hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > Kur’an

Konu Kapatılmıştır
 
Seçenekler Stil
Alt 15. April 2011, 05:51 AM   #51
Miralay
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: May 2010
Mesajlar: 568
Tesekkür: 4.080
276 Mesajina 635 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
Miralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud of
Standart

Selam aşık74 kardeşim.

Aradığın cevaplar, zaten sorularının içinde gizli. Aynı cevapları ben de soruların içinde buldum.

Selamlar
Miralay isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Miralay Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Anonymous (18. April 2011), aşık74 (15. April 2011)
Alt 15. April 2011, 04:29 PM   #52
FEDAKARADAM
Uzman Üye
 
FEDAKARADAM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 418
Tesekkür: 51
95 Mesajina 146 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
FEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud of
Standart

Alıntı:
aşık74 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
(2:143/150.)ayetler arasında geçen kıblelerden ve mescidi haramdan ne anlıyorsunuz????üzerinde bulunduğun kıble diyor!!!ama yöneldiğin kıble demiyor????kıble allahın hidayet ettiklerinden başkasına ağır gelir diyor.bir kıbleden başka bir kıbleye dönmek nasıl ağır gelir????münafıkları gerçek müminlerden ayırmak için kıble değişikliğinemi ihtiyaç duydu allah???ehli hitaba her türlü kanıtı versende onlar senin kıblene tabi olmayacaklar diyor.dönmezler demesi gerekmezmiydi???eğer dediğiniz gibiyse????

sende onların kıblesine uymayacaksın ve onlarda birbirlerinin kıblesine uymazlar dediği onların kıblesi nedir?????????nasara ve yahudanın kıbleleri nereleridir??????sen onların kıblesine uymazsın dediğine göre yahudilerin kıblesi olan kudüsteki beytil makdise doğru namaz kıldığını aylarca doğru kabul edersek bu çelişki olmazmı?????mademki uymayacaktı daha önce neden müsaade etti????144.ayette kitap verilenler onun kabenin rablerinden bir hak olduğunu biliyorlar dediğine göre bunu ehli kitabın bu şekilde bilgisini kuranın neresinden hangi ayetleri buna işaret ediyor????demekki kıbleleri daha önce kabeymişş!!!

niçin ve ne zaman kudüse döndüler???nereden çıkarsan çık...ve nerede olursanız olun yeryüzünü mescidi harama doğru çevirin.burdan anladığımıza göre ve namazdada çevirin demediğine göre her zaman ve heryerde yüzünüzü mescidi harama çevirmeniz gerekir.bu mümkünmüdür???değilse izahını yaparmısınız??????ayrıca mescidi haram rabbinden hakkın kendisidir diyor.mescidi haramın hak olması ne demektir?????
MERHUM, ÖMER NASUHİ BİLMEN HOCAEFENDİ'NİN KUR'AN-İ KERİM MEAL VE TEFSİRİ'NDEN SİZE BU KONUDA BİLGİ AKTARMAK İSTİYORUM...

BAKARA SURESİ

143. Ve işte böylece sizleri de bir orta ümmeti kıldık ki İnsanlar üzerine şahitler olasınız. Ve bu peygamber de sizlerin üzerinize tam bir şahit olsun. Ve senin evvelce tarafına yönelmiş bulunduğun Kabe'yi yine kıble yapmadık, ancak Rasule kimlerin tâbi olacaklarını gerisi gerisine döneceklerden ayırmak için yaptık. Gerçi bu büyük bir hâdisedir. Ancak Allah'ın hidayet ettiği zatlar hakkında değil. Ve Allah sizin îmanınızı elbette zayi edecek değildir. Şüphe yok ki Allah T e âlâ insanlara karşı elbette çok şefkatli, pek merhametlidir.

Bu âyeti kerime, ümmeti Muhammed'in pek seçkin bir ümmet olduğunu, dinî hükümlere hakkıyla itatkâr bulunduğunu beyan etmektedir. Kıblenin değişmesi meselesini tutanak edinerek Islâmiyete itiraz etmek isteyenleri de reddeylemektedir. Bu cümleden olarak Yahudiler demişlerdi ki: Ey Müslümanlar! Eğer Kudüse doğru namaz kılmanız bir hidayet gereği ise şimdi Kâbeye doğru namaz kılınca o hidayetten mahrum kalmış olmazmısınız?.. Kudüse doğru fıâmaz, bir dalâlet eseri ise evvelki namazlarınız ne olacak? Ve o tarafa namaz kılanlardan vefat edenler de delâlet üzere vefat etmiş olmayacaklar mı? İşte bunların bu iddialarını red için buyruluyor ki: (Ve işte böylece) İbrahim Aleyhisselâm ile onun Allah'ı birleyen zürriyetini biz seçkin kıldığımız gibi (sizleri de bir orta ümmet kıldık). Sizi de ey ümmeti Muhammed Adil, mutedil, ifrat ve tefritten uzak, seçkin bir ümmet olarak varlık alanına geçirdik, (ki İnsanlar üzerine şahitler olasınız.) Onlara peygamberlerinin Allah'ın hükümlerini tebliğ etmiş olduklarına dair kıyamet gününde şahitlikte bulunasınız. Çünkü müslümanlar bu hakikati peygamberimizin beyanları ve Kur'ân'ı Kerim'in tebliğler! vasıtasiyle kesin olarak bilmektedirler. (Rasüllullah ta sizin üzerinize tam bir şahit olsun.) Son peygamber sizi tezkiye etsin, adaletinize şahitlikte bulunsun. (Ve senin evvelce tarafına yönelmiş bulunduğun Kabe'yi yine Kıble yapmadık, ancak o Rasüle kimin tâbi olup kimin gerisin geriye döneceğini bilmemiz için yaptık.) Yani hakikî müslümanlar ile münafıkları, dinden dönenleri birbirinden ayıklamak için yaptık. Kabe'nin böyle yeniden kıble ciheti olması bu hususta itaatli olanlar ile asî olanların halleri herkesçe bilinsin içindir. Yoksa her şey, bütün evrendeki olanlar meydana gelmeden evvel de Cenab'ı Hakka malumdur. Ancak meydana gelmelidir ki, mükâfat ve cezaya vesile olsun. (Gerçi bu) Kıblenin yine Kabe cihetine çevrilmesi (bir büyük hâdisedir.) Cenâb-ı Hakkın emir ve yasağındaki fayda ve hikmeti güzelce düşünmeyenler için ağır gelecektir. (Ancak Allah'ın hidayete erdirdiği zatlar hakkında değil.) Onlar böyle bir değişimi büyütmezler, elbette bir hikmete müsteniddir diye onu hemen kabul ve takdir ederler. (Ve Allah sizin imanınızı elbette zayi'edecek değildir.) Hak Teâlâ sizin imanınızdaki sebatınızı, Kabe'ye dönme sebebi ile imanınıza bir sarsıntı arız olmadığını bilir, size mükâfatlar verir. Vaktiyle Beyti Makdise doğru kıldığınız namazları da zayi, sevaptan mahrum ki I m ayacaktır. (Şüphe yok ki Allah Teâlâ İnsanlara karşı şefkatlidir.) kullarına şefkati, lütfü pek çoktur ve (merhametlidir) rahmet ve merhameti pek ziyadedir, onları esirger ve korur. Artık onların ilâhî emre uyarak yapmış oldukları amelleri zayi, mükâf attan mahrum olur mu?.. Elbette olmaz.

150. Ve her nereden sefere çıkarsan hemen yüzünü Mescidi Haram tarafına çevir ve her nerede bulunursanız yüzlerinizi, onun tarafına çeviriniz. Ta ki İnsanlar için sizin Üzerinize bir delil bulunmasın. Ancak onlardan zalim olanlar müstesna. Artık onlardan korkmayınız. Ve benden korkunuz. Hem üzerinizdeki nimetimi itmam edeyim, hem de hidayete nail olmanızı ümit edebilesiniz.

Bu ayeti kerime kıbleye yönelme meselesini pekiştirmekte ve yerleştirmektedir. Çünkü bu husustaki nesh, kıblenin değişmesi hakkındaki emir, bir ilâhî İmtihandır, yanlış anlaşılması, yanlış telâkki edilmesi muhtemeldir. Binaenaleyh bu emir kendisinde bir şüpheye, bir tereddüde mahal kalmaması için hikmete binaen üç kere tekid buyrulmuştur. Bununla beraber, bu üç emrin ikisi bizzat Hz. Peygambere üçüncüsü de bütün ümmeti Muhammede müteveccih bulunmuştur. Şöyle buyruluyor ki: (Ve her nereden) sefere (çıkarsan) namazda (yüzünü hemen Mescidi Haram tarafına çevir.) O yöne doğru namaz kıl. (Ve) ey rahmete ermiş!.. Sizler de (her nerede bulunursanız) gerek yurdunuzda ve gerek sefer halinde (yüzlerinizi) namaz kılarken (onun) o mescidi haramın (tarafına döndürünüz.) Bu bir hikmet gereğidir. (Takî İnsanlar için aleyhinize bir delil bulunmasın) Şöyle ki: Tevrat'ta ahir zaman peygamberinin kudüs tarafını bırakıp kâbe tarafına namaz kılacağı yazılıdır. Eğer şimdi müslümanlar kâbe tarafına namaz kılmayacak olsalar, bir kısım inkarcılar bunu delil getirmeye kalkışırlar, eğer bu zat, ahir zaman peygamberi olsa idi Tevrat'ın bildirdiği şekilde kâbe tarafına dönüp namaz kılarlardı, derdiler. Artık bu gibi bir delil getirmeye meydan kalmaması için hemen Kâbe tarafına yönelerek namaza devam ediniz. (Ancak o zalimlerden) o hakkı inkâr eden topluluktan (olanlar müstesna.) Onlar da kendi kuruntularına göre aleyhinize delil getirmek isterler. Meselâ derler ki: Muhammed -aleyhisselâm- in kâbe tarafına yönelmesi, kavminin dinîne meyhnden ve beldesine muhabbetinden dolayıdır. Bu gibi sözlerin ise ne ehemmiyeti vardır. Bunlar aleyhte bir delil olacak şeyler değildir. (Artık) Ey müslümanlar! (onlardan) o zalimler, cahiller topluluğundan (korkmayınız) onların öyle yerme ve ayıplamalarına bakmayınız. Onlar size bir zarar veremezler, benim emirlerime sarılınız. (Ve benden korkunuz) ki (hem üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım, hem de hidâyete nail olmanızı) hidayet üzere devamlı olmanızı (ümit edebilesiniz.) § Bu ayeti kerimedeki nimetin tamamından maksat, İslâmiyet üzere ölmektir. Veya cennete girmek ile Allah Teâlâyı görme şerefine ermektir.

Bu ayeti kerimede şuna da işaret vardır ki hiç bir kimse iyi bir âkibete nail olacağını kesin olarak bilemez, nice kimseler senelerce hidayet yolunda iken bilahara bundan çıkmış dalâlete düşmüşlerdir. Binaenaleyh hidayet üzere devamlı olmayı Cenâb-ı Haktan niyaz etmeli, bu muvaffakiyet! ancak onun şefkat ve merhametinden beklemelidir.
__________________
Ya İslam'la yükselir, Ya inkarla çürürsün.. Bu yol mezarda bitmiyor, gittiğinde görürsün!...(NECİP FAZIL KISAKÜREK)
FEDAKARADAM isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 15. April 2011, 08:35 PM   #53
aşık74
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 297
Tesekkür: 328
166 Mesajina 472 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
aşık74 will become famous soon enoughaşık74 will become famous soon enough
Standart

Fedakar kardeş , size bir sorum var .

Gazete ve haber lerde bu laf kullanılır ara sıra.

'Türkiye'nin ekseni kaydı .' bu laf dan ne anlıyorsunuz ? Ben bu cümlelerden 1.mana yı algılamam.

Kıbleye yönelme meselesi de üstteki gibi bir mecaz olmasın ????? Bana öyle gibi geliyor !!!
aşık74 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
aşık74 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 4 Kisi:
Anonymous (18. April 2011), Barış (15. April 2011), hiiic (15. April 2011), Miralay (16. April 2011)
Alt 15. April 2011, 11:28 PM   #54
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Aşık 74 Kardeşim!

Alıntı:
aşık74 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
İlk müslümanlar henüz medine ayetleri (92.Nisa:43)(112.Maide.6) nazil olmamışken bugünki anlamda şekilde salatı/ Namazı abdestsizmi kıldılar . yada abdestsiz NAMAZMI kıldılar? yada NAMAZI nasıl kıldılar?

bu uzun süredir kafama takılan bir durumdur. kaldıki bu iki ayeti abdest ayeti adlediyorlar ve bu olmadan namaz olmaz deniliyor fıkıh ilmihal kitaplarında.
Salat ile namaz kavramları farklıdır. Salatın ikamesi ile ilgili emirler Medine'de devletin kurulması, geliştirilmesi aşamalarındadır. Mekke'de "salatın ikamesinden" çok salat ve türevleriyle ilgili emirler gelmiş müslümanlar Medine'de olduğu gibi salat merkezi/musalla edinememişlerdir. Namaz diye nitelendirilen tazarrulu niyazlarını gerçekleştirmeye devam etmişlerdir. Nisa 43 ve Maide 6 daki olay herkesçe bilinen salatın salat merkezlerinde/musalla ikamesi için verilen emirdir. İnsanların biraraya toplanarak topluca eylemlerde bulunabilmesi için oradaki belirlenen şartların gerçekleşmesi gerekir. Rabbımız mescidlere en güzel bir şekilde gitmemizi emreder. Bireysel olarak yapılan tazarrulu niyazlarda Nisa 43 ve Maide 6 daki şartlar aranmaz. Aranan şartları Allah karşısında fakir olunduğunun aciz olunduğunun idrak ve bilinci içerisinde Alalh'tan haşyet duyularak huşu,hudu ve zillet halinde olma durumudur.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 4 Kisi:
Anonymous (18. April 2011), aşık74 (16. April 2011), Barış (16. April 2011), hiiic (16. April 2011)
Alt 15. April 2011, 11:41 PM   #55
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Aşık 74 Kardeşim!

Alıntı:
aşık74 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Sâlât'ın kelime Manaları

dua, dua etmek; yalvarma, yakarış; konuşma, söylev, nutuk; övgü, methiye; nimet;meydana getirmek, sebep olmak; yakından takip etmek, izlemek, uymak, bağlı kalmak;irtibata geçmek veya irtibata geçilmek; hayvanın kuyruğunun çıktığı yer, but.
Kur'an Arabiyyendir. عربيّاarabiyyen” sözcüğünün sadece “Arapça, Arap dili” olarak anlaşılması ve açıklanması doğru değildir. Zira bu sözcük “ عربًarabe” kalıbından türeme olduğu kadar “عرُب arube” kalıbından da türemiştir. Sözcüğün “arube” kalıbına göre anlamı “fesahat, fasih konuşmak” demektir. (Lisanü’l-Arab; s. 153-159, a-r-b mad.) “Fesahat [fasih konuşmak]” ise “sözün ses ve mana kusurlarından arınmış olması, yani kolay anlaşılması, rahat telâffuz edilmesi, diziminin mükemmel olması” anlamına gelmektedir. (es-Sekkakî; Miftahu’l Ulum)

Arapçada kelimeler kök harflerden türetilirler. "Salat" sözcüğü de ص ل و[salv] den türetilmiş bir sözcüktür.

ص ل و[salv]: İsim olarak “uyluk, sırt” demek olan sözcük şöyle açıklanır: صلو [salv], “insanın ve dört ayaklı hayvanların sırtı, kalça ile diz arası” anlamına gelir.
Bu anlam doğrultusunda fiil olarak kullanıldığında sözcük; “uyluklamak, sırtlamak” anlamına gelir ki, uyluğun [bacağın, diz ile kalça arasındaki bölümünün] yatay duruma getirilerek bir yükün altına uzatılması şeklinde bir hareket olan “uyluklamak” da, bir yükü sırta almak demek olan “sırtlamak” da, yük altına girmeyi, yüke destek vermeyi ifade eder.

Sözcüğün aslı ise صلوة [salvet] olup, kök sözcük nâkıs [son harfi illetli] olduğundan, genel dilbilgisi kuralları gereği صلوة [salvet] sözcüğü,الصّلوة [salât] şekline dönüşmüştür. Nitekim sözcüğün çoğulu olan صلوات [salavât] sözcüğünde, kök sözcüğün asıl harfi olan و [vav] açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu durum, başka birçok sözcük için de geçerlidir. Meselâ, ğazâ [savaştı] sözcüğünün mastarı غزوة [ğazve]dir ve ğazve'nin çoğulu غزوات [ğazevât] olarak gelir. Diğer fiil çekimlerinde de ğazâ'nın “vav”ı, ya ى [ya]ya dönüşür yahut da düşer. Zaten salât sözcüğünün, s-l-v kökünden türediği hususunda ittifak olduğu içindir ki, bir anlam karışıklığı olmasın diye mushaflarda salât sözcüğü, الصلاة şeklinde ا [elif] ile değil, الصّلوة şeklindeو [vav] ile yazılır.

Diğer taraftan, صلو [s-l-v] kökünden türemiş olan صلّى [sallâ] (mastarı salât) sözcüğünün anlamı, Kıyâmet/31-32'de, hiçbir yanlış anlamaya meydan vermeyecek şekilde net olarak açıklanmıştır:
فلا صدّق ولا صلّى ولاكن كذّب و تولّى [felâ saddaqa velâ sallâ velâkin kezzebe ve tevellâ=O, ne tasdik etti ne de çaba harcadı/destekledi. Ama yalanladı ve geri durdu].

Görüldüğü gibi yukarıdaki cümlede dört eylem zikredilmiş, bu eylemlerden ikisi diğer ikisinin karşıtı olarak gösterilmiştir. Şöyle ki: صدّق [saddaqa]nın karşıtı olarak كذّب [kezzebe], yani “tasdik etme”nin karşıtı olarak “tekzib etme, yalanlama” fiili kullanılırken, صلّى [sallâ] fiilinin karşıtı olarak da تولّى [tevellâ] fiili kullanılmıştır. Kalıbı itibariyle “süreklilik” anlamı taşıyan tevellâ sözcüğü; “sürekli geri durmak, sürekli yüz dönmek, lakayt kalmak, ilgisizlik, pasiflik ve yapılmakta olan girişimleri kösteklemek” demek olduğuna göre, تولّى [tevellâ]nın karşıtı olan صلّى [sallâ] da; “sürekli olarak destek olmak, seyirci kalmamak” anlamına gelmektedir.

Anlamı Kur’ân'da bu kadar açık olarak belirtilmesine rağmen salât sözcüğü, ünlü bilgin Râgıb el-İsfehânî'nin Müfredât adlı eserinde, “Lügat ehlinin çoğu, salât; ‘dua, tebrik ve temcit’tir demiştir” ifadesiyle âdeta geçiştirilmiştir.

Sonuç olarak الصّلوة [salât] sözcüğünün anlamını; “destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak; sorunların çözümünü üzerine almak” şeklinde özetlemek mümkündür. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, buradaki sorunlar, sadece bireysel sorunları değil, aynı zamanda toplumsal sorunları da kapsamaktadır. Dolayısıyla الصّلوة [salât] sözcüğünün anlamını, “yakın çevrede bulunan muhtaçlara yardım” boyutuna indirgemek doğru olmayıp, “topluma destek olmak, toplumu aydınlatmak, toplumun sorunlarını sırtlamak, üstlenmek ve gidermek” boyutunu da içine alacak şekilde geniş düşünmek gerekir. Yapılacak yardımın, sağlanacak desteğin gerçekleştirilme şeklinin ise “zihnî” ve “mâlî” olmak üzere iki yönü bulunmaktadır:

• Zihnî yönü ile salât; eğitim ve öğretimle bireyleri, dolayısıyla da toplumu aydınlatmak, rüşde erdirmek; en sağlam yola iletmek;
• Mâlî yönü ile salât; iş imkânları ve güvence sistemleri ile ihtiyaç sahiplerine yardım etmek, onları zor günlerinde sırtlamak, böylece de toplumun sıkıntılarını gidermektir.
Kaynak: İşte Kur'an

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 4 Kisi:
Anonymous (18. April 2011), aşık74 (16. April 2011), Barış (16. April 2011), hiiic (16. April 2011)
Alt 15. April 2011, 11:59 PM   #56
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Aşık74 Kardeşim!

Alıntı:
aşık74 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Salat kavramı = Namaz'mıdır. varsa başka anlamları nelerdir?(Ahzab:56)da geçen salatı neden diger ayetlerde farklı yorumladılar? Yardım etmek Destek vermek.Olması gerekmezmi?

Elmalılı Hamdi Yazır. ahzap 56
Gerçekten Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler! siz de ona teslimiyetle salât ve selâm edin.
Aslında bu ve buna benzer sorularınıza "ibadetler" genel başlığı altındaki "namaz" bölümünde cevap vermiştik. Bir tanesini yeniden asayım.

Selamun Aleykum! Değerli Aşık74 Kardeşim!

Alıntı:
aşık74 Nickli Üyeden Alıntı
Bilgiler için teşekkürler barış kardeşim
Peki; bu yapmış olduğun yorumlara göre benim anladığımı yazayım.

Namaz farz değildir ama salaat farzdır !

Selamlar...


Farz, vacib vb ayrımlar Kur'an'dan olmayıp din alimlerinin koydukları ölçütlerdir ki, mezheplere baktığınızda birinde farz olan diğerinde vacibdir.

Aslolan Allah'ın vahyidir, Kur'an'dır. Kur'an'da Allahın yap dediği şeylere yapıp yapma dediklerini yapmamak gerekir.

Salat Allah'ın emridir. Günümüzde genelin kullandığı dille farzdır.
Tazarrulu yakarış/namaz ve her türlü yakarış Allah'ın emridir. Günümüzde genelin kullandığı dille farzdır.


Bilgilerin tazelenmesine vesile oldunuz . Allah razı olsun. Salat = Namaz değildir. Ancak namaz vardır. Salatlara namaz/tazarrulu niyaz ile başlanmıştır.

Ahzab 43,56 da salat yerine namaz koyduklarında haşa Allah'ın ve meleklerin kullr için ve Alla'ın resulu için namaz kıldıkları gibi bir durum ortaya çıktığından yani mızrak çuvala sığmadığından kelimelerin Arapçasını olduğu gibi bırakıyorlar.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Anonymous (18. April 2011), hiiic (16. April 2011)
Alt 16. April 2011, 12:27 AM   #57
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Aşık74 Kardeşim!

Alıntı:
aşık74 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
(2:143/150.)ayetler arasında geçen kıblelerden ve mescidi haramdan ne anlıyorsunuz????üzerinde bulunduğun kıble diyor!!!ama yöneldiğin kıble demiyor????kıble allahın hidayet ettiklerinden başkasına ağır gelir diyor.bir kıbleden başka bir kıbleye dönmek nasıl ağır gelir????münafıkları gerçek müminlerden ayırmak için kıble değişikliğinemi ihtiyaç duydu allah???ehli hitaba her türlü kanıtı versende onlar senin kıblene tabi olmayacaklar diyor.dönmezler demesi gerekmezmiydi???eğer dediğiniz gibiyse????

sende onların kıblesine uymayacaksın ve onlarda birbirlerinin kıblesine uymazlar dediği onların kıblesi nedir?????????nasara ve yahudanın kıbleleri nereleridir??????sen onların kıblesine uymazsın dediğine göre yahudilerin kıblesi olan kudüsteki beytil makdise doğru namaz kıldığını aylarca doğru kabul edersek bu çelişki olmazmı?????mademki uymayacaktı daha önce neden müsaade etti????144.ayette kitap verilenler onun kabenin rablerinden bir hak olduğunu biliyorlar dediğine göre bunu ehli kitabın bu şekilde bilgisini kuranın neresinden hangi ayetleri buna işaret ediyor????demekki kıbleleri daha önce kabeymişş!!!

niçin ve ne zaman kudüse döndüler???nereden çıkarsan çık...ve nerede olursanız olun yeryüzünü mescidi harama doğru çevirin.burdan anladığımıza göre ve namazdada çevirin demediğine göre her zaman ve heryerde yüzünüzü mescidi harama çevirmeniz gerekir.bu mümkünmüdür???değilse izahını yaparmısınız??????ayrıca mescidi haram rabbinden hakkın kendisidir diyor.mescidi haramın hak olması ne demektir?????
Sözünü ettiğiniz ayetlere birlikte bakalım.

Bakara;143: "Ve işte böyle Biz, siz insanlar üzerine şâhitler olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şâhit olsun diye sizi hayırlı bir ümmet kıldık. Üzerinde olduğun bu kıbleyi kılmamız da yalnızca; elçilere uyan kimseleri, iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım diyedir. Bu [tesbit ettiğimiz kıble], elbette, Allah'ın hidâyet ettiği kimselerin dışındakilere çok büyüktür. Ve Allah imanınızı kaybedecek değildir. Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir."



Bu âyette; kıble değiştirme [yeni hedef ve stratejilerin tayini] sebebiyle, son ümmetin diğer ümmetlere şâhit olan hayırlı bir ümmet olacağı ve bu sayede inananla inanmış gözükenlerin ayrışacağı, yeni hedefin inanmamış kimselere çok ağır ve zor geleceği bildirilmiştir.

Gerçekten de, yeni hedefler arasında yer alan “salâtın ikâmesi”, huşûdan yoksun olanlara çok ağır gelmiş ve bu durum değişik âyetlerde beyân edilmiştir:

Bir de sabırla, salâtla [eğitim-öğretimle, sosyal destek kurumlarıyla] yardım isteyin. Şüphesiz bu [salât ve sabırla yardım isteme], saygılı olanlardan; gerçekten Rabb'lerine kavuşacaklarına ve gerçekten kendilerinin O'na dönücü olduklarına inanan kimselerden başkasına çok ağır gelir. (Bakara/45-46)

Şüphesiz ki münâfıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki O, onların aldatıcısıdır. Ve onlar, salâta kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar. Ve Allah'ı ancak, pek az olarak anarlar. (Nisâ/142)

Ayrıca bu inanmamış kimseler, Tevbe ve Enfâl sûrelerinde açıklandığı gibi, savaşa gitmemek veya Müslümanları savaştan caydırmak için ellerinden geleni arkalarına koymamışlar, her vesilede gerisin geri kaçmışlardır:

Ve Muhammed, ancak bir elçi. Ondan önce elçiler gelip geçmiştir. Şimdi eğer o ölür veya öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim ki de geri dönerse, Allah'a hiçbir şekilde zarar veremez. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır. (Âl-i İmrân/144)

Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz şu küfretmiş kimselere uyarsanız, onlar, sizi topuklarınız üstünde gerisin geriye çevirirler de siz kaybedenlerden oluverirsiniz. (Âl-i İmrân/149)

Yeni kıbleye yönelen ümmetin hayırlı bir ümmet olması, gösterilen hedef ve stratejileri gerçekleştirmek üzere emr-i bi'l-ma‘rûf ve nehy-i ani'l-münker yapmalarına, ila-yı kelimetullah için dışa açılmalarına dayanmaktadır:

Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışır ve Allah'a inanırsınız. Kitap Ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları mü’mindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler. (Âl-i İmrân/110)


Kıble sözcüğünün aslı k-b-l köküdür. Bu sözcüğün kabl kalıbı, “önce” anlamında, kubl kalıbı ise, dübür [arka] sözcüğünün karşıtı olarak “ön” anlamındadır. Kıble sözcüğü de “ön” anlamı ekseninde, “cihet” [yüzün gösterdiği yön; ön yön] demektir.[Lisân; c.7, s.227-234, “Kbl” mad.]

Kıble sözcüğün türevlerinden olan kabile [sık yüzyüze gelen halk], mukâbil, mukâbele [karşılık, karşılık verme] sözcükleri Arapça'daki anlamıyla Türkçe'ye de geçmiştir.

Kıble kelimesinin geçtiği âyetlere dikkat edilirse bu sözcüğün, fiziksel konuma göre “ön yön” anlamında değil; “görüş, inanç, ilke olarak üzerinde bulunulan, gidilen yön” [sosyal hedef/strateji] anlamında kullanıldığı anlaşılır.

VASAT ÜMMET
وسط [v-s-t] kök sözcüğü, vesat ve vest şekillerinde okunur. Vesat şeklinde okunduğunda isim, vest şeklinde okunduğunda zarf olarak kullanılır. Bu sözcük, “bir şeyin iki ucu arasındaki kendine ait kısmı” manasında olup, “bir şeyin kendi ortası” olarak anlaşılır ve sözcük “ipi ortasından kavradım”, “oku ortasından kırdım” cümlelerindeki gibi kullanılır.

Arap örfünde bir şeyin ortası, o şeyin en hayırlı, en yararlı bölümüdür. Meselâ, at veya devesine binecek bedevi için at veya devesinin en hayırlı yeri, boynu ve kıçı değil belinin ortasıdır. Yine, bedevinin devesine kuracağı ağıl için en hayırlı yer, otlağın ortasıdır. Gerdanlığın, inci veya elmas takılacak en hayırlı [güzel ve uygun] yeri, gerdanlığın ortasıdır. Ayrıca her güzel ve yararlı davranış, kendi cinsinden olan davranışların ortada olanıdır. Meselâ cömertlik, cimrilik ve savurganlığın ortasında bir davranıştır. Cesaret, korkaklık ve saldırganlık arasında bir davranıştır.

İşte bu nedenle وسط[vest] sözcüğü; “hayırlı, yararlı, üstün” anlamına genelleşmiştir. Araplar, “O, kavminin evsatındadır” sözüyle, “o, kavminin hayırlı, yararlı, şerefli olanıdır” demek isterler. Veya, “Şu vesît kişiye bir bakın” sözüyle, “şu hayırlı, şerefli kişiye bir bakın” demek isterler.

Dolayısıyla bu âyetteki, Ve işte böyle Biz, siz insanlar üzerine şâhitler olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şâhit olsun diye sizi hayırlı bir ümmet kıldık ifadesi, “ve işte böyle sizi hayırlı, yararlı ve şerefli bir ümmet kıldık” demektir.

BU ÜMMETİN İNSANLARA ŞÂHİTLİĞİ
Bu ümmetin diğer insanlara tanık yapılacağı, konumuz olan âyetten başka Hacc sûresi'nde de geçmektedir:

Ve Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin. O, sizi o seçti ve dinde; babanız İbrâhîm'in milletinde sizin için bir zorluk kılmadı. O, daha önce ve işte bunda [Kur’ân'da], Elçi'nin size şahid olması, sizin de insanlara şahid olmanız için, sizi “Müslümanlar” olarak isimledi. Öyleyse, salâtı ikâme edin, zekâtı verin ve Allah'a sarılın. O, sizin mevlânızdır [yol gösteren, yardım eden, koruyan yakınınızdır]. O, ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır! (Hacc/78)

İslâm'daki ilk strateji, “yakınların uyarılması” idi. Yeni kıblenin belirlenmesi, tabiri caizse hedef ve strateji çıtasının yükseltilmesi sonucunda ise, yakınların uyarılması yetmeyecek, çevredeki halkların da İslâm'a davet edilmesi gerekecektir. Yani, vahiy: emir ve nehiyler onlara da ulaştırılacak, onlar da ikna edilmeye çalışılacak, onların da yapılan davete karşı tavırları izlenecek ve böylece bu ümmet, hakka uyup uymadıkları hususunda diğer ümmetlere tanık olacaktır.

Kim doğru yolu bulursa sırf kendi iyiliği için doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. (İsrâ/15)

Yukarıdaki âyet uyarınca tebliğ ulaşmadan ceza verilmeyeceğinden, bu ümmet, diğer ümmetlere tebliğin ulaşıp ulaştırılmadığının da tanığı olacaktır.

İşte Rasûlullah, bu yeni kıble [hedef, strateji] nedeniyle sınır ötesi tebliğlere, emir ve nehiylere başlamış, çevredeki toplumların yöneticilerine mektuplar göndermiştir.

Bakara;144: Biz, yüzünü semaya evirip çevirdiğini kesinlikle görüyoruz. Artık seni hoşnut olacağın bir kıbleye [hedefe, stratejiye] çevireceğiz. Haydi, yüzünü Mescid-i Harâm yönüne çevir. Siz de, nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına çevirin! Kendilerine kitap verilmiş olan kimseler de kesinlikle, şüphesiz onun, Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler. Ve Allah, onların yapıp durduklarından gâfil değildir.

Bu âyette, Rasûlullah'ın bazı sıkıntılarının giderileceği, o'nun da hoşnut olacağı müjdesi verilirken, hedef ve stratejileri tam olarak açıklanmamakla beraber yeni kıbleye işaret edilerek, önce Peygamberimize sonra da tüm Müslümanlara yüzlerini “Mescid-i Harâm yönü”ne çevirmeleri emredilmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, yüzlerin “Mescid-i Harâm”a değil, “Mescid-i Harâm yönüne” çevrileceğidir.

Âyetteki yüz ifadesi, sadece “sima” anlamındaki yüz değil, “tüm benlik ve varlık”tır. Çünkü yüz, Arapça'da “cüz’iyyet mecaz-ı mürseli” sanatı gereğince, –vesikalık bir fotoğrafın insanın kimliğini temsil etmesi gibi– canlı varlıkların en belirleyici organıdır. Yüzün semaya evirilip çevrilmesi ise, “dua etmek, beklenti içinde olmak” demektir. Bu ifadedeki semâ ile evrenin; yaratıkların ötesi; “en üst nokta” kasdedilmiştir.[105] Zira insan dua ederken, fıtraten ellerini havaya doğru kaldırır, sıkıntıya düştüğünde de yüzünü semaya çevirir. Örfte de, olağan dışı olaylar için “gökten düştü” tabiri kullanılır. Allah'tan gelen din ve kitaplara da, “semavî dinler, semavî kitaplar” denir. Dolayısıyla, Peygamberimizin yüzünü semaya çevirmesi, tüm benlik ve varlığıyla Allah'a yönelerek dua etmesini ifade eder.

Bakara;145: Ve andolsun ki sen, o kitap verilmiş olan kimselere, bütün âyetleri de getirsen, yine de senin kıblene tâbi olmazlar. Sen de onların kıblesine uyan biri değilsin. Zaten onlar da birbirlerinin kıblesine tâbi değiller. Yine andolsun ki, sana gelen bunca bilgiden sonra, sen onların hevalarına uyacak olursan, o zaman hiç şüphesiz sen, zâlimlerden olursun.

Bu âyette, bir önceki âyetteki, Kendilerine kitap verilmiş olan kimseler de kesinlikle, şüphesiz onun, Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler. Ve Allah, onların yapıp durduklarından gâfil değildir ifadeleri açılmakta ve Yahûdilerle ilgili bilgi verilmektedir. Daha sonra da Rasûlullah'ın izleyeceği stratejinin önemi açıklanmış ve bu stratejiden taviz vermemesi ihtar edilmiş; Ehl-i Kitabın kendilerine göre kıblelerinin [hedeflerinin, stratejilerinin] olduğu, ne kadar kanıt gösterirse göstersin onların bundan vazgeçmeyecekleri ve Rasûlullah'ın kıblesine uymayacakları bildirilmiştir.

Yahûdilerin kıblesi, “sarı sığır, buzağı”dır [altındır[. Mü’minlerin kıblesi ise özetle “tevhid ve adalet”tir. Bunları gerçekleştirmek için ise; salâtı ikâme etmek, zekât vermek, emr-i bi'l-ma‘rûf ve nehy-i ani'l-münkerde bulunmak, cihad etmek, lüzumu hâlinde de savaşmak gerekmektedir. Durum böyle olunca, Yahûdilerin ve inanmayanların, mal ve can verme gibi bir stratejiyi benimsemeleri söz konusu bile değildir.

Burada “sen” ifadesiyle, Rasûlullah muhatap alınmış gözükse de asıl muhatap, tüm mü’minlerdir. Âyetteki, Yine andolsun ki, sana gelen bunca bilgiden sonra, sen onların hevalarına uyacak olursan, o zaman hiç şüphesiz sen, zâlimlerden olursun ifadesiyle de, Kur’ân dışı bir yol haritası edinilmemesi emredilmektedir.

Peki, sen, kendi hevasını ilâh edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağı ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidâyet verecektir? Yine de öğüt alıp düşünmüyor musunuz?” (Câsiye/23)

Aslında o insan, önünü fücûrla geçirmek istiyor. (Kıyâmet/5)

Bakara;146: Şu, kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, o'nu [Peygamber'i] kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Şüphesiz onlardan bir kesim de bilip durmalarına rağmen, kesinlikle hakkı gizliyorlar.
Bakara;147: Hakk, Rabbindendir. O hâlde, şüpheye düşenlerden olma sakın!

Bu âyette, beşerî olan her şeye kuşku ile yaklaşılabileceği, Allah'tan gelen şeylerde ise tereddüt edilmemesi gerektiği ilkesi öğretilmektedir. Çünkü Hakk'tan, hakk [gerçek] dışında bir şey sadır olmaz.

Bu âyetlerde ayrıca, Yahûdilerin kendini beğenmişliğine dikkat çekilmekte; Rasûlullah'ın peygamber olduğunu, oğullarını bildikleri gibi bilmelerine rağmen içlerinden bir grubun bu gerçeği gizledikleri ifşa edilmektedir. Onların bu davranışlarının gerekçesi de başka sûrelerde zikredilmiştir:

Ve onların kendileri bunlara tam bir kanaat getirdiği hâlde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler. –Şimdi bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!– (Neml/14)

Onlara Allah katından kendileri ile birlikte olanı tasdik eden bir kitap gelince de –ki bunlar daha önceleri inanmayanlara karşı zafer kazanmak istemişlerdi de o tanıdıkları kendilerine gelmişti– onu inkâr ettiler. Artık Allah'ın lâneti kâfirler üzerinedir. (Bakara/89)

Bakara;148: Ve herkes için bir yön vardır; o, ona yönelendir. O nedenle hep hayırlara koşun, yarışın. Her nerede olsanız Allah, tümünüzü bir araya getirir. Şüphesiz Allah her şeye en iyi güç yetirendir.

Bakara;149: Ve her nereden çıkarsan hemen yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir. Şüphesiz bu, Rabbinden gelen bir hakktır. Allah, yaptıklarınıza gâfil de değildir.

Bakara;150-151: Ve her nereden çıkarsan hemen yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir. Ve siz, her nerede olsanız, insanlardan, –onlardan zulmeden kimseler hariç– sizin aleyhinizde bir delil olmaması için, Benim size, içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size kitabı ve hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] öğreten ve size bilmediğiniz şeyleri öğreten bir elçi göndermemiz gibi, size olan nimetimi tamamlamam için ve doğru yolu bulabilmeniz için hemen yüzünüzü onun tarafına çevirin. Artık onlara haşyet duymayın, Bana haşyet duyun.

Bu âyet grubunda, her toplumun bir hedefi/stratejisi olduğu ve herkesin kendi hedefine yöneldiği beyân edildikten sonra mü’minlere, Hayırlara koşun, yarışın denilmekte, sonra da Her nereden çıkarsanız çıkın yüzünüzü Mescid-i Harâm yönüne çevirin talimatı tekrar tekrar vurgulanarak, “Mescid-i Harâm tarafı”nın kıble edinilmesi emredilmektedir.

Âyetteki viche kelimesi, “yüzün döndüğü yön” anlamında olup kıble sözcüğünün anlamdaşıdır. Buradaki yön de, sosyolojik yöndür [hedeftir, idealdir, mefkûredir, stratejidir].

Bu paragrafta dikkat edilecek en önemli nokta, Mescid-i Harâm tarafı'nın kıble [hedef, strateji] yapılmasının gerekçesidir. Yukarıdaki âyetlerde sayılan gerekçeler şunlardır:

1) İnsanlardan, –onlardan zulmeden kimseler hariç– sizin aleyhinizde bir delil olmaması için, yani herkesten güçlü olmanız, kimsenin sizi ezmemesi için.

2) Benim size, içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size kitabı ve hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] öğreten ve size bilmediğiniz şeyleri öğreten bir elçi göndermemiz gibi, size olan nimetimi tamamlamam için, yani Allah'ın dininin yayılması nedeniyle tüm insanların kitaptan, hikmetten yararlanmaları ve bilgisizlikten kurtulmaları için.

3) Doğru yolu bulabilmeniz için, yani, kurtuluşa erebilmeniz için.

İşte, Mescid-i Harâm tarafının kıble/hedef edinilmesi için bunlar gerekçe olarak gösterilmektedir. Biraz düşünülecek olursa, namazda yüzün fizikî olarak Mescid-i Harâm tarafına çevrilmesiyle bu gerekçelerin tahakkuk etmesinin mümkün olmadığı, her akl-ı selimin kabul edeceği bir hakikattir.

O hâlde, “Mescid-i Harâm tarafı” ifadesinden ne anlaşılmalıdır? Bu sorunun cevabı da Kur’ân tarafından verilmiştir:

Ve Biz bir zaman bu Beyt'i, insanlar için bir sevap kazanma/dönüş yeri ve bir güven yeri kılmıştık. –Siz de İbrâhîm'in makamından bir musallâ [salât gerçekleştirilecek yer] edinin.– Ve Biz İbrâhîm ile İsmâîl'e, “Beytimi, dolaşanlar, ibâdete kapananlar ve secde edenler, rükû edenler için tertemiz tutunuz” diye ahit almıştık. (Bakara/125)

Şüphesiz, insanlar için mübarek ve âlemlere yol gösterme olarak konulan ilk ev, Bekke'dekidir [Mekke'dekidir]. Onda apaçık deliller; İbrâhîm'in makamı vardır. Oraya kim girerse güvende olmuştur. Ve yoluna gücü yeten herkesin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden zengindir. (Âl-i İmrân/96-97)

Allah, Ka‘be'yi; o Beyt-i Harâm'ı, harâm ayı, hedyi [haccda oraya hediye olarak kesilen hayvanı] ve (kurbanlardaki) gerdanlıkları insanlar için bir ayağa kalkış kıldı. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olan her şeyi bildiğini ve Allah'ın her şeyi hakkıyla bilici olduğunu sizin de bilmeniz içindir. (Mâide/97)

Yukarıdaki üç âyette yer alan vurgular dikkate alındığında, “Mescid-i Harâm”ın özellikleri hakkında şu tesbitler yapılabilir:

* Mescid-i Harâm veya Beytullâh veya Ka‘be (ki üçü de aynı şeyi ifade ediyor), insanlar için yeryüzünde hazırlanan evdir [okuldur].

* Orada İbrâhîm peygamberin, makamı [ayaklandığı, zâlimlere karşı kıyam ettiği, mücadele ettiği yer] vardır.

* Orada herkes güvende, dokunulmaz, hür olmalıdır, baskı ve zulüm olmamalıdır.

* Orada hikmetler [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler] yürürlüğe sokulmalı, herkes bilmediğini öğrenmelidir.

* Orası, orada dolaşanlar, âkifler, kâimler, rükû ve secde edenler için tertemiz tutulmalıdır.

* Müslümanlar, İbrâhîm'in makamından bir musallâ [salâtın ikâme edildiği yer, alan] edinmelidir.

* Gidip gelmeye imkân bulanlar oraya gidip gelmelidir.

Mescid-i Harâm'ın Kur’ân'da bildirilen özellikleri yukarıdaki gibi tesbit edildiğinde anlaşılır ki, yapılan vurgular Mescid-i Harâm, Beytullâh veya Ka‘be'nin fizikî yapısıyla ilgili değil, işlevleriyle ilgilidir. Bu durumda, İbrâhîm peygamberin Ka‘be'yi yapması da, tevhid okulunu açması ve işletmesidir. Buna göre, “Mescid-i Harâm tarafı” ifadesinden ne anlaşılması gerektiği ve “Mescid-i Harâm tarafına yönelmek” için nelerin yapılması lâzım geldiği kendiliğinden ortaya çıkar:

* Özerk ilâhiyât okulları (“tabii bilimler” de doğal olarak ilâhiyât okulunun müfredatı kapsamındadır) açılmalı ve bunlarda tevhid ve ilâhiyâtı öğreten öğretmenler [rükû edenler] ile öğrenciler [ilâhiyât eğitimi alarak ikna olanlar] gözetilmelidir.

* Salâtın ikâmesi için, sosyal destek kurumları açılmalıdır.

* Gerekli askerî güç ve organizasyonlar oluşturularak düşmanlardan üstün olunmalıdır. Bu alanda da eğitimciler ve subaylar yetiştirilmelidir.

İşte Kur’ân'daki kıble/strateji budur; insanların namazda fizikî olarak Mekke'ye dönmeleri değildir.

Bu strateji ile Rasûlullah topluma Allah'ın hikmetlerini öğretecek ve toplumda yönetici sıfatını kazanacaktır. Nitekim bu âyetlerden sonra, fiilen “Melik Elçi” olan Peygamberimiz, hem elçilik hem yöneticilik görevlerini yürütmüştür.

Şu âyetler o'nun bu görevlerine yöneliktir:

De ki: “Eğer siz Allah'ı seviyorsanız o zaman bana uyun. Allah sizi sevsin ve günahlarınızı sizin için bağışlasın. Ve Allah gafûr'dur, rahîm'dir. (Âl-i İmrân/31)

Kim Elçi'ye itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onlara bekçi olarak göndermedik. (Nisâ/80)

Allah'ın, o kent halkından, Rasûlü'ne verdiği ganimetler, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşmasın diye Allah'a, Elçi'ye yakınlık sahiplerine; göç eden fakirlere –ki onlar, Allah'ın lütuf ve rızasını ararken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır, Allah'a ve Elçisi'ne yardım ederler. İşte onlar, doğruların ta kendileridir,– yetimlere, miskinlere, yolcuya aittir. Elçi, size ne verdiyse onu hemen alın. Sizi neden alıkoyduysa ondan geri durun. Allah'a da takvâlı davranın. Şüphesiz Allah, kovuşturması çok çetin olandır. (Haşr/7-8)

Ey iman etmiş kimseler! Allah'a itaat edin, Elçi'ye ve sizden olan emir sahibine itaat edin. Sonra eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi'ye havale edin. Bu, daha iyidir ve ilk iş olma bakımından daha güzeldir. (Nisâ/59)

Bakara;152: Öyleyse Beni anın ki, Ben de sizi anayım. Ve Bana şükredin, Bana nankörlük etmeyin.

Belirlenen yeni hedefle, hedef büyütülüp çıta yükseltilince mü’minlere de eskisinden daha fazla görev düşeceği; büyük hizmetlerin ve büyük stratejinin gerçekleşmesinin bilinç ve mâlî desteğe ihtiyaç duyacağı gayet tabiidir. Bu nedenle, Öyleyse Beni anın ki, Ben de sizi anayım. Ve Bana şükredin, Bana nankörlük etmeyin buyurulmuştur.

Ve hani Mûsâ kavmine demişti ki: “Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani O, sizi, sizi işkencenin kötüsüne çarpıtan, oğullarınızı boğazlayan ve kadınlarınızı sağ bırakan Firavun ailesinden kurtardı. Ve işte bunda Rabbinizden size çok büyük bir bela vardır. Ve hani Rabbiniz ilan etmişti: ‘Andolsun ki şükrederseniz elbette size artırırım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir.’” (İbrâhîm/6-7)
Kaynak:İşte Kur'an

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 4 Kisi:
Anonymous (18. April 2011), Barış (16. April 2011), hiiic (16. April 2011), Miralay (17. April 2011)
Alt 17. April 2011, 07:39 AM   #58
Eren Erdem
Uzman Üye
 
Eren Erdem - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 122
Tesekkür: 3
67 Mesajina 122 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
Eren Erdem is on a distinguished road
Standart

Hakkı Yılmaz ve Salat kavramı…

Bugünlerde gündeme gelen, ve tarihsel süreçte en çok tahrif edilen kavramlardan biri olan ‘’salat’’ üzerine yapılmış köklü ve bilimsel çalışmalardan birinden bahsetmek istiyorum.

Çalışmanın müellifi, Hakkı Yılmaz’dır.

Kuran’ın, hemen hemen her sayfasında ısrarla vurgulanan, ısrarla gündemde tutulan, sürekli hatırlatılan bir kavram olan ‘’salat’’.

Tahribat çetesi tarafından ‘’namaz, dua’’ olarak çevrilip, tersyüz edilen bu kavram; anlaşılmadığından; dinin direği kırılmış; din birtakım zırva ve palavraların sahası haline gelmiştir.

Özellikle; vahyin kendi içinde ısrarla ayırdığı;’’İbadet ve Nüsuk’’ farklılığından bihaber zihinlerce yapılmış tahribat akabinde, dinselliğin şekli unsurlara entegre olması, ve bugünün temel problemlerine cevap veremeyen bir din algısının üretimi noktasında hayata geçirilen bu tahribatın mimarları tarafından eleştirilen bir yaklaşım görüyoruz…

Hakkı Yılmaz’ın salat yazısını okuyanlar, hemen feryad ediyor!

‘’Kardeşim, salat namazdır.”

Allah, Kuran’ı Kerimde salatı toplumsal meseleler ile bütünleştirmiştir. Öyle ki; ‘’ekiymus salate ve atu zekate’’ gibi bir form karşımıza çıkıyor. Salatın geçtiği yerlere baktığımızda;çoğunlukla, salatı ikame edenler ve zekatı verenler formunda görürüz…

Hakkı Yılmaz’ın yaptığı çalışma; bilimsel olarak ‘’kavramın analizi’’, Kuran’da ki kullanımı, semantik tahlili dışında bir şey değildir. Ancak,kendisine gelen eleştirilerde gördüğüm manzara ise usulün tam zıttı istikamettedir;

Efendim, salat; dua, namaz manalarına geliyorken, siz nasıl anlamlandırdınız…

Salat’ın dua ve namaz manalarına geldiği düşüncesi, klasik ‘’mealizmin’’ hüsnü kuruntusudur. Böyle bir iddianın tarafı olabilmek için, en azından Hakkı Yılmaz gibi; kavramı analiz etmeniz, ya da ilmi veriler sunmanız gerekir.

Hamasi yollarla, yazının henüz başında, ‘’tahlil yapmaksızın anlam vermek’’, 1350 yıllık tahribata ortak olmak demektir. Esas ayıklanması gereken zihin budur…

Bu zihin, Allah Elçisinin temel misyonunu alt üst etmiş, Mekke kodamanlarına yardakçılık yapıp, İslam’ı; Abdestli Kapitalizme evriltmiş zihindir ki, bu tip adamların uğraştığı işler, insanlığın menfaatleri ile çelişiktir…

Hakkı Yılmaz’ı bu çerçevede eleştiren adamların din algısı; miskinin, ezilenin, fakirin, alttakilerin yanında olan bir din değil, saray ve sulta dinidir. Çünkü; kavramlara yükledikleri anlamlar, asli olarak; bugünün ihtiyaçlarına yönelik anlamlar değildir. Hele ki; Namaz hususunda ısrarla diretilmesine rağmen, Kabe etrafındaki eşitliğin dahi uzağında fikirler ile metin üretmek, sıkıntılı bir hezeyandır…

Hakkı Yılmaz’ın salat yazısı, namazı inkar değil. Aksine, namazın inşası ve toplumun ihyası noktasında bir çalışmadır. Namaz ile toplum arasındaki ilişkiyi kuran, mescidleri ; Paratestan Tapınağı olmaktan çıkartan, kenzonun kıldığı namazı alabora eden, Abdestli Liboşları ‘’eşekten düşmüşe çeviren’’, mal-mülk tapıcılığı reddeden, insanı merkeze koyan bir kelimedir ki, vahyin bunun dışında bir şey söylemediğini bilmekteyiz…

Bu hali ile; Haluk Gümüştabak ve Ali Rıza Borazan’ın hanifler.com’da yaptığı eleştirileri ‘’boş’’ ve ‘’art niyetli’’ görüyorum…

Ki bunlara eleştiri de denemez. Çünkü bir metnin ‘’sonunu’’ alıp, başındaki tahlilleri sunmaksızın yazılan bir yazı; baştaki tahlillerin ‘’doğruluğunu’’ yazan kişinin ‘’korkudan’’, ya da palavrasının ortaya çıkması endişesinden hayata geçmiş bir durumdur.

Ki Kur’an bu durum için şöyle bir yaklaşımda bulunur;

4/74 : Peki, ne oluyor onlara da; öğüt verip düşündüren şeyden yüz çeviriyorlar. Onlar sanki; sağa sola kaçışan; arslandan ürkmüş yaban eşekleri gibidirler.


Bu hali ile, ilgili sözümona eleştiriyi yazanlar; Salat kavramına yükledikleri anlamları; herhangi işlerine gelen bir mealde ki ayetleri alt alta dizerek değil, salatın dil bilimsel yönden analiz ve izahını yapmadıkları sürece; bu kıymetli çalışmanın müellifi olan ‘’arslan’’dan ürküp, eşeklik yapma noktasında işler sergilediklerini görmüş olacağım.

İnsanları vicdana, insafa, emeğe saygıya ve ‘’dürüstlüğe’’ davet ederim.

Hele ki; hiçbir menfaat gözetmeksizin, Allah rızası ve doğal olarak bu rızanın dışavurumu olan; toplumun ihyası için kaleme alınmış bu gibi ilmi metinlere sahip çıkılması, sabah kalkıp akşam yatana kadar; ‘’acaba hangi palavraya sığınsam da prim elde etsem’’ diyen madrabazlara karşı, akıllı ve mantıklı bir duruş sergilenip, bu madrabazların ayıklanması dileklerimle…
Eren Erdem isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Konu Kapatılmıştır

Bookmarks

Etiketler
anladığı, anlattığı, arasındaki, fark, hakkı, ile, rabbin, salat, sözünden, yılmaz


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 04:45 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam