hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > Şirk ve Müşrikler > Şirk

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 1. February 2010, 04:50 PM   #1
müslümanlardan
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2010
Mesajlar: 207
Tesekkür: 30
72 Mesajina 144 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
müslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud of
Standart Dalalet

Dalâlet

Sözcük olarak sapıtma, doğru yoldan ayrılma, azma, yanlışa yönelme anlamına gelen dalâlet, masdar olarak "kaybolmak, telef olmak, şaşırmak ve yanılmak" anlamına; kavram olarak da: "Hak"tan yüz çevirip, "batıla" tabi olma, vahyin gösterdiği yoldan ayrılarak "cahiliye"nin yoluna girme anlamlarına gelmektedir. Kur'an, dalâleti değişik konularda kullanmakla birlikte esas olarak "hidayet"in karşıtı anlamında kullanmaktadır. "İşte onlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almışlardır. Alışve-rişleri kâr getirmemiş, doğru yolu da bulamamışlardır."(Bakara-16)

Küfür ile dalâlet arasında da yakın anlam benzerliği bulunmaktadır. Ancak Kur'an, "küfrü" vahyi inkar etme, gerçeği bildiği halde onu kabul etmeme, gerçeği gizleme olarak; dalâleti ise hidayete karşılık sapıklığı tercih etme, vahyin gösterdiği yoldan çıkarak küfre sapma anlamında kullanmaktadır. "Allah'ın dâvetçisine uymayan kimse yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacak değildir. Kendisi için Allah'tan başka dostlar da bulunmaz. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler." (Ahkâf - 32)

Dalâletin, "fitne", "fesad", "heva", "münker", "tuğyan", "batıl", "istikbar" (büyüklenme), "istiğna"(kendini yeterli görme) ile de yakın anlam bağları vardır. Keza karşıtlık olarak da "hakk", "hikmet", "salah", "maruf" ve "takva" ile yakın anlam bağları bulunmaktadır. Aynı kökten gelen "idlâl", dalâlete düşürmek, azdırmak; "mudıl" dalâlete düşüren, saptıran; "dâll" dalâlete düşen, sapan, sapmış anlamlarına gelmektedir.

Ayrıca Kur'an dalâleti şu anlamlarda kullanmaktadır: vahiyden tamamen habersiz olmak; müşrik, kafir ve münafık; bilgisiz veya bilgisiyle amel etmeyen; sapıklık saptırmak(idlâl) (4/119); şaşırmak (dâll) (93/7); boşa çıkarmak (dalâl)(18/103,104); azap (dalâl) (54/47,48); boşa çıkma(dalâl) (40/25); şaşkınlık (dalâl) (12/8); sapkınlık (dâll/dalâlet/dâllîn) (2/108, 33/36) bilmemek (2/282); şaşırmak (12/95).

"Amaca ulaştıran yolu bulamamak, istenen sonuca götürmeyen bir yola girmek" olarak da tanımla-nabilen dalâleti, her din ve düşünce kendi dışındaki yollar için kullanmaktadır. Kur'an'a göre de iki yol vardır: "hak" ve batıl; İslam ve küfür. Adı ne olursa olsun İslam'ın dışında kalan her yol küfürdür. Ve İslam'ın gösterdiği yoldan gitmeyen bir kimse hangi yolu seçmiş olursa olsun "dalâlet"tedir. Kendini mutlak hakikat olarak nitelendiren İslam, kendine iman etmeyi hidayet, kendi dışında kalan bütün anlayış ve inanışları (bütün dinleri) "dalâlet" olarak tanımlamaktadır. Bu tanımlama şekli bütün dinler için geçerlidir: Yahu-dilik, Hıristiyanlık, liberalizm ve diğer bütün dinler kendilerini "hakikat" diğerlerini de "sapıklık" olarak görmektedirler. Ve kendi değerlerine göre inanıp yaşamayanları yanlış yolda olmakla yani "dalâlet"e düşmek olarak tanımlamaktadırlar. Nitekim müşrikler vahiy için şöyle düşünmektedirler: "Şayet tanrılarımıza inanmakta sebat göstermeseydik, gerçekten bizi neredeyse tanrılarımızdan saptıracaktı" diyorlar. Azabı gördükleri zaman, asıl kimin yolunun sapık olduğunu bilecekler!" (Furkan - 42) Keza, Hindû din felsefesinde dinler âstika ve nâstika olarak ikiye ayrılmaktadır; Hindûizm âstika, diğer inanışlar nâstika olarak tasnif edilmektedir. Kilise de kendi din yorumunun dışında kalan her türlü düşünce ve inancı dalâlet olarak tanımlamakta; "kafir" veya "tanrısız" olarak nitelemektedir.

Her din dalâlet kavramını ayrıca iç bünyesinde de kullanmaktadır. Mensubu olan bir kimsenin uygun olmayan düşünce ve davranışını dalâlet olarak nitelemektedir. İslam da bu bağlamda, "hidayet ehli" olduğu halde inancının günah veya haram saydığı fiilleri işleyen veya düşüncelerinde yanılgıya düşen bir kimsenin durumunu dalâlete düşmek olarak tanımlamaktadır. Bu anlamıyla yanılgıyla da olsa yanlış yapan bir kimsenin durumu dalâlet sayılmaktadır.

İtikadi ve ameli açıdan dalâlette oldukları halde kendilerini hidayet ehli olarak görenlerin, bu zanları bizzat dalâlette olmalarından kaynaklanmaktadır. Şeytan kimseyi "ben şeytanım benim peşimden gelin" diye aldatmaz; o insanları Allah'la, kötü olanı iyiymiş gibi göstermekle aldatır. Şeytanın bu tuzağından korunmanın tek yolu vardır, o da Kur'an'ın gösterdiği yoldan yine Kur'an'ı rehber ve ölçü almaktır. "Allah'ın ipine tutunmaktır", "O'nun boyası ile boyanmaktır." Şeytanın delâlete düşü-rücü tuzakları sayılmayacak kadar çoktur. Kur'an onların belli başlı önemli olanlarını şu şekilde saymaktadır: aklı kullanmama; bilinçsizce başkalarını taklit etme (43/22); hevaya uyma (6/56); zanna uyma (6/116); istiğna(kendini yeterli görme)(96/6,7); istikbar(tepeden bakma) (39/59); haset (2/109); şımarma(28/76); ileri gelenlere (şeyh, ağabey vs.) ve çoğunluğa veya atalarını üzerinde buldukları yola uyma (2/170); Allah'la kendi arasına aracı koyma (39/3); tefrika (6/159); cahillik (6/144); dünya hayatını ahirete tercih etme (14/3); nefsani arzular, mal ve makam sevgisi (3/14); çoğunluğa uyma (6/116).

Dalâlet, tıpkı heva, fesad, küfür ve şirk gibi Kur'an'ın çok önemli kavramlarından biridir. Bu kavramları, Kur'an'ın ifade ettiği anlamda kavramış bir kimse itikadi anlamda kolay kolay dalâlete düşmez. Ya da tersinden söyleyecek olursak bu kavramları Kur'an'ın ifade ettiği anlamda kavramamış bir kimse kendisini dalâlete düşmekten koruyamaz. Diğer bir anlatımla bu türden kavramların anlamlarını doğru algılamamış bir kimsenin "sırati müstakîm" üzerinde olması mümkün değildir. Günümüzde bunun örneklerine çokça rastlanılmaktadır. Öyle ki: bir çok Müslü-man(!) aynı anda hem laik, hem demokrat veya li-beral hem de Müslüman olunabileceğini söyleyebilmektedir. İşte bu sapıklığın temel nedeni bu tür kavramların Kur'an'ı bir anlayışla kavranmamış olmasıdır. Keza, Allah'la birlikte yüzlerce ilah üreten şirk dini olan tasavvufun İslam olduğunu söyleyen kimselerin de temel sorunları bu tür kavramları Kur'an'ın ifade ettiği anlamlarıyla kavrayamamış olmalarıdır. Yine, geleneği, bidat ve hurafeyi din edindiği halde kendisini Müslüman sayanların da temel sorunları budur. Bu kimseler, söz konusu bu kavramları Kur'an'ın onlara yüklediği anlamlarıyla bilselerdi o zaman ya gerçekten İslam'ı seçerlerdi ya da küfrü. Ya da üçüncü bir yol olarak bu tür kimseler inanmadıkları halde çıkarlarından dolayı inanıyor gözüken münafıklardır.

Dalâlete düşmenin önemli bir nedeni de başarı ve üstünlüğün ölçüsünü güçte ve sayısal çoğunlukta görmektir. Oysa Kur'an'a göre gerçek başarı ve üstünlük İslam'a bağlı kalmadadır. İslam’a bağlılıktan kopmanın bedeli olarak elde edilecek başarı en büyük başarısızlıktır. İslam'ı güçlendirmek ve yaymak uğruna, onu güçlendirmeyi, ona bağlı kalmaktan daha çok önemseyenler bu dalâletleri ile İslam'a hizmet edelim derken Küfre hizmet etmektedirler. Bu zihniyetin neticesi olarak Küfür'le kurulan ilişki ve ona verilen ödünler sonuç itibariyle İslam’dan uzaklaşmayı da beraberinde getirir. Çünkü burada araç amaç ilişkisi söz konusu olmaktadır. Araç amaca uygun olmazsa kaçınılmaz olarak amacı kendisine dönüştürür. İşte bu gerçeklikten dolayı amaç ve araç uygunluğunu dikkate almayan her düşünce ve hareket, sonuçta hayra değil şerre hizmet etmiş olacağından dalâlettedir.

Yaradılış amacını unutmak, hayatın bir sınav olduğunun bilincinde olmadan yaşamak; kim olduğunu, ölümü ve sonrasını düşünmeden, yalnızca bu hayatın nimetlerini elde etmeyi varlığının amacı haline getirmek; ahireti dünya'ya feda etmektir. insan için bundan daha büyük kayıp olamaz. Ne türden olursa olsun dünya nimetine karşılık ödenen bedel ahiret hayatının kaybına neden olacaksa bu "dalâlet”ten başka bir şey değildir. Müslüman, Şeytanın bu tuzağından kurtulmayı ancak hayatına vahyin değerleri ile anlam vererek başarabilir. İstenilen şey dünyadan vazgeçmek değildir; dünya için vahyin gösterdiği yolu terk etmemektir. Kazancı ne olursa olsun, ister krallık olsun, ister Karun kadar zenginlik; elde edilmek için ödenecek bedel Allah'ın yolundan sapma olursa bu kölelikten de, yeryüzünün en zelil varlığı olmaktan da daha kötü bir seçim olur. Bu seçimi yapanlar hesap günü keşke köle olmayı, zelil bir durumda yaşamayı tercih etseydik pişmanlığını yaşayacaklardır. Kur'an'ın deyimi ile: "keşke toprak olsaydık ta bugünü görmeseydik" diyeceklerdir.

Dalalete düşmede önemli bir faktör de insanın dünya hayatının nimetlerine (mal,mevki,şöhret) olan tutkusudur. Dünya hayatının çekiciliği (tutkusu) ile ahiret hayatının çekiciliği(tutkusu) insanın seçiminde belirleyici ana unsurdur. İnsanın verdiği kararı dünya nimetlerinin çekiciliği ile imanı belirlemektedir. Ahiret hayatının çekiciliği insanın ahirete olan imanıyla orantılıdır. Bu şu demektir: dünya hayatının çekiciliği ne kadar çoksa insanın inancı o kadar zayıf, ahiret hayatının çekiciliği ne kadar çoksa insanın inancı o kadar güçlüdür. Dünya hayatının çekiciliğine kapılan bir kimsenin bu duruma düşmesinin temel nedeni ahiret hayatının çekiciliğinin farkında olamamasıdır. Ahiret hayatının çekiciliğinin fazla olduğu durumda, insan dünya hayatı için ahiret hayatından vazgeçmez. Yani hidayeti vererek sapıklığı satın almaz. Ahiretteki nimetlerin dünya nimetlerinden çok daha iyi olduğuna gerçekten iman etmiş bir kimse, bu dünyanın nimetleri için ahiretinden vazgeçmez. Ne kadar güzel olursa olsun, ne kadar iyi olursa olsun, hiç geçici olan bir hayat için ebedi hayat feda edilir mi? Feda eden bir kimse, ahiret hayatına gereğince iman etmiş olabilir mi? Bunun başka bir tanımlaması olamaz: "Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya ha-yatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır."(3/14)

Allah'a, Kitab'ına ve Elçisine iman ettiğini ve Müslümanlardan olduğunu iddia eden bir kimse bu iddiasında samimi olsa dahi; düşüncesinde ve amelinde Kur'an'ı ölçü almadıkça, hayatın her alanında İslam'ın hakimiyetinin gereğine inanmadıkça, İslam'ı bütün sistem ve düzenlerden üstün görmedikçe ve onu hayata hakim kılmayı amaç edinmedikçe, Kur'an'a göre dalâlettedir.

Diğer önemli bir husus da dalâlet kavramının hidayet kavramıyla olan anlam ilişkisidir. Kur'an'a göre insanın önünde iki yol vardır: Ve hangi yola gireceğine insan karar vermektedir. Yani karar mercii insandır; insana bu imkanı veren Allah'tır. Allah kendi tercihiyle insanın gireceği yolu seçmemektedir; neyi tercih edeceği kararını insana bırakmıştır. "Hidayetin Allah'tan olması" deyimi bu tercihin insana bırakılmadığı veya insanın bu konuda yetersiz olduğu anlamına gelmez. Böyle anlam verildiği zaman tercihinden dolayı insanın sorumlu olması tamamen anlamsız hale gelir. Cennet ve cehennemin de, ceza ve ödülün de bir anlamı kalmaz. Kafirin kafir olmasından dolayı hiçbir sorumluluğu olmaz. Veya günahkarın günahının sorumlusu kendisi değil Allah olur ki bu Kur'an'ın deyimi ile Allah'a iftira atmak olur. Allah'a bu iftirayı yakıştıranların yanılgısının temel nedeni "hidayet Allah'tandır" türünden ayetlerin "ne demek istediği"ne değil "ne dediği"ne bakmış olmalarıdır. Oysa ki önemli olan "ne dediği" değil "ne demek istediği"dir. Diğer bir deyimle önemli olan şey "söz" değil "anlam"dır. Yoksa hidayeti veya dalâleti insanın kendisinin seçtiğine dair yüzlerce ayetle bu ayetler birbirleriyle çelişmiş olur.

Kendisine akıl verilen kitap ve peygamber gönde-rilen ve seçme iradesine sahip olarak yaratılan insan, yeryüzüne geldiği andan itibaren hayatın her alanında ve her konuda "zıtlık" olgusuyla yani "tercih"te bulunma gerçekliği ile karşı karşıya kalmaktadır. İnsan iki şeyden birini seçmek zorundadır: "hayır"la "şer"i, "iman"la "küfr"ü, "doğru"yla "yanlış"ı, "iyi"yle "kötü"yü, "cehalet"le "bilme"yi, "dalâlet"le "hidayet"i, "tevazu"yla "kibir"i, "adalet"le "zulmü", "gaflet"le "zikr"i, "Allah'ın yolu"yla "Şeytanın yolu"nu. İnsan bu seçim için her türlü irade ve imkanla yaratılmıştır. Dolayısıyla insanın ne seçtiğine Allah müdahale etmemekte, seçme hakkını insana bırakarak onu seçtiği şeyden sorumlu tutmaktadır. Öyle olmasaydı hiç insan seçtiğinden sorumlu tutulur muydu?

Yaradılışta "zıtlık" varsa "seçmek" de var demektir. Seçmek varsa sorumluluk da var demektir. Ve sorumluluk seçene ait olmalıdır. Seçimi kim yapmışsa sorumlu o olmalıdır; Allah yaptıysa Allah, insan yaptıysa insan. Seçimi Allah'ın yapması ve insanı da sorumlu tutması mümkün olabilir mi? Kendi yaptığı bir şeyden başkasını sorumlu tutması Allah'a yaraşır mı? Kur'an "bir bütün olarak" insana bir "anlayış" vermektedir; Allah anlayışı, vahiy anlayışı, iman anlayışı, ibadet anlayışı… Anlayışı Kur'anî olmayan bir kimsenin, ayetlerin ne demek istediğini doğru anlaması mümkün değildir. "Dileyen iman etsin, dileyen küfretsin…" ve "Dileyen dildiğini seçebilir" diyen yüzlerce ayeti dikkate almadan "dalâleti ve hidayeti insan için Allah takdir etmektedir" diyen bir anlayış bu iddiasıyla Kur'an’la çelişkiye düştüğünü akletmemektedir. Ya Kur'an'da çelişki olduğu kabul edilecek ya da bu ayetler Kur'an'ın bütünlüğü içinde sözcük anlamlarıyla değil, ne demek istendiği bağlamında anlamlandırılarak anlamaya çalışılacaktır. İnsanın irade sahibi yani dilediğini seçme imkanına sahip bir varlık olmasını, ölümden sonra diriltileceğini ve hesaba çekileceğini ve herkesin zerre kadar da olsa yaptıklarının hesabını verecek olması, cennet ve cehennemin insanın yaptıklarına karşılık olduğunu dikkate almadan bu ayetleri doğru anlamak müm-kün olabilir mi?

Allah'ın iman vermediği, hidayete erdirmediği, inkarcı yaptığı kulunu; inanmadığı için cezalandırması düşünülebilinir mi? Kulunu önce inkarcı yapacak sonra da inkarcı oldu diye cezalandıracak böyle bir çelişki nasıl Allah'a yakıştırılır? Veya Allah tarafından iman ettirilen bir kimse, iman ettiği için ne diye ödüllendirilsin? "Allah dilediği kimseyi şaşırtır, dilediği kimseyi doğru yola koyar" (6/39); "Allah'ın izni olmadan hiç kimse inanmaz" (10/100); ve bunlara benzer kimi ayetlerin ne demek istediğini doğru anlayabilmek Kur'an'ca kurgulanmış bir zihni yapıya sahip olunmayı gerektirir. Hiçbir ayette sadece "Allah dildiğini saptırır veya dilediğine hidayet eder" denmemektedir. Konu ile ilgili bütün ayetlerde önce bir sebepten söz edilmektedir. Ve Allah'ın hidayet veya dalâlet takdir etmesi bu sebebin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Yani sebep-sonuç ilişkisi söz konu-sudur. İnsanın, "yalanlaması", "aklını kullanmaması", "gözü olduğu halde görmemesi", "kulaklarının çağrıya kapalı olması", "dalâlette ısrar et-mesi…" gibi tutumları söz konusu ayetlerin sebebini teşkil etmektedir.

Allah'ın dilediğine hidayeti, dilediğine sapıklığı vermiş olması, kuluna seçme hakkı ve imkanı vermiş olması bağlamında anlaşılmalıdır. Ona müdahale etmeyerek, neyi seçtiğine karışmayarak, dolaylı olarak ona sapıklığı veya hidayeti vermiş olmaktadır. Dilediğine sapıklığı, dilediğine hidayeti verdiğini bu anlamda kullanmaktadır. Şayet Allah insana bu imkanı ve hakkı vermeseydi, insan ne hidayeti ne de sapıklığı seçebilirdi. İnsan bizatihi iyi ve kötünün yaratıcısı değil seçicisidir. İyiyi de kötüyü de yaratan Allah'tır. Hidayetin ve dalâletin vericisi(yaratıcısı) Allah, seçicisi de insandır. Her türlü uyarıya rağmen inatla küfrü seçen ve onda ısrar eden bir kimsenin işi Allah'a kalmıştır. Ancak Allah müdahale ederse, kulunun iradesi dışında onun halini düzeltirse kul ancak o zaman hidayete ermiş olur. Yani Allah dilemedikçe(müdahale etmedikçe) o kendiliğinden düzelmez. Allah, mecbur bırakmadıkça(dilemedikçe, düzelmesine karar vermedikçe)sapkınlığında ısrarcı olan bir kimse artık hidayeti seçmeyecektir. "Allah dile-medikçe hidayete erememe"nin anlamı bu şekilde anlaşılmaldır.
ERCÜMET ÖZKAN.[KAVRAMLAR]
müslümanlardan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
dalalet


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 12:14 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam