzar yapar, yani kötü bir sosyo ekonomi politiğin, insanın insana köleliğini nasıl devamlı hale getirdiğini,dünya ve Ahiret saadetinden nasıl mahrum ettiğini izah etmelidir ki, insan uyarılmış olsun; ki müjdenin gerekliliğine inansın. Köle edinmeden ve köle de olmadan yaşamanın, böylece kirden, pislikten ve hüsrandan, haramdan, insan haklarından temizlenip, tertemiz olsun. Kirleten şeyler anlatılmazsa nasıl insanlar temizlik yolunu seçerler. Çünkü onlara, eski ahitte adı geçen yalancı muallimler mülk şehveti(Tutkusu) içinde ve refah ve geniş dirlikte yaşamanın kirletici olmadığını ve küçük bir yüzdelikle temizlenebileceğini öğretmiştir. Bunun mümkün olmadığı anlatılıp, uyarılmadan (İnzar) o insan nasıl ve niçin itidal üzere yaşamayı tercih etsin? O ölü müdür? Onun nefsi yok mudur? Hayattan kam alarak cennet vaat eden dinler varken, niçin paylaşarak ve “Salla” diyerek tanımadığı ve soyundan da olmayan insanların kahırlarını çeksin, onlara iyilik dilerek kendi keyfini kaçırsın, hatta onları kendi nefsine tercih ederek “îsâr yapsın? Yoksa kendisine sefih derler(Bakara–13)

İşte bunların hepsi inzar kavramı içindedir. Yani inzar edilmesi gereken konular, ahiret inancı olmayan çoğunluk için dahi hayırlıdır. Çünkü tabana dolgu olacakları çok büyük olasılık dâhilinde olan piramitsel sistemlerden boşuna ümit beklerler. Çünkü küçük bir azınlık zirveye çıkar, çoğunluk ise, beterin beteri olur. Zayıfken, daha da zayıflayarak Muztazaaf olur. Şimdi Fusullet süresinin birkaç ayeti ile Kılıflı kalp sünneti ile hiç ilgilenmeyen ve bunun sünnetine de razı olmayan melelerin Kitabı anlamaktan bunun için uzaklaştırıldıklarını görelim. Fusullet süresi Ayet 4 de 3 ayetin detaylarının neye ilişkin olduğunu şöyle verir.

“Muştulayıcı( Müjdeleyici) ve uyarıcı olarak. Onların pek çoğu yüz çevirdi. Kulak verip dinlemez onlar” ( Benciller, kendi aleyhlerine olduğunu sezip duymak bile istemediler.)

Fusullet süresi 5.ayetle şöyle devam eder;

“Dediler ki; Bizi çağırdığın o şeye karşı kalplerimiz kılıflar içindedir. Kulaklarımızda bir ağırlık, seninle bizim aramızda bir perde vardır. O halde sen işini yap. Muhakkak ki biz de işimizi yapacağız”

Fusullet süresinin 6. ayeti müşriklerin şirk koşmasının bilgisizliklerinden ziyade, zekâtı( İhtiyaçtan artanı) vermemek, infaktan kaçınmak saikine dayandığını anlatılır. İşte bu çok önemlidir. Yani mülkperestler aynı zamanda putperest oldukları gibi, müşrikliği de yine maddi fedakârlıktan kaçınma saikine dayandırır. Çünkü inkâr etmek, şirk koşmak için değildir. Asıl amaç, cimri ve egoist oldukları için müşrikliği tercih etmişlerdir. Allah’ın kudret ve merhameti ile yarattığı dünyayı ve insanlara sunduğu nimetlerin ismen var, gerçekte olmayan ilahlar uydurarak onlarla ilişkilendirerek sorumluluktan kaçarlar. Yani işi şuna getirmeye çalışırlar: ''Allah o nimetleri yaratmadı ki, onların tasarrufu konusunda nasıl bizi bağlayıcı hükümler getirsin'' demeye getirirler. ''Böyle bir hakkı yoktur'' diyerek egoistçe yaşamanın yolunu bulmuşlardır. Yine onlardan, kimsenin hesap soramayacağını buna güç yetiremeyecekleri konusunda halkı aciz bırakmak ve kendilerine teslim olmalarını sağlamak için de Ahireti, dolayısı ile hesaba çekilmeyi inkâr ederler. Bu öyle güzel bir detaylandırma ve delillendirmedir ki, başka bir kitapta bulmak mümkün değildir. Çünkü bu kitap en son ve bütün âlemlere gelmiştir. O’na da böyle olmak yaraşır. İşte şirkin asıl nedenini en doğru sebebe bağlayan bu sürenin (Fusullet) sözü geçen 7. ayeti şöyle der:

“ONLAR ZEKÂTI (mizanda vezin dışındakinin tümünü) VERMEZLER. Ölüm sonrası hayatı inkâr edenlerde onlardır.”

Burada yukarıdaki direkt mânâdan başka iki mânâ daha vardır şöyle ki;

Allah ve Ahirete inandığını söyleyip de zekâtı tam vermeyen, Mu'minun Suresi 4. ayet hükmüne uymayıp infak etmeyen gelenekçi dindara da bir mesaj vardır. Senin Ahirete inanmanın gereği ve kanıtı, zekâtını vermekle anlaşılır. Sanki Ahirete inanmayanların vurdumduymazlığı ile mizanda artan fazlayı elinde tutuyorsun. Bu nasıl Ahirete inanmaktır mesajıdır.

Diğer mesajda eski çağın aristokrat sınıfı gibi diyalektik materyalizmi savunup, böylece paylaşmamak için çamura yatan kollektivizm karşıtları iken, ey materyalist Marksist, sen neden fazlanın paylaşılmasını savunmak adı altında diyalektik materyalizmi savunursun. Bu ahmaklık değimlidir? Demektedir ayet. Gerçekten de, Kuran’ın da belirttiği gibi şirk, eski komprador burjuvanın cimrilik yapmak için girdiği bir sığınaktı ve çamura yatmak için kendi açısından da haklı idi. Ben kazandıysam, buna niçin ortak olunsun iddiasının dayanağıdır. Şirk kollektivizmin mantığına uymayan bir şeydir. Allah, gerek nimete küfrettikleri için kâfir olarak isimlendirilen, gerekse hakkı örttükleri için kâfir olanlar ve müşriklerin bunu bilmediklerinden değil, bile bile yaptıklarını Nahl süresi 83. ayette şöyle bildirir.

“Allah’ın nimetlerini biliyorlar, sonra da onu inkâr ediyorlar. Çoğu nankördür onların”

Gerek küfrün, gerekse şirkin ela başları Allah’ın nimet verici olduğunu elbette ki biliyorlardı. Ama bunu ikrar etmek ve kabul etmek, onları yükümlülük altına sokacağı için, bildikleri halde inkâr ediyorlardır.

Gerçekten küfrün ve şirkin temelinde cimrilikten doğan ekonomik kaygılar yatmaktadır. Bunlara tabi olan aklı ermezler hariç, küfür ve şirk ehli daima mütref ve meleler arasından çıkmıştır. Bu bir tesadüf değildir. Aristokrasi bencillik ve galebe-hükmetme kültürü üzerinde yükselmektedir. Din ise, tevazuu emreder. Diğerkâmlılığı emreder.

Bu erdemli hasletler ise, Aristokrasinin nefret ettiği şeylerdir. Çünkü bunun kabulü, kendilerinin inkârı anlamına gelmektedir. Buna dair Kuran'da onlarca ayet vardır. Aristokrasi kalkmadan, insanların gönüllerinden silinmeden, GÖSTERİŞ mizacı asla silinemez. Gösteriş eğilimi silinmedikçe, fitne ortadan kalkmaz. Fitne ortadan kalkmayınca da, “Din yalnız Allah’ın olmaz”. Dinin aristokrasi ile müttefik olması ve ona destek yapılması ise, hak dinin batıl dine dönüşmesidir. Yine bunu Meleler bilirler ve bu tür dinleri gerek açıktan, gerekse el altından desteklerler. Ali Şeraitinin “Dine karşı din” dediği şey işte bu sosyo ekonomi politiği tersine çevrilmiş dindir. Mensubuna faydası, Aristokrata zararı olmayan din işte bu batıl dindir. Hak dine karışı çıkanların aristokratlar olduğu ve itirazın ve karşı koymanın altında yatan saikin sosyo ekonomik olduğunun Kuran’daki birçok delilinden(ayetin den) birkaç örnek verelim. Şöyle ki;

Vakıa süresinin 41. ve 45 ayet bu şomluk yaranını (uğursuz soldakiler, yani aristokratlar, yani atavizmi muhafaza edip, tecdide mani olan ferdiyetçi muhafazakâr ) olduğunu bu iki ayet çok açık bir dille anlatır. Müminin iğreneceği solcular, işte liberalizmin sağcılar (güçlüler, gücü kutsayanlar) diye tanımladığı zenginler kesimidir. Yani, genel anlamı ile mülkü özelleştirip çoğunu hazları için harcayan liberalist-kapitalistlerdir zamanımızdaki anlamı. Genel isimleri aristokratlardır. Bir gurup ve sınıf tahakkümünü ellerinde tutanlar eşitlikten, bu anlamdaki gerçek adaletten iğrenenlerdir. Bunlar zimmet ehlidir. Yani “Vela tahmil aleyna Isran kema hameltehü” emrine aldırmayıp işleri sorumlulukları yüklenen mültezim ve müteahhitlerdir. Adil olamayacaklarını bile bile insanları ve onların haklarını zimmetlerinde tutarlar. Bu ise, delice bir cürettir. Bu sorumluluğun ne kadar ağır olduğunu bilmezler.

Ahmaklar ise, bunlara güvenirler, Rablerini veli edinmeyi ve onun gerçek ilahlığı ile insanların lehine gayretler içinde olduğunu unutarak, aristokratlara ulûhiyet verirler. Sanki onlar da Allah gibi adil olup, onların çalışmalarının karşılığını inançlarına bakmaksızın verecekmiş gibi, onlara çalışırlar. Yetki ve üzerlerindeki tahakkümlerine razı olurlar. Bu, zimmet altında olmayı kabul etmektir. Sanki dizginleri sürücülere vererek rahat edeceklermiş gibi zanneder, bundan adalet beklerler.

Oysa gerçek adalet, eşitlik ve yükün her iki tarafının birbirine denk olmasındadır. Mizanda eşitliktir. Terazi kefelerinin denk olmasıdır. Bunun kadar önemli bir ilke de kavamın vezin yapılmasıdır. Şuayb Nebinin savunduğu budur. Meleler ise, mizanı ve vezni kavamda eşitlik olmayan şeye adalet demektedirler. Nısfet ve Kıst, vezni kavam olan mizandadır. Hak olan alet ise, aristokratlaşmanın olmadığı, eşitlerin birbirine eşit statü içinde karşılıklı dayanışma ve yardımlaşmasıdır. Hak dinin adalet anlayışı budur. Diğeri müşriklerin adalete yükledikleri izafi anlamdır. Şöyle ki;

“Şomluk (solda veya kuzeyde olmak) ve uğursuzluk yaranı. Nedir şomluk (solda olma) ve uğursuzluk yaranı ?”

“Çünkü şomluk (kapitalist uğursuzlar, meymenetsiz nemrutlar) yaranı bundan önce, SERVET VE REFAHLA ŞIMARANLARDIR”(Sermest, sarhoş ve şâd olmuşlardı).

Refah ve servetin kazanılması ve kullanılmasında oluşturduğu zulmü hak din kaldırmak ister. Dinin solcular (uğursuz ve meymenetsizler) diye tanımladığı bu servet ve sermaye sahiplerinin, bu hususta Kalpleri kılıflıdır. Allah bunların kalbini İslam’a açmaz ve onları temizlemez. Üzerinde bulundukları atavizmi İslam zannederek, kendilerini öyle tanımlayacak kadar gaflet içersindedirler. Çünkü onlar, görüp bildikleri halde kavam üzerinde kalan miktarın infakının hakk olduğunu kabul etmezler. Onlara gerçek tebliğ edilmiş veya edilmemiş hiç fark etmez. Kendi ahiret geleceğini düşünmeyen ve hakkı anlatanlara savaş açanların hidayeti için Allah niçin ısrar etsin ki? Onları sapkınlıkları üzerine bırakır. Hatta bu yollarını onlara kolaylaştırır bile. Çünkü onları veli edindikleri şeytanın güdümüne terk etmiştir. Bu GÜRUH Aristokratlardır. Ferdiyetçilerdir… İşte birkaç ayet;

Bunun nedenini Allah bize Kuran’ın Enfal süresinin 21,22 ve 23. ayetlerinde öyle belirtir;

“Hiç işitmedikleri halde, işittik diyenler gibi olmayın''.

Ayetlerin gerçek anlamlarını kavramadan yüzeysel bir inançla kalıp akıllarını çalıştırmayanlar. Aristokratlara efendilik ve izzet vermişlerdir. Kişiliksiz ve kimliksiz yaşayanlardır.

“ Çünkü Yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır ve dilsizlerdir”

Basiretleri kapalı ve haksızlık karşısında susan ve onu kaldırmaya kalkışmayanlara hak olan sosyo ekonomi politik Hak (dinin şeriat ve minhacı) işittirilse de onlar ona razı olmaz ve atadan kalma şeylere bağlı kalmayı sürdürürlerdi.

“Allah Kendilerin de bir hayır olduğunu bilse idi, elbette onlara işittirirdi. Onlara işittirseydi bile, mutlaka yüz çevirir, döner giderlerdi.”

Görüldüğü gibi burada sadece Aristokratların sağırlığı değil, daha geniş kapsamlı bir basiretsiz ve sağırlar ve haksızlığı kaldırıp adaleti dikmek gibi bir niyet ve gayreti olmayan Dabbeler söz konusudur. Bunlar, hem aristokratlar, hem de ikinci elcilerdir. Rızkı ikinci elden temin için Aristokratlara veya kodamanlara yanaşmalık yapanlardır. Din ve ilmi ne idüğü belirsiz, ismen âlim veya abid bildiklerinden hiç düşünmeden din ve ilim diye söz ve lakırdı alanlardır. Üstelik bu şeyleri aldıkları insanları o kadar büyütür, izzet verir ve kutsarlar ki… Bu tavırları ile Allah’a şirk koştuklarının bekli de farkına varmazlar. Yeryüzünde debelenen sayısız havyarlar da bulunduğuna göre, bunlar sadece insanların değil, hayvanlarında en aşağısında ve en kötüsüdür.

Hayvanın aklı insana nazaran yok sayıldığı için, elinde olmayan sebeplerle akıl edemezler. İnsana bu yeti verildiği halde onu kullanmadığı için hayvandan daha aşağıda kalmıştır. Çünkü akıllarını işletmeyen uyducular ve taklitçilerdir. Yanaşma ve köle mizaçlı insanlardır. Bunlardır zalime, bu tutumları ile meydanı bırakan ve hatta destek olanlar. Onun için de ayetteki bu hakareti hak etmişlerdir.

Nasıl ki vahdet, hayatın her alanında birlik ve beraberliği de içermekte ise, şirk de bunun aksine her alanda parçalı düşünmeyi ve ayrı ayrı öbekleşmeyi gerektirir. Şirkle Aristokrasi ve benzeri kibir düzenlerini kurumlaştırmak ve ona saygılı olmak iç içedir. Birinin emarelerini taşıyan insan, mutlaka diğerini de yol edinmiştir.

İnsanların ümmileri, ilmi ikinci elden almakla yetinip, bizzat ilim de derinleşip gerçeği aslından öğrenmeyi ihmal eden akılsızlardır(Bakara–78). Veya yüzeysel olarak kitaba bakan, ama kitaptakine değil, zanlarına yoranlardır. Aristokratları kapitalistleri ve bilumum eşitlik düşmanı ferdiyetçi sistemleri ayakta tutanlar da bunlardır. Çünkü Füsuk ve fücur kavramının detayını bilmezler. Tefsir diye sunulan mealleri tefsir zannederler. Oysa tefsir; örtülü olanı açığa çıkarmaktır. Oysa gerçekler ortaya çıkartmak, üzerleri açılmak şöyle dursun, çoğu kez üzerleri örtülerek Vahdet dininde, vahdet ve tevhit tepeden tırnağa bir bütün olduğu halde, onlar sosyo ekonomik alanda infirad(ayrılığı) getirip koymuşlar ve bu Allah’tandır demişlerdir. İşte aklını kullanmayıp bu fakihlerin insanları Aristokratların peşine takıp hüsrana uğrattıkları insanların bir kısmı da bunlardan oluşur… Bunlar o kimselerdir ki; Bakara süresinin 78. ayetinde şöyle tanımlanırlar.

“İçlerinden ümmi olanlar da vardır ki, kitabı bilmezler, sadece hayal ve kuruntu bilirler. Onlar yalnız sanıya saplanırlar.”

Ayet bize, ümmi kavramının da tanımını yapmıştır. Ümmiliğin anlam ve kapsamı, kitabi bilgiye sahip olmamaktır. Resullah’ın ümmiliği de budur. Yani kendisine Kuran’la Yakiyn ilmi verilene kadar, Tevrat ve incil okumuş değildi. Kültürü kitap dışı bilgi niteliğinde idi.

Bunun gibi, Allah inancı gerçekten birci ve şirksiz ise, o insan dinde veliler, sosyo ekonomi politikte vekiller edinmeyip, insanların eşitliğine dayalı ve işlerin birleştirdiği, işte de vahdete inanır. Demek ki şirkte, bütün yaşamsal davranışları içine alan, bir ayrılık ve ikilik, Vahdet de ise, bütün yaşamsal alanları kapsayan bir bütünlük vardır. Onun için, Bakara süresi 64. ayette verilen öğütte, ehli kitaptan olan, ama Hıristiyanlar gibi İsa’yı Rableştirmeyen, Yahudi dinini de ayırmadan, şöyle denilmiştir.

“Deki; ey Ehli kitap; sizin ve bizim aramızda aynı olan şu söze gelelim. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. ALLAH’I BIRAKIPTA BİRBİRİMİZİ RABLER EDİNMEYELİM. Eğer yüz çevirilerse; Tanık olun biz Müslümanlarız/ Allah’a tam anlamı ile teslim olanlardanız”

Ayet çok açıktır ki, bilinen anlamda bir şirk koşması olmayan(Teslis yapmayan) Yahudileri de kapsamaktadır. Öyle ise, verilen mesajın anlamı çok geniştir. Aristokrasinin de, aziz ve Veliyullah diye isimlendirilenlerin de peşine takılmamayı ve kuyrukçuluğun tümünün reddini içermektedir. Çünkü Aristokratlar efendiler haline gelmiş ve bu sıfatlarıyla rableştirilmişlerdir. Para babaları, ekonominin kralları da aş ve işverenler ilan edilmiştir. Oysa aş ve işi Allah verir. Bir takım din adamları da kutsanmış ve onların basit yorumları Allah'ın vahyinin yerini almıştır. Hatta “hazret” ilan edilmişlerdir. İşte, böyle yapanlar aklını kullanmayanlardır. Zanlarına uyan ümmiler ve bildikleri ve halde mülk tutkuları nedeniyle hak dinin asıl şeriat ve minhacı olan kavamda eşitliği sağlayacak kurumları öveceklerine, firavun gibi kollektivizm ve sosyalizmi ya kötülemişler veya kötüleyenleri ikaz etmemişlerdir. Hatta Şuayb kavminin havra kollektivizmini(Salavat) kastederek, “mülkümüze istediğimiz gibi tasarrufa karışamazsın” itirazını yapanların ferdiyetçi ve kapitalist guruptan olduğunu ve Şuayb’ın hak dinin şeriat ve minhacı olan kollektivizmine direndiklerini bile açıklamaz. Ayeti böyle anlayanlara da “yok canım öyle olur mu?” diyerek üzerini örterler. Yeryüzünde debelenen bütün hayvanların en aşağılığıdırlar sözü iyice açılmalıdır. İslam ise, Allah’a tam teslimiyettir.

Saygılarımla
Galip Yetkin.
(adalet ve Rahmet Sitesinden)

Konu galipyetkin tarafından (23. April 2017 Saat 12:28 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
dost1 (28. May 2012), Miralay (30. May 2012)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
bakış, bir, müşrıkdeğişik


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 08:26 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam