hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > MAKALELER(DİNİ ve SİYASİ) > Makaleler

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 29. March 2009, 07:17 PM   #11
Umar
Uzman Üye
 
Umar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 157
Tesekkür: 33
17 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Umar will become famous soon enoughUmar will become famous soon enough
Standart

IV. Din Alanındaki Bilgi Boşluğu İslâm’ın Doğru Anlaşılmasını Engellemektedir


Türkiye Cumhuriyeti Devleti, belki de tarihinin en zor dönemlerinden birini yaşamaktadır. Bu zorluk, Türkiye üzerinde yoğunlaşan, birbirinden farklı birtakım zorunlulukların, aynı noktalarda kesişmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu zorunlulukları önem sırasına göre şöyle sıralamak mümkündür: Türkiye, tarihi ve kültürü ve Türk milletine asırlardır şekil veren öz değerleri ile barışmak zorundadır. Türkiye, demokrasi kültürünü oluşturmak ve demokrasiyi bütün kurum ve kuruluşları ile hakim kılmak zorundadır. Türkiye, daha çok Fransa’daki teori ve uygulamalar esas alınarak yürütülmeye çalışılan, din konusunda, başka ülkelerde pek rastlanılmayan katı bir tavır sergileyen laiklik anlayışını gözden geçirerek, kendi kültürü ve değerleri ile çatışmayan, toplumun kolayca benimseyebileceği bir yeni laiklik anlayışı geliştirmek zorundadır. Türkiye, Türk toplumunun önüne, “yeni bir uygarlık yaratma” gibi yüksek bir hedef koymak zorundadır. Türkiye, bütün dünyanın içine sürüklendiği, baş döndürücü “sosyal değişme” olgusunu doğru tespit etmek, bilgi toplumuna geçiş sürecinde daha fazla gecikmemek zorundadır. Türkiye, insanlığın geleceğinde etkin bir konuma, en kısa zamanda gelmek zorundadır.


Türkiye, tarihten, kültüründen, dünyanın içinde bulunduğu koşullardan, kendi özel sorunlarından kaynaklanan çok ciddi dayatmalarla karşı karşıya bulunmaktadır. Türkiye, “Yeni Dünya Düzeni” arayışlarının çığlık çığlığa yükseldiği 21. yüzyıla girerken, yılların, hatta asırların biriktirdiği sorunları, bir şekilde çözmek zorunda olduğu bir sürecin içine girmiştir. Üstelik bu sürece, biraz da dış ve iç şartların zorlamasıyla, hiç hazırlıksız girilmiştir. Türkiye açısından hayatî önem taşıyan sorunların hiçbirisi, çözüm aşamasına geçilebilecek düzeyde tespit edilmemiş, çözümü kolaylaştıracak biçimde tartışılmamıştır. Toplum olarak sorunlar üzerinde bir uzlaşma yoktur. Öyle ki, bazı kesimler sorunları hiç görmezken, bazı kesimler, sorunların çözümsüz olduğunu düşünebilmektedirler.
Diğer taraftan, Türkiye’nin sorunlarından çıkar sağlayan, isteyerek ya da istemeyerek çözüm arayışlarının önünü tıkayan, içte ve dışta birtakım güç odakları vardır. Bu güç odakları, kendi amaçları ve çıkarları doğrultusunda, en çok “din olgusu”nu ve laikliği acımasızca kullanmaktadırlar. Bu odaklar, değişimden ve yeniden yapılanmaktan korkmaktadırlar.


Din olgusu, öncelikle bütün siyasî partiler tarafından yıllardır siyasî amaçlar için kullanılmıştır; hâlâ da kullanılmaktadır. Din ticareti yaparak prestij ve maddi çıkar sağlayan bireyler ve kurumlar vardır. Bazı tarikat gurupları ve dinî cemaatler, din ticaretinin ve sömürüsünün gizlenemez hale geldiği yerlerdir. Alevilikle ilgili bütün tartışmalar, din istismarının farklı bir boyutu ile ilgili tezahürler olarak anlaşılabilir.
Laiklik de, Türkiye’de, en çok istismar edilen hususların başında gelmektedir. Kendi yeteneksizlik ve yetersizliklerini kamufle etmek isteyen, ya da kötü amaçları için bir paravanın arkasına saklanmak isteyen bazı kimseler, laikliği kullanmaktan hiç çekinmemişlerdir.


Türkiye’de, dinin ve Laikliğin, acımasızca kullanılmış olması, bu hususların doğru anlaşılabilmesi ve tartışılabilmesi için gerekli olan doğru bilgi birikiminin birey ve toplum düzeyinde sağlanması, insanların uzlaşabilecekleri ortak zeminlerin oluşmasını engellemiştir. Türkiye’de, açıkça “ben İslâm’a karşıyım” diyen insan sayısı parmakla gösterilecek kadar azdır. Türkiye’nin yüzde 98’nin Müslüman olduğu resmî istatistiklerde yer almaktadır. Buna rağmen, bazı insanlar, bazı insanları “İslam düşmanlığı“ ile, bazıları da normal bir Müslümanı, hemen “******likle,*****lıkla” suçlayabilmektedir. “Şeriat gelecek, dertler bitecek” diyenler de, “kahrolsun şeriat” diye bağıranlar da, “şeriat”ın ne olduğunu bilmemektedirler.


Din alanındaki, tahminlerin çok üstünde olan bilgi boşluğu, insanların birbirlerini anlamaları için gerekli olan temel iletişim kodlarının fonksiyonel olmasını engellemekte; insanlar birbirlerini anlamakta zorlanmaktadır. Öyle ki, bırakın dindar olanla olmayanın birbirlerini anlamakta zorlanmasını, farklı gruplara mensup olan dindarlar bile birbirlerini doğru dürüst anlayamamaktadırlar.


Din alanındaki bilgi boşluğunun doğurmuş olduğu birtakım olumsuz sonuçları şöyle sıralamak mümkündür:


Dinin, dindarlık ya da din karşıtlığı yönünde istismarı kolaylaşmıştır.
Dindar bireylerin, dinden çıkma, ya da günah korkusu ile, belirli hedeflere kolayca yönlendirilmeleri mümkün hale gelmiştir.


Dinin, birleştirici-bütünleştirici, kaynaştırıcı yönde etkin olması engellemektedir.
Ülke sorunlarının menşeinde ve çözümünde dinin etkin olup olmayacağının düşünülmesini bile, neredeyse imkansız hale gelmiştir.


Her sorunun, din sayesinde ve dindarlıkla çözümlenebileceği şeklinde bir yanılgı toplumda yer tutmaya başlamıştır.


Dinin, “yeni bir uygarlık yaratılması” gibi bir hedefin gerçekleşebilmesi için motor görevi görebileceğinin düşünülmesi bile hoş karşılanmamıştır.


“Başörtüsü” gibi tali konular, din gibi telakki edilir olmuştur. Başörtüsü, dindarlığın da, din düşmanlığının da “simgesi” gibi algılanabilmektedir.


Dinin anlaşılma biçimleri, (mezhepler, tarikat vs.) din ile özdeş gibi algılanmıştır.
İslâm’ın evrensel güzelliklerinin, dindarlar tarafından da, dindar olmayanlar tarafından da, sağlıklı bir şekilde anlaşılması ve değerlendirilmesi neredeyse imkansız hale gelmiştir.
Dinin anlaşılması ve uygulanması planında ortaya çıkan bireysel ve toplumsal yanlışlardan dolayı, dinin bütününe yönelik olumsuz tavırlar ortaya çıkmıştır.


Her türlü bilimsel gelişmenin ve ilerlemenin temelinde yatan “eleştirel yaklaşım biçimi”nin toplumda yer tutması engellenmiş; başta gelenek olmak üzere, her şeyin tabulaştırılması kolaylaşmıştır.


Din alanındaki bilgi boşluğu, demokrasinin, Müslümanlar tarafından,Batı standartların da ilerisinde, gerçekleştirebileceği düşüncesinin gelişmesini engellemiştir. Oysa, İslâm’ın siyasi meseleleri insana bıraktığını ve adaletin hakim olduğu, ahlâklı bir toplum istediğini bilen her insan, bunun mümkün olabileceğini kolayca anlayabilir.


Din alanındaki bilgi boşluğu, “İslâmî düzen, İslâm Devleti, İslâm iktisadı, Şeriat vs.” gibi kavramların ideolojik amaçlı kullanılmasını, zihinlerin karışmasını kolaylaştırmaktadır. Oysa, devleti yönetenler Müslüman olması bile, insanlar özgürce, insanca yaşayamıyorlarsa, hiç bir anlam ifade etmez. “İslâm devleti”nden kastedilen, “İslâm’ın hedef aldığı adaletin hakim olduğu” bir devlet ise, bunun bir anlamı olabilir. Bunun dışında İslâm devleti ifadesi, İslâm açısından anlamı olmayan ideolojik bir ifade olmadan öteye gidemez.
__________________
Düşünüp, tutabilmek adına; 'oku'mak !
Umar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 29. March 2009, 08:08 PM   #12
Umar
Uzman Üye
 
Umar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 157
Tesekkür: 33
17 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Umar will become famous soon enoughUmar will become famous soon enough
Standart

a. İslâm, Siyasî Meseleleri İnsana Bırakmıştır

Teorik çerçevede bakıldığında,Türkiye’de, İslâm dininden kaynaklanan, devlete yönelik bir tehdit, söz konusu değildir.

Çünkü:


aa. Müslüman insan, insanların insanca yaşayabilmesi ve insanlıklarını en iyi şekilde gerçekleştirebilmesini sağlayacak , adaletin hakim olduğu ahlâklı bir toplum oluşturabilmek için gerekli olan siyasî yapıyı kendisi üretmek zorundadır. Bu siyasî oluşum, Kur’ân’da dikkat çekilen sınırlı sayıdaki evrensel ilkeler -ki bunlar demokrasinin de temel ilkeleridir- doğrultusunda, sosyal değişme olgusunun doğurduğu yeni ihtiyaçları karşılayacak şekilde sürekli yenilenmek durumunda olan insanî bir sistemdir. Önemli olan adaletin sağlanmasıdır; insanların özgürlüğünün ve mutluluğunun temin edilmesidir. Hangi siyasî sistem bunu en iyi şekilde karşılarsa, İslâmî anlayışa en uygun sistem o olacaktır.


İnsanın yaratılış itibariyle sosyal bir varlık oluşu, siyasetin de insanla birlikte varolmasını beraberinde getirmiştir. İnsanlık tarihi boyunca varolan bütün insan topluluklarının siyasal bir netilik taşıdığı değişmez bir olgu olmuştur. ”İnsanlar arasında düşünce ve menfaat ayrılıkları var olduğu sürece bu ayrılıkların doğurduğu bir çatışma da var olacaktır ve dolayısıyla politika da var olacaktır. (M.Kapani, Politika Bilimine Giriş, 3) Politikanın özünde, değer dağıtımı ile ilgili bir görüş ve menfaat çatışması olduğu gizlenemez bir gerçektir. Ancak, politanın aynı zamanda bir uzlaşma olduğu da ortadadır.


Siyasetin odak noktasında “iktidar kavramı” vardır. ”İktidar, genel ve geniş anlamda, başkalarının davranışlarını kontrol edebilme olanağı olarak tanımlanabilir”. (Kapani, aynı eser, 27). ”Ülkenin ve toplumun bütünü üzerinde geçerli olan iktidara” siyasal iktidar denmektedir. (Kapani,aynı eser, 29).


Daha önce de ifade etmeye çalıştığımız gibi, İslâm dini,siyasî meseleleri insana bırakmıştır. Bu dinle siyaset arasında hiç bir ilgi yok anlamına gelmemektedir. İslâm, birey ve toplum olarak insanın olduğu her yerde etkin olan bir dindir. Bu etki, daha çok ana ilkeler çerçevesinde gerçekleşmektedir. Aksi takdirde, ontolojik anlamda hayatın bütününü din olarak algılamak gerekir ki, bu hem insan gerçeği ile, hem de İslâm’la bağdaşmaz. Sosyal değişme, inkar edilemeyecek kadar belirgin bir olgudur. Hayatın bütünün din gibi telakki edilmesi, sosyal değişme olgusu ile bağdaşmaz. İşte, İslâm’ın siyasî meseleleri insana bırakmış olması, Müslümanların, sosyal değişme olgusuna paralel olarak, insanların insanca yaşayabilecekleri ahlâkın ve adaletin hakim olduğu bir toplum meydana getirebilmek için, kendi siyasî yapılarını kendileri kurmaları anlamına gelmektedir. İslâm dini bu konuda, evrensel nitelik taşıyan ana ilkeleri belirlemiştir. Bu ilkelerden bazılarını şöyle sıralamak mümkündür:


Toplumda esas olan adaletin sağlanmasıdır(Nisâ,58; Nisâ, 105;Sad, 26). Siyasî iktidarın niteliği nasıl olursa olsun, adaletin olmadığı bir yerde İslâm’dan söz etmek mümkün değildir.
İnsanlar arasında yegane üstünlük ölçüsü, ilim ve takvadır, Allah’a saygıdır (Hucurât, 13). Bu ise, doğrudan bireyi ilgilendirir; bireyle Allah arasındaki bir meseledir. Soy-sop, zenginlik-fakirlik, güzellik-çirkinlik gibi hususlar, hiç bir şekilde üstünlük ölçüsü olarak alınamaz.


Toplumda işler, sıfatı ne olursa olsun, tek başına hiç bir kimsenin tekeline bırakılamaz. Kur’an, Hz. Muhammed’in bile işleri, diğer insanlara danışarak yürütmesini istemiştir (Şura prensibi) (Şura, 36-38; Al-i İmran, 159).
Bütün işler, o işi en iyi bilen ehil ellere verilmelidir (Nisâ, 58).
Hiç bir şey, körü körüne desteklenmemelidir (İsrâ,36).


Bunlar ve benzeri ilkeler, insana mutluluk getirecek bütün siyasî iktidarların vazgeçemeyecekleri, evrensel nitelik taşıyan ilkelerdir. Sosyal değişme olgusuna bağlı olarak ortaya çıkan yeni gelişmeler, bu ilkeler çerçevesinde yerli yerine oturabilecektir.
Öte yandan, Müslümanların ortaya koyacakları her türlü uygulama, sonuçta insanî nitelik taşımaktadır. Bu uygulamaların dinle özdeşleştirilmesi de mümkün değildir. Beşerî olan her şey, zamanla önemini yitirebilir. Kalıcı olan prensiplerdir.


Hz. Muhammed’in, kendinden sonra yerine kimin geçeği konusunda herhangi bir belirlemede bulunmadığı bilinen bir husustur. Nitekim,daha Hz. Peygamber’in naşı toprağa verilmeden, Müslümanların, kendilerine yeni bir lider seçmek için faaliyete giriştiklerini görmekteyiz. Herhangi bir tayin söz konusu olsa idi, herhalde tartışmaların seyri daha farklı olurdu.


İslâm’ın siyasî-idarî meseleleri insana bırakması, Müslümanlar arasında baş gösteren ilk ihtilafların siyasî olması gibi bir sonuç doğurmuştur. Bu durum, Müslümanların siyasî idarî meselelerin insana bırakıldığı gerçeğini pek anlamak istememeleri ve sorumluluktan kaçmaları ile ilgili olsa gerektir. Çünkü, Müslüman’a yaraşır bir siyaset teorisi üretememişlerdir. Şia, problemi Allah’a hallettirmek istemiş; Ehl-i Sünnet, uzlaşmacı tavrına uygun olarak, siyasî meseleleri Dört Halife Dönemi tatbikatlarını evrenselleştirerek, hilâfeti odak noktasına yerleştirmiş ve işi Kureyş’e bırakmıştır. ”Halifelerin Kureyş’ten olacağı”nı bildiren uydurma hadis, Müslümanların önünü tıkamıştır. Haricîler ise, bu konuda daha tutarlı bir çıkış yapmalarına rağmen, fanatik tutumlarıyla insan fıtratını zorlamışlar ve tarihin karanlıklarında gömülüp gitmişlerdir.


ab. İslâm dini, “din ve vicdan özgürlüğünün bir teminatı olarak anlaşılabilir.

”Dinde Zorlama Yoktur” (Bakara, 256) ilkesi, hem insanların Müslüman olmaları konusunda, hem de, İslâm’ı yaşamaları konusunda geçerlidir. Kur’ân, temel İslâmî ibadetlerle ilgili herhangi bir dünyevî müeyyideden söz etmez. Din temelde insanlar için bir tekliftir. İsteyen kabul eder, Tanrı’nın uyarılarına kulak verir; isteyen de tercihini başka yönde kullanabilir.


ac. Kur’ân, bir hukuk kitabı değildir.

Kur’ân’da hukukla ilgili âyetler vardır. Müslüman hukukçular, içinde yaşanılan ortamda hukukun üstünlüğünü temin etmek, adaleti hakim kılmak için, Kur’ân’dan da yararlanarak en sağlıklı hukuk anlayışını geliştirmek gibi bir sorumluluk taşımaktadırlar. Bu hukuk, ilke bazında vahiyden yararlanmasına rağmen, beşerî bir hukuktur. Ortaya çıkan teorik kurallar ve uygulama biçimleri din gibi telakki edilemez. Nitekim, İslâm tarihi boyunca, yüzlerce hukuk ekolü ortaya çıkmıştır. Bunların önemli bir kısmı, çağın ihtiyaçlarına cevap veremedikleri için, yaşama imkanı bulamamışlardır.


b. *****lık ve bağnazlık, ruh sağlığı yerinde olmayan her insanda ortaya çıkan bir davranış biçimidir.


Türkiye’de, İslâm dini hakkında doğru bilgi sahibi olmamaktan kaynaklanan, demokrasiyi ve laikliği tehdit edecek boyutlarda olmamakla beraber, sağlıklı din anlayışının oluşmasını engelleyen, yaratıcı yetenekleri körelten, kişiliği törpüleyen bir bağnazlık vardır. Bu, dinî eğilimleri güçlü olanlarda da, olmayanlar da, görülebilmektedir.
__________________
Düşünüp, tutabilmek adına; 'oku'mak !
Umar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 29. March 2009, 08:28 PM   #13
Umar
Uzman Üye
 
Umar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 157
Tesekkür: 33
17 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Umar will become famous soon enoughUmar will become famous soon enough
Standart

ba. Dindarlık *****lık, bağnazlık veya ******lik değildir.


Türkiye, son iki asırdır, din konusunda sağlıklı bir politika, maalesef üretememiştir. Aydınlarımız, dindar olan halkımızı aşağılamış, onun değerlerini uzunca bir müddet hiç önemsememiştir. Dindarlık, geniş bir yelpazede kendisini göstermiş olmasına rağmen, hiçbir fark gözetilmeksizin, bütün dindarlar bir anlamda mahkum edilmiştir. Yanlış politikalar, Cumhuriyet Döneminde dinin yeraltına çekilmesine yol açmıştır. Daha önce dikkat çektiğimiz bilgi boşluğu, geleneğin gözden uzak bir biçimde dinle özdeşleştirilmesine, bâtıl inançların, hurafelerin din gibi telakki edilmesine sebep olmuştur. Buna dayalı olarak ortaya çıkan, dinî değerleri koruma içgüdüsü ile bütünleşen bir tür korku, zaman zaman *****ca davranışları hazırlayabilmektedir.


Türkiye’nin, öncelikle İslam dini hakkında doğru bilgi sahibi olan insana ihtiyacı vardır. Dindar olup olmamak bireysel bir tercihtir. *****ın, bağnazın, ******nin sağcısı, solcusu, dinlisi-dinsizi olmaz; bu bir zihniyet meselesidir. Önyargılarla hareket eden, düşünmeden konuşan, “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma iddiasında olan”, eleştiriye kapalı olan, doğruları tekeline aldığını zanneden, “değişim”in değişmeyen tek gerçek olduğunu fark edemeyen her insan, sıfatı ne olursa olsun, ******dir, *****dır, bağnazdır. Bilgiden, bilimden, eleştiriden korkan bir insan, hangi konumda olursa olsun, hangi sıfatı taşırsa taşısın, toplumun önünde bir engel olmaktan öteye gidemez.
bb. İslâm’ı bilen bir Müslüman, şiddet yanlısı olamaz.


Radikal eğilimler, yüzde 98’i Müslüman olan Türkiye’de çeşitli gurupların içine serpilmiş vaziyettedir ve grupların bütünü tarafından onaylanmamaktadır, bu eğilimlerin temsilcileri azınlıktadır.


Radikal eğilimler, dindar ya da değil, hemen hemen her kesimin içinde vardır. Bu insanın yapısından kaynaklanmaktadır. Şiddete dönüşmediği müddetçe normal karşılanabilir. Ancak, söz konusu eğilimler din anlayışı ile birlikte ortaya çıkmaya başlayınca, şiddete dönüşme ihtimali biraz daha artmaktadır. Dini bilmeyen dindarın radikal eğilimlerinden, bağnazlığından korkmamak elde değildir. Çünkü, davranışlar rasyonel temelden kopmuş olmaktadır. Oysa İslâm dini, sevgiyi, barışı ve hoşgörüyü esas almış bir dindir. Bu sebepten, dindar insanlarda ortaya çıkan, radikal eğilimlerin, İslâm’dan değil, İslâm’ın yanlış anlaşılmasından kaynaklandığını, hemen belirtmekte fayda vardır. Müslüman insan, eleştiriye açık insandır. Eleştiriye açık insanların şiddete, radikal eğilimlerin arkasına sığınmaya ihtiyacı olmaz.


Türkiye, son iki asırdır,Batı Medeniyeti’nin ve Modernitenin yoğun baskısı altına girmiştir. Zamanın Süper Gücü olan Osmanlı İmparatorluğunun varislerinin, bu durumu kolayca hazmetmelerini beklemek, doğrusu haksızlık olurdu. Bu ezikliği, en çok hissedenler, Türkiye’de dindar insanlar olmuştur. Buna aydınların tepeden bakması ve yanlış politikalar da eklenince, Radikal eğilimlerin büyük ölçüde “ezilmişlik” duygusunun tezahürleri olduğunu anlamak kolaylaşacaktır.


Türkiye’de,radikal eğilimleri ile tanınan İBDA-C ve Hizbullah’ın dışında herhangi bir dinî örgüt yoktur. Bu örgütlerin çok ciddi taban bulabildiği de söylenemez. Ancak, hemen her dinî gurubun içinde, radikal eğilimli bireylerin mevcut olduğunu görmezlikten gelmek de mümkün değildir. Şiddet yanlısı olmak, normal sınırların ötesinde bir davranış biçimidir. Dindar insanlarda görülen bu normal dışı eğilimlerin benzeri, dindar insana karşı olan bazı kimselerde de görülmektedir. Yok ederek, yıkarak sorun çözmek isteyen, önyargılarla insanları mahkûm eden her insan, kim olursa olsun, tedaviye muhtaçtır.
Radikal Eğilimlerin, tutuculuğun kaynağı İslam Dini hakkında doğru bilgi sahibi olmamaktır.


c. Türkiye’deki Dinî Guruplar Türkiye Koşullarının Ürünüdür


Türkiye’de, din alanında sosyolojik araştırmalar, maalesef yok denilecek kadar azdır. Bu bakımdan, Türkiye’deki din anlayışı, dinî hareketler, dinî guruplar, dinî coğrafya gibi konularda konuşulanlar, yazılıp çizilenler, daha çok el yordamıyla ulaşılan birtakım sonuçlar çerçevesinde ortaya çıkmakta olup, ister istemez ihtiyatla karşılanmak durumundadır.
Türkiye’de, her toplumda olduğu gibi, insanların bir kısmı, diğer insanlara göre daha dindardır. Bu tarihin her döneminde, hemen her toplumda kendisini gösteren bir durumdur. Ancak, Türkiye’nin, özellikle Cumhuriyet’in ilanından sonra, kendine özgü ilginç bir süreçten geçtiği dikkat çekmektedir. “Tanzimat’tan itibaren Osmanlı aydınları, yavaş yavaş iki kampa ayrılarak İslâm’ı tartışmaya başladılar. Birinci kesim, ‘Osmanlı toplumunun bir bütün olarak her şeyiyle geleneksel yapısını bırakıp Batı’yı aynen kopya etmesinin, gerilikten kurtulmanın tek çıkar yolu olduğunu savunanlardan (Batıcı aydınlar), diğeri ise, ‘suçun İslâm’da değil, Müslümanlarda, daha doğrusu onların İslâm’ı anlama ve yaşama biçimlerinde olduğunu ileri süren ve genellikle İslâm’ın özüne dönüşü savunmakta olan Selefiyeci perspektifi benimseyenlerden (İslamcı aydınlar) oluşuyordu. (Nitekim bu çizgi, birtakım konjonktürel farklılaşmalara rağmen temelde bugün de pek fazla değişmedi). Bu tartışmalar, çok iyi bilindiği üzere, özellikle Meşrutiyet döneminde -bugünküyle kıyas kabul etmeyecek kadar yüksek bir fikir düzeyinde- sürdürülerek hızlandı ve Cumhuriyet dönemine kadar geldi. Batıcı aydınların ideolojik tercihleri üzerine kurulan Cumhuriyet, onu hazırlayan bağımsızlık savaşına birlikte girmiş ve birlikte kan dökmüş İslâmcıları büyük bir hayal kırıklığına uğratmış, bir kısmı memleketini terk edip gitmiş, bir kısmı köşesine çekilerek sessizliği tercih etmiş, diğer bir kısmı ise, deyim yerindeyse ‘bir gecede’ kimlik değiştirerek yeni rejimin en ateşli savunucularından olmuştur”. (A. Yaşar Ocak, “Türkiye’de Kemalizm-İslâm (Yahut Şeriat) Kavgası”, Türk Yurdu,c. 17, sayı 116-117, Nisan- Mayıs 1997, 24).
Türkiye’de, diğer İslam ülkelerinde ortaya çıkan radikal örgütlerden hiç birinin -Hizbullah Hariç-, hiç bir şubesi yoktur.


Türkiye’deki, Osmanlı’dan miras kalan tarikat örgütlenmeleri dahil, bütün dinî guruplar, Türkiye’ye özgü koşulların ürettiği, Türkiye’de anlamı olan oluşum biçimleridir. Dünyaca tanınmış radikal eğilimli, İhvanu Müslimin (Müslüman Kardeşler Teşkilatı), Cemaati İslâmî gibi örgütlerin liderlerinin (Seyyit Kutup, Muhammed Kutup, Hasan el-Benna, Mevdudî vs. ) hemen hemen bütün eserleri, özellikle 1970’lerden itibaren Türkçe’ye çevrilmiştir. Bu eserler, Türkiye’de din alanında mevcut olan boşluğu bir ölçüde doldurmuştur. Fakat, Türkiye’de din alanında radikal eğilimlerin tırmanmasına, Müslümanların din anlayışlarında ciddi bir kavram kargaşasının ve kaosun oluşmasına yol açmıştır. Bu eserlerin hemen tamamı, uzun yıllar Batı’nın ve Batılıların sömürgesi durumunda kalmış, halen de -en azından kültürel ve ekonomik alanda- tam bağımsızlığına kavuşamamış olan ülkelerde kaleme alınmıştır. Bu ülkelerde İslâm dini, doğal olarak hem anlam arayışının, hem siyasî bağımsızlığın, hem kimlik arayışının odağında yer almıştır.


1979’lardan sonra, “İran İslam Devrimi’nin ideologlarından” birisi olan Ali Şeriati’nin ve devremin lider kadrosunda yer alan Mutahharî, Beheştî gibi Şiî yazarların, hemen bütün eserleri, üstelik de Türk okuyucusunun gözüne hoş gelecek şekilde rötuslanarak Türkçe’ye çevrilmiştir. Bu kitaplar, bir yandan Türkiye’de mevcut olan Sünnî anlayıştaki çözülmeyi hızlandırırken, diğer yandan da, daha radikal, siyasî içerikten de yoksun olmayan “Haricî karakterli” bir din anlayışının şekillenmesine katkıda bulunmuştur. (Bk.Onat, “İran İslam Devriminin Getirdikleri Üzerine”, Türk Yurdu, cilt 10, sayı 38, Ekim 1990).
__________________
Düşünüp, tutabilmek adına; 'oku'mak !
Umar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 29. March 2009, 08:31 PM   #14
Umar
Uzman Üye
 
Umar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 157
Tesekkür: 33
17 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Umar will become famous soon enoughUmar will become famous soon enough
Standart

Türkiye’deki din alanında ortaya çıkan muazzam bilgi boşluğunun sömürge ortamında kaleme alınmış, reaksiyoner tavırların ürünü olan eserlerle doldurulmuş olması, din alanında ödünç kavramlarla düşünen, tepkisel tavırları doğal karşılayan, hatta biraz özenen -o ülkeler açısından bu bir varlık belirtisidir- , taklitten hoşlanan, dinin insana kazandıracağın iç zenginliğinden çok, şekli yönü ile ilgilenen bir Müslüman insan tipinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu insan tipi, geleneği kutsallaştırmıştır.


Türkiye’deki bütün dinî guruplar, çok ciddi bir “kabuk değiştirme süreci”nin içine girmiştir. Bu, aynı zamanda, din anlayışının açılma ve berraklaşma sürecini de bünyesinde taşımaktadır. Müslüman, yavaş da olsa “din anlayışı”nı sorgulamaya başlamıştır. Ne var ki, bir sağlık belirtisi olan bu sorgulama, hâlâ bireysel çizgide devam etmektedir.
Ocak 1997’de Türkiye’nin gündemine bir bomba gibi inen, bazılarının “Ocak Sendromu” dedikleri tarikat tartışmalarında, dindar insanların çok iyi bir sınav verdikleri söylenemez. Oysa, ortaya çıkan olumsuzlukların buzdağının görünen kısmından sadece birkaç parça olduğunu bilen, fark eden insanların sayısı az olmasa gerektir. Bu “kabuk değiştirme süreci”ndeki tarikat guruplarının kendilerini yenileyebilmeleri, kokuşmuş anlayış biçiminden, kangren olmuş uzuvlardan kurtulabilmeleri için iyi bir fırsattı. Maalesef, komplo teorileriyle, medya düşmanlığı ile olumsuzluklar kamufle edildi ve yine çelişkiler akla uygun hale getirildi.


VI. Alevilik Olgusu’nun Tartışılabileceği Zemin


Alevilik,Türkiye’nin bir gerçeğidir. Ancak, konu ile ilgili bilimsel araştırmalar, maalesef yok denilecek kadar azdır. Oysa, Alevilik gibi,Türkiye’nin milli birlik-bütünlüğü açısından hayatî önem taşıyan,ülke gündeminde sürekli baş sıralarda yer bulan bir meselenin,bilimsel nitelikli doğru bilgi olmadan tartışılması, konuşulması,öyle zannediyoruz ki,faydadan çok zarar getirmektedir.Bir tartışmanın yararlı olabilmesi için,önce kullanılan kavramların ve tanımların belirgin hale getirilmesine;daha sonra da,en azından tartışmayı yürütmeye yetecek kadar ilmî içerikli bilgiye ihtiyaç vardır. Bilimsel nitelikli bilgi olmaksızın yapılan tartışmaların,problemlerin çözümüne yönelik ciddi katkı sağlayabileceğini söyleyebilmek, doğrusu pek mümkün değildir.


Alevilik olgusu hakkında gerekli olan bilimsel bilgi,öncelikle Aleviliğin mevcut durumunun tespitine ve doğuş sürecinin aydınlatılmasına yönelik olmalıdır. Ayrıca, Alevilikle ilgili ana kavramların,Alevilik olgusunun tarihî seyrine paralel olarak kazandığı ve yitirdiği içerikler de dikkate alınarak, bilimsel yöntemlerle ve doğru olarak tespit edilmesine ihtiyaç vardır. Doğru bilgi,sağlıklı bir tartışma zemininde,yapıcı ve doğruyu arayan,iyi niyetli insanlar sayesinde,sorunların kalıcı bir biçimde çözümlenmesini sağlayabilir. Doğru,hoşumuza gitmese de,işimize gelmese de doğrudur. Doğruları gizleyerek,gerçeklerden kaçarak bir yere varmak imkansızdır.


Biraz dikkat edecek olursak,başımızı ağrıtan sorunların önemli bir kısmının,doğru ve sağlam bilgi eksikliğinden kaynaklanmış olduğunu hemen fark edebiliriz. Alevilik olgusu hakkındaki bilgi boşluğu,-Alevi olsun olmasın-,gerçekleri görebilen,aklı başında olan her insanın açıkça dile getirdiği bir husustur. Alevilik hakkında yüzlerce kitap neşredilmiş olmasına rağmen,bunların büyük çoğunluğunun ilmî nitelikten yoksun olduğunu görebilmek için,kitapların sayfalarına şöyle bir göz atmak yeterlidir. Kitapların ve yazılıp çizilenlerin önemli bir kısmı,bilgi boşluğundan ve kaostan yararlanmak isteyen bazı kimselerin,kendi ideolojileri doğrultusunda,yeni yapılanmalar peşinde koştuklarını düşündürmektedir. Bazı araştırıcılar,açıkça,”Aleviliğin başlı başına bir din” olduğunu şöyle ifade etmektedirler:”Karşılaştırmalardan görüleceği üzere Alevilik,Müslümanlık değildir. Olması da mümkün değildir. Müslümanlığın bir mezhebi ya da kolu olsaydı,çoktan Müslümanlığın içerisinde eriyip gitmiş olacaktı. Alevilik,kendine has özellikleriyle,kendi başına bir inanç sistemidir. Başlı başına bir dindir”.(Şelva Dersim,Alevilik,Pir Dergisi,Yıl 1,Sayı 1 Aralık 1994,s.8) .Bazıları,Aleviliğin kökeninde , Mazda İnancının ve Zerdüşt Öğretisinin bulunduğunu (Bk.E.Xemgin,Aleviliğin Kökenindeki Mazda İnancı ve Zerdüşt Öğretisi,İstanbul 1995),iddia edenler olduğu gibi,”Alevilik,T.C. gerçekliğinin karşıtıdır” diyerek meseleyi “Kürt Aleviler”le irtibatlandırıp şöyle devam edenler de vardır: ”Kemalizm,Aleviliğe özgürlük getirmemiştir. Alevilerin inançlarını ve Kürt Alevilerin kimliğini yasaklamıştır. Sünni devlet egemenliği yanında,kayıtsız şartsız Türk şoven-ırkçı egemenliğini eklemiştir. Bu açıdan Kemalizmin ve devletin Alevilere saldırısı, Osmanlı’dan daha güçlü ve köklüdür. Aleviliği ve Kürt Aleviliğini temsil edenler Koçgiri ve Dersim’de direnmişlerdir. Kemalizme karşı ilk çıkışı yapan Koçgiri Alevileridir ve Kürdistan’da Kemalizme en son teslim olan Dersim Alevileridir”(Ali Dersimli, Zülfikar,Sayı 1,Haziran 1994,s.9).”Anadolu Aleviliği”nin bir “masal” olduğunu söyleyip,Aleviliğin aslının Ca’ferilik olduğunu iddia eden,Alevileri Ca’ferileştirmek isteyenler vardır (Bk.Teoman Şahin, Alevilere Söylenen Yalanlar-Bektaşilik Soruşturması 1,Ankara 1995).


Bu arada,Doğu Bloku çöktükten sonra işsiz ve malzemesiz kalan bazı eski tüfek Marksistlerin de,kendi ideolojileri doğrultusunda,Alevilikte ateist bir yapılanma için savaş verdikleri gözden kaçmamaktadır.
__________________
Düşünüp, tutabilmek adına; 'oku'mak !
Umar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 29. March 2009, 08:38 PM   #15
Umar
Uzman Üye
 
Umar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 157
Tesekkür: 33
17 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Umar will become famous soon enoughUmar will become famous soon enough
Standart

Diğer taraftan,gerek Sünnî anlayışı benimseyen Aleviler arasında,gerekse Sünniliği İslâm’la özdeşleştiren kimseler arasında,Alevilerin Sünniliği kabul edip Müslüman olmaları gerektiğini söyleyenler de yok değildir.


Bu tespitler,”bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak isteyenlerin” ne kadar da çok olduğunu düşündürmektedir. Henüz Alevilik olgusunun hangi zeminde tartışılacağı bile açıklık kazanmış değildir. Bilgi boşluğu,tahmin edildiğinden çok daha fazla,çok daha ileri seviyededir. Oysa doğru bilgi olmadan fikir üretmek,çözüm üretmek mümkün değildir.
Alevilik olgusunun bugünkü durumu ile ilgili,Prof. Dr. Orhan Türkdoğan tarafından gerçekleştirilen,”Alevi-Bektaşî Kimliği” isimli,”sosyo-antropolojik” bir araştırmanın değerlendirme kısmında şu tespitlere yer verilmektedir:”Alevi-sünni teolojisini temsil eden yetkililerin bir araya gelerek ilmî bir seminer veya toplantıda tartışmaları gerekmektedir. Çünkü,hemen her Alevi Ocakzadeleri;Allah,Kur’ân ve Peygamber üçlüsünde birleştiklerini bize kesinkes açıklamışlardır. Bu nedenle İslâm’ın özünde,Alevî-Sünnî açısından bir sapma düşünülemez. Her Alevi Allah’a,Peygamber’e ve Kur’ân’a bağlı oldukları hususunda kararlıdırlar...Bu üç unsur,Alevî-Sünnî bütünleşmesinde temel taşı teşkil edebilir”.(Prof. Dr. O. Türkdoğan,Alevi-Bektaşi Kimliği, Timaş Yayınları, İst.1995,s.535).


Bu tespitlerin anlam ve önemini ortaya koyabilmek için,önce,bu araştırmanın nasıl yapıldığına bakmak gerekmektedir. Prof. Dr. Orhan Türkdoğan,1993-1995 yılları arasında, Türkiye genelinde Alevî-Bektaşî nüfusun yoğun olduğu 15 il ve bu illere bağlı 45 ocak üzerinde, Antropolojinin en yeni yöntemlerini kullanarak bir saha araştırması yapmıştır. Esas olarak,kendilerini Alevî-Bektaşî diye tanıtan kimselerin Alevîliğe -Bektaşiliğe bakışları ortaya konulmak istenmiştir. İşte,yukarıdaki tespitler,bu araştırmanın sonucunda ortaya çıkmıştır.


Bu tespitlerden yola çıkarak,kendilerinin Alevî-Bektaşî olduğunu söyleyen kimseler arasında,İslâm’ın özüyle bağdaşmayan birtakım görüşlerin,düşüncelerin olmadığını iddia etmek elbette mümkün değildir. Nitekim,araştırıcı da bunun farkındadır:”Bu gelenekli Aleviliğin iç yapısında;tarihî gerçeklere uymayan,İslâmî kültür kodlarıyla anlaşamayan bir takım bâtıl görüşler ve hurafeler de vardır”.(aynı eser,535).Bu tespitin,sadece Alevilik için değil,Sünnî anlayış biçimi için de geçerli olduğunu söylemek için fazla delile ihtiyaç yoktur. Din geleneklerle bütünleşip,gelenek din gibi algılanmaya başlanınca,hurafe ve batıl inançların yeşermesi için uygun bir zemin ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, Alevî, Sünnî, Şiî, Haricî olmak fazla bir şey değiştirmemektedir. İşin ilginç yanı,Kur’ân,”Ataların dini zihniyeti” adı altında, atadan,dededen kalma anlayış biçimlerinin,genel anlamda “geleneğin” dinleştirilmesini şiddetle eleştirmektedir. Müslümanlar,Kur’ân’ın açık uyarılarına rağmen,bugün Kur’ân’ın bu sert eleştirisinin muhatabı durumundadırlar.


Alevî olduğunu söyleyen insanlarımız,açıkça Allah’a, Hz. Muhammed’in Peygamberliğine ve Kur’ân’a inandıklarını söylemektedirler. Bu,Alevilik olgusunun tartışılacağı zemin açısından oldukça önemlidir. Kendisini İslâm’ın dışında gören, açıkça Müslüman olmadığını söyleyen bireyler,elbette olacaktır. Hatta,bunların Alevî ya da Sünnî olmaları da gerekmez. Ancak, Aleviliği İslâm dışı görmek, ya da göstermeye çalışmak, hem mevcut realite ile bağdaşmaz; hem de, akla ve bilimsel anlayışa uygun değildir. Aleviliğin mevcut durumu ile ilgili tespitler, bu sonucu doğurmaktadır.


Öte yandan, içinde bulunduğumuz koşullar, bizlere, İslâm’ı anlama ve iyi Müslüman olabilme hususunda, yeni fırsatlar hazırlamıştır. Her insanın, doğrudan Kur’ân’dan hareketle kendi din anlayışını kurma imkanı vardır. Müslümanların İslâm’ı anlayışı biçimlerinden ve tecrübelerinden ibaret olan mezhepler ve 14 asırlık birikim, bu konuda bize ışık tutabilir. Bizden önceki nesillerin bilgi birikiminden, tecrübesinden yararlanmanın yollarını bulabilirsek, onların düştükleri hatalara düşmeyiz; onların yanlışlarını tekrarlamaktan kurtulmuş oluruz. Bunun için de, adı ne olursa olsun, mezheplerin insan ürünü olduğunu unutmamak gerekmektedir. Mezheplerin, her ne şekilde olursa olsun, İslâm dini ile özdeşleştirilmesi, İslâm’ın insan fıtratına uygunluğunu zedeleyeceği gibi, İslâm’ın evrenselliği ilkesine de ters düşecektir.


Alevilik olgusu tartışılırken, mutlaka bilimsel nitelikli bilgilere dayalı olarak tartışmaların yürütülmesi lazımdır. Sağlıklı bilgi olmadan, yapıcı tartışmalardan söz edilemez. Aleviliğin mevcut durumu ile ilgili olarak yapılan, saha araştırması niteliğindeki araştırmalar, Aleviliği İslâm dışı görmenin, ya da göstermeye çalışmanın, Alevilik gerçeğiyle pek bağdaşmadığını gözler önüne sermiştir.


Eğer, Alevilik olgusu dinî bir zeminde tartışılacaksa, öncelikle Aleviliğin kökeni, günümüze kadar ki tarihi seyri ve İslâm dini hakkında bilimsel nitelikli doğru bilgiye ihtiyaç vardır.
İslâm, gizlisi,saklısı olmayan şeffaf bir dindir. Ana kaynağı Kur’ân, gözler önündedir. Vahyin dışındaki her türlü bilgi, her türlü dinî oluşum beşerî olup, her türlü tahlile ve tenkide sonuna kadar açık olmak durumundadır. Mezhepler, tarikat ve benzerleri de beşerî oluşumlardır; asla İslam dini ile özdeşleştirilemez. Öyleyse,bir kimsenin Müslüman olup olmaması, kendi özgür iradesi ile vereceği karara bağlıdır. İslâm’ın Tevhid, Nübüvvet ve Ahiret gibi temel inanç ilkelerine kendi özgür iradesi ile inanan ve Müslüman olduğunu söyleyen bir kimseye,hiç kimsenin sen hangi mezheptensin, sen nasıl Müslümansın gibi sorular sorma hakkı yoktur. Kur'ân, insanların ne Müslüman olma konusunda, ne de İslâm'ı yaşama konusunda zorlanamayacağını çok açık bil dille şöyle belirtmektedir:
__________________
Düşünüp, tutabilmek adına; 'oku'mak !
Umar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 29. March 2009, 08:39 PM   #16
Umar
Uzman Üye
 
Umar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 157
Tesekkür: 33
17 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Umar will become famous soon enoughUmar will become famous soon enough
Standart

”Dinde zorlama yoktur; artık hak ile bâtıl iyice ayrılmıştır. Putları inkar edip Allah’a inanan kimse,kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah işitendir, bilendir” (Bakara, 256).


VII. Yeni Bir Din Anlayışına Doğru


21. asır, insanlık açısından yepyeni bir asır olmaya aday görünmektedir.
Din, bütün dünyada yeniden “yükselen değer” haline gelmiştir. Bu durum, “din” kavramının yeniden tanımlanmasını gerektirmektedir.
Kurumlaşmış dinlerin bize sunmuş oldukları perspektif, artık yetmemektedir. İnsanlığın yeni bir bakış açısına ihtiyacı vardır.


İslâm’ın son din olması, “kurumlaşmış dinlerin bize sunmuş oldukları perspektif”in yetmediği gerçeğini değiştirmemektedir. Müslümanların üretmiş oldukları kültürü koynunda saklayan on dört asırlık gelenek, bize, İslam’ın doğru anlaşılmasını sağlayacak tecrübe yerine, İslâm’ı anlamayı güçleştirecek “düşünce kalıpları” sunmaktadır.


Yeni bir “İslam” anlayışına ihtiyaç vardır. Bu anlayış biçiminde Kur’ân, merkezde olmak durumundadır. Kur’ân’la ilgili her türlü yorum beşerîdir. Kur’ân’ın dışında her türlü bilgi beşerî bilgi olarak görülecektir. İslâm’ın, Hz. Muhammed’in sağlığındaki anlaşılma biçimi dahil, daha sonraki bütün anlaşılma biçimleri ve bunlarla ilgili tezahürler, beşerî tezahürlerdir.


Din alanında yeniden yapılanma, dinin ontolojik anlamda aslî yerine oturması anlamına gelmektedir. Din insanlara temelde doğru düşünme imkanı sağlamak, "doğru olma"yı öğretmek, insanca yaşayabilmenin evrensel ilkelerini ve değerleri göstermek ve gerçekleşme imkanı sağlamak için vardır. Hiç kuşkusuz din, insanın olduğu her noktada etkindir. Bu her şeyin dinleştirilmesi olarak anlaşılmamalıdır. Din, ontolojik olarak sadece inanç, ibadet ve ahlakta vardır. Bunun dışındaki alanlarda dinin temel ilkeler kanalıyla etki gücünden söz edilebilir. Hukuk, siyaset, ekonomi ve benzeri alanları dinle özdeşleştirmek, din gibi algılamak, dinin fonksiyonelliğini yok etmek demektir. İslam dini "sosyal değişme" gerçeğinin farkındadır.


Din ve anlayışı birbirinden farklıdır. Başta mezhepler olmak üzere, dinî nitelikli her türlü oluşum beşerî olup, dinin anlaşılma biçimleri ile ilgili tezahürlerden ibarettir. İnsan ürünü olan her şey, her türlü tahlil ve tenkide açık olmak durumundadır. Bu sebepten, adı ne olursa olsun, hiçbir mezhebin, tarikatın, cemaatın dinle özdeşleştirilmesi mümkün değildir.
Mezhepler, dinin anlaşılma biçimindeki farklılaşmaların kurumlaşması sonucu ortaya çıkan beşerî oluşumlardır. Hiçbir mezhebin İslâm dini ile özdeşleştirilmesi mümkün değildir. Hiç bir mezhep, “hak” ya da “bâtıl” olarak damgalanamaz.


Din alanında yeniden yapılanma, Kur'ân'ı merkeze alarak, Müslümanların on dört asırdır ürettiklerini eleştirel bir yaklaşımla yeniden okuyarak, insanlığın mevcut birikimini ve genel gidişini iyi değerlendirerek, mezhepler üstü bir çizgide gerçekleştirilmek durumundadır. Mezhepler üstü yaklaşım, Türkiye'nin birlik- beraberliği açısından da elzemdir.
__________________
Düşünüp, tutabilmek adına; 'oku'mak !
Umar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 29. March 2009, 08:44 PM   #17
Umar
Uzman Üye
 
Umar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 157
Tesekkür: 33
17 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Umar will become famous soon enoughUmar will become famous soon enough
Standart

SONUÇ


Türkiye, tarihinden, Batı ile ve Batı Medeniyeti ile sıcak diyalogundan, “Yeni Dünya Düzeni” arayışına giren dünyanın içine sürüklendiği “değişim”den ve yeniden yapılanmadan, jeopolitik konumundan, kültüründen ve değerlerinden kaynaklanan çok ciddi bir değişim ve dönüşüm sürecinin içine girmiştir. Bu süreçte, bir yandan Osmanlı’dan kalan mirasın kapanmamış defterleri açılırken, diğer yandan da, modernite ve gelenekle şiddetli bir hesaplaşma yaşanmaktadır. Sancılar, bunalımlar, tahmin edilenden daha ileri seviyededir. Toplumun bütün kesimleri, bundan kendine düşen payı almaktadır.


Türkiye, insanlığın geleceğinden, kendine yaraşan onurlu bir yer edinmek, insanlığın kaderinde etkin olmak istiyorsa, toplumun önüne “yeni bir uygarlık yaratmak” hedefini bilinçli olarak koymayı başarmalı ve en kısa zamanda, bütün sorunların doğru teşhisi ve onlara yönelik doğru çözüm arayışlarını ciddi olarak etkileyen “din” , demokrasi ve laiklik sorunlarını sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturmalıdır. Bu mümkün olan bir çözümdür.


Bunun için:


1. Türkiye’de, bütün insanımızın İslâm dini hakkında doğru bilgi sahibi olmasını sağlayacak çok yönlü bir bilgilendirme seferberliği başlatılmalıdır. Böylece dindar insanın, dinden çıkma korkusuyla, ya da bilinçsizce cenneti garantileme sevdasıyla fanatik eğilimlere, şiddete açık hale gelmesi, temiz dinî duyguların istismarı önlenmiş olur. Aynı şekilde, din karşıtı olmayı, modernlik, çağdaşlık, ilericilik olarak algılayanlar da, neye karşı olduklarını bilmiş olurlar. Doğru bilgiden korkmak, hiç kimseye, hiçbir yarar sağlamaz. Şiddetin kaynağını, ancak, sevgi ve bilgi kurutabilir.


2. Din ve dindar insan, hiçbir şekilde potansiyel suçlu olarak görülmemelidir.


3. Din alanında ortaya çıkan, bilgisizlikten, cehaletten kaynaklanan olumsuzluklar fırsat bilinerek “din düşmanlığına” meydan verilmemelidir.


4. Demokrasi, laiklik, din hiçbir şekilde tabulaştırılmadan tartışılmalı, doğru bilgiden korkmamalıdır. Toplumu derinden etkileyen değerlerin, istismarı, kesinlikle önlenmelidir.


5. Batı standartlarının daha ilerisinde bir demokrasi ve laikliğin gerçekleştirilebileceği bir hedef olarak Türk insanın önüne konulmalıdır. İslâm’ın bu konuda bir engel değil, tam tersine, yapıcı bir rol oynayacağı unutulmamalıdır.


6. Dinin en azından “sosyal bir realite” olduğu bilinmeli, dini dışlayarak, ya da görmezlikten gelerek hiçbir şey yapmanın mümkün olmayacağı kabul edilmelidir.


7. Demokrasi ve laiklikle ilgili, Türk tarihinde mevcut olan birtakım temeller gözler önüne serilmelidir. Demokrasinin oturması, sağlıklı bir Demokrasi kültürü oluşturmaya bağlıdır. Bu ise, Demokrasinin üzerine oturacağı sosyo-kültürel zeminin sağlam olması ile mümkündür. Asırlara dayanan devlet geleneğinin kucağında saklı olan tecrübenin bize söyleyeceği çok şeyler olmalıdır.
__________________
Düşünüp, tutabilmek adına; 'oku'mak !
Umar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 29. March 2009, 08:46 PM   #18
Umar
Uzman Üye
 
Umar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 157
Tesekkür: 33
17 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Umar will become famous soon enoughUmar will become famous soon enough
Standart

8. Bizler, bireysel eğilimlerimiz ve tercihlerimiz nasıl olursa olsun, bir arada yaşamak zorundayız. Türkiye’de, nüfus cüzdanından “İslâm” ibaresini sildirecek derecede dürüst, saygın ateist sayısı parmakla sayılacak kadar azdır. Öyleyse, insanımızın yüzde 98’inin Müslüman olduğu hususu üzerinde yeniden düşünmek gerekecektir. Türkiye’de, açıkça İslâm’a karşı olduğunu söyleyen mevcut değilse, yapay şeriat tartışmaları, yapay dindar-laik gerilimi, “irtica”ın arttığı yönündeki kaygılar nereye oturtulacak, hangi zeminde tartışılacaktır? Ortada, gizlenmesi mümkün olmayan bir sorun vardır: Bir kısım Müslümanlarla, diğer bir kısım Müslümanlar arasında, dine, demokrasiye, laikliğe, Batı Medeniyetine bakış açısındaki farklılıklardan kaynaklanan, donanım eksikliğinden dolayı, doğru dürüst tartışılamayan, üstelik, bazı güç odaklarının acımasızca kullandıkları bir sorun. Bu sorunun kaynağında, din konusundaki bilgi boşluğu ve demokrasi kültürünün oluşturulamayışı yatmaktadır.


9. İnsanoğlunun ürettiği bütün medeniyetlerin ekseninde “din” olgusu vardır. Din, 21.asra girerken, yine yükselen değer olmuştur. Öyleyse, gönlü Türkiye sevgisi ile dolu olan -inanan,inanmayan- herkesin, birazcık “din” olgusu üzerinde düşünmesinde fayda vardır. Din olgusunu dışlayarak, ya da görmezlikten gelerek bir yere varılamayacağını, tarih göstermiştir. Din, çift yönlü kesen bir kılıç gibidir; doğru anlaşılmadığı zaman, insanları olumsuz yönde etkileyebilir. Doğru din anlayışı ise, ilerleme, gelişme, hatta uygarlık yaratma yolunda motor görevi görür. Çözülme ve yeniden yapılanmaların hızla birbirini takip ettiği “değişim” sürecinde, toplum olarak din anlayışımızı yeniden gözden geçirmemiz, adeta kaçınılmaz hale gelmiştir. Din alanında da, doğru bilgi temeline dayalı yeniden yapılanmaya ihtiyaç vardır. Bunu başarmak, yeni bir uygarlık yaratma yolunda önemli bir mesafe katetmek anlamına gelir.


İslam dini, Hz. Muhammed’e Allah katından gelen vahyin etrafında şekillenmiştir. İslam’ın iki temel kaynağı vardır: Vahiy ve akıl. Bunlar, birbirinin alternatifi olan kavramlar değildir; akıl ve vahiy, birbirini tamamlamak durumundadır. Vahyi anlayacak olan akıldır. Vahyin dışındaki her türlü dinî nitelikli oluşum, -adı mezhep,tarikât ne olursa olsun- dinin anlaşılma biçimleri ile ilgili tezahür olup, her türlü tenkit ve tahlile sonuna kadar açıktır.


Akıl etkin olduğu zaman, çelişkiler yavaş yavaş yavaş azalır. Yeni bir uygarlık yaratmak, öncelikle aklın, hayatın bütün alanlarında etkin olmasına bağlıdır. Aklın etkin olmasını, ya yaratıcılıktan yoksun bir kafa, ya çıkarlar, ya da insanı yönlendiren dinleştirilmiş gelenek engelleyebilir. Bir insanın başına gelebilecek en büyük felaket, aklın çelişkileri kolayca fark edebilme yeteneğini yitirmiş olmasıdır. Kur’ân’da geçen, “kalplerin mühürlenmesi”ni, insan aklının çelişkileri görememesi ve vicdanın körelmesi olarak anlamak mümkündür. Duyarlığını yitiren her insanın “kalbi mühürlenmiş” demektir.


Aklın etkin olması, metodik şüpheyle ve eleştirel yaklaşımla mümkün olabilir. Bir şey aklımıza yatmıyorsa, kimden gelirse gelsin, nerede olursa olsun, oraya bir soru işareti koymalıyız. Yüce Allah, İsra suresinin 36. âyetinde şöyle buyurmaktadır: “Bilmediğin şeyin ardına düşme. Doğrusu ,kulak, göz ve yürek, işte bunların hepsi ondan sorguya çekilir”. Bu âyet de göstermektedir ki, düşünmek, akletmek, aklı etkin kılmak Allah’ın bir emridir.


10.Türkiye,halkının %98'i Müslüman olan bir ülkedir. Türkiye'de var olan Müslümanlık, ağırlıklı olarak kulaktan dolma bilgilerle, yani şifahî kültürle şekillenmiştir. Öncelikle, bu anlayış biçimini, Alevisiyle- Sünnisiyle tartışmaya açmak, vahye ve akla ters düşen batıl inançlardan,hurafelerden kurtulmak gerekmektedir. Bilgi Çağı’na girerken, yanlışların, hataların, hamallığını yapmak, hiç bir Müslümana yakışmaz.


Bizden önceki atalarımız, hatalarıyla, sevaplarıyla dini anlamaya çalışmışlar; yaşamışlar, bize bir miras bırakmışlardır. Bu miras, adı ne olursa olsun, dinle özdeşleştirilemez. Ne var ki, bunalımlı dönemler, insanların yönünü maziye doğru çevirmektedir. Yaratıcılık yeteneklerini yitirmiş birey ve toplumlar, mazi ile övünmeyi ve avunmayı meziyet zannederler. Böylece farkında olmadan, kendi geleceklerini geçmişe ipotek ettirirler. Sonuçta, gelenek din haline gelir; bireyin nefes almasını bile engellemeye başlar.
__________________
Düşünüp, tutabilmek adına; 'oku'mak !
Umar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 29. March 2009, 08:47 PM   #19
Umar
Uzman Üye
 
Umar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 157
Tesekkür: 33
17 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Umar will become famous soon enoughUmar will become famous soon enough
Standart

11. Türkiye'nin din alanında bir yeniden yapılanmaya şiddetle ihtiyacı vardır. Türkiye, bunu başarabilecek bütün imkanlara sahiptir. Türkiye'deki tartışmaların din noktasında odaklanması, Türkiye'nin önünün, ancak dini problem olmaktan çıkartmakla açılacağının fark edildiğini göstermektedir. Bunun, dini, hayatın dışına iterek sağlanmasının mümkün olmayacağını içinde bulunduğumuz asır bütün çıplaklığı ile gözler önüne sermiştir. Bütün dünyada din yeniden yükselen değer haline gelmiştir. Türkiye'nin son bir asırda yaşadıklarından çıkarılabilecek pek çok dersler vardır.


12. Türkiye, yavaş yavaş, fikir üretebilen dindar aydını yetiştirmeye başlamıştır. Toplumdaki, dindar- laikçi gibi sürtüşmelere, suni gerilimlere yol açan odaklar kurutulduğu, ya da toplumda terör havasa estirme gücü yok edildiği zaman, Türkiye, sorunlarını medenî bir çerçevede tartışabilen, çözüm üretebilen insanların barış içinde yaşadıkları bir ülke olacaktır.


13. Türkiye, İslâm’ın yardımıyla, İslâm ile birlikte çağdaşlaşmayı başarmak zorundadır. Son bir asırda yaşadıklarımız, içine sürüklendiğimiz suni gerilimler, bunun bir zorunluluk olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bunun için de, bazı kesimlerin “dini devletleştirme”, ya da “İslâm devleti” yanılgısından; diğer bazı kesimlerin de “İslâm’ı dışlayarak çağdaşlaşma” gibi insan fıtratıyla ve Türkiye’nin gerçekleri ile hiç bağdaşmayan bir dayatmadan vazgeçmesi gerekmektedir. Türkiye’nin kaybedecek hiç zamanı yoktur.


14. İçine sürüklendiğimiz değişim süreci, Türk insanının önüne, yeniden, yeni bir medeniyet yaratma fırsatı koymuştur. Bu, aynı zamanda sonu varlık, ya da yokluk olan bir mücadelenin adıdır. Aslında, tarih, değişim süreci, mevcut koşullar, bizi buna zorlamaktadır. Tarihimizi eleştirel bir yaklaşımla yeniden okuduğumuz zaman, hem onun olumsuz etkilerinden kurtuluruz, hem de ondan daha sağlıklı bir gelecek için, yeni medeniyet için yararlanma imkanı bulabiliriz. Çağı iyi okuduğumuz zaman, değişimin frekansını yakalama ve değişirken değiştirme şansı bulabiliriz. Allah'ın bir armağanı olan yaratıcılık yeteneğimizin farkına vardığımız zaman da, birbirimizle uğraşarak kaybettiğimiz bunca zaman için üzülmeye başlarız.


Yüreğimiz, yeni bir uygarlık yaratmanın heyecanıyla çarpmaya başladığı zaman, farklılıkların bir zenginlik olduğunu daha kolay anlayacağız. Büyük düşünemeyen, yaratıcılığın tadına varamamış insanlar, ayrıntılarda boğulmaya mahkûm olurlar.

Hasan Onat
__________________
Düşünüp, tutabilmek adına; 'oku'mak !
Umar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
anlayışı, din, hasan, hurafeler, islam, onat, türkiyede, yaşam


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 09:01 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam