hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > MAKALELER(DİNİ ve SİYASİ) > Makaleler

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 21. April 2009, 01:48 AM   #1
Umar
Uzman Üye
 
Umar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 157
Tesekkür: 33
17 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Umar will become famous soon enoughUmar will become famous soon enough
Arrow İntizar (Bekleyiş) & İnzar (Uyanış)

“Beklemek” ve “uyanmak” ile ilgili Türkçe’de o kadar çok türkü, deyim, deyiş var ki;

1- “Üç gün dedin, beş gün dedin aylar oldu gelmedin/Geçen cuma gelecektin haftalardır gelmedin”… “Her seher vaktinde doğanlar gibi/Sabah güneşimi bekledim durdum”…

2- “Uyan uyan Üsküdar’da sabah oldu”… “Uyan uyan sabah oldu/Namazını kıl”… “Uyan çoban uyan sürüde kurt var/Mor koyun yaralı kuzu perişan…”

Birinci guruptakiler “ebedi bekleyişi” (intizâr), ikinci gruptakiler “dinamik uyan(dır)ışı” (inzâr) anlatırlar.

Birinci guruptakiler beklemeyi, durmayı, oturmayı, ikinci guruptakiler harekete geçmeyi, atılımı, praksisi ifade ederler.

İntizâr ile inzâr…

“Mehdi gelecek, mesih dönecek, peygamber çıkacak!” ile, “Ölüm var, afet kapıda, kıyamet kopacak!” demek arasındaki fark…

“Bugün de gelmedi” ile “Yürü ya kulum!” arasındaki fark…

Bekleyiş ile uyandırış yani intizâr ile inzâr arasındaki fark…

Bu yazının konusu bu…

***

İNTİZÂR: Sözlükte “Gözleyiş, bekleyiş, gözetleyiş” demektir…Türkçe’de nazar etmek (bakmak, gözlemek), nazar değmek (göz değmek), muntazır olmak (gözler/bekler/bakar halde olmak), nazariye (teorik görüş, fikriyat) kelimeleri de bu köktendir… İntizâr inancı eski dünya dinlerinde (Mahaviracılık, Mecûsilik, Yahudilik, Hristıyanlık) son derece yaygın bir itikattı. Genellikle geçmişte yaşamış tanrı-kral veya yarı-tanrı bir kahramanın geri dönüşünün beklenmesi şeklinde yer etmişti. Örneğin eski Mısır tanrı-kralları ölürler ve mezarlarından üç gün sonra kalkar tekrar kaybolurlardı. İsa’nın mezarından üç gün sonra kalkması paskalyası (anastasis) de buradan geliyor…

Hindistan’daki Caynaizme göre Mahavira, dünyaya belirli aralıklarla gelen kurtarıcılardan (cayna) biriydi. Mahavira’dan önceki son kurtarıcı (cayna) 250 yıl kadar önce gelmişti. Çünkü Tanrı her 250 yılda bir cayna (kurtarıcı) gönderir ve insanlığı temize çıkarırdı. Mahavira’nın kurtuluş öğretisine (eskatoloji) göre dünya kuruluşundan beri canlı bir öz olan civa (ruh) ve cansız nesnelerden aciva (madde) oluşur. Civalar doğaları gereği tüm bilgiyi, erdemi ve sonsuz mutluluğu içerirler. Bu özelliklerini açıkça göstermemelerinin sebebi daha baştan türlü maddelerle kirlenmiş, bulanmış olmalarıdır. Böylece gerçekte kusursuz ve ölümsüz olmaları gereken civalar ölümlü, maddi vücutlarla bağlanmış olurlar. Civanın bu kirli maddeye bağlanmışlıktan kurtulmasının yolu, maddeden bağımsızlaş*ması ve yeni kirlenmiş maddelerin alınmasının önlenmesiyle mümkündür. Bu da ancak bu tanrısal özelliklere sahip kurtarıcının (cayna) gelişi ile sağlanabilir…

Mecûsi bekleyiş (intizâr) felsefesine göre de insanlık tarihi üçer binlik dört devreden oluşur. Dördüncü devrenin başında insanlara yardım etmek için Ahura-Mazda Zerdüşt’ü gönderir. Tanrı, onun ruhunu henüz ikinci devrin başında yaratmıştı ve o zamandan beri sonsuz alemde ruhen yaşıyordu. Zerdüşt’ün yaptığı tebliğ bin yıl sürecektir. Zerdüşt’ten sonraki ikinci bin yılda, yine Zerdüşt’ün zürriyetinden bir peygamber gelecektir. Bu peygamberin tebliği de bin yıl sürecek, üçüncü bin yılda ise beklenen mehdi zuhur edecektir. Adı Soşyant olan bu mehdi dünyaya hakim olan şer güçlerini temizleyecek, Zerdüşt’ün tebliğini yenileyecek, dünya Zerdüşt’e inananlar ile dolacaktır. Bin yılın sonunda ise, hakimiyeti Ahura-Mazda’ya teslim edecek ve bu suretle dünya son bulacaktır…

Mahaviracılıktaki “Cayna” ile Mecûsilikteki “Şoşyant”ın, Kitab-ı Mukaddes geleneğinde (Yahudi-Hristıyan) “Mehdi” ile “Mesih”e dönüştüğünü görüyoruz. Çok bilindiği için Yahudilik ve Hristıyanlığa girmiyorum. Nasıl olsa bir takım rivayetler yoluyla İslam’ı da etkilemiş, çoğunuz biliyor ve hatta belki de inanıyorsunuz (!).

İşte bunlar eski dünya dinlerinin bekleyiş (intizâr) inanışlarıydı.

Bu inanışların İslam muhitinde örneğin Buhari’de veya Risale-i Nur’da geçiyor olması durumu değiştirmez. Oralarda geçen her şeye körü körüne inanacağız diye bir şey yok. Bu kitapların da eleştirel analize tabi tutulması gerekir. Gerçi bu türden kitaplara bile sızmış bekleyiş (intizar) rivayetlerini Kur’an’ın inzâr anlayışı doğrultusunda tevil etmek de mümkün ama ben böyle yapılmasından yana da değilim. Bunlar, Kur’an’ın reforma uğrattığı eski dünya dinleri itikatlarının, tekrar yol bularak İslam muhitine sızma girişimleridir ki eleştirel analiz eksikliğimiz yüzünden ne yazık ki yerleşmişlerdir. Bu tür rivayetlerin kesin bir dille dışlanmaları ve reddedilmeleri gerekir.

***

Kur’an’da bu tür inanışlardan eser yoktur.

Kur’an tam bir reformla bu itikatları dönüştürmüş, dinî dünyaya yepyeni açılımlar getirmiştir. Kur’an’ın getirdiği bu reformlardan habersiz olanlar eski dünya inançlarını asılsız rivayetler kanalı ile savunadursunlar, bakın Kur’an’ın dediği ne.

Kuran’ın gelişi ile birlikte insanlıkta bekleyiş (intizâr) felsefesinin sona erdiğini, eski dünyadan yenidünyaya esaslı bir geçişin sağlandığını görüyoruz. Bu geçişi sağlayan ana kavram ise “inzâr”…

Peki, nedir inzâr?

İNZÂR: Sözlükte mastarı “Adamak, kendine gerekli kılmak” demektir… Buradan, uyarmak, ikaz etmek, bir şeyi haber verip korkutmak, ültimatom vermek (inzâren), birbirini uyarmak (tenâzur), uyarı, uyarma, alarm, ikaz, ihtar (inzâr), uyarıcı, uyaran (munzir), uyarıcı, korkutucu, ikaz, uyarı, alarm (nezîr), yangın alarmı (inzâru’l-harîq) kelimeleri gelir… İnzâr kelimesi orta harfi “dat” ile okunduğunda “bakmak, beklemek” anlamı kazanır. Dolayısıyla inzâr “İleride şu fenalık var, ona bakar olun, ondan sakının!” diye uyarmaktır. “Uyarmak” kelimesi de eski Türkçe’de (11. yy) “uyandırmak, uykudan kaldırmak” anlamına gelen odhunmak sözcüğünden geliyor. Yeni Türkçe’de (1974) uyarı, uyarmak şeklinde yeniden türetilmiş. Bu durumda inzâr edilmek uykudan uyandırılan kişinin hali oluyor; gözlerini açıp uyanıyor, etrafını görmeye başlıyor.

Kur’an lisanında inzar üç şeyi: 1- Mevt (ölüm) 2- Afet (deprem, sel, tufan, çöl fırtınası, volkanik patlama, yıldırım vs.) 3- Kıyameti haber verip “İleride bunlardan birisine maruz kalabilirsiniz, o gün gelmeden evvel gaflet uykularından uyanın, kendinize gelin, aksi halde tövbe etmeye vakit bile olmayabilir” diye uyarıda bulunmak anlamında kullanılıyor. Arap muhayyilesinin yangın alarmına inzâru’l-harîq demesinden de anlaşılabileceği gibi inzâr, Türkçe’de “alarm durumu”, “alarm vermek”, “alarm zilleri çalmak” deyimlerindeki manayı çağrıştırır; “Kuraklık, kıtlık alarmı veriyor.” vb.

Kur’an intizar itikadını, inzara dönüştürdüğü gibi örneğin ölmüş eski bir kahramanın mezarından kalkışı (anastasis) inancını da yine kalkmak anlamına gelen qıyâmet sözcüğü ile ifade ediyor. Yalnız bu kalkış tanrı-kralların veya yarı-tanrı kahramanların herkes dururken mezarından tek başına kalkışı değil; tüm insanlığın mezarlarından topyekün kalkışı anlamında kullanıyor.

Demek ki Kur’an eski bir kahramanın beklenmesi manasındaki intizarı, üç şeyin; 1- ölüm 2- afet 3- kıyametin gözlenmesine/ona karşı uyanık olunmasına/alarm halinde bulunulmasına (inzâr), tanrı-kral veya yarı-tanrı kahramanın mezarından diğer herkes yaşıyorken kalkmasını (anastasis) ise tüm insanlığın yeniden dirilerek ayağa kalkışına (qıyâmet) çevirmiş oluyor.

Şu halde ölüm, afet ve kıyamet dışında gelmesi beklenecek/gözlenecek bir şey yoktur.

Hiçbir eski insan/peygamber/kahraman geri gelmeyecektir: “Senden önce hiç bir insana ölümsüzlük vermedik. Sen ölürsen onlar sonsuza kadar yaşacaklarını mı sanıyorlar?” (Enbiya; 34).

Demek ki ölüm, afet ve kıyamet ile uyarmaya/uyanışa çağırmaya “inzâr”, bunu yapana da “munzîr” deniyor. Allah tarih boyunca uyaranlar/uyanışa çağıranlar (munzirun) göndermiş ve insanlığı gaflet uykularından uyanmaya çağırmıştır.

İşte Kur’an’ın “inzâr” dediği şey bu oluyor.

***

İnzârın ilk surelerden itibaren bütün Kur’an boyunca ısrarla işlendiğini görüyoruz.

Kısa bir demet;

İlk surelerde; “İşte böyledir afet! ahiretin azabı ise çok daha büyüktür, ah bir bilselerdi!” (Kalem;33), “Can boğaza dayanıp yatağa düşünce imana gelmek için vakit çok geçtir; artık isteseler de yapamazlar.” (Kalem; 42), “Göğün paramparça olacağı ve Allah’ın sözünün gerçekleşeceği gün!” (Müzzemmil; 18), “Unutma ki diriltici soluğa üflenince çok zorlu bir gün olacak. Kafirler için hiç de kolay olmayacak!” (Müddesir; 8-10), “Cehennem ateşi gerçekten çok büyük bir olaydır. Bu insanoğluna bir uyarıdır, iyiyi ve kötüyü seçmek isteyen herkes için bir uyarı!” (Müddesir; 35-37),

Orta surelerde: “Onlar, önceki çağlarda yaşayanların başlarına gelen günler gibi günler mi bekliyorlar? Söyle onlara: Bekleyin bakalım, ben de sizin gibi bekliyorum.” (Yunus; 102), “İşte bunlar geçmiş uygarlıklardan sana anlattığımız kimi önemli haberlerdir. Onların kalıntılarından hala ayakta olanlar da var, biçilmiş tarlalar gibi silinip gidenler de…” (Hud; 100), “Şu halde hangi ülke halkı, gece vakti uyurken ya da gündüz vakti koştururken afetimizin ansızın gelip çatmayacağından emin olabilir? Allah’ın neler yapabileceğinden çok mu eminler? Doğrusu ancak vurdumduymaz bir halk Allah’ın neler yapabileceğinden gayet emin yaşayabilir.” (A’raf; 97-99), “Görmüyorlar mı ki yerküreyi zaman zaman yokluyoruz, kaçınılmaz sona doğru hızla yaklaştırıyoruz.” (R’ad; 41),

Son surelerde: “Dilleri, elleri ve ayaklarının dile gelip yaptıklarını anlatacağı gün…” (Nur; 24), “İnsanlar sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. Cevap ver; Onu ancak Allah bilir. Kim bilir, o saat belki yarından da yakın!” (Ahzab; 63), “Kendileri oturup da savaşa giden kardeşleri için ‘Bizi dinleselerdi öldürülmezlerdi’ diyenlere söyle: Eğer bunda samimi iseniz ölüme çare bulun bakalım!” (Al-i İmran; 168)

Bunlar binde bir bile değil.

Böyle ölümü, afeti (azabı/musibeti) ve kıyameti hatırlatan, sürekli olarak; ister savaşta ister barışta, isten hazarda ister seferde, ister boşanma davası olsun ister miras bölüşümü hiç fark etmiyor, parağraf başlarında, aralarda ya da cümle sonlarında Kur’an sürekli olarak “inzâr” ediyor yani ya ölümü, ya afeti, ya da kıyameti haber veriyor, uyarıyor, uyanışa çağırıyor…

Yaşayan Kur’an perspektifinden bakarsak, bizim de birbirimize bunu yapmamızı istiyor.

Mehdi-i muntazır (beklenen yolgösterici) beklememizi değil; Mehdi-i munzir (yaşayan yol gösterici/uyarıcı/uyanışa çağıran) olmamızı istiyor.

‘Üç gün geçti, beş gün geçti; haftalardır gelmedin’ diyen, günler, aylar, yıllar, çağlar geçti hala gelmeyen ve zaten gelmeyecek de olan “ebedi bekleyişe” değil; ‘uyan çoban sabah oldu, sürüde kurt var, mor koyun yaralı, kuzu perişan’ diyen “dinamik uyanışa” çağırıyor.

İntizâr ile inzâr arasındaki farkı anlamamızı istiyor. Aksi halde İslam “dinlerden bir din” yerine konulmuş olacak ve dini dünyaya “bu konuda da” getirmiş olduğu yenilik ve reform gözardı edilmiş olacaktır…

***

Dalların meyveye durmasını beklemek ile tohum ekmeye başlamak arasındaki fark…

Karanlığın geçmesini beklemek ile bir mum yakmak arasındaki fark…

Ölmüşün intizârı (ebedi bekleyiş) ile yaşayanın inzârı (anlık/dinamik uyanış) arasındaki fark…

Mezar sessizliği ile yaşam cıvıltısı arasındaki fark…

Gerçek hayat dini “fışkırıp ruhu mücerret gibi” hangisinden çıkar?

İntizârdan mı, inzârdan mı?

Recep İhsan Eliaçık
__________________
Düşünüp, tutabilmek adına; 'oku'mak !

Konu Umar tarafından (21. April 2009 Saat 02:01 AM ) değiştirilmiştir.
Umar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
bekleyiş, uyanış, İntizar, İnzar


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 06:39 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam